Enternasyonal Komünist İşçi Birliği (EKİB) ve Köz ortak imzalı ‘İki Farklı Ekim: 1917 Ekimi’nin Devrimci Cumhuriyetinin Karşısında 1923 Ekimi’nin Karşı Devrimci Cumhuriyeti’ başlıklı broşürün sunuş yazısını aşağıda paylaşıyoruz.
Kuruluş Efsaneleri Karşısındaki Tutum Bir Turnusol Kağıdıdır
Devlet, tüm sınıflı toplumlarda hâkim sınıfın baskı aygıtıdır ama sadece baskıyla ayakta durmaz. Efsanelere de ihtiyaç duyar. Sınıflı toplumların en gelişkini olan burjuva toplumu da, devletin varlığını gerekçelendirmek, ona meşruiyet kazandırmak için efsanesiz yapamaz. Burjuva diktatörlüklerinde dinî, mitolojik figürlerle bezeli efsanelerin yerini halkın kurtuluş/ bağımsızlık savaşı efsanesi alır. Temsilî demokrasiye dair kurumların varlığı devletin, burjuvazinin sınıf diktatörlüğü değil “tüm yurttaşların” devleti olduğu yanılsamasını azaltmaz arttırır. ”Tüm halkın devleti” safsatasına inandırıcılık katmak için devletin bir halk mücadelesiyle kurulduğu efsanesini yaymak daha da gereklidir. Üstelik bugün hüküm süren iki yüz küsur devletin ezici çoğunluğu proletaryanın tarih sahnesine çıktığı dönemde, proletaryanın ve ezilen ulusların devrimci mücadelesini kendisine yedekleyip tasfiye ederek, çoğu zaman da boğarak kurulmuştur. Söz konusu efsaneler bu tarihsel gerçeği de baş aşağı çevirerek, işçi sınıfını kendi sınıf düşmanlarına bağlamaya hizmet eder.
Yüzüncü yıl dönümünü kutlamaya hazırlayan Türkiye Cumhuriyeti’nde üretilen cumhuriyet efsaneleri bu anlamıyla tüm burjuva diktatörlüklerindeki efsanelere benzer. Maddi temeli olmayan bir bağımsızlık savaşı efsanesine dayanır, emekçi kitlelerin seferberliğinin yasak ve zor ile engellenmesini bir halk mücadelesi, kitle desteği olmayan bir burjuva politikacılar kadrosunu ise halkın savaşçıları/önderleri olarak sunar; bu topraklardaki emekçilerin kanı üzerine kurulmuş devleti tüm halkın devlet olarak takdis eder.
Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyalist paylaşım savaşının aktörlerinden biri olduğunu unutturmak, 1919-23 arasındaki mücadeleyi mazlum bir milletin tüm emperyalistlere karşı bağımsızlık mücadelesi olarak tanımlamak, gayrimüslimlere yönelik katliamları yok saymak, Kürtlerle-Türklerin omuz omuza mücadele ettiğini, “Milli Mücadele”nin kongrelere dayalı bir iktidar kurduğunu savunmak, saltanatın kaldırılıp cumhuriyetin ilan edilmesini devrimci bir adım olarak bayraklaştırmak Türk işi cumhuriyet efsanesinin tamamlayıcı parçaları arasında yer alır.
Burjuva diktatörlükleri ne kadar kırılgan bir zemin üzerine kurulmuşsa efsanelere, gözü yaşlı ruh çağırma ayinlerine duyulan ihtiyaç büyür. Yaşadığımız topraklardaki Millî Mücadele’nin dört ayrı aşamasını anlatan dört ulusal bayram, sirenli, esas duruşlu 10 Kasımlar, cami sayısından fazla olan Mustafa Kemal heykelleri bu ihtiyacın ürünüdür. Tüm bu müsamerelerin Atatürk’ü Koruma Kanunu’yla olan çelişkili beraberliği ise Türkiye’deki hâkim sınıfın aczini sergiliyor.
