1 Mayıs’a İmamoğlu’nun rehin alınması, kayyımlar, siyasi tutsaklar, ikinci kez kurulan çözüm masası ve anayasa tartışmalarının damgasını vurduğu bir siyasi sürecin içinde girdik. Esasında “barış sorunuyla iç içe geçmiş bir demokrasi sorunu” olarak ifade ettiğimiz başlık altında toplanabilecek tüm bu siyasi gündemlerin cisimleştiği üç temel sorunun çözümünün 1 Mayıs’la da sınırlı olmayacak şekilde yakıcılığının hissedileceği bir dönemden geçiyoruz: Bu hükümetten nasıl kurtulacağız? Demokratik anayasayı kim, nasıl yapacak? Bu topraklara barışı kim, nasıl getirecek?

İki sınıf varsa iki yol var. Asgari ücret zammından siyasi tutsaklara, sendika ve sigorta hakkından depremi beklediğimiz çürük binalara kadar tüm bu sorunların burjuva çözümü ve proleter çözümü var. Dolayısıyla bu üç temel soruya yaşadığımız topraklarda siyasi iddiası olan akımların da cevap vermesi şart.

Hareketimizin bir kısmı bu sorulara CHP’nin de temsil ettiği burjuva yola eleştirel bir destekle; bir kısmı ise bu sorulara soyut bir kapitalizm ve sermaye karşıtlığıyla yahut onurlu bir barış ve halkların kardeşliği sloganlarıyla bezeli genelgeçer bir direniş çağrısıyla cevap veriyor. Halbuki bugün Türkiye’de siyasetin akıbetini belirleyen bu sorunların çözümü ne Amerikancı muhalefete soldan basınç uygulayarak ne de bu sorunlar “işçi sınıfının değil burjuvazinin kendi arasındaki iç çekişmelerdir” diyerek siyasi mücadeleyi burjuvaziye bırakmakla olabilir. Bu sebeple, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs da emekçiden yana olan siyasi hareketlerin bu sorunlara proleter çözümü işaret ettiği bir mücadele günü olmalıdır.

1 Mayıs Günü

Bugün Türkiye’de muhalefet boşluğunun CHP tarafından doldurulduğu ve hareketimiz on yıldır siyasal sorunlarda bağımsız tutum takınmadığı için Türkiye sathında 1 Mayıslara CHP’nin damgasını vurması beklenir olandı. Tüm bu sorunlara yanıt olarak verilen burjuva çözümün/yolun galebe çaldığı bu siyasi tabloda ise Newroz’da olduğu gibi 1 Mayıs’a giderken de bu üç temel sorunun proleter çözümüne işaret etmek komünistlerin önünde duran bir sorumluluktu. Dolayısıyla, Köz’ün arkasında duran komünistler olarak Kadıköy’deki 1 Mayıs mitingine, Söğütlüçeşme kolunda uzun zamandır bileşeni olduğumuz İşçi Emekçi Birliği korteji içerisinde, bu içerikli pankartlarımız, ajitasyonlarımız ve “Rehine Pazarlığına Geçit Yok! Hükümete Karşı Emekçilerin Kitlesel Seferberliği!” başlıklı özel sayılarımızla katıldık.

“Demokratik Anayasa İçin Kurucu Meclis! Tüm Siyasi Tutsaklara Özgürlük!” pankartımızla demokrasi sorununun mevcut anayasa yama yapılarak, var olan rejimin kurumlarına yaslanarak, rehine pazarlıkları yaparak değil; rejimin tüm kurumlarını yok sayan emekçilerin egemen bir iktidar organıyla olabilecek demokratik bir anayasayla ve tüm siyasi tutsakların özgür bırakılarak çözülebileceğini vurguladık. 1 Mayıs mitinginde teknik sebeplerle açamamamızı bir eksiklik olarak değerlendirdiğimiz “Demokrasi Devrimle Gelecek! Devrim İçin Devrimci Parti!” pankartımızla ise bu proleter çözümün ancak bunu hayata geçirebilecek komünist bir partiyle mümkün olduğunu ve anlam kazanabileceğini öne çıkarmayı hedefledik.Bunu sadece miting boyunca ajitasyon, slogan, pankart ve hem miting öncesinde hem de miting boyunca yaygın bir şekilde dağıttığımız özel sayılarımızla değil; mitingde bağımsız bir kürsü kurarak da somutladık. Bağımsız kürsümüzde söz alması için İşçi Emekçi Birliği’nin bileşeni olan akımları davet etsek de pankart ve bayraklarımızla alanda bir daire oluşturarak kurduğumuz kürsümüzde Köz adına siyasi tutsaklar sorununa, demokrasi ve demokratik anayasa sorununa ve komünistlerin parti birliği sorununa ilişkin üç konuşma gerçekleştirildi. Hazırlığımızın yanı sıra teknik avantajlarımız da sayesinde bundan iki yıl öncesindeki 1 Mayıs mitingine kıyasla bu siyasi içeriği alanda daha geniş bir şekilde duyurduk. Miting boyunca ve programımız içerisinde şu sloganlarımızı sık sık attık: “Demokrasi için Tek Yol Devrim; Özgürlük İçin Tek Yol Devrim; Anayasa İçin Kurucu Meclis; Zindanlar Yıkılsın Tutsaklara Özgürlük; Özgürlük Savaşan İşçilerle Gelecek; Düzene Karşı Sınıf Savaşı; Seçimle Değil Devrimle Gidecek; Devrim İçin Devrimci Parti, Parti İçin Komünistlerin Birliği; Yaşasın 1 Mayıs Bıji Yek Gulan; Kürtlerin Esareti İşçilerin Esaretidir; Kahrolsun Ezen Ulus Şovenizmi; Kurdara Azadi Kürtlere Özgürlük; Marks Engels Lenin Yolumuz Proleter Devrim; Komünist Bir Dünya Kuracağız; Bütün Ülkelerin Komünistleri Birleşin; Hasan Coskun Kavgamızda Yaşıyor; Devrimciler Ölür Devrimler Sürer”

