Kitle Kuyrukçuluğu ve Ezilenlerin Sosyalist Partisi
“Her örgütün niteliği doğal ve kaçınılmaz olarak o örgütün eylemlerinin içeriğiyle belirlenir.” Bundan 117 yıl önce Rusya’da bir devrimci parti yaratma mücadelesi verirken Lenin bu satırları yazmıştı. Ne Yapmalı adlı broşürün “Ekonomistlerin İlkelliği ve Devrimciler Örgütü” başlıklı bölümünün hemen girişinde yer alıyordu bu cümle. Türkiye’deki sol örgütlerin niteliğini anlamak isteyen de 31 Mart öncesinde ve sonrasında sol örgütlerin eylemlerinin içeriğine bakmalı.
Gerek 31 Mart seçimlerinin gerekse de 6 Mayıs’taki İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin iptal kararı Türkiye’deki rejim krizini derinleştiren önemli bir dönüm noktası. Bununla birlikte sol akımlar cephesinde yaşanan krizin büyüklüğü ve sunduğu devrimci imkanlarla ters orantılı bir sessizlik, eylemsizlik ve siyasetsizlik hakim. Seçimlerde ne yapacağını açık seçik açıklayan, seçimlerdeki tutumunu kimi mazeretlere sığınmadan gerekçelendiren, bu tutumu bağımsız bir eylem çizgisiyle somutlayan hiçbir akım yok gibi. Gelişen nesnel devrimci dinamiklerle sol akımların sessizliği arasındaki bu büyük karşıtlık coğrafyamızdaki solun fotoğrafını hiç olmadığı kadar net bir biçimde çekmeyi mümkün kılıyor. Solun ekonomizmin, kitle kuyrukçuluğunun ve ilkel bir örgütsel yapıya işaret eden legalist tasfiyeciliğin pençesi altında nasıl kıvrandığı hiç bu kadar açık seçik görülmemişti.
Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) tasfiyeciliğin solda yarattığı tahribatı sergilemek için en uygun örnek olsa gerek. Zira çoğu akımın aksine ESP seçimlerdeki tutumunu sessiz sedasız geçiştirmeye çalışmıyor. Bir dizi açıklama ve eleştiriyle seçim sürecine yaklaşımını açıklamaya çalışıyor. Böylelikle solun içinde bulunduğu açmazları ESP örneğinde tartışmayı mümkün kılıyor. Lenin bir örgütün niteliğini onun eylemlerinin içeriği belirler, diyor. ESP ise sürekli eylemden söz ediyor fakat 23 Haziran seçimlerine ilişkin önerdiği eylemin içeriği belli değil. Kendi tutumunu 23 Haziran günü ne yapmayacağıyla, eylemsizliğiyle tanımlıyor. Kitle kuyrukçuluğunu ele alacaksak, ESP kitlelerin yanlış tercihlerinden, kitle partilerinin yanlış taktiklerinden söz ediyor ama tipik bir kuyrukçu akım olarak bu taktiklerin sonuçlarını başarı olarak kutsamaya devam ediyor. Kitle kuyrukçuluğu revizyonizmden, devrimci programatik mirasın tahrif edilmesinden bağımsız hayat bulamaz. ESP’nin yazılı açıklamaları solu etkisine almış revizyonizmi teşhis etmeyi ve izini sürmeyi mümkün kılıyor. ESP devrimci iddiaları kimseye bırakmayan ama legalist tasfiyeciliğin kıskacında sıkışmış solun tek değil en tipik ve yazılarındaki renkli üslup nedeniyle en iddialı temsilcisi. Dolayısıyla ESP’nin seçimlerdeki tutumlarını incelemek tasfiyecilik girdabında sürüklenen tüm akımları incelemek anlamına gelecek, ESP’nin hatalarını sergilemek sadece ESP’deki değil tüm örgütlerde devrimci bir arayış içinde bulunan militanlara çıkış yolunu göstermek anlamına gelecektir.
Halkın İradesi Seçimlerde Cisimleşmez
ESP 31 Mart seçimlerinden sonra iki ayrı açıklama yaptı. Her iki açıklama da revizyonizmin, marksist devlet teorisini tahrif etmekte vardığı aşamayı gösteriyor.
Burjuva demokrasisi nedir? Burjuvazinin sınıf egemenliğinin hüküm sürdüğü bir diktatörlük biçimi değil mi? Peki burjuva diktatörlüğünde seçimlerin yahut genel oy hakkının burjuvaların sınıf egemenliğini pekiştirmek dışında bir işlevi olabilir mi? Olamaz elbette. Toplumun sınıflara bölündüğü; siyasi partilerin, gazetelerin, televizyonların, stratejik araştırma merkezlerinin mülk sahibi burjuvazinin denetiminde olduğu koşullar altında seçimler halkın iradesini yansıtabilir mi? Seçim ve siyasi partiler yasaları da dahil olmak üzere tüm yasalar burjuvazinin çıkarını gözetirken seçimler halkın iradesini yansıtabilir mi? Yansıtamaz elbette. Gelgelelim ESP Parti Meclisi bu konuda tümüyle farklı düşüncelere sahip:
“Faşist saray rejiminin bir kurumu olarak varlığını bir kez daha ortaya koyan YSK’nın İstanbul seçimlerini iptali kararı sandıkta cisimleşen halk iradesine dönük açık bir darbedir.”
