24 Haziran cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları solda genel olarak bir karamsarlık atmosferi yarattı. Aslına bakılırsa ağırlıklı olarak HDP’ye ve Demirtaş’a destek vermiş olan sol güçler için ortada karamsarlık yaratacak sonuçlar yoktu. HDP, 7 Haziran seçimlerine yakın bir oranla meclise girmiş ve HDP dışındaki sol güçlerden bazı vekiller de mecliste yerlerini almıştı. Solda asıl karamsarlığı yaratan asıl sebep ise Muharrem İnce’nin ikinci turda Erdoğan’ın karşısına çıkamaması oldu.

KöZ ise gerek seçim sürecinin öncesinde gerekse sonrasında solun önünde duran tarihi fırsatlara işaret etti. Erdoğan’dan kurtulma mücadelesini parlamenterist bir bakış açısıyladeğil, ancak bir halk seferberliğiyle zafere ulaştırma yönünden meseleyi ele alan komünistler içingerek seçim süreci gerek seçim sonuçları bir hezimete değil bir fırsata işaret ediyordu. CHP’nin hazırlıksız ve adaysız yakalandığı, ana muhalefet rolünü yerine getirme kapasitesini yitirdiği bir süreçte solun düzen güçlerinden bağımsız bir politik kutup örmesi ve Erdoğan’ın karşısına ana muhalefet olarak dikilmesinin yolu döşenmiş oluyordu.

Gelgelelim 2019’da yapılması planlanan seçimin erkene alınacağının işaretleri ortaya çıktığından beri HDP ve CHP dışında bir sol seçenek yaratmaktan “İnce eleyip Şık dokumaya”, yani hem HDP’yi hem de CHP’yi desteklemeye uzanan bir kafa karışıklığı yaşayan güçlerin solun önünde duran fırsatları görememesi şaşırtıcı değil. Bu yazıda da HDP’yi bir kenara koyarak başta Birleşik Haziran Hareketi olmak üzere bugüne dek HDP ile mesafeli durmayı seçmiş sol güçlerin seçim sürecindeki ve muhtemel ki yerel seçimlerle yeniden gündeme gelecek olan tutumlarını ele alacağız.

HDP ve CHP Dışında Kalanlara Seslenmekten
“İnce Eleyip Şık Dokuma”yaGiden Yol

Erken seçim gündeminin tartışılmaya başlanmasının ardından Birleşik Haziran Hareketi’nin sola yaptığı seçimlerde ortak bir cumhurbaşkanı adayı belirleme çağrısıyla seçimler solun gündemine girmiş oldu. Toplantı çağrısında da belirtildiği üzere amaçlanan şey esas olarak solun HDP ve CHP dışında bir cumhurbaşkanı adayı belirlemesiydi. İlginçtir ki, yaklaşan seçimlerin ne kadar kritik olduğuna vurgu yapan BHH’nin murat ettiği siyasal sonuç en iyi ihtimalle yüzde 1 alabilecek bir “sosyalist” adayın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yer almasıydı. Üstelik adayın yüzde 1’e hitap edebilmesi için de muhtemel ki “sosyalistlik” kriterinin gevşekçe tarif edilmesi, muhalif kesimler arasındaki popülerliğin esas ölçüt olarak alınması gerekecekti.

Yani murat edilen, kritik olduğu addedilen seçimlerde baştan yenilgiyi kabullenen bir pozisyon almaktı. Ülkedeki dinamikleri sol lehine çevirebilecek bir tutum yerine kendi dar kitlesini HDP’den ayırarak yaratmayı hedefleyen bir tutumdu. Bunu yaparken de aktif bir şekilde Erdoğan’ın karşısına dikilen başta Kürdistanlı emekçiler olmak üzere geniş kesimleri görmezden gelmekti.

Seçimlerin ilk turundaki bu dar grupçu yaklaşım ikinci turda Erdoğan’ın karşısındaki herhangi bir adaya oy verme esnekliğine dönüşecekti.