İstanbul’da gerek miting duyurusu yapılmasına rağmen miting alan tartışmalarının sürdüğü sendikaların örgütlediği Kadıköy mitingi, gerekse de Kartal’da Türk-İş, Taksim’de 1 Mayıs Taksim Tertip Komitesi’nin birkaç gün kala duyurduğu eylemler, izinli olup olmamasından ve eylemlerin gerçekleşip gerçekleşememesinden bağımsız olarak CHP’nin “kucakladığı”, temsilcilerinin katıldığı eylemler oldu. Taksim ve Kadıköy ise kimi sol akımların kortejlerini bölerek iki alana da dahil olmaya çalıştığı biçimde gerçekleşti. Kadıköy’de mitingde hem alandan hem kürsüden Taksim’deki eyleme yönelik saldırılar protesto edildi. Sağanak yağışın kitleselliğini zayıflattığı Kadıköy’de gerçekleşen mitingde yürüyüşler iki koldan gerçekleşti. Kürsüde yapılan konuşmalarda tutuklu belediye başkanları, siyasetçiler gündem edildi, Ekrem İmamoğlu, Selahattin Demirtaş ve Selçuk Mızraklı’nın mesajları okundu. Özgür Özel, Tülay Hatimoğulları, İbrahim Kaboğlu ve İBB Başkanvekili Nuri Aslan 1 Mayıs için kurulan kürsüde yer aldı. Kürsüden DİSK-KESK-TMMOB ve TTB’nin hazırladığı “1 Mayıs 2025 Manifestosu”, İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri adına ortak açıklamanın yanı sıra Esenyurt Belediyesi’nde kayyum tarafından işten atılan bir işçi konuştu, kadınlar ve LGBTİ+’lar, gençlik, emekliler adına konuşmalar yapıldı.

1 Mayıs’a Giderken

Özellikle 19 Mart’tan bugüne, bırakalım kitle hareketinin basıncıyla CHP’yi sola çekmesini, CHP’nin eylemleri seçim mitinglerine çevirerek katılanları sağa çektiği bir süreçte, “demokrasi mücadelesini bağımsız temelde yürütme”nin 1 Mayıs’la sınırlı olmasa da 1 Mayıs’ta ayrı bir anlamı vardı. Bu, 1 Mayıs’ı belirsizlikten ve CHP ile güdümündekilerden kurtarmak ve sahiden işçilerin mücadele günü olarak kutlamak için bizim de parçası olduğumuz solun önüne bağımsız bir 1 Mayıs mitingi örgütleme görevini koyuyordu. Böyle bir 1 Mayıs mitingi, elbette CHP ve güdümündeki sendikalara basınç yaparak ve onların tutumlarını bekleyerek değil; 1 Mayıs’ın örgütlenmesinin sorumluluğunu hissedip belirlenen yerde haftalar öncesinde bir miting örgütleme doğrultusunda somut bir adım atarak mümkün olabilirdi. Bu ise 1 Mayıs öncesinde ajitasyon ve propaganda özgürlüğüne dayalı ortak siyasi çalışmaların örgütlenebileceği bir zeminde solun en geniş eylem birliğini şart koşuyordu. Elbette böyle bir miting, CHP’nin Türkiye sathındaki etkisini engelleyeceği için değil, tablonun değişmesi yolunda bağımsız ve eylemli bir çizgi benimseyen emekçi muhalefetinin oluşabilmesi için de yürünecek yolun adımı olacağı için anlamlı ve almamız gereken bir sorumluluktu.