Böylelikle halkın iradesinin sandıkta cisimleştiğini öğreniyoruz. Daha da ilginci bu cümleyi Türkiye’de burjuva demokrasisinin değil faşizmin hüküm sürdüğünü düşünen ESP’nin kurması. ESP faşizm altında gerçekleşen seçimlerde bile halkın iradesinin cisimleşeceğini kabul ediyor. Komintern’in tezlerinin tahrif edilmesinde büyük emeği olan Dimitrov mezarında ters dönüyor olsa gerek. Zira Dimitrov “faşizm koşullarında seçim olabilir” derken seçimlerin ne kadar anlamsız olduğunu; seçimlerin, kapitalistlerin en kanlı, en gerici kesimlerinin diktatörlüğünü perdelemek için kullandığı bir aldatmaca olduğunu anlatmak istiyordu. ESP ise faşist rejim kurumlarının bile seçimlerde halkın iradesinin cisimleşmesini engelleyemediğini, faşist rejimin amacına ancak darbeyle ulaştığını söylüyor.
Seçimlerle halk iradesi arasındaki ilişkiyi kuran ESP hızını alamayıp devam ediyor: “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na Ekrem İmamoğlu seçilmiştir ve meşru başkandır. Olması gereken meşru seçimle kazanılmış belediyenin gasp ve işgal yoluyla geri alınmaya çalışılması değil, İmamoğlu’na mazbatasının geri verilmesidir.” İnsanın sorası geliyor, halkın iradesi 12 Eylül Anayasası’nın ve Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığının yüzde 92 oyla kabul edildiği 1982 referandumunda da cisimleşmiş miydi? Kenan Evren Türkiye’nin meşru cumhurbaşkanı mıydı? Peki ya Tayyip Erdoğan? Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını meşru mu kabul edeceğiz? Ya Trump? Bugünlerde türlü yargı manevralarıyla görevden alınmak istenen Trump’ı Amerikan halkının sandıkta cisimleşen iradesiyle seçilmiş, Amerika’nın meşru başkanı olarak savunmamız mı gerekiyor?
İşin doğrusu tam tersidir. Burjuva demokrasisi bir burjuva diktatörlüğüdür. Burjuva diktatörlüğünde seçimler bir aldatmacadan ibarettir ve hiçbir zaman halkın iradesini yansıtmaz. Bunun sebebi sadece burjuva partilerinin sahibi olduğu devasa mali ve teknik olanaklar değildir; yasaların ve mahkemelerin burjuva partileri kayırması, burjuva partilerinin seçimlerde hile yapması da değildir. En adil, en eşitlikçi burjuva demokrasisi de temsili demokrasi prensibine göre işler. Burjuva demokrasisinde seçimler yöneten ve yönetilenin ayrılması prensibine dayanır. Seçimler yöneticilerle yönetilenler ayrımını pekiştiren temel mekanizmadır. Tam da bu nedenle ezilen ve sömürülen yığınların, ESP’nin diliyle konuşursak “halkın”, iradesinin yansıması için öncelikle bu mekanizmanın ortadan kalkması gerekir. Temsili demokrasi yıkılmadan, proleter yığınların doğrudan iktidarına dayanan sovyet demokrasisi, unutturulmaya çalışılan adıyla proleterya diktatörlüğü kurulmadan halkın iradesi cisimleşemez. Temsili demokraside cisimleşen hiçbir zaman halkın iradesi değildir. Burjuva demokrasisinin seçimlerinde hep karşı devrimci burjuvazinin iradesi cisimleşir.
Marksizmin Leninizmin izinden gidenler bu nedenle hiçbir zaman seçim sonuçlarını ESP’nin genel oyu halk iradesi sayan çerçevesinden değerlendirmezler. Seçimlere ve parlamento çalışmasına en adil temsili demokrasisinin bile bir aldatmaca olduğunu göstermek için katılırlar.
Kapitalist devleti seçimleri kazanan hükümet değil bürokrasi yönetir
ESP, kendini seçimlerin belirleyiciliğine o kadar inandırmış ki, faşist bir diktatörlük olarak tanımladığı Türkiye’yi seçimleri kazanan hükümetin değil, devasa bir bürokratik aygıtın yönettiğini unutmuştur. Dolayısıyla ESP’ye göre seçimleri kim kazanıyorsa iktidar ondadır. Mesela 7 Haziran 2015 seçimleri ile “AKP iktidardan devrilmiş” ama sonrasında mücadelenin gerisi gelmemiştir: “7 Haziran’da daha büyük bir politik sonuç almış olmamıza ve AKP’yi iktidardan devirmemize rağmen sonraki sürecin sorumluluklarını yerine getirememenin sonucu gelişen ağır süreç hatırlanmalıdır” (ESP MYK Seçim Değerlendirmesi- Nisan 2019).
Türkiye’de ne dün ne de bugün bir AKP iktidarı olmadı. Türkiye devleti 12 Eylül darbesi ile yeniden örgütlenen bürokrasi tarafından yürütülmektedir. AKP de Erdoğan da bu bürokratik işleyişin bekçisi konumundadırlar. Dolayısıyla AKP herhangi bir seçimle mutlak iktidarı yakalamadığı gibi 7 Haziran ya da başka bir seçim yenilgisiyle iktidardan devrilemez. Bugünkü durumun özgünlüğü krizdeki rejimin Erdoğan’ı seçimle yahut başka bir rejim içi mekanizmayla görevden alamıyor oluşudur. Bu nedenden ötürü 12 Eylül rejiminin akıbeti sorunu Tayyip Erdoğan’ın siyasi akıbeti sorunuyla özdeşleşmiştir. Tam da bu nedenle Erdoğan’dan kurtulma sorunu bir devrim sorunu haline gelmiştir.
Seçimlerle iktidarların devrilip iktidarların kurulduğunu düşünen ESP elbette 31 Mart’ta da CHP’nin İstanbul’da “iktidar olduğunu” düşünecektir. ESP, “CHP uzun yıllar sonra yerel seçimlerde iktidar olma fırsatı yakalamıştır.”diyebilmektedir. Sivil toplumculuk ancak bu denli açık sözlü bir şekilde ifade edilebilirdi.