Kuruluş efsaneleri karşısındaki tutum, dünyanın her yanındaki sol hareketler için olduğu kadar Türkiye’dekiler için de bir turnusol kağıdıdır. Burjuvazinin sınıf egemenliğini şu ya da bu reform aracılığıyla daha sağlam temeller üzerine oturtmak isteyenler, bu efsanelerden beslenmeye, onları diriltmeye ve mirasını ileriye taşımaya çalışırlar. Sınıfsız ve sınırsız bir dünya yolunda burjuvazinin sınıf egemenliğini parçalamak isteyenlerinse sadece burjuvazinin baskı aygıtlarına karşı değil onu gerekçelendiren bu tür efsanelere karşı da mücadele etmesi gerekir.
Sol akımların kâh “Cumhuriyet’in kazanımlarını geri getirme” yeminleri ederek kâh Cumhuriyet’in çoktan çözüldüğünü saptayıp “Artık yeni bir Cumhuriyet kurmalıyız!” şiarını yükselterek Cumhuriyet’in yüzüncü yılını coşkuyla, mücadele azmiyle hep bir ağızdan selamladıkları bu dönemde elinizdeki broşürdeki yazılar tam da bu mücadeleyi amaçlıyor.
Sönük Cumhuriyet Kutlamaları, Rejimin Aczi ve Reformistlerin Vazifesi
Türkiye Cumhuriyeti yüz yıl boyunca büyük badireler atlattı. Ekim Devrimi’nin yarattığı ürküntü İngiliz Emperyalizminin önceliklerini değiştirdiği için sınırlarını genişletebildi; kurulduğu andan itibaren Kürdistan’daki ulusal başkaldırıları bastırmak zorunda kaldı. İkinci emperyalist paylaşım savaşında sınırlarını tesadüflere ve kendi dışındaki faktörlere bağlı olarak koruyabildi. Topraklarını saran devrimci durumdan 12 Eylül darbesiyle kurtulmaya çabaladı. Kırk yılı aşkın bir süredir Kürdistan’ın kuzeyinde tarihinin en uzun süreli ulusal başkaldırısı ile yüz yüze. Tüm bu gelişmelere karşın Cumhuriyet’in hâlâ ayakta kalabilmesine onun görevli muhafızları ve gönüllü şakşakçıları ne kadar sevinseler az.
Bununla birlikte yüz yılı deviren Türkiye Cumhuriyeti’nin önünde daha ferah bir yol da bulunmuyor. İçeride rejim krizi derinleşiyor ama, hükümet Kürdistan’da da Türkiye’de de devrimci dinamikleri yok etmeyi başaramadı. Dışarıda ise bir ateş çemberiyle çevrili. Güneydeki komşularından Suriye on iki yıldır bir içsavaşın içinde, Irak’taki içsavaşı engelleyen dengeler ise pamuk ipliğine bağlı. Türkiye’nin güneydeki diğer komşusu ise ölümüne ürktüğü ama bir türlü yok edemediği Rojava Kantonları. Tahrandaki hükümetin Kürdistan’ın doğusundaki ayaklanmayı bastırmada ne derece başarılı olduğunu kendisi dahi bilmiyor. Azerbaycan ve Ermenistan aralarındakii sınır anlaşmazlıklarını artık diplomasi masasında değil savaş meydanında çözmeyi tercih ediyorlar. Ukrayna ise neredeyse iki yıldır ABD ile Rusya’nın sıcak çatışma alanı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi ve fiziksel varlığının tüm dayanaklarının altını oyan bu koşullar altında Türkiye burjuvazisinin cumhuriyetin ruhunu çağırmaya her zamankinden fazla ihtiyacı var. Gelgelelim hâkim sınıfın içindeki çatışmalar o denli keskin durumda ki rejimin sahipleri uzun bir süreçtir şovenist propagandanın en bilindik araçlarını dahi hayata geçiremiyor. Sınır ötesi operasyonlar coşku ve fedakarlık duyguları uyandırmıyor, askerî bozgunlar ulusal bir yas havası yaratmıyor, futboldan voleybola milli takımların zaferleri birlik ve beraberlik duygularıyla kutlanamıyor. Çeyrek asır önce 28 Şubat’ın hemen ertesinde, PKK’yi bitirme, Avrupa Birliği’ne girme hayallerinin kurulduğu döneme denk gelen yetmiş beşinci yıldönümü kutlamalarıyla bugünün sönük törenleri kıyaslandığında Türkiye Cumhuriyeti’nin hem içinde boğuştuğu krizin derinliği hem de bu kriz karşısındaki aczi daha da açığa çıkıyor. Ezilenlerin kanı üzerine kurulu bu cumhuriyetin yaşam ateşi çoktan sönmüştür.