1 Mayıs için emekçiden yana olanların asıl görevi CHP’den bağımsız ortak bir payda yaratmak olduğu için Köz olarak Taksim veya Kadıköy’e dair bir tartışma yürütmedik, bu tartışmaların bir tarafı olmadık. Zira Taksim’i zorlamanın da ancak bu bağımsız siyasi tutumla anlam kazanacağını biliyorduk.

Peki ne yaptık? 1 Mayıs’a giderken döneme ilişkin siyasi tespitlerimizi en geniş kesimlere duyurmayı öncelikli görevimiz olarak mı tarif ettik? Yalnızca yayınlarımızda yer verdiğimiz şiarları anlattığımız bir siyasi çalışmayı yeterli mi gördük? Ya da sol hareketlere yapmamız gerekenler konusunda dışarıdan akıl vererek içimizi mi rahatlattık? Elbette hayır. Nisan ayından itibaren İstanbul 1 Mayısı’nı bağımsız bir temelde sol hareketin en geniş eylem birliğiyle örgütlemek konusunda girişimlerde bulunduk. Öncelikle bileşeni olduğumuz İşçi Emekçi Birliği’ne, İEB’in sarı sendikacılığa ve düzen partilerine karşı işçi sınıfının dayanışma ve mücadelesini örmeye yönelik iddialarıyla uyumlu olarak 1 Mayıs mitingi örgütleme konusunda sorumluluk alması gerektiğini önerdik. Önce ESP’nin, ardından DİSK’in 1 Mayıs toplantılarında birlikte böyle bir çizgide CHP ve güdümündekileri beklemeden sorumluluk alma çağrımızı yükselttik, bu doğrultuda da Köz olarak tüm varlığımız ve imkanlarımızla sorumluluk almaya hazır olduğumuzu ifade ettik. Çağrımız sol tarafından karşılık bulamasa da Nisan ayından itibaren bu devrimci eylem birliği önerimizi tüm sol akımlara ulaştırdık.

Bütün bu toplantılarda hareketimizde hakim olan yaklaşım, bağımsız bir miting örgütleme ve bu temelde ortak bir 1 Mayıs çalışması yürütme ısrarından ziyade, DİSK’i eleştirerek ona basınç yapmaya yönelikti. Toplantılardaki çoğu akım konuşmalarında genel olarak Taksim vurgusu yapsa da en nihayetinde DİSK’in alacağı karara uyacağını bildirdi. Bu tartışmalar neredeyse mitinge kadar devam etti ve 1 Mayıs’a iki hafta kala DİSK’in Kadıköy mitingi dışında bir plan duyurulmadı. 1 Mayıs Taksim Tertip Komitesi’nin 1 Mayıs’a birkaç gün kala çıkan 1 Mayıs eylem duyurusu ise, esasında CHP ve güdümündeki sendikaların kararını beklediği için son ana kalan ve bu sebeple de emekçiler ve ezilenler arasında 1 Mayıs’a dair siyasi bir çalışmanın örgütlenmesini imkansız kılan belirsiz bir eylem çağrısıydı. Köz olarak bu sebeple, İstanbul’daki 1 Mayıs’a bu belirsizliklerin içinde halihazırda tek belirli planı ve çağrısı olan, Kadıköy’de Söğütlüçeşme kolunda mitinge katılma kararı almış, bileşeni olduğumuz İşçi Emekçi Birliği korteji içinde yer alarak katıldık.

1 Mayıs mitinglerine CHP’nin damgasını vurmasını bu eylemlerden uzak durmanın ilkesel bir gerekçesi olarak görmediğimizden dolayı, sol hareketin bağımsız bir miting örgütlemeyeceğinin kesinleştiği noktada, Kadıköy’deki mitinge katılma kararı alan İşçi Emekçi Birliği ve bileşeni sol akımlarla, miting öncesinde yine bu iddiaları öne çıkaran ortak bir siyasi faaliyeti örgütlemek ve mitingde de ortak bir duruş göstermek için çaba gösterdik. İki sene önceki 1 Mayıs mitinginde olduğu gibi ortak bir kortej kurmayı, alanda ise bağımsız bir İşçi Emekçi Birliği kürsüsü kurarak sözümüzü mitinge taşımayı teklif ettik. Aynı zamanda İEB’in 1 Mayıs’a giderken yerel 1 Mayıs etkinlikleri/eylemleri düzenlemesini de önerdik. Önerilerimizi kendi somut davetlerimizle de birleştirmeyi ihmal etmedik. İEB’in 1 Mayıs için hazırladığı pankartları 1 Mayıs Mahallesi ve Kadıköy’de yaptık. 1 Mayıs Mahallesi’nde örgütleyicilerinden biri olduğumuz yerel 1 Mayıs şölenine İEB ve bileşenlerini davet ettik, Esenyurt’ta İEB’in kimi bileşenlerinin de örgütleyicisi olduğu 1 Mayıs yürüyüşü ve etkinliğine katıldık, Kaldıraç Hareketi’nin 1 Mayıs pikniğine destek verdik, içinde çalışma yürüttüğümüz demokratik kitle örgütlerinin 1 Mayıs pikniklerini, bu pikniklerdeki forumları emekçiden yana olan siyasi hareketlerle buluşturmak için hareket ettirdik. İşçi Emekçi Birliği’ne ve diğer sol akımlara yaptığımız tüm önerilerimizi pratik çalışmalarla tamamlamış olduk, bunların yapılabilir olduğunu ve yapılması gerektiğini göstermeye çalıştık. İşçi Emekçi Birliği böyle bir 1 Mayıs çalışması örmese de, 1 Mayıs mitingine Söğütlüçeşme kolunda ortak bir kortej oluşturarak, “Sömürü Düzenine Karşı Genel Grevi Genel Direnişi Örgütleyelim!” pankartıyla ve ortak sloganlarla katıldı.