Oysa ESP’nin tüm sivil toplumcu hülyalarının aksine belediyeler İçişleri Bakanlığına bağlıdır, belediye başkanları da devletin memurudurlar. Kürdistan’daki belediyelere son üç yılda atanan kayyımların da gösterdiği gibi 12 Eylül rejiminin kurduğu ve 16 Nisan sonrasında daha da merkezileşmiş devlet yapısında belediyelerde geçelim yerel bir iktidar kurmak, asgari bir özerklik bile sağlamak mümkün değildir.
ESP CHP ile ittifaka kapı aralamak için CHP’ye dair kırk yıllık tespitlerini sessizce değiştiriyor
Seçimlere katılan siyasi partileri değerlendirirken ESP yeni bir adım daha atıyor ve AKP ile CHP arasında bir ayrım çiziyor. MHP ile birlikte AKP faşist bloğun faşist partileri olurken CHP ve MHP artığı İP bir burjuva partisi olarak tanımlanıyor:
“Bu faşist blokun karşısında konumlanan burjuva muhalefeti ve özgün olarak CHP ise seçimin kazananı görünümündedir.” (ESP MYK Seçim Değerlendirmesi- Nisan 2019)
Kuşkusuz bu saptamanın iler tutar bir yanı yoktur. Bir burjuva diktatörlüğü/demokrasisi olan Türkiye’de AKP de CHP de burjuva kitle partileridir. Hatta otuz beş yıldır süre gelen liberal tasfiyecilik sonucunda kendi içindeki tartışmaları devletin mahkemelerine başvurarak çözen MHP’nin bile faşist bir karşı devrim örgütleyecek bir programı, örgütlenmesi ve siyasi çizgisi kalmamıştır. Ancak şimdi işin bu kısmını bir yana bırakalım meseleye ESP’nin kendi geleneği açısından bakalım. ESP’nin takip ettiği çizgi bakımından Türkiye’de 1920’lerden beri faşist bir diktatörlük hüküm sürmektedir. CHP de yine aynı geleneğe göre bu faşist diktatörlüğün kurucusu olan partidir. Dolayısyıla “Atatürk’ün partisinin” ESP tarafından burjuva muhalefeti olarak tanımlanması sessiz sedasız gerçekleştirilen ciddi bir programatik revizyondur.
Ne oldu da ESP yıllardır faşist bir parti olarak gördüğü CHP’yi burjuva muhalefeti olarak taltif etti? Bu sorunun yanıtını vermek için “eski defterleri karıştırmak”, Komintern’in tasfiyesine gitmek gerekir. Komintern’in ilk dört kongresi her türden burjuva akımı tavizsiz bir şekilde karşısına alıyordu. Öyle ki Komünist Enternasyonal ikinci kongresinde sömürgelerde “burjuva demokratik akımların” değil “ulusal devrimci akımların” desteklenmesine karar vermişti. Dördüncü kongrenin ardından Komünist Enternasyonal’in tasfiyesi başlamış, bu tasfiyenin siyasi sonuçları en belirgin bir şekilde yıllar sonra toplanan Yedinci Kongre’de görülmüştü. Yedinci Kongre finans kapitalin “en kanlı, en terörist” kesimleri olan faşistlerin karşısında burjuva partileriyle ortak bir ulusal cephe kurulmasını savunuyordu. O günden itibaren en çok Dimitrov’un “faşizme karşı birleşik cephe” formülüyle bilinen bu tezler solun yaygın ezberinin bir parçası olageldi. Faşist akımlara karşı burjuva partileriyle ittifak yapılabileceği görüşü dünyanın her tarafındaki sol akımların neredeyse tümü tarafından benimsendi.
ESP’nin, CHP’yi- revizyonizmin tipik bir özelliği olan sessizlikle – faşist cepheden burjuva partileri arasına almasının arkasında da bu kaygı yatmaktadır. Eğer ESP, CHP’yi faşist bir parti olarak görmeye devam etseydi CHP’yle ittifak yapanlar, taktik değil ilkesel bir hata yapmış olurlardı. Oysa CHP bir burjuva partisi statüsüne yükseltilince CHP ile ittifak yapmayı, Komintern’in yedinci kongresinde yapılan manevra sayesinde, taktik bir hata olarak tanımlamak mümkün hale geliyordu.
ESP’nin bu manevrasının izlerini 31 Mart öncesi yayımladığı “tutum belgesi”nde de okumak mümkün. Bu metinle birlikte CHP’ye güya patron partisi olarak hakaret edilirken, aslında CHP ve İP faşist partiden burjuva partisi statüsüne yükseltilmektedir:
“Öte yandan egemenler açısından bir diğer seçim odağı ise CHP-İyi Parti ittifakı olarak gelişti. AKP-MHP blokuna karşı emekçi halklarımız adına muhalefet ettiklerini iddia etseler de bu, onların da zenginler sınıfının, patronların, kan emici zorbaların temsilcileri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.” (31 Mart 2019 Yerel Seçimlere Dair Tutumumuz-Şubat 2019).
Metnin ilerleyen kısmında HDP’nin Millet İttifakı’na destek verme kararı şu şekilde eleştiriliyordu:
“Bu bağlamda sözkonusu 7 metropolde il düzeyinde aday çıkarmayarak CHP adaylarına destek verilecek olması partimizin görüş açısı ve filli-meşru mücadeleyi geliştirirerek faşist bloku alaşağı etme perspektifiyle tam bağdaşmamaktadır.”
