(Bu yazı, 2008 yılı Mayıs ayında KöZ’ün 6. (103) sayısında “27 Mayıs’ın Ardındaki ‘Kürt Sorunu’ Anlaşılmadan 71-72 Kopuşu da Kavranamaz” başlığıyla yayınlanan yazıdan alınmıştır.)
Geçtiğimiz günlerde 19 Mayıs vesilesiyle, Cumhuriyetin kuruluşu hakkında bilinen efsaneler bir kere daha, bütün TV kanallarında, okullarda ve yazılı basında tekrar tekrar işlendi. Bu bilgi kirliliği arasında bir kez daha efsanevi hikayelerle cevapsız bir sorunun üzeri resmî ideologlar ve onların uşakları tarafından örtülmeye çalışıldı.
İlkokul sıralarından beri her yıl tekrar tekrar söylenen hikayeyi bir de biz hatırlatalım: 19 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal ve bir kısım arkadaşı işgal altındaki İstanbul’dan Bandırma adlı bir küçük vapura binerek Samsun’a doğru yola çıkmışlardı. Bu seyahatin amacı sonradan yaratılan efsaneye göre sözde kurtuluş savaşını başlatıp, cumhuriyeti kurmaktı.
Temcit pilavı gibi tekrarlanan ve sorgusuz sualsiz ezberlenen bu hikaye karşısında belki akademik kaygılarla, çalınan mızrağa uygun bir kılıf hazırlama çabasında olanlar eksik değildir. İsgal altındaki İstanbul’dan İngilizlerin izni olmadan ve onlara belli etmeden güya İngilizlere de karşı olan böyle bir girişim nasıl olmuştur? Bu sorunun rahatsız ettiği kimi akademisyenler aslında bunun kurnaz bir plan olduğunu ve bu seyahatin İngilizlerin izni hattı teşvikiyle gerçekleştirildiğini teslim etmek zorunda kalmaktadır. Öte yandan Mustafa Kemalin sadece İngilizlerin değil padişahın izni ve emriyle Samsuna doğru yola çıktığı da sır değildir. Bu da yine takiye mantığıyla izah edilmeye çalışılır.
Oysa bu gayretler mızrağın ancak yarısını çuvala sığdırmaya yetmektedir. İngilizler niçin izin vermiştir veya kandırılmış da olsalar hangi misyon bahanesiyle kandırılmışlardır? Padişah hangi bahaneyle kandırılmıştır? Bu soruları ne soran ne de yanıtlayan vardır.
Bu bakımdan belki bu yıldönümünde bu soruları bizim sorup yanıtlamamızda yarar var.
Hacettepe Üniversitesinde okutulan Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Dersi’nin Dr. M. Derviş Kılınçkaya tarafından hazırlanmış olan notlarında şöyle deniyor:
“İngilizler, bölgedeki etnik çatışmaların durdurulmasını, Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas bölgelerinde bir dizi şuralar kurulduğunu ve bunların hemen önlenmesini istemiş, aksi halde kendilerinin bölgeye müdahale edeceklerini bildirmişlerdi. Bunun üzerine hükümet Samsun yöresinde durumu yerinde inceleyip gereken önlemleri almak ihtiyacını duymuş ve bölgeye güvenilir birisinin gönderilmesi için harekete geçmiştir.
Damat Ferit Paşa kabinesi o bölgeye değerli fakat kendi isteklerine göre davranacak bir komutanın gönderilmesini düşünüyordu…. Padişah ve hükümet, dürüst, güvenilir ve iyi bir asker olduğu bilinen ve İttihatçılarla arası açık olan Mustafa Kemal Paşa’yı 30 Nisan 1919’da 9. Ordu Müfettişliğine tayin etmeyi uygun buldu. Mustafa Kemal Paşa‘ya görevi sırasında bütün askeri ve sivil makamlara emretme yetkisi de verildi.”
Erzurum Erzincan Bayburt ve Sivas, Erzincan şurasının kurulduğu alanı ifade eder; şura da sovyetin o zamanki Türkçe karşılığından başka bir şey değildir. Sovyet cumhuriyeti ise “en demokratik burjuva cumhuriyetinden milyon kez demokratik bir cumhuriyet” (Lenin) olarak tarif edilir. Demek ki buradan bakıldığında, resmî Tarihte 19 Mayıs’ta cumhuriyeti kurmak üzere Samsun’a çıktığı yazılan 9. Ordu Müfettişi’nin resmî görevinin İngilizlerin isteği üzerine bir başka cumhuriyet girişimini önlemek olduğu görülüyor.
