Köz’ün arkasında duran komünistler olarak Yeni Dönem Yayıncılık’ın düzenlediği 100. Yılında Uluslararası Lenin sempozyumuna katıldık.

Dünya Anti-Emperyalist Platformu bileşeni bir dizi parti ve siyasi hareketin yanı sıra bireysel konuşmaların da yapıldığı, iki gün süren sempozyumda Lenin’e ve leninizme dair bir dizi konu ele alındı. Oturumlarda güncel olarak Rusya-Ukrayna ve Filistin gündemleri yoğun bir şekilde işlendi. Dünyanın farklı coğrafyalarında yürütülen “anti-emperyalist” mücadeleler üzerinden leninizmin güncelliği tartışıldı. Kendi değerlendirmemizdeki vurgularımızı öne çıkarması açısından yapılan konuşmalardan bazıları paylaşacak olsak da sempozyumun tamamını burada özetlemeyeceğiz. Siyasi akımlar adına yapılan konuşmalardan önemli tespit ve analizleri ifade ettikten sonra sempozyumda tartışılan siyasi çizgilere dair genel bir değerlendirme yapacağız.

Kim Ne Dedi?

Sempozyum oturumlarından ilkinde söz alıp konuşan Güney Kore Halkın Demokrasi Partisi (PDP) temsilcisi konuşmasında şu vurguları yaptı:

“Üçüncü dünya savaşının başladığı bir dönemden geçiyoruz. Birinci savaş emperyalistler arası bir savaştı. İkinci savaş anti-faşist bir savaştı. Bugünkü savaş ise anti-emperyalist savaştır. Rusya’dan, Filistin’e; Çin’den Kuzey Kore’ye kadar bir anti-emperyalist taraf var. yeni cepheler de açılmakta, yeni ittifaklar kurulmakta. Bu nedenle dünyadaki anti-emperyalist güçler olarak birleşmemiz gerekiyor. Şu an olduğu gibi uluslararası birlikleri, ortaklıkları önemsiyoruz. Zira savaşın şiddetlenerek ilerlediği ve yayıldığı koşullarda dünyadaki komünist güçlerin birleşmesi ve güçlendirilmesi çok önemlidir.”

PDP ile aynı oturumda söz alan Britanya Komünist Partisi ML (CPGB-ML) temsilcisi ise şunları ifade etti:

“İçinden geçtiğimiz krizli dönemde oportünizme karşı mücadele büyük önem taşımaktadır. Merkezcilerden, ikinci enternasyonal çizgisinden kopmak gerekir. Komintern’in çıkışına da bu bağlamda bakmak gerekir. Savaş anında devrimci tutum alabilenlerin buluştuğu bir toplamdan, Zimmerwald Solu’ndan ortaya çıktı. Bolşeviklerin ayırt edici yönü siyasi doğruları eğip bükmeden söylemekti, bugün de aynısını yaparak ilerlemek gerekir. Doğru taktikleri uygulamak gerekir. Bunun için de teori önem kazanıyor. Teori ve pratiği birleştirerek devrimci eylemi ortaya çıkarmak zorundayız. Bugün birlik sorunu da önemli bir sorunumuzdur. Dünyanın dört bir yanından emperyalizm karşıtı mücadeleler ortaya çıkıyor. Bunlarla buluşmak gerekiyor. Leninist anlamda komünist partileri inşa etmek gerekiyor. Biz kendi ülkemiz için bu partiyi 20 sene önce inşa ettik ve mücadelemize devam ediyoruz. Amerika önderliğindeki emperyalist bloğa karşı mücadelede birleşmek gerekiyor. Dünya artık iki kutba ayrılıyor; emperyalist kamp ve anti-emperyalist kamp. Bunu Ukrayna’da da görüyoruz. Ortada saldırgan ve agresif bir ABD ve NATO karşısında Donbass halkının haklı mücadelesini desteklemek için savaşa girmek zorunda kalan bir Rusya var. Filistin’de, Afrika’da, Yemen’de de bunları görmekteyiz. Uluslararası birliğimizi büyüterek ilerlemeli ve anti-emperyalist mücadeleyi uluslararası anlamda vermeliyiz.”

