Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum atanmasıyla birlikte, önce Boğaziçi’nde başlayan ve daha sonra diğer üniversitelere de sıçrayan, yer yer üniversitelerin dışına taşan eylemlilikler oldu. Burjuva iktidarından muhalefetine kadar bu kayyum üzerine birçok şey söylendi. Herkesin konuştuğu bu direnişi komünistler nasıl yorumlar ve buna nasıl müdahale eder üzerine 1 Mayıs Mahallesi’nde bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşimiz 8 kişinin katılımı, sunum ardından soru ve görüşler ile ilerleyecek formatta devam etti.

Söz alan yoldaş, sözlerine bizim genel tespitlerimizden bir tanesi olan dünyadaki devrimci durumun kendisinden bahsederek başladı. “Yönetenlerin artık eski yöntemlerle yönetemediğini ve ezilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediğini belirtti. ABD’deki seçimlerle açığa çıkan krizin şimdilik çözülmüş gibi gözükse de aslında çözülemediğini, giderek derinleştiğini, aynı zamanda Türkiye’deki rejim krizinin açmazlarının gün geçtikçe belirgin hale geldiğini, bunun güncel siyasi gelişmelerle daha da görünür olduğunu ve emperyalizmin en zayıf halkası olan Türkiye’de kayyum ve benzeri saldırılarda var olan iktidarın neyle karşılaşacağını kestiremediğini açıkladı. Daha sonra, Türkiye’deki bu devrimci durumdan kaynaklanacak direniş ve ayaklanmalara komünistlerin her an her yerde hazır olması gerektiğini vurguladı. Artık bu siyasi gelişmeler ışığında rejim krizinin açmazlarını da gözeterek komünistler olarak kitlesel birleşik mücadele hattını örmeye hazır olmamız gerektiğini söyledi. Daha sonra sözlerine şöyle devam etti: Bu direnişi Kürdistan’a atanan kayyumlardan ayrı tutmamak gerekir saldırı aynı yerden gelmektedir ama savunmayı örmekle yükümlü olan solcuların geçelim birleşik mücadele hattı kurma iddiasını var olan eylemliliklerde kendi kimliklerinden kendi varlıklarından rahatsız olma durumuna düşmüşlerdir. Kadıköy’de yapılan destek eyleminde kendi kimlikleriyle katılmaktan utanan, bayrak getirenlerin ise utangaç bir şekilde bayraklarını açmamaları sıradan bir üniversite öğrencisi gibi katılmaları bizim krizimizdir; kayyumdan önce bizim irdelememiz gereken nokta burasıdır. Kürdistan ile bunun bağını kurmadan, eylemlerde “Leyla Güven’e özgürlük, kayyumlara karşı birleşik mücadele’’ demeden bu eylemlere destek verilmez. HDP bu eylemlerin kıyısından köşesinden dahi geçemeyecektir. HDP’nin bu tutumu bütün sola sirayet etmiş durumdadır. Bizim perspektifimiz bu eylemleri solculara ulaşma mahiyetiyle kullanıp birleşik mücadele hattında parti birliğini savunmak olacaktır. Tarihe öznel müdahalemizi yapmadığımız sürece bütün direniş ve ayaklanmalar var olan ufkunun ötesine asla geçemeyecektir. Komünistlerin, her şeyden önce herhangi bir direniş veya ayaklanmaya örgütsüz müdahale edilemeyeceğini, örgütsüz yapılan her eylemin nihayetinde başarısız olacağını, hatta kazanımla sonuçlansa bile uzun vadeli olamayacağını bilmesi; Boğaziçi direnişinin ve bundan sonra olacak olan bütün direniş ve ayaklanmaların bu bilinçle yorumlamasını getirir. Baştan şunun adını koymak lazım: Boğaziçi Üniversitesi hiçbir zaman bizim olmadı. Hatta Türkiye’de başında TC yazan hiçbir kurum bizim değildir, devrim olana kadar da bizim olmayacaktır. Devrimin koşulu da devrimci partidir. Devrimci parti mücadelemizde, direniş ve ayaklanmalara gebe olan bu topraklarda söyleyecek sözümüz ve muhatapları bellidir. Bizim sözümüz bu direnişi siyasetler üstü görenlere değildir, bizim sözümüz Boğaziçi direnişini yüceltmek ve övgüler dizmek de değildir. Bizim sözümüz, kısmi kazanımlar için heyecanlananlara da değildir. Bizim sözümüz bu tarz eylemleri çekip çevirme kabiliyetinde olan, parçayı değil bütünü görüp savunan, tasfiye olmuş örgütlere rağmen devrim iddiasını hala koruyanlaradır. Bu saldırılara karşı parti kuruluş mücadelemizde öne çıkıp sorumluluk almaya çağırıyoruz. Devlet ilk önce örgütlülerin kapısını kırıyorsa, burjuva medya ilk önce örgütlü devrimcileri hedef gösteriyorsa, devlet bütün gücünü örgütlü devrimcilerin üzerine salıyorsa, buna cevap verecek olan da merkezi disiplinli bir komünist partidir. Devlet bir örgüttür, örgütle örgüt mücadele eder. Bizim örgütümüz ise yaratılacak olan komünist partidir. Bu eylem ve benzerleri sorumluluğumuzu daha çok hatırlatmakta ve Türkiye’nin devrimci komünist partisini yaratma ihtiyacının ne kadar acil ve yakıcı boyutta olduğunu bir kez daha göstermektedir.

Türkiye’de zayıflayan bir hükümet var ve böylesi bir atmosferde direniş çıkıyor. Bir yandan “faşizmin karanlığının iyice bastırıldığı” tespitleri yapılmaktadır. Buna karşılık “faşizme karşı en geniş birleşik cephe” kurulması gerektiği dile getirilmektedir. Tablo böyle iken bu direniş oluşuyor. Bakıldığı zaman sinen, yılan bir kitle olarak görülmüyor, karanlık bir perspektif oluşturmamasına ayak oluyor. Bu da Aralık sayımızda çıkan manşetimizin, devrim rüzgarlarının sert eseceğinin göstergesidir.

Kürdistan ile bunun bağını kurmadan, eylemlerde “Leyla Güven’e özgürlük, kayyumlara karşı birleşik bir mücadele” demeden bu direnişe destek verilemez. Bizim perspektifimiz bu direnişi, solculara ulaşmak mahiyetiyle kullanıp, birleşik mücadele hattında parti birliğini savunmak olacaktır.

Bu parti birliğini sağlamak, platformun politik kimliğidir. Bu politik kimliğin anlamlanması ise Boğaziçi Üniversitesi’nde bu görüşleri benimseyenlerin örgütlü bir disiplin altında bu görüşleri savunmasından geçecektir. O partiyi kurmak da boynumuzun borcudur.”


1 Mayıs Mahallesi’nden Komünistler