1 Mayıs’a Giderken Ne Olabilirdi, Ne Olamazdı?

1 Mayıs’a giden süreçte yürüttüğümüz çalışmaları, emekçiden yana olan siyasi hareketlere önerdiğimiz eylem birlikleri ve ortaklaşma hedeflerimizi, miting alanında önerdiğimiz ortak kürsüyü tek başımıza da olsa kurmamızı elbette olumlu değerlendiriyoruz. Zira böyle bir eylemli siyasal çizgi olmadan salt propagandayla yetinmek bizi lafazan bir pozisyona sokardı. Fakat hareketimiz açısından baktığımızda daha geniş bir değerlendirmeye ihtiyaç var.

İster Taksim, ister Kadıköy, ister Gündoğdu’da olsun, hükümete karşı mücadelede CHP ile yolları ayıran, emekçilerin bağımsız talepleri ve mücadelesini öne çıkaran bir siyasi çizgiyi hiçbir yerde hakim kılamadık. CHP’nin seçim hesaplarının damga vurduğu bir 1 Mayıs geçirmiş olduk. 19 Mart’tan bugüne uzanan süreçte bunun sebebinin kitlelere yaratıcı yollarla müdahale edememek, zayıf ve örgütsüz olmak veya önüne koyduğu hedefler doğrultusunda yeterince iyi çalışamamak olarak koyarak esasında sürece müdahale edebileceğini düşünenlerin sonucunda hayal kırıklığına uğramaları baştan kaçınılmazdır. Zira ortada devrimci bir parti yokken içinden geçtiğimiz sürece müdahale etmek söz konusu bile olamaz. Üstelik bugünkü gelişmelerin kapsamı ve karmaşıklığı, komünist bir partinin varlığını geçelim ancak önderlik vasfı taşıyan bir partinin müdahale edebileceğini gösteriyor. Bu gerçek, elbette bizim de önerilerimiz dahil olmak üzere bugünkü eylem birliklerinin veya izlenecek eylemli yol haritasının gereksizliğine ve manasızlığına işaret etmez. Havlu atıp siyasi mücadeleden çekilmeyi hiç gerektirmez. Tersine böyle bir partinin ancak siyasi bir mücadeleyle kurulabileceğini daha şiddetli bir şekilde gösterir. O halde bu durumda yapılabilir olan neydi?

Köz olarak 1 Mayıs’ta sol hareketin en geniş eylem birliğiyle bağımsız bir miting örgütlemesi için girişimlerde bulunurken de bu temelde örgütleyeceğimiz bir 1 Mayıs mitinginin bu tabloyu değiştireceği beklentisiyle hareket etmedik. Tersine böyle bir miting çalışmasının amacını, emekçilerin bağımsız eylemli muhalefetini yaratmak yolunda yürünmesi gereken yolun atmamız gereken adımlarını tarif ettiğini vurgulayarak anlattık. 1 Mayıs’ın çok daha öncesinde böyle bir mitingi örgütleme kararı alarak emekçiler ve ezilenler arasında bağımsız bir siyasi çalışmayı propaganda ve ajitasyon özgürlüğüne dayalı bir şekilde yürütebilecek bir zemin yaratmak mümkün ve gerekliydi. Böylelikle, işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta emekçiler, bağımsız temelde bir demokrasi mücadelesi yürütme niyetlerini ve güçlerini gösterebilirdi. Hâlâ gösterebilir.