Aynı oturumda Önsöz Yayıncılık adına söz alan konuşmacı ise dünya çağındaki devrimci durumdan ve emperyalistlerin içinde bulunduğu siyasi krizden bahsetti. Tarihsel olarak ikinci enternasyonalci mantıkla bugün bir mücadele verilemeyeceğini, leninist örgüt modelinin halen daha geçerli olduğunu, bugün de proletaryanın öncü partisini yaratmak, bir enternasyonal kurmak gerektiğini ifade eden bir konuşma gerçekleştirdi.

İkinci oturumda Mücadele Birliği adına söz alan konuşmacı ile şunları anlattı:

“Bugün dünyadaki gelişmelere baktığımızda anti-emperyalizmin yeni bir evreye girdiğini görüyoruz. Bu mücadeleler hem arttı, hem de nitelik anlamında sosyalist özle buluşmaya çok yakın bir durumdalar. Bu anti-emperyalist karakterdeki mücadelelerin anti-kapitalist bir özle buluşması, sosyalizme yaklaşması gerekiyor. Emperyalizmden tam anlamıyla kurtulmak anti-kapitalist olmakla mümkündür. Bu iki ögeyi birleştirebilenler başarılı oldu tarihte; Kuzey Kore, Vietnam, Laos… Bağımsızlık, anti-emperyalist mücadeleler başarıya ulaşmak için iktidar mücadelesi yani devrim mücadelesine dönüşmelidir. Dünyada sürekli yeni gelişmeler yaşanıyor. Afrika’da ulusal baskı ulusal mücadeleyi tetikliyor, halk baskısıyla darbeler gerçekleşiyor. “Başka bir dünya mümkün” ile başlayan yeni bir çağdayız. Ortadoğu, Afrika, Avrupa metropolleri devrimci dinamiklerle kaynamaktadır. Toplumsal devrimler belirginleşiyor. 11 Eylül’le Amerika’nın başlattığı içsavaş artık dünya çapında emek ile sermaye arasında bir savaş dönüşüyor. Amerika “ya bizdensin ya onlardansın” diyerek tüm emperyalistlere yanına çekti. Bu nedenle bugün Rusya’nın yaptığı emperyalist-kapitalist sisteme karşı bir savaş olarak görmek gerekir. ABD Rusya’yı parçalamak istiyor. Rusya’da sosyalizme dair ne varsa yok etmek istiyor, sosyalizmin tam olarak bittiğine inanmıyor çünkü o coğrafyada. Rusya ise bunun karşısında savaşa mecbur kaldı. Tüm bu yaşananlar Lenin’in emperyalizm teorisini doğruluyor. Dünyada anti-faşist, anti-emperyalist bir dalga büyüyor. Devrimci bir çağdan geçiyoruz. Esas olan ise iktidarı almaktır.”

İkinci oturumun bir başka konuşmacısı Filistin Halk Kurtuluş Cephesi konuşmacısı ise şunları ifade etti:

“Biz Marx’ın görüşlerini ve teorilerini benimsiyoruz ve mücadelemizi bu bağlamda şekillendiriyoruz. Emperyalist ABD, siyonist İsrail düşmanlarımızdır. Bugün siyonizme, emperyalizme karşı mücadele eden dünyadaki tüm sosyalistler bizlerle aynı savaşın bir parçasıdır. SSCB’nin çöküşünden sonra ABD’nin tek güç olduğu bir dünyadayız. Bizim verdiğimiz savaş da buna karşıdır, sadece İsrail’e değil. Zira İsrail’in yıkılması Ortadoğu’da emperyalistlerin planlarının çökmesi demektir. Sosyalist demokratik bir Filistin kurulana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz.”