KöZ ise bu toplantıya her şeyden önce solun, bir cumhurbaşkanlığı seçiminin olacağının belli olduğu 16 Nisan 2017 referandumundan beri bir aday tartışmasının olmaması gerektiğini, Selahattin Demirtaş’ın solun ortak adayı olarak Erdoğan’ın karşısına çıkabilecek tek aday olduğunu vurgulayarak katıldı. Toplantının katılımcılarına ilettiği metinde bunu şu şekilde dile getirdi:

“Sandık zaferleriyle böbürlenen Tayyip Erdoğan, ilk sandık yenilgisini 7 Haziran seçimlerinde almıştır. «Seni Başkan yaptırmayacağız!» şiarının damga vurduğu bu seçimler aynı zamanda Ali İsmail’ler ve Berkin’lerle Medeni Yıldırım’ların buluştuğu, Gezi Parkı ile Lice arasında köprü kurulduğu bir dönemeci ifade eder; bize Erdoğan’ı geriletmenin yolunu gösterir. Önümüzdeki seçimlerde Erdoğan-Bahçeli ittifakını geriletmek için bir birleşik propaganda ve eylem kampanyası bu hafızayı da temsil etmelidir.

7 Haziran seçimleri Selahattin Demirtaş’ın kişisel niteliklerinden ve siyasal aidiyetinden çok Haziran Ayaklanması’nın dinamikleriyle Kürdistan dinamiklerinin buluşması sayesinde Erdoğan’a ilk sandık yenilgisini tattırmıştır. Demirtaş bundan ötürü cezalandırılmıştır; halen tutsaktır. 7 Haziran, seçim sonuçlarını olduğu kadar OHAL kararnameleri ve polis devleti tedbirleriyle tutsak tutulan, işlerini kaybeden yahut siyaset yapması önlenen geniş kesimleri de sembolik olarak temsil etme konumundadır.

Bu koşullarda Erdoğan’ın karşısına hangi adayların çıkacağını beklemeden emekçilerin, ezilenlerin ve en genel anlamıyla solun geniş kesimlerini seferber etmek üzere Selahattin Demirtaş etrafında bir kampanyanın inisiyatifini alarak ortak bir seçim kampanyasını başlatmak bizce en uygun seçenek olarak görünmektedir.

Kim olacağı hala belli olmayan bir sürpriz adayın peşinde sürüklenmekten kaçınmanın en etkili yolu da bu doğrultuda gecikmeden somut bir adayla seçim kampanyasına girişmektir. Bu kampanyanın hedef kitlesi aynı zamanda CHP ve HDP’nin kitlesini de kapsayacağı için, onları seferber etmeye yönelik böyle bir inisiyatifin gecikmeden alınması söz konusu partilerin seçim sürecindeki tutumlarını etkilemek için de en elverişli yoldur.”

Hatırlamak gerekir ki şubat ayında henüz Demirtaş’ın adaylığı HDP tarafından dahi dile getirilmemişti.Hatta onun adaylığına HDP tarafından da sıcak yaklaşılmamaktaydı. Muhtemel ki reformist parlamentarist karakterinden ötürü, HDP’nin hesabı daikinci turda CHP’nin belirleyeceği ortak bir adaya destek isteyebilmek için Selahattin Demirtaş’tan daha iddiasız bir adayla seçimlere katılmaktı.

Sürecin sonunda her ne kadar Demirtaş aday olmuş olsa da siyaseten iddialı bir cumhurbaşkanlığı kampanyası örülmemesi HDP’nin İnce’ye yedeklenmesini kolaylaştırdı.

KöZ’ün daha şubat ayında solun ortak adayı olarak Demirtaş’ı önermesindeki beklentisi ise Demirtaş’ın cumhurbaşkanı olmasını sağlamak değildi kuşkusuz. Demirtaş’ın daha devrimci veya sosyalist olup olmaması da belirleyici değildi elbette.

Nitekim uzunca bir dönemdir Erdoğan’dan ancak bir halk seferberliği yoluyla kurtulmanın mümkün olduğunu ve bunun olanaklarının bulunduğunun altını çizdiğimizden bu beklenti abes olurdu.

CHP’nin muhtemel adayı olarak Abdüllatif Şener’den Abdullah Gül’e uzanan sağcı adaylar konuşulurken solda ortaya çıkan boşluğu doldurabilecek ve ikinci turda Erdoğan’ın karşısına çıkacak oy potansiyeline sahip tek aday Demirtaş’tı. Her şeyden önce bu çalışma baştan yenilgici olmayan bir seçim çalışması demekti.

