23 Haziran 2019’da MHP/AKP’nin zorlaması ve YSK eliyle yineletilen İstanbul belediye başkanlığı seçimini 1 Temmuz’da İzmir’de gerçekleştirdiğimiz Köz söyleşisinde değerlendirdik. Dostça bir havada geçen söyleşiye Kaldıraç ile Söz ve Eylem’den de arkadaşlar katıldı. Söyleşide AKP’nin burjuva demokrasisinin seçim sonuçlarını kabul etmeyerek seçimi yineletmesi sonrasında İstanbul’da daha büyük bir yenilgi almasının, bu yinelemeyi kazanması durumunda (artacak meşruiyet tartışmasından ötürü) uğrayacağı itibar ve güç kaybından farklı bir sonuca yol açmadığı, diğer yandan bu yinelemenin Erdoğan ve AKP’ye kendisini tekrar sistem içinde meşru bir güç olarak göstermesinin önünü açması nedeniyle yine de Erdoğan’ın işine yaradığı, ‘AKP/Erdoğan seçimde hile yapıyor’ algısının bu yineleme ile sarsıldığı ve Erdoğan’ın seçimle alaşağı edilebileceği yanlış sanısını güçlendirdiği dile getirildi.
Erdoğan cephesinin bir normalleşme adımı olarak pazarlamaya çalıştığı bu seçim yenilgisinin 2009’da ABD’nin Erdoğan’la çalışmaktan vazgeçmesi sonrasında artarak süren siyasi istikrarsızlık ve bu istikrarsızlığın daha da görünür kıldığı rejim krizinin güçlenerek sürmesini engellemesinin olanaksız olduğu belirtildi. Siyasi bir parti olmaktan çok CHP benzeri bir hizipler toplamına dönüşen AKP’nin 1908’den beri sürmekte olan, rejimin sacayaklarından biri niteliğindeki seçim sistemini sarsmasının siyasi krizin büyümesini sağlayan temellerden biri olduğu dile getirildi. Diğer yandan CHP’nin başını çektiği ve SP, İYİP ve HDP’nin destek verdiği Amerikancı muhalefetin ise, İstanbul’u almak adına Erdoğan’ın meşruiyetini sağlamlaştırıcı adım atarak aslında hem AKP kanadının hem de Amerikancı muhalefet kanadının aynı tarafta yer aldığını bir kez daha gösterdiği aktarıldı.
Burjuvazinin bu iki siyasi temsil kanadının da birbirine galebe çalamadığı ve sürekli güç kaybettiği bir ortamda, Lenin’in devrim için belirttiği üç koşuldan ilk ikisinin (‘yönetenlerin eskiden olduğu gibi yönetememesi’ ve ‘yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesi’) sağlandığı, ne var ki Amerikancı muhalefetin parlamentarizme umut bağlamasına koşut bir biçimde reformist solcuların da etkisiyle üçüncü koşul olan ‘yönetilenlerin huzursuzluklarını kitlesel eylemlerle göstermesi’ aşamasının henüz belirgin şekilde gözlemlenmediği, bunun nedeninin ise solun zayıflığı ile değil (ülke tarihinde hiç olmadığı kadar) güçlü olmakla birlikte bu gücün (1980 öncesi durumun tersine) devrimcilerin değil büyük ölçüde parlamentarizmden yana reformistlerin elinde bulunması olduğu belirtildi. Reformistleri 1980 öncesinde TKP üzerinden CHP kuyruğuna bağlama girişiminin başarısızlığa uğradığı, Türkiye solunu 1980 öncesinde Ecevitçi yapma çabasının başarısız olduğu ama bugün reformistlerin faşizme karşı İmamoğlu teranelerini dillendirdiği ifade edildi. Tüm bu gelişmelerin burjuvazinin kendi içindeki uzantılarına karşı bir cepheyi (yani burjuvaziye karşı ikinci cepheyi) açmayı zorunlu hâle getirdiği, 23 Haziran’da seçimleri boykot etmenin de burjuvazi karşıtı cephede yer alan devrimcilerin yalnız kalma pahasına attıkları bir adım olduğu aktarıldı.
Söyleşide daha sonra reformistlerin söze gelince CHP’ye bel bağlanamayacağını ifade edip bir yere kadar CHP ile yol açarak sonra yola CHP’siz/Amerikasız devam etme hayalleri olduğu ama bilerek veya bilmeyerek Amerikancı muhalefet ile çıkılan yolun devrimi engelleyici/devrime set çekecek bir altyapıyı haiz olmasının görmezden gelindiğinin altı çizildi. Reformistlerin bu yaklaşımının Erdoğan’ı da sokak muhalefetinden ve halk seferberliğinden koruyucu bir etkiye neden olduğu, CHP ve AKP’nin bu bağlamda aynı şeyi (sokaksız burjuva demokrasisini) istediği anlatıldı. İstanbul’da Yeni Dünya için Çağrı ve Köz’ün gerçekleştirdiği boykot işbirliğinin bu gelişmelere karşı bir adım olduğu, rejim krizi ile birlikte devrimci dinamiklerin güçlendiği bir ortamda parlamentarist hayaller kurmayanların her yerde birlikte hareket edebilmesinin (ayrı durup birlikte vurmanın), eylem birliği yapmasının mümkün olduğu aktarıldı.
Söyleşinin soru-cevap bölümünde Köz’ün neden 31 Mart’ta seçime girip 23 Haziran’da boykot dediği soruldu. Burada Köz’ün seçime katılmasının parlamentarist hayallere değil, mevcut burjuva diktatörlüğünün işleyişini sekteye uğratma amacına dayandığı, Bolşevikler’in Ekim Devrimi öncesinde benzer bir tutumla meclise girdiği, amacın sistemin işleyişini baltalamak olduğu belirtildi. Köz’ün 31 Mart ve 23 Haziran’da taktiğini bu yönde belirlediği ifade edildi. Zaten 31 Mart’ta seçimde desteklenen adayların desteklenme nedeninin fiîli olarak düzen boykotu olduğu, Köz’ün tutumunun parlamentarizmden medet ummak bir yana, olabilecek her şekilde burjuva diktatörlüğünün temellerini sarsmak olacağının bir kez daha altı çizildi. Bu bağlamda Türkiye’deki siyasi krizin devrimle çözüleceğini öngören yapıların güç birliği yapmasının önünde bir engel olmadığı, yapıların (burjuva diktatörlüğünü yıkmayı amaçlayacak) devrimin nasıl olacağı konusundaki görüşlerinin bire bir aynı olmamasının böylesi bir güç birliğinin gerçekleşmesini olanaksız kılmayacağı ifade edildi.
İzmir’den Komünistler