Kautskyci Emperyalizm Tahlilinin Vardığı Sonuç: Burjuva Devlet Kuyrukçuluğu

Sempozyum süresi boyunca gerek konuşmalardan gerekse yaptığımız sohbetlerden ağır basan görüşlerin kaynağı “adı konmamış” Kautskyci emperyalizm anlayışıydı. Tüm konuşmacılar; konuşmalarını, analizlerini Lenin’e dayandırıyor olsa da temsil ettikleri akımların güncel politik meselelerde, bilhassa sempozyuma damgasını vuran Rusya-Ukrayna savaşı, aldıkları tutumlar Kautsky’nin ultra-emperyalizm perspektifinden hareketle şekilleniyor.

“Dünyanın tüm kapitalistleri birleşin” sözü ile hatırladığımız Kaustky ultra-emperyalizmi ne diyordu? En özet haliyle: yurtta ve dünyada barış, kapitalizmi daha iyi geliştirir. Emperyalist savaşlar kapitalizmi geliştiren şey değildir. Tersinden kapitalizme iyi gelen barıştır. Dolayısıyla kapitalistlerin barış ile bir çıkarları olduğu için ultra emperyalist, sınırları olmayan, herhangi bir devletin çıkarlarını savunmayan bir devletler birliği gibi bir birlik kurmalıdırlar. Bu birlik aracılığı ile dünyayı sömürmelidirler. Bu da kapitalizmin en ileri aşamasıdır. Zira Kautsky’e göre kapitalizm barışçıl ve serbest piyasaya göre şekillenen bir sistemdir.

Bu anlayışın bir sonucu olarak da barışçıl kapitalistler, burjuva devletler vardır fikri ortaya çıkıyor. Öyle olunca da, emperyalistliğini geçelim, bir burjuva devlet olarak Rusya’nın Ukrayna’da anti-emperyalist anti-kapitalist karakterde bir savaş yürütmesi de mümkün olmaktadır. Zira karşısında kötücül, kanla beslenen ABD emperyalizminin başını çektiği saldırgan bir NATO ittifakı karşısında barışı savunan, savaşı “mecbur kaldığı” için yürüten bir Rusya görülür. İşçi sınıfının burjuvaziyle iş birliği yapmadan devrim yapacak imkanları da olmadığı için ultra-emperyalizmin savaş seviciliği karşısında kapitalist olsa da “barışçıl” bir bloğun yanında durmak sorun değildir fikri de buradan beslenir. Bu durumda da Britanya’dan CPGB-ML’den gelen arkadaşların Rusya’yı nesnel durum değerlendirildiğinde “objektif müttefik” olarak görmeleri de şaşırtıcı olmaz. Burada kaba bir “Putincilik, Rusyacılık” eleştirisine de sığınmamak gerekir. Zira mesele yalnızca Rusya değildir. Meselenin esası dünyayı iki kutba ayırmaktır. Bir yanda Amerika’nın başını çektiği savaş yanlısı, dünya halklarına düşman bir kutup; diğer yanda ise içinde kapitalist ülkeler olsalar da sosyalist kökleriyle ve barışçıl pozisyonlarıyla anti-emperyalist bir karakterde olan doğu bloğu, Rusya, Çin, Kuzey Kore vs.

Kautskyci kolektif emperyalizm kavramını benimseyenler, ABD dışındaki ülkeleri emperyalist olarak tanımlamadıkları için küçük ülkelerin burjuva devletlerini de ezilen ulusun temsilcisi olarak nitelemektedir. Bu görüşe göre söz gelimi Zimbabve, Tunus ya da Gabon devleti, ezilen bir ulusu temsil etmekte oldukları ve Rusya ya da Fransa emperyalist sayılamayacağı için haklı bir savaş vermekte, buralarda ABD ile Rusya/Fransa arasında emperyalist bir paylaşım kavgası olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir. Söz konusu yanlış mantık ile rabia işareti yapan Erdoğan’ı Amerikan emperyalizmine karşı bağımsız mücadele veren bir ulusal önder ya da Kaddafi veya Chavez’i kendi ayakları üzerinde duran, emperyalist güçlerle ilişkisiz ulusal halk kahramanları olarak nitelemek işten bile değildir.