Bu tabloya bakarak rejimin içine girdiği derin krizin onun nihai olarak çökerteceğini yahut cumhuriyetin adım adım çözüleceğini savunmak sadece burjuva diktatörlüklerinin yıkmadan yıkılmayacağı gerçeğini gözardı etmek anlamına gelmez, aynı zamanda Türkiye’de reformizmin tarihsel rolünü unutmak anlamına da gelir. Rejim içindeki yarılma nedeniyle hükümetin ya da devletin başka organlarının yerine getirmediği vecibeleri bugün holdingler, kültür sanat faaliyetleri aracılığıylayerine getirmeye soyunuyor.. Bu kesimlerin eksik bıraktığı siyasi propagandayı ise cumhuriyeti ve kurucularını “saygı ve minnetle anan” sol akımlar kendi törenleri ve yürüyüşleriyle yürütüyor.
Krizdeki burjuva siyasetinden beslenmeyi hedefleyen fırsatçılığıyla, burjuvaziye koltuk değneği olmaya talip reformizmi teşhir etmeden can çekişen Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı mücadeleyi büyütmek mümkün değildir. Elinizdeki broşürün ikinci amacı da Cumhuriyet sevdalısı reformizmi teşhir etmek için gerekli politik donanımı sağlamaktır.
Karşı Devrimci İleri Karakol
Bütün burjuva cumhuriyetlerinin kuruluş öyküleri ve bu öykülere yönelik efsaneler birbirine benzese de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun, üzerinde ayrıca durulmayı hak eden bir yönü bulunuyor. Ekim Devrimi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu arasında yakından bir bağ var. 7 Kasım 1917’deki Kışlık Sarayı baskınıyla başlayan Ekim Devrimi, devrimci etkisini kısa zamanda Çarlık Rusyası’nın sınırlarının dışına taşıdı. Bu devrimci rüzgarların önünü kesmek başından itibaren başta İngiltere olmak üzere tüm emperyalistlerin ortak kaygısı oldu. Emperyalistler devrimci sovyet iktidarını Litvanya’dan İran’a işbirlikçi devletlerle çevreleyerek kuşatma yolunu seçtiler. Ekim Devrimi sırasında, bugünkü topraklarının yedide biri Çarlık Rusyası sınırları içinde olan, Türkiye bu işbirlikçi devletlerin en fırsatçısı ve önemlisiydi, üstelik o günden bugüne sürekliliğini koruyan tek karşı devrimci devlet oldu.
Türkiye Cumhuriyeti emperyalist planları bozan anti-emperyalist bir mevzi değil tam aksine komünizmin yayılmasını engellemek için emperyalistlerin tahkim ettiği karşı-devrimci bir ileri karakoldu. Türkiye Komünist Partisi ise uluslararası komünist hareket içinde en erken kurulanlardandı, İtalyan ve Fransız Komünist Partileri’nden önce kurulmuştu. Programı Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresi tarafından onaylanan üç partiden biriydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öyküsü aynı zamanda Türkiye Komünist Partisi’ni ortadan kaldırma girişimlerinin, cinayetlerin ve tutuklamaların başından sonuna bir karşı-devrimin öyküsüdür.
Bugün sol içinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin karşı devrimci karakterine dikkat çeken az sayıda akım olsa da, bu azınlık dahi Millî Mücadele’nin şu ya da bu aşamasını ilerici, anti-emperyalist olarak kabul ediyor. Millî Mücadele’ye önderlik edenlere en mesafeli duranları dahi “Kurtuluş Savaşı”nda anti-emperyalist, halkçı bir damar olduğunu savunuyor. Anti-komünist, karşı-devrimci politikaların sürekliliğini görmeyenlerin “Yeni Ekimler’e” önderlik etme iddiası havada kalmaya mahkumdur, sınıf düşmanlarına şu ya da bu aşamada eleştirel destek vererek devrimci mücadelenin önderliğini kazanma hayalini kuranların, bağımsız siyasi çizgiye sahip bir parti yaratması dahi mümkün değildir.