Başta 1 Mayıs’a giderken kısaca bahsettiğimiz siyasi tablo, gün geçtikçe daha yakıcı ve şiddetli bir şekilde kendini hissettiriyor. Siyasi tutsaklar, barış, demokratik anayasa ve hükümet sorunu git gide kendini dayatırken, bu sorunlara cevaben burjuvazinin değil emekçilerin çözümünü işaret etmek 1 Mayıs’la başlayıp biten değil, bu süreç boyunca önümüzde duran ve durmaya da devam edecek bir sorumluluk olmayı sürdürüyor. Demokrasi mücadelesini emekçilerin bağımsız temelde yürütme görevi, 1 Mayıs sonrası süreçte de hareketimiz tarafından omuzlanmayı bekliyor.

Ölçütümüz Komünist Bir Partinin Eksikliği Propagandasıdır

1 Mayıs’a giden süreçte asıl eksikliğimiz yayınlarımızda ifade edildiği üzere hareketimize öneri ve çağrımızı ulaştırmakta değildi. 1 Mayıs mitingindeki pankartlarımız, ajitasyonlarımız, sloganlarla ve bağımsız kürsümüzle demokrasi sorununa verilecek proleter çözüme işaret etmemizde de değildi. Bu konularda kendimizi eksik görmüyoruz. 1 Mayıs’a giderken asıl ve en büyük eksiğimiz, bu topraklarda komünist bir partinin ihtiyacının propagandasını örgütlü bir şekilde hayata geçirememek oldu. 1 Mayıs’a giderken yürüttüğümüz faaliyet elbette bu propagandayı yapabilmenin imkan ve olanaklarını arttırdı. Ancak Köz olarak tüm bu döneme ilişkin tespitlerimizi, eylem birlikleri önerilerimizi ve takındığımız politik tutumu en nihayetinde bu esas propagandamızın imkan ve olanaklarını arttırması için yapıyorsak, 1 Mayıs’ın çok daha öncesinden bugüne gelen süreçte önderlik boşluğunu merkezine alan propaganda faaliyetlerini daha planlı ve öncelikli bir şekilde örgütlememiz gerekirdi.

Bundan sonraki süreçte, barış gündemiyle iç içe geçmiş bir demokrasi sorunu Türkiye’nin gündeminde daha fazla yer edinmeye devam edecek. Köz’ün arkasında duran komünistler olarak bu soruna verilecek proleter çözümü anlatmakla yetinmeyecek, bu çözümün hayata geçebilmesi için gerekli olan komünist bir partiyi yaratma çağrımızı esas alan örgütlü ve planlı bir siyasi faaliyetle hayata geçireceğiz.

İstanbul’dan Komünistler

EK: Kürsümüzde Yaptığımız Konuşmalar

1. Konuşma: Siyasi Tutsaklara Özgürlük

Dostlar! Yoldaşlar!

Bugün 1 Mayıs’ta alanlardayız. Ancak daha önce alanlarda omuz omuza mücadele ettiğimiz binlerce arkadaşımız zindanlarda tutsak edilmiş halde.

Siyasi tutsaklar Türkiye’deki en önemli sorunlardan biri. Ancak bu gündem bizim için yeni değil.

Zira siyasi tutsaklar bizim gündemimize Demirtaş’la girdi.

Tutuklanan binlerce HDP’liyle girdi.

Çok daha öncesinde Öcalan’ın rehin alınmasıyla girdi.

Önce Gezi davası, şimdi de 19 Mart tutuklamalarıyla siyasi tutsaklar sorunu ülke çapında bir gündem haline geldi.

Yanıtlamamız gereken soru açıktır: Bu sorunu hükümetin pazarlığının bir parçası olarak alıp onun ekmeğine yağ mı süreceğiz, yoksa bu sorunu demokrasi savaşının bir parçası haline mi getireceğiz?

Bugün Erdoğan bir yandan devletin yıllar önce rehin aldığı Öcalan’ın tecridini hafifletme umutları yayıyor. Böylelikle Kürtleri kendi yanına çekmek istiyor.

Diğer yandan İmamoğlu’nu rehin alarak muhalefeti kendisine can simidi atmaya, kendini bir kez daha aday olma fırsatı tanımaya zorlamak istiyor.

Bugünkü haliyle siyasi tutsaklar hükümetin seçim hesaplarının bir parçasıdır.

Emekçiler bu hesabın, bu pazarlığın bir parçası olmayı reddetmeli.

Emekçiler rehine pazarlığının bir payandası olarak hareket etmeyi reddetmeli. Demokrasi mücadelesini kendi bağımsız talepleriyle yükseltmeli.

Bizler, proleter çözümü savunanlar, hükümetin pazarlığında rol oynayabilecek makul tutsaklara değil, tüm siyasi tutsaklara özgürlük diyoruz. Zindanların yıkılacağı gün için mücadele ediyoruz.