Evet, doğru okuyoruz ESP “hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır, bağdaşamamaz” demiyor, “tam olarak bağdaşmamaktadır” diyor. Yani bir burjuva partisi olan CHP ile anlaşmaya ilkesel olarak karşı değiliz ama şu anda böyle bir ittifakı doğru bulmuyoruz deniyor ve sonrasında CHP ile anlaşmanın neden taktik (ilkesel değil) bir hata olduğu anlatılıyor.
“Şüphesiz politik partiler temsilcisi oldukları sınıfların çıkarı gereği farklı zeminlerde ittifak yapabilir, işbirliğine gidebilirler. Dünya halklarının siyasal tarihi böylesi örneklerle doludur. Ancak içinden geçtiğimiz konjonktüre, politik öznelerin niteliğine ve konumlanışına bakıldığında CHP’yle şu ya da bu düzeyde ittifak zeminin olmadığı, dahası bunun taktik açıdan hatalı olacağı açıktır.”
Görüldüğü üzere CHP ile yanyana gelip gelmemek konjonktürle ilgili bir sorun. Bir sonraki cümlede konjonktürün ne olduğunu da öğreniyoruz: “CHP, HDP’yle en geri düzeyde bile yan yana gelmekten kaçınmış, açık bir muhataplık dahi kurmamıştır.” ESP geçmiş programatik mirasını sessiz sedasız tahrif etmemiş olsaydı bu cümlelerin birini bile kaleme alamazdı.
ESP CHP’nin Seçim Başarısını Halkın Başarısı Olarak Görüyor
Burjuva partilerinin konjonktüre göre desteklenebileceğini savunan ESP, CHP’nin seçim başarısını halkın başarısı ilan ederken seçimlerdeki tereddütlü tutumunu takınmıyor. Patronların partisinin başarısını kendi başarısı olarak görüyor.
“… seçimin belirleyen iki metropolü olan İstanbul ve Ankara AKP-MHP blokundan alınmış, CHP uzun yıllar sonra yerel seçimlerde iktidar olma fırsatı yakalamıştır. Ancak bu sonuç halklarımız açısından yanıltıcı olmamalıdır. Bu başarı, CHP’nin kendi özgücüyle elde edilmiş bir sonuç değildir. Bilakis, belirleyici güç başta metropollerde yaşayan Kürt halkımız olmak üzere Türküyle, Arabıyla, Lazıyla, Ermesiyle, Alevisi, Sünnisi ve Hıristiyanıyla farklı ulusal, inançsal ve cinsel kimliklerden milyonlarca seçmenimizdir. Batı metropollerinde ‘AKP-MHP faşist blokuna kaybettirme’taktiği olmamış olsaydı, CHP, ne İyi Parti ne de başka bir burjuva muhalif gücün desteğiyle bu seçimi kazanamayacaktı. Açıktır ki, kazandıran da kaybettiren de HDP seçmeni ve özgün olarak vurgulamak gerekir ki Kürt halkımızdır. Bu sonuç, her şeyden öte halklarımızın örgütlü gücünün etkisini göstermektedir.” (ESP MYK Seçim Değerlendirmesi- Nisan 2019).
Madem HDP’nin, AKP-MHP faşist blokuna kaybettirme taktiği bu kadar başarılıydı ESP büyükşehirlerde neden HDP’nin aldığı karara uyarak CHP’ye oy vermedi? Bu sorunun yanıtı açık olsa gerek: Kitlelerin kendini başarılı hissettiği bir noktada ESP’nin – tüm önceki zehir zemberek değerlendirmelerini hasıraltı ederek – başarıyı kitlelerle birlikte paylaşması onun kitle kuyrukçuluğunun kaçınılmaz bir sonucudur.
Ancak bu açıklamada asıl dikkat edilmesi gereken nokta başkası. ESP menşevizmin tipik bir örneğini sergiliyor, Akşener ve Kılıçdaroğlu’nun kendi başarıları için halk yığınlarını peşine takmasını emekçilerin başarısı ve zaferi olarak sunuyor. Halbuki CHP’nin burjuva ve karşı devrimci niteliğinin farkında olanlar açısından, Kürt kitlelerin firesiz bir şekilde Kürt düşmanı, karşı-devrimci Millet İttifakı’na oy vermesi emekçi hareketi açısından bir zafere değil yenilgiye işaret etmeliydi.
HDP’nin Örgütlü Gücü Devrimci Dinamikleri Bastıracak Kadar Güçlü Olduğu İçin Seçimlerde CHP’yi Başarılı Kılmıştır
Daha da vahimi ESP’nin“halkın örgütlü gücü olmasa bu başarı kazanılamayacaktı” açıklamasıdır. ESP’nin övgüyle bahsettiği “halkın örgütlü gücü” “patronlar partisine” zafer kazandırıyor. ESP bu konuda tümüyle haklı ESP’nin de içinde bulunduğu HDP, bu kadar güçlü bir parti olmasaydı CHP, Kürt emekçilerini kendi peşine bu kadar kolay takamayacaktı. Gerçekten de bugünün HDP’si 70’lerin TKP’sinden çok daha güçlü bir partidir. 70’lerde TKP tüm solu CHP’nin kuyruğuna takmaya çalışsa da devrimci hareketin önünü kesmeyi başaramamıştı. Bugünün HDP’si ise geçmişte devrimcilik iddiası olan neredeyse tüm hareketleri yutmuş, yörüngesinde toplamıştır. HDP’nin Millet İttifakı’nı destekleyerek seçim kazandırdığı koşullarda HDP’nin içindeki ve yörüngesindeki bileşenlerde tam bir sessizlik hakimdir. Tüm bunlar HDP’nin niye tasfiyeci olduğunu anlatır. HDP sadece kendisinin değil, kendi bileşenlerinin ve yörüngesindeki unsurların bağımsız siyaset yapma imkânlarını ortadan kaldırdığı, onları düzen partilerine yedeklediği için tasfiyecidir.