İkincisi Demirtaş’ın seçimin ikinci turuna kalması ülkedeki tüm dengelerin değişmesi anlamına gelecekti. Ezilenler cephesinde bir sokak hareketliliği yaratılması ve aynı zamanda İYİ Partiden medet uman Erdoğan karşıtlarının dahi sola mecbur kalması sonucu ortaya çıkacaktı.

Ayrıca BHH ve başkaca sol güçler tarafından yapılacak olan Demirtaş’ın adaylığı yönünde bir çağrı Demirtaş’ın adaylığına sıcak yaklaşmayan ve asıl olarak CHP’nin hamlelerine gözünü dikmiş bekleyen HDP’yi inisiyatif almaya zorlayacaktı.

Solda olma iddiasını taşıyanların kendilerine HDP ve CHP küskünlerinden oluşan bir kitle yaratma gibi bir apolitik çaba yerine yapılacak böyle bir hamle anlamlı bir politik sonuç doğurabilecek yegâne fırsattı.

Fakat KöZ’ün bu önerisi şaşırtıcı bulmadığımız bir şekilde görmezden gelindi. Yahut “Kürt siyasetinin iç dengelerine” oynamamak gerektiği bahanesiyle savuşturuldu. Oysa öneminin altı sürekli çizilen bir seçim dönemecinde hangi kritik iç dengenin ezilenlerin ve emekçilerin çıkarlarından daha önemli olduğu iddia edilebilirdi?

Besbelli ki herkesin kendi kumunda oynaması gerektiğini düşünen, ülkedeki dinamiklere gözünü kapatmış ve kendi kitlesini yaratma derdine düşmüş dar grupçu anlayış o veya bu bahaneyle Demirtaş önerisini her koşulda duymazdan gelecekti.

Nitekim söz konusu toplantılar neticesinde BHH’nin arzu ettiği gibi sosyalistlerin bir ortak adayının çıkması söz konusu olmadı. Gerek bugüne kadar seçimlerde HDP’yi açıktan desteklememiş sol güçlerin bu sefer daha tereddütlü bir tutumda olması, gerekse hızlı gelişen süreç karşısında atıl kalmaları sebebiyle Birleşik Haziran Hareketi’nin bu önerisi de rafa kalkmış oldu.

Üstelik Birleşik Haziran Hareketi seçimlere dair bir tutum alamayarak ilerleyen süreçte felce uğradı. Seçimler bahis konusu olunca bu felç hali 1 Mayıs’tan sonraki sürece kadar sadece BHH ile sınırlı kalmadı. HDP de Abdullah Gül’ün adaylık sürecini bekledi ve CHP’den bağımsız bir inisiyatif almaktan kaçındı. Hatta seçimlere 2 aydan kısa bir süre önce yapılan 1 Mayıs’ta KöZ haricinde hiçbir akımın seçimleri gündem etmemesi solun içinde bulunduğu apolitik hali gözler önüne serdi.

Nihayetinde, baskın seçim kararının alınmasının ardından, ÖDP dışında kalan sol akımlar HDP’ye ve Demirtaş’a desteklerini çok geç bir tarihte ve ancak milletvekilliği listelerinde isimlerinin yer almasından sonra açıkladılar. Fakat “ortak sosyalist adayın” çıkarılmasının daha doğru olduğu yönündeki kanaatleri ise değişmedi.

KöZ ise solun seçimlere HDP ile sınırlı olmayan bir sol blok olarak girmesi gerektiğini, AKP’nin meclis çoğunluğunu yitirmesinin kritik olduğunu ve ülkedeki ana muhalefet boşluğunu ancak bu sol bloğun doldurabileceğini işaret etti.

Doğrusu KöZ bunu «Bin Umut Adayları»nın meclise taşınmasından beri söylemektedir. Solun birleşik potansiyelinin HDP’den daha geniş olduğuna, bunu HDP’ye indirgememek gerektiğine ve HDP’nin ağırlık merkezinde olup HDP’den ibaret olmayan bir seçim ittifakının eylemlilik bakımından daha güçlü ve etkili olacağına dikkat çekmekteydi.