Siyasi tutsaklar sorunu demokrasi sorunudur. Çünkü bugün tüm yamalarına rağmen 12 eylül rejiminin anayasası varlığını koruyor.

Bugün demokratikleşmeden bahseden AKP de CHP de 12 eylül anayasasının yeniden tesis edilmesini kastediyor.

Oysa devrimciye siyaseti yasaklayan, zindanlara tıkayan işte bu anayasanın, bu rejimin ta kendisidir.

Bizim savaşını vereceğimiz demokrasi 12 Eylül anayasasına sığmaz, onu yırtıp atmayı gerektirir. 12 Eylül anayasası kayyımlardır, siyaset yasağıdır, parti kapatma kararıdır.

12 Eylül anayasası F-tipi hücredir, kuyu tipi hapishanelerdir, tecrittir.

12 Eylül anayasası devrimcilerden korkan, onlara yaşam hakkı tanımamak için uğraşan, Ayten Öztürk’e zindanlarda işkence edendir.

Sokağı, eylemli mücadeleyi işaret ettiği, emekçilerin bağımsız mücadelesini savunduğu için aylardır ESP’li arkadaşlarımızı tutsak eden de bu anayasadır.

1 Mayıs’ta alanlarda olmamızdan korktuğu için ev baskınlarıyla devrimcileri tutsak eden de bu anayasadır.

Böyle bir anayasadan devrimci siyasi tutsakları özgür bırakması beklenemez. Böyle bir anayasa ile zindanlar yıkılmaz. Böyle bir anayasayla hiçbir demokratik hak ve özgürlüğümüz tesis edilemez.

Hak ve özgürlüklerimizi bu anayasaya yama yapan hükümetle pazarlık yaparak değil onu süpürerek kazanacağız.

19 Mart’tan beri Türkiye’nin her yerinde hükümetin engellemelerine, CHP’nin frenine rağmen sokağa çıkan emekçiler bu basit gerçeği anlatıyor.

Siyasi tutsaklar rehine pazarlığıyla değil, sokakta eylemli mücadeleyle, demokrasi savaşıyla özgür olacak.

Zindanlar Yıkılsın, Tutsaklara Özgürlük!

2. Konuşma: Demokrasi Savaşı

Üç temel soru. Bu hükümetten nasıl kurtulacağız? Demokratik anayasayı kim, nasıl yapacak? Bu topraklara barışı kim, nasıl getirecek?

1 Mayıs’a yansıyan tüm talep ve sorunlar bu üç soruyla bağlantılı. Zam yağmurundan yerinde sayan asgari ücrete, maden işçisi Nourtani’nin yakılan bedeninden içinde depremi beklediğimiz çürük binalara, sendikal yasaklardan 1 Mayıs’taki Taksim yasağına ve kayyımlara, keyfi tutuklamalardan, ev hapislerinden zindanlardaki siyasi tutsaklara yönelik tecride karşımızdaki tüm sorunlar bu üç temel soruyla ilişkili.

Çünkü tüm bu sorunların odağında hükümet var. Erdoğan gitmeden emekçilerin yaşamında en ufak bir düzelme bile mümkün değil.

Hükümet bir anayasal kriz sayesinde ayakta. Anayasa mahkemesinden silahlı kuvvetlere, meclisten seçimlere 12 Eylül anayasasının tarif ettiği rejim yıllar önce felç oldu. 12 Eylül rejimi tüm kurumlarıyla krizde. Zayıflayan Erdoğan’ı koltuğundan indirebilecek herhangi bir anayasal kuvvet yok..

Hükümet ancak emekçilere açtığı savaşla ayakta kalabildi. Emekçilere ve ezilenlere en başta da Kürtlere savaş açtı. Saldırıların odağında HDP/DEM vardı ama sonrasında kapsamı burjuva muhalefetini ve CHP’yi kapsayacak kadar genişledi.

Hükümet saldırılarını anayasayla temellendiriyor. Erdoğan başlattığı savaşı 12 Eylül rejiminin anayasal yetkilerine dayanarak, bu yetkileri arttırarak yürüttü. Hakkını arayan işçilerin, öğrencilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların karşısına 12 Eylül anayasasını dikti. Anayasaya ruhunu veren yasakçı anlayıştan, milletin bölünmez bütünlüğü edebiyatından beslendi.

Hükümetin bir anayasa değişikliğine ihtiyacı var. Erdoğan’ın seçimleri kazanabilmesi için önce aday olması gerekiyor. Aday olabilmesi için ise CHP’yi ya bir erken seçime ya da bir anayasa değişikliğine zorlaması şart.

