15 Mart’ta Kaldıraç Boğaziçi Komiteleri’nin düzenlediği “100 Binlerin Katili Saray Rejimini Yıkacağız, Sosyalizmi Kuracağız! 260.Sayıyı Tartışıyoruz” başlıklı etkinliğe katıldık. Etkinlikte Kaldıraç Dergisi 260. sayısını tartışmak için, “Doğal afet-toplumsal afet, Saray Rejimi, çürümüş-kokuşmuş burjuva egemenlik” ve “Örgütsüz “muhaliflik”, “risksiz eylem”, “eylemsiz söz”” başlıklı iki yazı belirlenmişti. Etkinlik, Kaldıraç’tan arkadaşın sunumuyla başladı.
Önce “Doğal afet-toplumsal afet, Saray Rejimi, çürümüş-kokuşmuş burjuva egemenlik” başlıklı yazı anlatıldı ve önemli kısımları okundu. Yazı, Elbistan ve Pazarcık merkezli gerçekleşen depremlerin ardından deprem bölgesine Erdoğan’ın ve devlet güçlerinin neden geç gittiğini tartışıyordu. 40 saatlik gecikmenin sebebini deprem bölgesine yollanacak olan Erdoğan’ın emrindeki paramiliter grup SADAT’ın ancak örgütlenebilmesi olarak açıklıyordu. Sonrasında bu grupların orada halkı enkazdan kurtarma gibi bir niyetinin olmadığını, tam aksine onlara gelen yardım tırlarına el koyma, rantçı ve sermayedarları koruma, bizzat yağma yapma gibi işlerle uğraştıklarını ekliyordu. “Devlet nerede?” çığlıklarının dolayısıyla yersiz olduğunu, devletin tam olarak orada bulunduğunu ve halkın karşısında yer aldığını vurguluyor, bu düzene karşı mücadele etmek için devrimci saflara katılma çağrısıyla son buluyordu. Kaldıraç’tan arkadaş, sunumunu tamamladıktan sonra bize de deprem gündemiyle alakalı görüşlerimizi, tutumumuzu sordu.
Ortaya çıkan bu acz tablosunun siyasi bir sebebi olduğunu, geriledikçe saldırganlaşan, devleti bir koalisyona dönüştüren ve bir içsavaş yürüten Erdoğan’ın bir rejim krizi içerisinde mücadele ettiğini söyledik. Depremin ardından bile Erdoğan’ın düşmanlarına saldırmaya devam ettiğini, ilk işinin kendini güvenceye almak, Cumhur İttifakı dışındaki örgütlerin yardımlarını engellemek, arama kurtarma çalışmalarında ise kendine muhalif olan kesimleri yalnız bırakmak olduğunu, yani son derece taraflı bir siyaset izlediğini vurguladık. Ayrıca, asli görevi sermayenin çıkarlarını korumak olan burjuva devleti, yarattığı tüm bu acz tablosunun ardından seferberliğe çağırmanın tehlikesinden, bölgede aktif faaliyet yürüten Türkiye soluna yaptığı gözaltılardan ve ateş açmalardan bahsettik. Onun yerine bizim de son derece taraflı bir siyaset izleyerek emekçilerin seferberliğini yükseltmemiz gerektiğini, bugün bölgede emekçilerin kendi kendilerini kurtarabildiklerini ve kendi çabalarıyla kapsamlı bir biçimde organize olabildiklerini, dolayısıyla kendi kendilerini de yönetebileceklerini vurgulamamız gerektiğini ekledik. Tüm bunları yapabilmek için bugünden düzen güçlerinden bağımsız bir tutum almak, hiçbir koşulda onlara yedeklenmemek gerektiğini, dolayısıyla önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerine de bu siyasi şiarları yükselten bağımsız bir aday ile girmek ve bunun çalışmasını örmek gerektiğini, zaten birkaç aydır da tam olarak bu çalışmayı yaptığımızı söyledik.
Ardından, ikinci yazı olan “Örgütsüz ‘muhaliflik’, ‘risksiz eylem’, ‘eylemsiz söz’” okundu. Yazıda, burjuva düzende insanların üçe ayrıldığından, birinin burjuva düzene eklemlenmiş, onu ayakta tutmak için çabalayan insan tipi olduğundan, bir diğerinin onu yıkmak ve kurtuluşa ulaşmak için örgütlü mücadele verenler olduğundan, bir diğerinin ise burjuva düzenden kurtulmak gerektiğini lafta söyleyen, düzeni eleştiren ancak ona karşı somut bir örgütlü mücadele yürütmeyen, hatta zaman zaman örgütlü mücadele edenlerin yaptıklarını küçümseyen insan tipi olduğundan bahsediliyordu.
Biz de örgütsüz devrimcilik yapılamayacağı görüşüne katıldığımızı belirttik. Bir rejim krizi ve devrimci durum içerisindeki Türkiye’de proleter bir devrim yapabilmek için tüm koşullar elverişli, ancak en acil ihtiyacımız bir devrimci parti. Verdiğimiz mücadele bu partiyi yaratmanın mücadelesidir.
Devrim İçin Devrimci Parti!
Parti İçin Komünistlerin Birliği!
Beşiktaş’tan Komünistler