Seçimlere yaklaşırken HDP’nin kapalı bir şekilde yürüttüğü aday pazarlıkları sonucunda Türkiye İşçi Partisinden Erkan Baş’ın, Halkevlerinden Oya Ersoy’un adaylığının açıklanmasıyla bu yapılardan da HDP’ye destek açıklamaları geldi. Fakat HDP’nin görece renkli bir aday profiliyle seçimlere katılmasıyla ana muhalefet rolüne talip bir sol blok olarak seçimlere katılması arasında nitelikli bir fark vardı.

HDP kamuya açık bir sol ittifak için çağrı yapmayı tercih etmedi. Oysa HDP, adaylarını kapalı toplantılarla belirlemek yerine kamuya açık bir şekilde seçimlerle sınırlı bir ittifak çağrısında bulunmuş olsaydı çok daha geniş sol kesimleri kapsayan bir ittifak kurabilir ve Erdoğan muhaliflerini Muharrem İnce’ye bel bağlamasındansa kendisinin odağında durduğu bir merkeze çekebilirdi.

Bir anlamıyla seçimlerde Selahattin Demirtaş’a destek veren sol güçler kendi adaylarını çıkaramadıkları koşullarda kerhen Demirtaş’a destek vermiş oldular. Hatta HDPde dahil olmak üzere, Demirtaş’ın adaylığından ziyade Muharrem İnce’nin alacağı oya odaklanmış haldeydiler. Erdoğan’dan ancak parlamenter zeminde kurtulmanın mümkün olduğu ve bunun için de tek çarenin eninde sonunda CHP’nin kuyruğuna takılmak olduğu düşünüldüğünden bunda şaşırtıcı bir yanda yoktu.

ÖDP’nin CHP ile HDP Arasında Binamaz Pozisyonu

ÖDP’nin seçimlere ilişkin tutumuna şüphesiz ayrı bir parantez açmak gerekir. Birleşik Haziran Hareketi’nin solun ortak adayını çıkarma projesi akamete uğrayınca, ÖDP seçimlerde açık seçik bir tutum almaktan kaçındı. Esas olarak seçimlere girmek üzerine kurulmuş bir legal parti olsa da, 7 Haziran 2015’te başaramadıkları gibi yasal yükümlülükleri yerine getiremeyerek parlamento seçimlerinde yer alamadılar.

ÖDP, “Hayır”ı tamamlayacağız diyerek kendi kitlesini hem HDP hem de CHP adaylarına oy vermeye davet etmiş oldu. Üstelik bu seçimlerde üç sebepten ötürü ÖDP’nin HDP’ye açık bir destek çağrısı sunması kendi açısından dahi gerekliydi.

Öncelikle HDP’nin meclise girmesi salt parlamenter hesaplar yönünden dahi kritik önemdeydi.

Ahmet Şık gibi kendilerinin cumhurbaşkanı adayı olarak göstermeyi tasarlayabilecekleri HDP adayları söz konusuydu.

Üçüncüsü ve önemlisi ise Birleşik Haziran Hareketi’nde birlikte yer aldıkları HTKP başkanı Erkan Baş da vekil adayıydı.

Buna rağmen ÖDPen azından BHH’li Erkan Baş için dahi bir kampanya yürütmedi. BHH’nin kendisi de Türkiye solundaki başarısız birlik girişimlerinden biri olarak tarihin çöp sepetine doğru bir adım daha atmış oldu.

Zira tüm bunlara rağmen ÖDP kendi mantığına dahi ters hareket edercesine HDP’ye ve Selahattin Demirtaş’a açıktan oy isteyemedi.

ÖDP’nin bu tutumu sosyal şovenizm izahına sığmayan başka bir çerçeveyle ancak anlaşılabilir. Her şeyden önce ÖDP, CHP ile yan yana gelinemedikçe Erdoğan’dan kurtulma mücadelesinin başarıya ulaşamayacağına inanmaktadır. En azından CHP içindeki “demokrat” unsurlar ile bağların koparılmaması gerektiğini ve onlara CHP içinde alan açılmasını Erdoğan karşısında başarıya ulaşmanın yolu olarak görmektedir.

