İşçi Sınıfının Kurtuluşu ile birlikte örgütlediğimiz “1 Mayıs’ın Ardından Türkiye’de Siyasi Tablo” başlıklı panelimiz 18 Mayıs’ta Köz bürosunda gerçekleşti. Tarihi itibariyle İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin elli ikinci yılına denk gelen bu panelimize Kaypakkaya’nın devrimci örgüte ve örgütlü mücadeleye dair fikirlerini yansıtan bir alıntının okunması ve saygı duruşuyla başladı.
İki ayrı oturum olarak planlanan panelin ilk oturumunda Türkiye’nin güncel durumuna dair siyasi tahlil ve analizler, ikinci oturumda ise devrimcilerin üzerine düşen görev ve sorumluluklar konuşuldu.
İlk oturumda İşçi Sınıfının Kurtuluşu adına konuşan panelist Bahçeli’nin Öcalan açıklamasından kayyım saldırılarına ve 19 Mart tutuklanmalarıyla gelişen kitle hareketine uzanan bir konjonktürü özetledi. Suriye’deki gelişmelerin devletin dış cephedeki riskleri göğüsleyebilmek adına iç cephede güçlenmeye çalıştığını gösterdiğini, Devlet Bahçeli’nin ise bu süreçte tekelci burjuvazinin sözcüsü olduğunu dile getirdi. Tüm bu gelişmelerinse burjuva partiler arasında bir rekabetin yani AKP’yi geriletip CHP’yi ilerletme projesine indirgendiğini anlattı. Lenin’in iç cephe ve dış cephe ilişkisini burjuvazi açısından anlamını ortaya koyduğunu anlatan konuşmacı Türkiye’deki burjuvazinin de dış cephede emperyalist arayışlarını ilerletmek istediği iç cepheyi tahkim etmeye, iç barışı sağlamaya çalıştığını anlattı. Bu süreçte ABD’deki Trump yönetiminden beklentilerin de rol oynadığını ifade ederken çelişkilerin altını yeniden çizdi. Türkiye’nin Suriye üzerinden emperyalist güçler ligine sıçrama yapmaya çalışırken daha da kırılgan bir durumda kendisini bulmasının, hatta kitle hareketlerinin yükselmesi, devrim ve parçalanma ile karşı karşıya kalmasının da mümkün olduğu ifade edildi.
Köz adına konuşan yoldaş ise Türkiye’de devrimci siyaset yapmak isteyenlerin 1 Mayıs ya da herhangi bir siyasi eylemde, başta Kürdistan’ın kuzeyi olmak üzere Türkiye’nin Ortadoğu’daki tüm işgalci ve ilhakçı politikalarına karşı durmak gerektiğini, proletaryanın temsilcilerinin bu şiarları yükseltme derecesine göre 1 Mayıs dönemini değerlendirebileceğimizi ifade etti. Lenin’in devrimci durum tanımında yer alan kitlesel başkaldırılarda yükselmenin meydana geldiğini söyleyerek devrimci durumun birinci koşulu olan “yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi”nin Türkiye’de uzun bir dönemdir var olduğunu vurguladı. Hem emperyalist odakların eskisi gibi yönetemediğinin hem de Ortadoğu’da gericiliğin kalesi olan Türkiye’nin monolitik bir plan uygulayamadığının, eski yöntemlerle sorunlarını artık çözemediğinin altını çizdi. Bugün yeni olanın hükümet krizi olduğunu, bu hükümet krizinin de Erdoğan’da düğümlendiğini anlattı. 1 Mayıs’a bu krizlerin çözümüne dair yanıtların damgasını vurduğunu belirtti. Bu tablonun burjuva muhalefetin Erdoğan’ı seçimle yenme hayallarinin daha güçlü, dolayısıyla devrimciler açısından da gerici bir şekilde taşındığı bir süreç olduğunu açıkladı.