Türkiye solunda örgüt tüm kusurların çözümü için kullanılan bir sihirli değnek olarak kullanılır. Tüm sorunların nedeni olarak örgütsüzlük olarak gösterilir, bildiriler “örgütlenelim kazanalım” çağrılarıyla biter. Elbette “proletaryanın örgütten başka bir silahı yok”, elbette örgütsüz mücadele etmek mümkün değil, ancak Türkiye’deki gibi genel bir örgüt vurgusu aslında siyasetsizliğin kılıfı oluyor.
HDP örneğinden görüldüğü gibi işçileri ve emekçileri örgütleyen her güç halka hizmet etmiyor. Hatta tersine halkı burjuva partilerine yedekliyor. Örgüt ancak bağımsız ve devrimci bir siyasal çizgi tarafından yönlendirildiği zaman emekçilerin ve ezilenlerin kurtuluşunun yolunu açar. Aksi takdirde güçlü işçi örgütleri – sendikalar yahut reformist partiler- örneğinde olduğu üzere halkı düzene bağlayan zincirler haline gelir. Bugün de durum tastamam böyledir. Mücadelenin ateş hattında yer almak, steril devrimcilikten uzak durmak nakaratları ESP’nin HDP’nin bir bileşeni olarak bu zincirin sıkılaşmasında katkıda bulunduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Emekçileri tasfiyeci örgütlerin cenderesinden kurtarmak isteyen devrimcilerin emekçilere örgütlenin çağrısında bulunmadan önce kendilerinin örgütlenmeleri gerekiyor. Devrimciler Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinin programatik ve taktiksel deneyimiyle donanmış bir komünist partiyi yaratıp kendi örgütsel sorunlarını çözmedikleri sürece emekçiler ve ezilenlerin devrimci enerjisinin HDP gibi güçlü örgütler tarafından burjuvaziye yedeklenmesinin önüne geçmek mümkün olmayacak.
ESP Tutarlı Bir Liberal Hareket Olarak Bile Hareket Edemiyor
Örgüt vurgusu için geçerli olan, eylem yahut mücadele vurgusu için daha da geçerlidir. Zira bir dirhem et bin ayıp örter misali kendi siyasi tıkanıklığını aşmak isteyen her akım çözümü mücadele çağrısında bulmaktadır. Aynı şekilde kendi kuyrukçu çizgilerine mazeret arayanlar “ama biz mücadele ediyoruz” bahanesine sığınıyorlar. Oysa bağımsız bir siyasi hedefi, tutumu olmayan örgütler burjuvaziye hizmet etmeye mahkûmsa, bağımsız bir siyasi çizgiden yoksun eylemlerin de burjuvaziye hizmet edeceğinden şüphe duyulmamalıdır.
23 Haziran seçimleri yaklaşırken siyasi olarak felç olmuş sol akımlar tam da bu nedenle kendi açıklarını örtbas etmek için, somut siyasi bir içerikten yoksun örgüt ve mücadele çağrılarını yükseltiyorlar. ESP açıklaması da bu durumun tipik bir örneği. ESP bir yandan 6 Mayıs kararını bir darbe olarak tanımlıyor, 6 Mayıs kararından sonra artık seçimlerin hiçbir meşruiyetinin kalmadığını söylüyor:
“İstanbul seçiminin iptali ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum siyaseti sandık demokrasisinin meşruiyetini ortadan kaldırmıştır.” (ESP Parti Meclisi Sonuç Bildirgesi- Mayıs 2019).
Yazının başında ESP’nin meşruiyet kavramını liberal bir şekilde kullandığını göstermiştik. Ama tutarlı bir liberalin “sandığın meşruiyetinin ortadan kalktığı koşullarda” seçimi boykot çağrısında bulunması gerekirdi. Ancak kuyrukçuluğu ağır basan ESP, tutarlı bir liberal olarak bile hareket edemiyor. Seçimlere dair somut elle tutulur bir tutum önermek yerine genel geçer örgüt ve mücadele çağrısında bulunmanın ötesine geçemiyor:
“Sokakta mücadele ile güvencelenmeyen, halkın örgütlü iradesiyle savunulmayan hiçbir hakkın güvencesi yoktur. 6 Mayıs iptal kararının gösterdiği saray rejiminin sandık tercihiyle kalıcı bir yenilgiye uğratılamayacağıdır. Bu 6 Mayıs gecesi sokakları dolduran kitleler bilincindede böyledir. Emekçi sol hareketin, demokrasi güçlerinin yeniden bir seçim gündemi etrafında biriken toplumsal gerilime devrimci bir alternatif olarak yol açmaya odaklanan bir hattı örgütleme sorumluluğu vardır. Bu 3. cephenin inşasında somutlaşan örgütsel stratejiyi içeren bir siyasi strateji ve taktik gerektirir. Aksi hiçbir plan gerçek bir çözüm yaratamayacaktır.” (ESP Parti Meclisi Sonuç Bildirgesi- Mayıs 2019).