Aslına bakılırsa seçimlerde HDP’yi desteklemiş sol güçlerin ve hatta HDP’nin kendisinin dahi asıl olarak beklenti içinde oldukları proje budur. Tam da bu sebeple kimse açıktan ÖDP’nin seçimlerdeki tutumuna itiraz yükseltememiş, ÖDP’nin tutumu saygıyla karşılanması gereken bir karar olarak ele alınmıştır.

Nihayetinde HDP’ye destek veren ve HDP listelerinden aday gösteren sol akımlar da aslında HDP ile CHP’nin yakınlaşmasının katalizörü olma misyonunu kendilerine biçmekteydiler. Bu sebeple ÖDP’nin açıktan HDP’ye destek çağrısı yapmadan HDP-CHP yakınlaşmasına dışarıdan destek sağlaması kabul edilebilir, eleştiriden azade tutulması gereken bir politik tutum olarak görülmekteydi.

KöZ ise bu yakınlaşmanın Türkiye’de ezilenler ve emekçiler lehine sonuçlar yaratmayacağının, HDP’nin kendi bindiği dalı kesmesi anlamına geleceğinin altını çizdi.Seçimlerde sola bu yaklaşıma göre bir strateji önerdi.

Zira arzulanan CHP-HDP ittifakının bir koşulunun HDP’ye destek veren ve sokak hareketliliğine yakın kesimlerin eve kapatılması olduğu bellidir. HDP’nin kendi kitlesine sansür uygulayan tarzda hareket etmesi olduğu açıktır.

Bununla birlikte solun da sokaktan uzak duran bir politik hatta hapsolması gerekir. Türkiye’deki Erdoğan karşıtı mücadelenin önderliğini yapması için CHP’ye göz dikildiği takdirde böyle bir tutumun benimsenmesi elzemdir.

ÖDP’nin seçimlerdeki tutumsuzluğu ise, aynı anda hem CHP’ye hem HDP’ye oy verme çağrısı yükselttiğinden tam tersi bir konumlanmadır.

ÖDP’nin tutumunun bir yanı CHP ve HDP arasında ayrım yapmadan bir yandan aradaki ortaklık zeminini (gerçekleşmeyen ikinci turda beklenen) teşkil etme kaygısıyla açıklanabilir.

Ama şüphesiz bir boyutuyla da kendi dar grupçu anlayışının ürünüdür. Nitekim CHP ve HDP yakınlaşması için gerekli çabaları tıpkı bu çabayı göstermiş ve HDP’ye oy istemiş başka güçler gibi açıkça HDP’ye oy verme çağrısında bulunarak da gerçekleştirebilirdi.

Fakat ÖDP’nin kendisi açısından(ve aynı zamanda BHH açısından) sezdiği asıl tehlike daha önce KöZ sayfalarında işaret edildiği üzere HDP’nin siyasete (kendi isteğiyle yahut nesnel şartların onu itmesiyle) damga vurduğu koşullarda ne ÖDP’ye ne de BHH’yesiyaset sahnesinde gerek kalmamasıydı.

Nitekim benzer bir durum 7 Haziran seçimlerinde de yaşanmıştı. “Seni Başkan Yaptırmayacağız!” çıkışıyla Erdoğan’a karşı aktif mücadelenin merkezi Demirtaş olmuştu. Bu da siyasal arenadaki iddiası esasında sert bir Erdoğan muhalifliği olan BHH’yi gereksiz hale getirmişti.

Kitlesel bir muhalefet odağı olma rolünü HDP’nin oynamadığı süreçlerde ise BHH öne çıkmış oldu. Aslında HDP projesinin kendisi, iktidar perspektifi olmayan kitlesel bir muhalefet hareketi örmek esasına dayandığı için ÖDP’ye, BHH’ye yahut solda aynı role talip türlü yasal kitle partilerine siyasal alan tanımamaktadır.

Kendi varlığını tehlikeye atmak istemeyen akımlarda (EMEP örneğinde başka bir şekliyle cereyan ettiği gibi) geçerli bir politik mazeretleri olmasa da HDP ile aralarına mesafe koymak istemektedirler.