Bu üç sorudan kaçış yok. Her mücadele, her toplumsal sorun bir ölçüde ciddi bir karakter kazandığında bu üç soru tekrar tekrar gündeme gelecek. Şu ya da bu kısmi mücadeleye kilitlenerek bu soruları yanıtlamaktan kaçınanlar bu soruları yanıtlamaya, ya da başkalarının verdiği yanıtları tekrarlamaya mecbur kalacak.

1 Mayıs’ın anlamı işçi hareketinin gücünü gösterdiği, mücadele azmini bilediği bir gün olmasından ileri geliyor. 1 Mayıs’ta işçiler güçlerini göstermek için önce bu sorulara verdiği yanıtları göstermeli.

İki sınıf varsa iki çözüm var. Burjuva çözüm proleter çözüm. Hükümete, anayasaya, barışa dair soruları para babalarıyla emekçiler aynı şekilde yanıtlayamaz.

Burjuva çözüm yamalı anayasaya dayanır. Bu yolu savunanlar yeni bir anayasa yapımının altından kalkamaz. Onlar için sorun anayasanın muhtelif maddelerinin değişimi sorunudur. Yamalı anayasayı yeni anayasa olarak pazarlarlar. Kurucu meclisin yanından bile geçemezler. Anayasayı mevcut düzene sadakat yemini etmiş yasama meclisindeki pazarlıklarla değiştirmeyi hedeflerler.

Burjuva çözüm emekçilerin anayasa yapım sürecine dahil olmasını değil, onların bu süreçten tecrit edilmesine dayanır. Siyasi yasaklar, baskılar, siyasi tutsaklar bu tecritin olmazsa olmaz koşulları arasındadır. Burjuvazinin anayasa sorununu çözmek için attığı adımlar, çözüm olmayan bir çözüm girişimidir.

Burjuva çözüm halksızdır. Emekçilerin siyaset dışında tutulmasına dayanır. Emekçiler ancak seçmen olabilir. Bu nedenle hükümet anayasa tartışmalarını, barış müzakerelerini “Bunlar hassas konular.” diye kapalı kapılar ardından yürütüyor. Pazarlık yapıyor. İmamoğlu’na kurulan komplo rehine pazarlığının en güzel örneği.

Amerikancı muhalefetin boyun eğmekten başka çaresi yok. Zira seçimlerden başka bir yol bilmiyor. Erdoğan’ın rehine pazarlığının bir parçası olmaya mahkûm. Bu nedenle CHP’yi sokağa, eyleme çağırmak, ileri doğru ittirmek sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. O kendi seçim mitingleriyle yola devam edecektir.

Demokrasi savaşı eylemli bir pratikle büyütülebilir. Bugün için proleter çözümü savunmanın bir adımı hükümetin karşısına pazarlıksız bir şekilde dikilmek ise diğeri de emekçilerin anayasayı tartışacağı, kendi taleplerini sorunlarını bir anayasa çerçevesinde dillendireceği siyasal bir zemini yaratmaktır. Emekçilerin anayasa talebini gündem ettiği zemin hükümete karşı mücadele eden güçleri buluşturacak, hükümete karşı mücadeleyi de büyütecektir.

2025 1 Mayısı’nda 1 Mayıs’ın doğuş mücadelesinden ilham ve güç alalım. 1 Mayıs işçi sınıfının sekiz saat işgünü kavgasından doğdu. İşçi sınıfının uluslararası birlik mücadele ve dayanışma gününü yaratan bu kavga siyasi bir kavgaydı. İşçiler sekiz saat gününü, “kendilerine daha fazla vakit ayırmak” için değil siyasi mücadeleye daha etkin bir biçimde katılmak için verdiler. Tam da bu nedenle bu mücadelenin başını sendikalar, kooperatifler değil sosyalist siyasi partiler çektiler.

Bugün barış, anayasa ve hükümet sorunları içiçe tartışılırken burjuva çözümün her boydan savunucuları sahada. Ne yazık ki proleter çözümü net ve eylemli bir biçimde savunan bir odak ortada bulunmuyor. Bu sorunun sebebi emekçilerin kudretsiz olması değil. Tersine Erdoğan’ın emekçilere ve ezilenlere boyun eğdiremediği onun feryat ve figanından anlaşılıyor. Emekçiler örgütsüz ve güçsüz değil siyasetsizdir.

Bugünkü dağınıklığının sebebi de bu siyasetsizlik. Bu tabloyu değiştirmek için atılması gereken ilk adım burjuva partilerinin siyasi çizgisinden eylemli bir biçimde kopmak, emekçilerin bağımsız sınıf tavrında ısrar eden güçlerin en geniş eylem birliğini sağlamaktır.

Demokrasi Savaşan İşçilerle Gelecek!

Barış Savaşan İşçilerle Gelecek!

Özgürlük Savaşan İşçilerle Gelecek!