Panelin ikinci oturumunda ise ilk sözü Köz aldı. Yüz yıllık sorunlarını emperyalist bir dünyada çözmeye çalışan hükümetin burjuva çözümler getiremeyeceğini, karşımızda duranın bir devrim sorunu olduğunu; üstelik 2013’e göre çok daha güçsüz bir hükümet varken devrimci çözümün daha güncel olduğunu anlattı. Bu güncel sorunu çözebilmek içinse önce kendi krizimizi çözmemiz gerektiğini, ortada devrimci bir parti/çekim merkezi yokken devrimci eylem birliklerinin kalıcı olamayacağını, dar grupçu rekabetle parçalanacağını açıkladı. Güncel siyasi sorunları asıl olarak bu partiyi yaratacak güçlere seslenmek amacıyla gündem etmemiz gerektiğini vurguladı. Devrimci parti eksikliğini tespit etmenin “parti de olsa iyi olur” demek değil, “o olmadan kayda değer hiçbir şey yapamayız” demek olduğunu söyledi. Ancak bu açıklamanın her şeyi parti sonrasında havale etmek anlamına asla gelmeyeceğini, siyasi mücadele içinde örgütlü olarak yer almayan kesimlerle zaten parti kurulmasının mümkün olmadığını söyledi.
Yoldaş, tüm siyasi faaliyetimizin de bu perspektiften bakınca anlamlı hale geldiğinin altını çizdi. Gerici kuşatmanın altında Kaypakkaya’nın devrimci mirasını savunan, Ekim Devrimi’nin mirasını yaşatmaya çalışan, farklarını tartışırken “kemalistlerin önünde diz çökenlerden ayrı duracağız” diyen iki akımın panelde konuşmacı olduğuna dikkat çekerek bugün bunu söyleyenlerin bu masadaki siyasetlerle sınırlı olmayan, daha geniş ve daha sıkı bir eylem birliğine ihtiyaç duyduğumuzu belirtti. “Birlikte durmak için ayrım noktalarımızı belirleyelim” ifadesinin burada anlam kazandığını, kemalizmin karşısında diz çökmeyenlerin, Afrin’de Türk devletini işgalci bulanların, Kürt ulusuna özgürlük diyenlerin, “demokrasi savaşı proletaryanın devrimiyle olur” diyenlerin ortak hareket etmesinin program sorununu tartışmanın ilk adımı olduğun altını çizdi. Köz olarak bu konuda bir çağrımız olduğunu ancak bunu yeterince güçlü yapamadığımızı aktardı. Parti gibi bir kutbu tarif edemediğimiz koşullarda siyasetimizi sürece müdahale etmek için değil programatik tartışmaları, parti konusunu daha somut olarak konuşmak için yapmamız gerektiğini, programatik konularda ortak dışa dönük siyasi mücadeleyi sürdüren, diğer konularda da orta yolcu tutum takınmadan yaman, çetin, yine kitlelerin önünde bir polemik yapmaktan kaçınmayan bir tutumu eşgüdüm içinde yürütmek gerektiğini anlatarak Köz’ün çağrısını tekrarladı.
İşçi Sınıfının Kurtuluşu konuşmacısı Lenin’in “komünistler emperyalist savaşa ve emperyalist barışa da karşıdır” alıntısını kullanarak şu anki barış projesinin de bir emperyalist proje olduğunu, Türkiye’nin yalnızca başarısızlıklarını değil emperyalist olma yolunda katettiği mesafeyi de -bu yolda kimi sıkıntılarla karşılaşsa da- göz önünde bulundurmamız gerektiğini söyledi. Türkiye’nin Kürdistan, Irak, Suriye’deki girişimlerini, İHA ve SİHAları, Libya, Azerbaycan gibi yerlerdeki yatırımları buna örnek olarak gösterdi. Bu konuda TC burjuvazisi ve burjuva partileri arasında tam bir anlaşma olduğunu ancak TC burjuvazisinin bugün kesinlikle sorunlarını barışçıl şekilde çözemeyeceğini aktardı.