Yoksa HDP ile bu akımlar arasında esaslı hiçbir programatik-stratejik farklılık bulunmamaktadır. Türkiye’deki siyasal sorunların parlamenter zeminde çözülebileceğine olan inançlarıyla ve devlet aygıtının zor yoluyla yıkılmasının şart olmadığı hususunda birleşmektedirler.

Nitekim yine seçimlerde HDP’ye destek vermiş olan TİP’in halihazırda bir programı dahi yoktur fakat buna rağmen kitleleri partiye davet etmektedir.

ÖDP’nin siyasal ufkunun ise HDP’den ileri olduğuna dair (kof ve nasıl başarılacağı belirsiz bir sosyalizm vurgusu dışında) herhangi bir emare yoktur. Böyle bir nesnellikte ÖDP’nin vizyonu ancak kendi dar örgütsel varlığını koruma çabasıyla sınırlı kalmaya mahkumdur. Birleşik bir mücadele zemininin yaratılıp ülkede Erdoğan karşısında biriken öfkenin bir sol blokta cisimleşmesine de kendi dar örgütsel çıkarları sebebiyle bizzat engel teşkil etmektedir.

ÖDP’nin bu siyasetsiz hali bir kenara, almış olduğu tutum dolayısıyla da Gezi Ayaklanması’nın ardından çağrıcılığını yaptığı Birleşik Haziran Hareketi de siyasal zemindeki varlığını fiilen yitirmiş oldu.

Birleşik Haziran Hareketi’nin siyaset arenasından silinmesi yukarıda açıkladığımız aynı nedenlerden ötürü KöZ’ün arkasında duran komünistler için şaşırtıcı olmadı. Nitekim HDP gibi kitle desteğine sahip gerçekçi bir yasal reformist sol odak dururken başkaca bir yasal reformist sol odağın siyasal varlığı mazeretsiz kalmaktaydı.

Önümüzdeki Yerel Seçimlerde Sol
HDP ile Sınırlı Olmayan Bir Blok Olarak
Bağımsız Hattını Örmelidir

Yerel seçimlerin erkene alınabileceğinin işaretleri belirince yerel seçimlerde alınacak tutum solun gündemine girmiş oldu. 24 Haziran seçimlerinde görüldüğü üzere muhtemel ki kendi dar kitlesini yaratma derdiyle hareket etmekten HDP ve CHP ittifakı kurulması için arabuluculuğa soyunmaya varan tutumlar solda şimdiden konuşulmaya başlandı.

24 Haziran seçimlerinde de esas olarak Muharrem İnce’nin 2. turda Erdoğan’ın karşısında görmeye kilitlenmiş olan, bu gerçekleşmediğinde de hayal kırıklığına uğrayan solun HDP ve CHP arasında işbirliği için katalizör olma rolüne soyunması şaşırtıcı değil.

KöZ’ün ise gerek 24 Haziran seçimlerinde takındığı tutum gerekse olası bir erken seçimde takip edeceği strateji HDP ile CHP’yi ortaklaştırmaya dönük değil tersine bir tutum olacak.

KöZ 24 Haziran seçimlerine HDP ile sınırlı olmayan bir sol blok olarak girilmesi yönündeki tutumu öne çıkarıyor. CHP’nin AKP’ye muhalefet etme kapasitesini yitirdiği koşullarda solun bu görevi üstlenebileceğine, Erdoğan karşısında harekete geçmeye hazır olan ve CHP’ye oy veren kesimleri de kazanabileceğine işaret ediyordu. Daha önce CHP’ye oy vermiş kesimlerin oylarını emanet oy olarak HDP’ye verdiğini iddia edenlerin aksine görülmesi gereken HDP’nin bugüne kadar CHP’ye oy vermiş kesimlerden çok daha geniş bir destek almasının mümkün olduğuydu.

HDP’nin bunu yapmasının ve CHP içindeki demokrat addedilen kesimleri kendine çekmesinin yolu da seçimlerde geniş bir sol ittifakın en büyük ve belirleyici bileşeni olarak yer almasından geçmekte.