Tam da bu nedenle, hangi politikaların Ekim Devrimi’nin kuşatılıp, boğulmasına hizmet ettiğinin anlaşılması için Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerindeki efsane pelerinini kaldırmak yetmez, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun Millî Mücadele adı verilen, başından sonuna karşı devrimci bir nitelik taşıyan bir sürecin son halkası olduğunu da göstermek gerekir. Elinizdeki broşürün bir diğer amacı da bu sürekliliğe işaret etmektir.
Sosyal Şovenizme Karşı Mücadelenin Önkoşulu
Dünyanın en kalabalık ezilen ulusunun en büyük parçası Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde ikamet ediyor. Türkiye Cumhuriyeti Kürtleri inkar ve sindirme girişimidir. Millî Mücadele’nin Kürtlerin ulusal başkaldırılarıyla yaşıt olması da tesadüf değildir. Kürdistan’ın batısında bir kanton yönetiminin varlığını koruduğu, doğusunun ayaklanmalarla sarsıldığı, kuzeyindeki kırk yıllık başkaldırının tanklarla ve SİHAlarla teslim alınamadığı koşullarda “cumhuriyetin erdemleri” hakkındaki güzellemeler Kürdistan’ın esaretini perçinleme girişimleri olarak görülmelidir.
Buna karşılık Millî Mücadele’de Kürtler ve Türklerin birlikte, omuz omuza emperyalizme karşı mücadele ettiği safsatası Kürtleri Türk devletine zincirlemek isteyenlerin vazgeçilmez propaganda araçlarından biridir. Türk Devleti’nin 1921 Anayasası’na “Kürt Sorununun Çözümü” için işaret edenlerin sayısı da az değildir.
Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kutlamak hem de Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını savunmak mümkün değildir. Mustafa Kemal’in cumhuriyetini selamlayanlarınKürdistan’ın batısında, güneyinde, kuzeyinde yürüttüğü haksız savaşta Türk Devleti’nin karşısında sesini yükseltmesi dahi mümkün değildir. Millî Mücadele’ye tümüyle ya da kısmen bağlananlar aynı zamanda sözüm ona anti-emperyalizm ve cumhuriyetçilik adına sosyal şovenizm katarına da bağlanmaktadır. Millî Mücadele’nin karşı-devrimci karakterini sergilemek şovenizme karşı mücadelenin de önkoşuludur. Elinizdeki broşür “Milli Mücadele” ile Kürdistan’ın bağımsızlık mücadelesi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı sergileyerek sosyal-şovenizme karşı mücadeleyi güçlendirme yi de amaçlıyor.
Kemalist Cumhuriyet’e “Yetmez Ama Evet!” Diyenler İşçi Hareketini Burjuva Muhalefetine Zincirliyor
Yüzüncü yıldönümünde Türkiye Cumhuriyeti hakkında konuşmak bir başka bakımdan da politik önem aşıyor. Yüzüncü yıl kutlamalarının sönüklüğü, devletin aczini ve kendini tahkim edecek ideolojik araçlardan yoksunluğunu anlatsa da; kemalist cumhuriyetçilik ideolojik, politik önemini yitirmiş değil. Bilakis rejim krizi içinde debelenen, ikiye yarılmış burjuva siyasetinde hükümet karşıtı güçlerin temel ideolojik paydasını oluşturuyor.
Burjuva muhalefeti, bir yandan AKP’nin seçmenine göz kırparken diğer yandan da sol akımları kanatları altında tutmak için hükümetin cumhuriyetin ve onun değerlerinin içini boşalttığını, kurumların altını oyduğunu, Cumhuriyet Türkiyesi’nin temellerini attığı bilime ve liyakata dayalı anlayışı ortaçağ fikirleriyle, tarikatçılıkla, kayırmacılıkla değiştirdiğini savunuyor. Bu bakımdan, bugün Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyeti hayırla, nostaljiyle yahut “yetmez ama evet” diyerek ananlar işçi hareketini Amerikancı, burjuva muhalefete karşı yedekleyecek köprü vazifesini üstleniyorlar.
