Her yıl olduğu gibi bu yıl da 1995 Gazi ve 1 Mayıs Mahallesi ayaklanmalarının yıl dönümünde anmalar gerçekleşti. 1 Mayıs Mahallesi’nden komünistler olarak 12 Mart’ta Gazi Mahallesi’nde ve 15 Mart’ta 1 Mayıs Mahallesi’nde olmak üzere her iki anmaya da katıldık.
12 Mart günü Gazi’de gerçekleştirilen eylemde mahalleye vardığımızda yoğun bir polis ablukası vardı. Başta kitlenin yürümesine izin vermeyeceklerini söyleyip bütün ara sokakları ve yürüyüşün başlayacağı Cemevi’ni ablukaya almışlardı. Dışardaki kitle ile Cemevi’nin bahçesindeki kitlenin buluşmasını önlemek için barikat kurmuşlardı. Bahçeye girmek isteyenlere de izin vermiyorlardı. Sonra bir şekilde barikatları kaldırmak zorunda kaldılar ve kitle biraraya gelip yürüyüşe başladı. Devrimcilerin oluşturduğu 12 Mart Platformu imzalı pankartın arkasında yürüdük. Döviz ve flamalar yasak olduğundan yanımızda götürdüğümüz “Gazi’nin yolu ayaklanma yoludur. Ayaklanma yolu devrim yoludur.” dövizimizi açamadık. Sadece Gazi’de düşenlerin resimlerine izin veriliyordu. Polisin kitleyi çembere almasına ve sık sık taciz etmesine rağmen yaklaşık 2500 kişilik bir kortej vardı. Önceki senelere göre daha kitlesel bir yürüyüş gerçekleşti. Ortak sloganlar ve dövizlerle mezarlığa varıldıktan sonra yapılan anmanın ardından saygı duruşunda bulunduk. Daha sonra kitle dağıldı.
1 Mayıs Mahallesi’nde ise hazırlık toplantıları bir ay öncesinden başlamıştı. Bu toplantılarda ısrarla devrimci örgütlerin bu anmayı gerçekleştirmeleri gerektiğini savunduk. Buna rağmen “Bu sene zayıf geçecek, Cemevi örgütlerse daha kitlesel geçer, Cemevi zaten hepimizi kapsıyor.” gibi gerekçelerle eylemin devrimci örgütler tarafından değil de Cemevi tarafından örgütlenmesi kararı alındı. Biz bu tutumu yanlış bulduğumuzu, Gazi Ayaklanması anmasının tek bir kitle örgütü tarafından değil, devrimci örgütler tarafından örgütlenmesi gerektiğini, bu işin başkalarına havale edilemeyeceğini ve kitlelerin eylemlere sızmak için bahaneler aradığını söyledik. Nitekim bu sene katılımın zayıf olacağını iddia edenlerin aksine Gazi ve 1 Mayıs Mahallesi’ndeki eylemlilikler bunun tersini ispatladı. Polisin yoğun taciz ve tehditlerine rağmen önceki senelere göre daha geniş bir kesim yürüyüşlere katıldı. 1 Mayıs Mahallesi’nde de eylemin şekli Gazi’dekiyle aynıydı. Tek fark Gazi’de yürüyüşü devrimciler ve demokratik kitle örgütleri, 1 Mayıs’ta ise Cemevi örgütledi.
Bugün eylemlerin örgütlenmesinde yaşanan tartışmaların kökenlerini geçmişe dönerek ve geçmişin bugünkü yorumlanış biçimlerine bakarak anlayabiliriz. Bundan 26 yıl önce bir alevi dedesinin kontrgerilla tarafından öldürülmesiyle başlayan bu ayaklanmalar, başta Aleviler ve Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı mahallelere daha sonra ise Türkiye’nin birçok yerine yayılan ve durdurulamayan bir başkaldırıya dönüşmüştü. Devletin sindirmeye çalıştığı kesimlerin hepsi bu saldırılara sokağa çıkarak cevap verme öfkesiyle dolmuştu. Bunlardan en dikkat çekeni ve üzerinde durulması gerekeni Gazi ve 1 Mayıs Mahallesi’nde gerçekleşen ayaklanmalardı. Bu ayaklanmalarda çoğunluğu devrimciler olmak üzere 17 kişi öldürüldü. Yaşamını yitirenler 26 yıl boyunca genel olarak katliam ve direniş vurgularıyla anıldı. Oysa ne Gazi’de ne de 1 Mayıs’ta barikat başlarında düşenler bir katliamın kurbanıydı. Onlar yaşadığı mahallelerde devletin katliam girişimine varan saldırılarını püskürtmekle kalmamış, devletin konumlandığı bütün kurumların varlığını sarsmak için harekete geçmişlerdi. Özellikle 1 Mayıs Mahallesi’nde gerçekleşen ayaklanma bunun en çarpıcı örneğiydi. Gazi’nin ardından 15 Mart günü 1 Mayıs Mahallesi’ne sıçrayan eylemlerde kitlenin yürüyüş güzergâhı mahalle sınırlarından dışarı taşmıştı. Yürüyüşün varacağı yer devletin kurumlarıydı. Tam da bu nedenle o gün kitlenin üzerine ateş açıldı ve 5 kişi öldürüldü. Devrimciler sadece kendi mahallelerini savunmakla kalmayıp kitlenin öfkesini devlet mekanizmalarına yöneltmişti. Bu sebepten Gazi’de ve 1 Mayıs’ta gerçekleşen eylemler katliam olarak anılamazlar. Bugün anma etkinliklerinin örgütlenmesini tarihsel bir görev olarak üstlenmeyenler Gazi’yi katliam olarak ananlardır. Yenilgi psikolojisiyle geçmişi yanlış yorumlayıp bugünü yanlış örgütleyen ve olası bir devrimci durumla karşılaştığında her zaman mağduru oynayanların sınıf mücadelesinde varacakları yer bellidir. Komünistler proletaryaya yaslandıkları için herhangi bir devrimci durumdan ürkmezler, devrimci süreçleri coşkuyla karşılarlar. Bu nedenle de devrimci dinamikler karşısında kör değil uyanıktırlar. Devrimci gelişmelerle ve bu gelişmeleri işaret eden olgularla bütün yönüyle yüzleşme cesaretine sahiptirler. Bu cesarete sahip olmayanlar geçmiş birçok örnekte olduğu gibi Gazi Ayaklanması’na ayaklanma demenin getireceği sorumluluğu da alamayacaklardır ve ilk olarak saldırıyı ayaklanmanın adına, sonra da örgütlenme biçimine yapacaklardır. Gazi’nin adı katliam ve direnişle anıldığı oranda sorumlulukları da o kadar azalacaktır. Bu kesimlerin Gazi ve ayaklanma kelimelerine alerjisi 26 yıldır ortadadır. Gazi ayaklanmasının gerçekliğiyle yüzleşmekten kaçınanların işçi sınıfına önderlik etme iddiaları da ufukları oranında sığ ve gerçek dışı kalmaya mahkumdur.
Yaşasın Gazi Ayaklanması!
Gazi’nin Yolu Ayaklanma Yoludur, Ayaklanma Yolu Devrim Yoludur!
1 Mayıs Mahallesinden Komünistler