Nitekim 24 Haziran seçimlerinden sonra CHP’ye oy verip İnce’ye bel bağlayanların yaşadığı hayal kırıklığı bunu gerçekleştirmenin önünü açtı.Dahası seçimlerden hemen sonra girdiği kurultay tartışmasının sonucunda CHP’nin parçalanması ihtimali belirmiş durumda. Sadece bu durum bile Türkiye’nin en büyük metropolünde HDP’nin ikinci parti haline gelmesini ihtimal dahiline sokabilir.

Bu noktada parlamenterist bir gözden bakıldığında merkezinde HDP’nin olduğu olası bir sol bloğun CHP’yi zayıflatma pahasına, onun rolünü ve halk desteğini elinden alarak güçlenmesinin Erdoğan karşıtı mücadeleye ne gibi bir katkısı olacağı sorulabilir. Nitekim bu tarz bir akıl yürütme Türkiye’de sağ kesimlerin desteğini almadan Erdoğan’dan kurtulmanın mümkün olmadığı, dolayısıyla solun öne çıktığı değil sağ güçlerle ittifak kurulabilecek bir zeminde durmanın gerekli olduğu sonucuna varır.

Oysa KöZ’ün arkasında duran komünistler bir rejim krizi halini almış siyasal bunalımın düzen içi yollarla çözülmesini beklememek gerektiğini vurgulamaktadır.Dolayısıyla seçimleri de düzen güçlerinden bağımsız bir halk seferberliği örmenin kaldıracı olarak kullanma gerekliliğinin altını çizmekteler.

Sol, CHP’yi karşı devrimci bir burjuva partisi olarak değil de ipliği pazara çıkarılabilecek bir reformist parti olarak gördüğü için CHP’nin kuyruğuna takılmakta beis görmemektedir. Oysa CHP kuruluşundan beri oynadığı karşı devrimci roller bir yana, 16 Nisan referandumundan sonra da 24 Haziran seçimlerinden sonra da Erdoğan karşısında doğabilecek her türlü sokak hareketinin önünü tıkamaya çalışacağını açıkça göstermiştir.

Dolayısıyla kitlelerin birleşik ve eylemli seferberliğinden yana olanların AKP karşısındaki muhalefeti asıl olarak CHP’nin belirleyiciliğine bırakmaları kendi ellerini kollarını bağlamaları anlamına gelecektir.

HDP ise her ne kadar düzenin sınırları içerisinde hareket etme perspektifinde olsa da gerek dayandığı kitleler itibariyle gerekse iddiaları ve bilhassa beslendiği nesnel dinamikler nedeniyle bir reformist düzen partisi olarak nitelendirilemez.

Öteden beri HDP’yi reformist ve parlamenterist olmanın yanısıra tasfiyeci bir yapı olarak tarif ettiğimiz bellidir. İçinde yer almayışımızın başlıca gerekçesi budur. Belki de aynı nedenden ötürü HDP’nin önündeki her türlü olanağa rağmen CHP’den ana muhalefet rolünü alacak bir şekilde hareket etmesi beklentisi içinde olmamak gerekir. Fakat içinden geçtiğimiz süreçte Erdoğan karşısında eylemli bir birleşik mücadele örmek isteyen devrimcilerin takipçisi olması gereken tutum HDP’nin önündeki bu olasılığa işaret etmek olmak durumundadır.

Bunun yanısıra ısrarla HDP’nin solun tüm bileşenlerini (Bin Umut Adaylarını meclise taşıyan platform kadar bile) kapsayan bir genişlikte olmadığını ve en etkili ve ağırlıklı bileşeni olsa bile HDP’den ibaret olmayan bir sol bloka olan ihtiyacı vurgulamaktan da geri durulmamalıdır.

Bu hattın takipçisi olarak KöZ’ün arkasında duran komünistler her platformda bir sol blok için çağrılarını yükseltmeye devam edeceklerdir.

Bu topraklardaki devrimci partiyi yaratmak isteyen ve bu sebeple de devrimci bir arayış içinde olanlarla buluşmak isteyen KöZ’ün arkasında duran komünistler, ancak somut siyasal sorunlara devrimci bir siyasal temelde yanıt üreterek bu kesimlerle buluşulabileceğinin bilinciyle hareket etmektedir. Önümüzdeki yerel seçimlere giderken de bu ödevlerinin bilinciyle tutum alacaklardır.