İşçi Sınıfının Kurtuluşu, Gezi’ye oranla daha da proleterlerleşmiş olan gençlerin, 19 Mart’ta barikatı aşan gençlerin, CHP’nin “evde kalın” politikasına ters bir yönde hareket ettiğini ancak komünist parti olmadığı için devrimci güçlerin de bu tabloya etkisinin sınırlı olacağını ifade etti. Komünist partinin inşasını temel bir sorun olarak kabul ettiklerini, parti inşası içinse ileri işçilerin, yani işçi sınıfının en bilinçli, en küçük kesiminin işçi sınıfının komünist programa kazanılması gerektiğini, dolayısıyla önce bir komünist programa ihtiyaç olduğunu aktardı. Parti olmadan kesin bir program konamasa da program taslağı hazırlamanın parti inşasına katkı sağlayacağını, program taslağının da oportünizme ve sosyal şovenizme karşı kesin bir zafer kazanarak mümkün olduğunu anlattı. Yalnızca Bolşeviklerin değil 2. Enternasyonal partilerinin bile programlarında polis ve düzenli ordunun kaldırılması ve yerine halk milisinin konulması yazsa bile Türkiye’deki sol örgütlerin böyle bir program bilinci olmadığını ifade etti. Komünist programın reform önerileri ve devrimci hedeflerden (örn. 8 saat işgünü ve barış talepleri) oluştuğunu, birincilerin ikincisi için bir kaldıraç olacağını ifade etti. Komünistler, marksistler, leninistler olarak daha güçlü olduğumuz ideolojik alanda tıpkı İboların yaptığı gibi darbe vurmanın gerekli olduğunu, parti mücadelesinin bunu gerektirdiğini, partiyi ertelersek partiye hiçbir zaman ulaşamayacağımızı ifade etti.
Yaklaşık kırk beş kişinin geldiği panelin her iki oturumdaki soru ve görüş bölümü oldukça canlı ve verimli tartışmalara yol açtı. Emperyalizm, Türkiye’nin emperyalist niteliği, 1 Mayıs, CHP’den kopuş, kurucu meclis, anayasa, işçi-köylü ittifakı, ikili iktidar, parti inşası, parti öncesi siyaset, kitlelere ulaşmanın yolları ve bugün devrimcilerin yapması gerekenler gibi geniş bir yelpazede yirmiyi aşkın soru ve görüş iletildi. Dinleyici olarak panelimize katılan Yeni Dünya İçin Çağrı’dan arkadaşımız da partileşme ve Kürdistan’da siyasete dair görüşlerini aktardı. Burada özet halinde yer verebildiğimiz panel tartışmalarının transkripsiyonunu ise İşçi Sınıfının Kurtuluşu’yla beraber önümüzdeki günlerde yayımlamayı hedefliyoruz.
Köz adına konuşan yoldaşın da ifade ettiği ortak dışa dönük bir eylem birliği yaparken programatik konularda kitlelerin önünde bir polemik yapmaktan kaçınmayan bir tutum, hedeflediğimiz “birlikte durmak için önce ayrım noktamızı belirlemek” adına atılacak önemli bir adımdır. İşçi Sınıfının Kurtuluşu ile beraber düzenlediğimiz paneli bu doğrultuda olumlu bir ilk adım olarak görüyoruz. Bununla beraber panelde konuşulan konular, emperyalizm, emperyalist savaş, emperyalist barış, devrimci durum hakkında daha ayrıntılı programatik tartışmalar yapmaya ihtiyacımız olduğunu da göstermiş oldu. Bu konulara ilişkin tartışmaları hem İşçi Sınıfının Kurtuluşu ile hem de bu iki akımla sınırlı olmayan daha geniş bir kesimle sürdürmeyi hedefliyoruz.
İstanbul’dan Komünistler