ESP TKP-TİP Revizyonizminin Tırmanan / Geriletilebilir Faşizm Teorisine Dönerek CHP Destekçiliğine Mazeret Üretiyor
Bu üçüncü cephenin seçimlere dair tutumu nedir? ESP’nin bu konuda açık bir yanıtı yok ama şöyle bir saptaması var: “AKP-MHP faşist bloğuna karşı hem seçim süreci ve seçim anı hem de sonrasını gören bir hattan ilerlemek esastır. ”Peki nedir ESP’nin hem seçim süreci anını hem de sonrasını gören hattı? ESP ağzındaki baklayı tam da bu noktada çıkartıyor:
“Faşizm ancak demokratik güçlerin Erdoğan’ın saldırganlığına karşı harekete geçirilmeleri ve buradan büyüyecek kuvvet yoluyla geriletilebilir. Seçim faaliyeti demokratik güçlerin eylemleriyle birleşir, saray-halk saflaşmasına tabi kılınırsa işlevini yerine getirir. 24 Haziran’da ‘herşeyin çok güzel olması’ da buna bağlıdır. 23 Haziran sandığı, sürekliliği sağlanmış bir sokak hareketiyle güvencelenmediği sürece AKP-MHP faşist bloğunun hilesi, yeni Çubuk linçleri, savaş ve işgal yoluyla yeniden gasp edilir, İstanbul B. Belediyesi elde tutulur.” (ESP Parti Meclisi Sonuç Bildirgesi- Mayıs 2019).
“Kitlesini arayan parti” Ezilenlerin Sosyalist Parti’sini kurduğundan beri kendi geçmişini inkâr ederek yeni bir programatik çerçeve yaratıyor. Yetmişlerde Türkiye’de bir “tırmanan faşizm” tartışması vardı. TİP ve TKP revizyonistleri Türkiye’de faşizmin tırmandığını/tırmandırıldığını savunurlardı. Faşizmin tırmanışın önüne geçmek ve faşizmi geriletmek için de “provokasyonlardan uzak durmak” gerektiğini, CHP’yi kast ederek “burjuva demokratik güçlerle” işbirliği yapmak gerektiğini savunurlardı. Buna karşılık devrimciler Türkiye’de “faşist bir diktatörlüğün” hüküm sürdüğünü, faşist bir diktatörlüğün hüküm sürdüğü koşullarda faşizmin tırmanmasından yahut geriletilmesinden söz etmenin reformist bir saçmalık olduğunu savunurlardı. “Faşist diktatörlük” gibi yanlış bir kavram kullansalar da dönemin devrimcileri bu çerçeve ile demokrasi sorununu devrim sorununa bağlıyorlardı. Halkın birliğini savunanlar da halkın yolundan yürüyenler de bu devrimci hatta yürüyorlardı. Kendi çizgisini HDP ile uyumlu hale getirmek için tahrifat üzerine tahrifat yapan ESP ise faşist diktatörlük altında “faşizmin geriletilebileceğini” savunarak kendi hattını açıklamaya başlıyor.
İkinci ve üçüncü cümleyle seçimlerin işlevinin (elbette kitlelerin eylemiyle birleşerek!) faşizmi geriletmek olduğunu öğreniyoruz. “Seçim faaliyeti demokratik güçlerin eylemleriyle birleşir, saray-halk saflaşmasına tabi kılınırsa işlevini yerine getirir. 24 Haziran’da “herşeyin çok güzel olması” da buna bağlıdır” ESP’nin dolambaçlı yoldan söylediğini biz daha açık ifade edelim: Faşizmin geriletilmesi için AKP’nin sandıkta yenilmesi lazımdır. AKP’yi sandıkta yenecek güç bugün için CHP’dir. Ancak CHP’nin başarısının kalıcı olması sokak eylemlerinin başarısına bağlıdır. Dolayısıyla biz CHP’nin sandıktaki başarısını engellemeye çalışmayacağız. Bilakis CHP’nin başarısını kalıcı kılmak için seçimler konusundaki suskunluğumuzu sokak eylemleriyle örteceğiz. Bizim de bir parçası olacağımız sokak eylemleri sonucunda CHP İstanbul Büyükşehir Belediyesini kalıcı olarak alacak, faşizm gerileyecek. “Her Şey Çok Güzel Olacak”.
ESP’nin Siyasi İçerikten Yoksun Eylem Çağrıları Millet İttifakı’nın Makyajına Hizmet Ediyor
ESP’nin önerdiği tutum menşevizmin günümüz Türkiye’sinde ete kemiğe bürünmesi olsa gerek. Menşevikler, 1905 Devrimi sırasında işçileri temel siyasi sorun olan kurucu meclisin nasıl toplanacağı sorunu hakkında sessiz kalıyor. Kurucu meclisin toplanması sorununu burjuvazinin işi olarak görüyordu. Menşeviklere göre işçi hareketinin görevi siyasal ve sosyal sorunlarda kapsamlı bir muhalefet yürütmekti. Menşevikler siyasete burjuvazi kendi misyonunu tamamlayıp, demokrasiyi kurduktan sonra girecekti.
Bugün de ESP İstanbul seçimlerinde herhangi bir tutum takınmıyor. CHP’nin zafer kazanmasını bekliyor, halk hareketine biçtiği rol de CHP’nin zaferini güvence altına almak için sokak eylemlerini büyütmek, sonrasında da CHP’nin zaferini “bir sıçrama tahtası” olarak kullanıp gerileyen faşizmi yenmek üzere mücadeleyi büyütmek:
“6 Mayıs’tan bu yana sokakları terk etmeyen ve hareket tarzı ile Gezi’yi esinlendiren demokratik hareket ile tecrit karşıtı direniş, kadın özgürlük mücadelesi, emek mücadelesi, Suruç, Ankara gibi adalet eksenli mücadeleler biçimindeki toplumsal direniş damarları seçim çarpışması ekseninde yeniden gelişme ve buluşma imkânı bulacaktır. Bu durum 23 Haziran İstanbul seçim çarpışmasını faşizmin yenilgisi için esaslı bir sıçrama tahtasına dönüştürebilir.” (ESP Parti Meclisi Sonuç Bildirgesi- Mayıs 2019).