Zira bugün Amerika/NATO saldırganlığı karşısında haklı bir savaş verdiği düşünülen Rusya’nın yanında olunuyorsa; Amerika’ya kafa tutan bir ulusal lider yakıştırması yapılıp Erdoğan neden desteklenmesin? Bunu Doğu Perinçek yapmaktadır. Vatan Partisi’nin cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunda Erdoğan’ı destekleme kararını açıklarken Doğu Perinçek şu vurguları yapmıştı:

“İkinci tur seçimindeki siyaseti, emperyalizme karşı bağımsızlık ve üretim devrimi mevzisinden belirliyor. bugün Türkiye’nin ekonomide, güvenlikte ve kültürel alanda Batılı emperyalistlerin dayatmalarına karşı direnme ve özellikle ABD-İsrail eksenli tehditlere karşı hem içeride hem sınır ötesinde silahlı mücadele sürecindedir. Recep Tayyip Erdoğan düşman ile dost arasındaki denge siyasetine ve ekonomide Batı denetimindeki yalpalamalarına karşın emperyalist planların hedefindedir, bu bağlamda Türkiye cephesindedir. Vatan Partisi, 29 Mayıs sonrasındaki zorlu süreçte, Tayyip Erdoğan yönetiminin bağımsızlık, vatan bütünlüğü, üretim ekonomisi, çağdaşlaşma ve milli devrimci kültür siyasetleri izlemesi ve yükselen Asya uygarlığının öncü konumlarına ilerlemesi için ‘Üreticilerin Milli Hükümeti’ hedefiyle yapıcı bir muhalefet yürütecektir.”

Ukrayna’da, NATO yayılmacılığı karşısında savaşa zorlanan Putin portresi çizerek Rusya’nın peşine “kapitalist olduğunu unutmadan” takılanlar neden Türkiye’de Perinçek’in çizgisi üzerinden eleştirel bir destekle, “kapitalist olduğunu unutmadan” Erdoğan’ın yanında Batılı emperyalistlere karşı mücadelesinde saf tutmaz?

Kautskyci bir anlayışın ürünü olan tutarsız bu karışık tablo, devrimci mücadelenin temelinde yatan şu sade prensiplerin unutulmasının sonucudur:

Devrimciler ülkelerindeki egemen devlete karşı mücadele eder. Devrimciliği soyut bir “anti-emperyalizme” indirgemez.

Aynı zamanda başka bir ülkedeki egemen devletin de -hangi sebep ile olursa olsun- yanında yer almaz. Zira asıl işleri o başka ülkelerde egemen devlete karşı mücadele edenlerle buluşmaktır.

Bugün Türkiye’den Rusya’yı desteklemek de Rusya’daki devrimcilere ülkenizdeki devlete karşı savaşmayın anlamına gelir. Bu tutumun da devrimcilikle uzaktan yakından alakası yoktur.

Anti-Emperyalist Mücadele Ancak Komünist Enternasyonal İle Verilir

Bugün emperyalizme karşı mücadele etmek isteyenlerin önündeki en acil ödev, uluslararası bir düzene karşı uluslararası bir savaş örgütü yaratmaktır. Böyle bir enternasyonalin olmadığı koşullarda; yalnızca belli başlı konularda tutum birliğinde olan, örgütsel ve programatik konularda farklarını önemsemeyen, kendi ülkelerindeki mücadeleye kendileri karar veren akımların bir araya geldiği uluslararası dayanışma ağları dışında bir enternasyonal ilişki geliştirilemez. Böyle olunca da aynı platformda birlikte durulan bazı akımların kendi ülkelerindeki burjuva devleti desteklemesi de sorun olarak görülmez.

Köz’ün arkasında duran komünistler olarak Üçüncü Enternasyonal’in önüne koyduğu ilke ve prensiplere tabii kıldığımız politik pratik mücadelemizde böyle bir devrimci enternasyonalin kurulmasını önümüze koyuyoruz.

Beşiktaş’tan Komünistler