Yaşasın 1 Mayıs! Bijî Yek Gulan!

3. Konuşma: Devrim İçin Devrimci Parti

Dostlar! Yoldaşlar!

Bugün 1 Mayıs.

1 Mayıs, sekiz saatlik işgünü kavgasından doğdu.

İşçi sınıfının uluslararası birlik ve mücadele gününü yaratan kavga sendikal değil, siyasi bir kavgaydı. Bu kavganın başını kooperatifler, sendikalar, dernekler değil, sosyalist siyasi partiler çekti.

1 Mayıs’ın tarihi bugün de bize böyle bir odağın acil ihtiyacını hatırlatmalı.

Böyle bir odağı yaratma yolunda eksiğimiz emekçilerin zayıf ve örgütsüz olması değil.

Eksiğimiz bu topraklarda devrimci dinamiklerin yetersizliği değil.

Eksiğimiz devrimcilerin azlığı da değil.

Esas eksikliğini hissettiğimiz, komünist bir partidir.

Ekim Devrimi devrimlerin ne ilki ne de sonuncusuydu.

Ekim Devrimi’ni diğer devrimlerden ayıran, onu zafere ulaştıran bolşevik bir partinin varlığıydı.

Bugün böyle bir odağın olmaması demek, Ekim Devrimi’nin yere düşmüş kızıl

bayrağını yeniden yükseltememek demektir.

Bugün böyle bir odağın olmaması demek, emperyalistler arası kavga yakıcılaştıkça, bir savaşın önlenemezliği gözler önüne serildikçe, böyle bir savaşa hazırlıksız yakalanmak demektir. Proletaryanın silahsız kalmasını kabul etmektir.

Bugün böyle bir odağın olmaması demek, Türkiye’de demokrasi savaşını proletaryanın zaferiyle taçlandıramamak demektir.

Bugün böyle bir odağın olmaması demek, sahici anlamda hükümete karşı bağımsız ve uzlaşmaz bir mücadeleyi yürütememek demektir.

Bugün böyle bir odağın olmaması demek, barış sorununa, anayasa sorununa, hükümet sorununa burjuva çözümün her boydan savunucularının galebe çalması demektir.

Burjuva çözüm onların çözümüdür.

Erdoğan’ın, Bahçeli’nin çözümüdür.

Ama sadece hükümetin değil, onun rakibi olan CHP’nin çözümüdür.

TÜSİAD’ın, MÜSİAD’ın, müteahhitlerin çözümüdür.

NATO’nun, ABD’nin ve diğer emperyalistlerin çözümüdür.

Proleter çözüm ise biz emekçilerin çözümüdür.

Sefalet sözleşmesine hayır diyen ATR işçilerinin çözümüdür.

Esir vatanından sürgün edilmiş, Newroz meydanlarını dolduran Kürt emekçilerin çözümüdür.

İşsizliğe mahkum edilmiş milyonların, inançları yok sayılan Alevilerin, polis barikatlarını aşan üniversite öğrencilerinin, 8 Martlarda TOMAların karşısına dikilen kadınların çözümüdür.

Biz, proleter çözüm ancak devrimci bir partiyle hayata geçirilebilir diyoruz. “İşçilerin birliğinden önce komünistlerin birliği” şiarını yükseltiyoruz.

Sadece bu toprakların değil, tüm dünyadaki komünistlerin birliğini sağlamayı önümüze koyuyor, görev biliyoruz.

Yirmi altı yıldır bu amaç uğruna verdiğimiz mücadele, Komünist Enternasyonal’in

ilk dört kongresinin ilke ve esaslarından gücünü alıyor.

Yenilgilere odaklanıp tasfiyeciliğin üzerinden atlayanlardan olmadık.

Yeni ve temiz bir sayfa açanlardan da değiliz.

Böyle bir parti yok diye siyasetten elimizi eteğimizi çekmeyi bir an bile düşünmedik.

Devrimci bir önderliğin olmaması, yirmi altı yılın değil bir asrın eksikliğidir.

Köz kimliğiyle yürüttüğümüz politik mücadelenin esas amacı, işçi sınıfının ve insanlığın kurtuluşu yolunda devrime öncülük edecek böyle bir partiyi inşa etmektir.

Bugün de 1 Mayıs’ta yirmi altı yıl önce yükselttiğimiz komünist partinin kuruluş kongresini örgütleme çağrısını kararlılıkla yineliyoruz.

Çağrımız komünist bir önderliğin eksikliğini hisseden güçleredir:

Kendi zincir ve tereddütlerimizden başka kaybedeceğimiz bir şey yok!

Kurmamız gereken komünist bir parti var!

Yaşasın Komünistlerin Birliği!

Yaşasın 1 Mayıs! Biji Yek Gulan!