Karşı devrimci bir parti olan CHP’nin zaferi devrimci mücadele için nasıl bir sıçrama tahtası olabilir? CHP’nin başarısı devrimci dinamiklerin önünün kesilmesine bağlı olduğuna göre, CHP’nin ancak her türlü eylemin ve etkinliğin önünü kestiği sürece başarılı olacağı, bu çerçevede kalan eylemlerin CHP’ye destek eylemi olmanın ötesine geçmeyeceği açık değil mi? 6 Mayıs iptal kararının ardından yaşananlar da bunu göstermiyor mu? 6 Mayıs sonrasındaki eylemler 16 Nisan 2017’ye kıyasla daha hızlı sönümlenmemiş midir? Bunda meydanı boş bulan CHP’nin daha örgütlü olmasının, HDP’nin tüm solu CHP’nin peşine takmasının rolü yok mudur? Solun 31 Mart öncesi kekeme tutumu onu 6 Mayıs sonrasında da kekeme kılmamış mıdır? Bu şekliyle 6 Mayıs sonrasındaki eylemler CHP’nin karşı devrimci yüzünü saklayan bir makyaj olmamış mıdır? Bu eylemlere sadece Erdoğan’a değil İmamoğlu’na da cepheden tutum almadan, boykot çağrısını yükseltmeden katılanlar bu makyaja katkıda bulunuyorlar.
Seçimlerde Tutumsuz Kalan ESP Üçüncü Cephe Değil CHP’ye İkmal Hattı Açılmasını Öneriyor
“23 Haziran seçim çarpışmasına/muharebesine”, liberal bir siyasi çizgiyi askeri terimlerle kabul etmenin ESP’nin ayırt edici özelliklerinden biri olduğunu öteden beri biliyoruz. Gelgelelim bu seferki terim ESP’nin açmazlarını örtmekten ziyade açığa çıkarıyor. ESP bir seçim çarpışmasından söz ediyor ama kendisinin bu çarpışmada bir tutumu yok. Göğsünü gere gere İmamoğlu’nu destekliyoruz diyemiyor, ama karşı devrimci CHP’nin seçim başarısını emekçilerin başarısı olarak kabul ettiği için, bu başarıya engel olmama kaygısıyla boykot çağrısında da bulunamıyor.
“Ezilenlerin Sosyalist Partisi olarak hiçbir meşruluğu olmayan İBB başkanlık seçimi için sandığa çağrı yapmayacağız. Seçim muharebesini, halklarımızın saray rejimine karşı biriken öfkesini sandığa kanalize etmek ve toplumsal patlama dinamiklerini egemenler arası saflaşmanın sonucuna bırakmak yerine, direniş damarlarının sokakta buluşması, ayrı bir siyasi hat olarak belirginleşmesi ve üçüncü cephenin yeni ve daha güçlü sıçraması hattından ele alacağız.” (ESP Parti Meclisi Sonuç Bildirgesi- Mayıs 2019).
Seçim çarpışmasına ilişkin bir tutum bildirmekten çekinen bir hareketin bu çarpışmayı bir sıçrama tahtası olarak kullanması mümkün mü? Madem ESP “halkın öfkesini sandığa kanalize etmek istemiyor” madem “üçüncü cephenin yeni ve daha güçlü sıçramasını” istiyor o zaman niye muharebenin tarihini 23 Haziran olarak seçiyor? Madem seçimler ESP’nin görüş bildirmeye gerek duymadığı kadar önemsiz bir gelişme, madem üçüncü cephe ESP’nin iddia ettiği gibi 6 Mayıs’ta (belki de daha öncesinde) açıldı, o zaman ESP’nin “6 Mayıs’tan bu yana yaptığımız gibi, 23 Haziran seçim çarpışmasına hazırlanan her hareketle etkin ilişki içinde olacak, yan yana geleceğimiz bütün zeminlerde birleşik halk iradesini büyütme görüş açısıyla sorumluluk alacağız.”demek yerine “biz muharebeye çoktan başladık, seçim aldatmacasına kanmayın bizim muharebeye katılın” demesi gerekmez miydi? ESP besbelli ki bunları demiyor, onun üçüncü cepheden anladığı 23 Haziran muharebesini verecek CHP’ye bir ikmal hattı oluşturmak, onun mücadelesine eylemli bir destek vermek, kısacası Ekrem İmamoğlu’nun destek kuvveti olmaya soyunmak.
Legalist Tasfiyeciliğe Mahkum ESP HDP’yi Karşısına Alamadığı İçin Boykot Çağrısında Bulunamıyor
Şimdi can alıcı soruya geliyoruz. ESP madem 23 Haziran seçimlerinin bir aldatmaca olduğunu düşünüyor, madem 23 Haziran akşamı emekçileri sokağa çağırmak gerektiğini düşünüyor, öyleyse neden bugünden bir boykot çağrısında bulunmuyor? Sorunun yanıtı açık ama ESP açıklamalarında bulmak mümkün değil: Çünkü ESP, bünyesine girdiği HDP gibi, kitle kuyrukçusu bir parti. Emekçilere ve ezilenlere siyasi gerçekleri açıklarsa, onları devrimci bir tutum almaya davet ederse hiçbir zaman yaklaşamadığı kitle partisi hedefinden ebediyen uzaklaşacağını biliyor. Bu yüzden kritik siyasi konularda burjuva ideolojisi altındaki emekçilere “yanlış yapıyorsunuz” demekten kaçınıyor. Daha somut konuşmak gerekirse, ESP, Binali Yıldırım’ın az bir oy farkıyla seçimi kazandığı koşullarda gerek HDP içinden, gerekse de dışından yakın temas kurmaya çalıştığı kesimlerin kendisini “AKP’ye hizmet etmekle” suçlayacağını biliyor. CHP’nin kaybetmesinin sorumluluğunu üstlenmemek için tutumsuz bir şekilde hareket ediyor. Dahası ESP kitlelerin kendi kendilerine burjuva ideolojisinin etkisi altına girmediğinin, bunun HDP marifetiyle gerçekleştiğinin de farkında. Dolayısıyla kitlelerin geri bilincine karşı pratik mücadelenin ilk adımının HDP’den kopmak olduğunun da farkında. ESP’nin asıl göze alamadığı nokta tam da burasıdır. Burjuva ideolojisi karşısında elini kolunu bağlayan tutumunu “anti-faşist birleşik cepheye karşı sorumlu davranış” olarak açıklama gayretindedir. Ama varılan noktada bu sözümona sorumlu davranışın politik sonuçlarının neler olduğu, ESP’nin elini kolunu nasıl bağladığı ortadadır.