Hâlbuki, Erdoğan’ın Osmanlı paşalarının kurduğu cumhuriyetin tüm karşı devrimci politikalarını hız kesmeden uyguladığı bir dönemde, hükümetin karşısına “asıl cumhuriyetçi biziz” diyerek çıkmak, yenilgiyi baştan kabul etmek anlamına gelir. Gelgelelim, açmazları ve kısıtları gereği burjuva muhalefetinin benimseyebileceği başka yol da yoktur. “Atatürk Cumhuriyeti”ni savunmak işçi hareketini mağlubiyeti tartışmasız bu müflis stratejiye zincirlemek anlamına geldiği için kemalist cumhuriyetçiliğin tüm tortularına savaş açmadan Mayıs ayındaki Cumhurbaşkanı seçimindeki teslimiyet tablosundan da kurtulmak mümkün değildir. Broşürümüz bu tablodan çıkışın koşullarını göstermeyi de amaçlıyor.
Broşürümüz Devrimci Bir Eylem Birliği’nin Ürünü
Hedefimiz Devrimci Güçbirliğini Büyütmek
Broşürdekiyazılar, Enternasyonal Komünist İşçi Birliği ve Köz imzalarını taşıyor. Bu iki akım daha önce de Cumhurbaşkanı seçimlerinde birlikte Emekçi Seferberliği İçin Bağımsız Aday (ESİBA) kampanyasını birlikte örmüşler, Millet İttifakı’nın kuyruğuna takılan akımlardan ve doktriner bir boykotçu çizgiyi benimseyenlerden farklı olarak hükümete karşı emekçilerin düzen partilerinden bağımsız seferberliğini örmek için adım atmış, bağımsız bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmışlardı.
Dün emekçilerin hükümete karşı Kılıçdaroğlu’nun arkasında yedeklenmesine karşı duranların bugün de cumhuriyetçilik adına burjuva muhalefetin peşine takılmaya itiraz etmeleri tesadüf değildir. Cumhurbaşkanı seçiminde Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının propagandasını yapanlar elbette Cumhuriyet’in Kürt ulusuna düşman karakterini sergileyeceklerdir. Cumhurbaşkanı seçim süreci boyunca “seçimle değil devrimle gidecek” diyenler elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin Ekim Devrimi’ne set olan karşı devrimci karakterini gözler önüne sereceklerdir.
Broşürdeki yazılar bilimsel çalışma olma değil politik mücadeleye hizmet etme maksadını taşıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin karşı devrimci karakterini yayıncılık faaliyetiyle teşhir etmek mümkün değildir. Broşürümüz anlamını politik bir mücadeleye hizmet ettiğinde, bu mücadelenin bir parçası olan propaganda ve ajitasyonu donattığında kazanacaktır. Broşürün arkasında duranların muradı tam da budur. Broşürün çıkışını mümkün kılan eylem birliğini, “ayrı dur birlikte vur” prensibi uyarınca broşürden sonra düzenlenecek ortak propaganda faaliyetleriyle devam ettireceğiz.
Broşürümüz, farklı geleneklere ve referanslara sahip iki akımın, bayrakları karıştırmadan, devrimci temelde bir güçbirliği yapabileceğinin bir başka kanıtıdır. Cumhurbaşkanı seçimlerinde emekçilerin önüne devrimci bir seçenek sunmak isteyenlerin Enternasyonal Komünist İşçi Birliği ve Köz ile sınırlı olmadığını biliyorduk. Bu nedenlecumhurbaşkanı seçiminde tüm devrimci güçleri Emekçilerin Seferberliği İçin Bağımsız Aday kampanyasının bir bileşeni olmaya çağırmıştık. Cumhuriyetin karşı devrimci bir karakter taşıdığını savunan devrimci güçlerin sadece bu broşürün arkasında duranlarla sınırlı olmadığının da, önümüzdeki günlerde reformist kaynaşmalara karşı devrimci güçbirliğinin öneminin azalmayıp artacağının da farkındayız. Bu bakımdan broşürümüzü sadece politik bir mücadelenin parçası kılmaya değil, demokrasi ve anti-emperyalizmin bir devrim sorunu olduğunu savunan tüm kesimleri eylemli bir güçbirliğine daha etkin ve ısrarcı bir şekilde çağırmak için kullanmaya da kararlıyız.
Ayrı Dur Birlikte Vur!
Yaşasın Devrimci Dayanışma!