1917’den itibaren devrime katılan Rus birliklerinin bulunduğu Erzincan’da bir Ermeni-Kürt Şurası kurulmuştu. Bu şura o sıra Rusya’nın çeşitli bölgelerinde kurulanlar gibi bir sovyet cumhuriyeti kurma yönünde bir girişimi temsil etmektedir. Büyük ölçüde o zaman devrime destek veren Taşnak Partisi’nin etkisi altındaki Ermenilerin yanı sıra kimi Dersim aşiretlerinin de bizzat katıldıkları bu şura, bölgede yaşayan Ermeni ve Kürt olmayanların da ilgisine ve desteğine mazhar olmuştu.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a çıktıktan sonra hemen Erzurum ve Sivas Kongrelerini toplamaları da rastgele bir olay değildi. Bu kongreler Erzincan şurasının hemen çevresinde toplandı. Kaldı ki, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin Ermenilik ve Rumluk tehlikesinden bahsetmelerinin, Kızıl Ordu’nun koruması altındaki Ermenilerle alevi Kürtlerin birlikte oluşturduğu bu hükümete karşı Sünni Kürtleri yanlarına çekme gayretini ifade ettiğini düşünmek de zorlama değildir. Hatta Kuvayı Milliyecilerin Saltanat ve Hilafeti kurtarma söyleminin Ekim Devrimi’nin Anadolu’ya yayılmasına karşı gerici bir tepkiyi ifade ettiği de bu olguya bakıldığında berraklaşmaktadır.
Bir adım daha ilerleyelim; Erzurum ve Sivas Kongrelerinde bahsedilen vatanın bölünmesi tehlikesi İngilizlerin kaygılandığı gelişmeden başka ne olabilir?
O zaman henüz Sevr Anlaşması imzalanmış değildir. Hem Erzurum ve Sivas kongrelerinin hem de Birinci Meclisin Mondros Mütarekesi’ne karşı bir hareket olmadığı da bellidir. Zira bu hareketin amentüsü olan Misakı Milli ana hatlarıyla Mondros’taki karar ve sınırların korunmasını dile getirmektedir.
Kuvayı Milliye hareketinin başlangıcında dile getirilen bölünme tehlikesi besbelli Ermeni ve Kürtler arasında yayılan ve Erzincan Şurası ile somut bir olgu haline gelen özgürlük arayışını kastetmektedir. Zaten Erzurum ve Sivas kongrelerinde açık seçik tartışıldığı gibi, galip devletlere karşı bir mücadeleden söz etmemeye özen gösterilmektedir.
Kuvayı Milliye’nin bu karakteri Rus birliklerinin 1919 baharında Brest Litovsk anlaşmasına uygun olarak bölgeyi terk etmesinden sonra daha da açıklık kazanmıştır. Sivas kongresinin ardından da Koçgiri’den başlayarak bölgede Ermenilere ve Kürtlere karşı saldırılar başlamıştır. Kuvayı Milliyenin başlıca askeri harekatları zaten tümüyle bu alandadır. Batı cephesinde Yunanlılarla yapılan çarpışmaların dışında, özellikle doğu cephesinde Kuvayı Milliyecilerin herhangi bir yabancı kuvvete karşı savaştığı vaki değildir. Bunun anlamı gayet açıktır: güya anti emperyalist bir hareket olarak tasvir edilen Kuvayı Milliye hareketi esasen bir iç savaş hareketidir; nitekim Yunan ordularına yönelmeden önce Çerkes Ethem’in ordularına saldırması da bunu bir başka yönden doğrulamaktadır.
Erzincan Şurası Koçgiri’deki direnmenin kırılmasının ardında Batı Dersim’deki Yeşilyazı’da 1921 yılında kendini feshetmiştir. Bu aynı zamanda Ankara’daki meclisin hilafet ve saltanata bağlılık söylemini yavaş yavaş terk edeceği ve bu nedenle hem Kuvayı Milliye’nin ilk kadroları arasında ayrılıkların baş göstereceği dönemecin yaklaştığını anlatır. Kuvayı Milliye hareketine destek veren Sünni Kürt aşiretlerine karşı saldırı hazırlıkları da bu noktadan sonra başlayacaktır (Diyab Ağa ve Cemile Çeto gibi alevi-Kürt hainlerinden başlamak kaydıyla!).
Kemalistlerin Erzincan şurasından başlayıp Koçgiri’den geçerek bu hareketin izini sürmesi ise 1938’de Dersim’deki direnişin kırılmasına kadar kesintisiz sürmüştür. 19 Mayıs’ın anlamının ne olduğuna dair efsanelerin perdesini aralayabilmek için bu olguyu göz önünde bulundurmak şarttır. Bu aynı zamanda günümüzdeki gelişmeleri anlamak için de esaslı bir ihtiyaçtır.