Bugün Siyasi Mücadelenin Ateş Hattında Kimler Yer Alıyor?
ESP bildiğimiz üzere sık sık “steril ve kibirli bir solculuk”tan uzak durmayı, kibirli nasihatler vermektense pratik mücadele içinde ellerini kirletmeyi göze almayı, siyasi mücadelenin ateş hattında yer almayı bir gurur vesilesi yapan bir hareket. Bu iddiaların geçmişte doğru olup olmadığı bir yana, 23 Haziran seçimlerine yaklaşırken ise tam aksi bir konumda yer alıyor. Bir yandan CHP’nin seçim zaferini başarı olarak görüyor ama “ellerini kirletmek”ten korktuğu için açıkça CHP’yi desteklemekten kaçınıyor. 24 Haziran sabahı eğer AKP kazanırsa biz çözümün sandıkta olmadığını söylemiştik nasihatlerini tekrarlamak istiyor ama pratik mücadelenin ateş hattında yer alıp, akıntıya karşı yüzmekten çekindiği için bugünden boykot çağrısında bulunmuyor.
KöZ politik kimliği ile komünistlerin birliği mücadelesi verenlerse HDP’den bağımsız hareket edemeyen ESP’nin tam aksi bir hatta yer alıyorlar. KöZ’ün arkasında duranlar devrimci siyasi gerçekleri açıklama kaygısıyla burjuva ideolojisinin ve bu ideolojiyi emekçilere taşıyan başta HDP olmak üzere tüm reformist akımları karşılarına aldılar. 31 Mart seçimlerinde diğer bağımsız adaylardan farklı olarak belediyecilik propagandası yapmayıp Cumhur-İttifakı’na karşı kitlesel seferberlik çağrısı yükselten bağımsız aday Güldes Önkoyun’u desteklediler. Pratik politik mücadelenin içinde yer alan ESP ise Önkoyun’un tüm taleplerini genel geçer bir tarzda tekrarlamasına karşın HDP ile ters düşmeyi göze alamayarak Önkoyun’u desteklemedi, başka bir bağımsız aday da çıkarmadı. ESP bugün yine sokaktan, eylemden birleşik mücadeleden bahsediyor. Ama 23 Haziran’a dair somut bir siyasal faaliyeti yine yok. Oysa Yeni Dünya İçin Çağrı ve KöZ’ün birlikte oluşturdukları bir boykot platformu var. Çözümün birleşik mücadeleden geçtiğini, 23 Haziran’daki aldatmacaya boyun eğmemek gerektiğini söyleyen bir platform bu. Kitlelerin geri bilincinin peşinden ayrılamayan ESP bu platformun içinde yer almaya da cesaret edemiyor.
Devrimci İçin Devrimci Parti Demeden Çıkış Hattını Bulmak Mümkün Olmaz
Başta da belirttiğimiz gibi bu yazı ESP’nin siyasi beyan ve tutumlarını temel almış olsa da yazıda altı çizilen revizyonizm, reformizm ve kitle kuyrukçuluğu sadece ESP’ye özgü değil. Bunlar solun tümüne hakim olan eğilimler. Bu yazının amacı da kendi çizdiği yolda emin adımlarla ilerleyen ESP’ye akıl fikir ihsan etmek olmadığı gibi diğer tasfiyeci akımları yola getirmek hiç değil. ESP’nin yahut başka akımların bünyesinde devrimci kaygılarla yer alan, devrimci arayışları olan militanların kafasını revizyonizm, reformizm, kuyrukçuluk konusunda netleştirdiği oranda bu yazı amacına ulaşmış olacak.
Yaşadığımız topraklarda demokratik hak ve özgürlükler seçimle değil devrimle kazanılacak. Dolayısıyla ESP’nin 31 Mart seçimleri öncesi ve sonrasındaki tutumlarını eleştirmek, Erdoğan’dan sonuç alıcı bir seçim stratejisiyle, yahut seçimlere katılmayı külliyen reddederek kurtulmanın mümkün olduğu anlamına gelmez. ESP örneğini tartışırken vurgulanması gereken nokta proleter devrim hedefini yitirenlerin, proleter devrimin ancak 7 Kasım 1917’dekine benzer bir ayaklanmayla başarılı olacağını savunmayanların seçimlerde ya da başka herhangi kritik bir siyasal krizde kendilerini kilitlenmiş halde bulacaklarıdır. Bu sorunun çözümü başarılı seçim taktiklerinin üretilmesinden değil Ekim Devrimi’nin aşacak bir devrime önderlik edecek programa ve siyaset anlayışına ve bu anlayışını eylemli bir şekilde akıntıya karşı yüzme cesaretini göstererek somutlayan bir partinin yaratılmasından geçmektedir. KöZ’ün arkasında duran komünistler bu yolda yürümektedirler. Tasfiyeci-revizyonist anafordan bunalan militanlara önerdiği çıkış yolu da bu yoldan başkası değildir.