2 Nisan Cumartesi günü, Taksim Aynalıgeçit Kültür Merkezi’nde; Devrimci Hareket, Dostluk ve Kültür Derneği, Birleşik Devrimci Parti, Emekçi Hareket Partisi, ODAK dergisi ve SYKP’nin çağrıcısı olduğu “50. Yılında 30 Mart Sempozyumu” “Kızıldere’nin 50. Yılında fikirleri yaşıyor” şiarıyla gerçekleşti.

Çağrıcı olan kurumlar dışında PDD, Mücadele Birliği, Kaldıraç, SODAP, HDK ve Devrimci Sosyalist Federasyon da katılımcı kurumlardandı. Biz de KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak sempozyuma katıldık ve bir metinle selamlamada bulunup sempozyum konusuna dair görüşlerimizi ilettik.

Sinevizyon gösteriminin de yer aldığı sempozyum müzik dinletisinin ardından sonlandı. Sempozyumdaki konuşmalar genel itibarıyla Kızıldere’nın devrimcilerin ortak mirası olduğuna ve 71 kopuşuna dikkat çekerken bu kopuşun kimden ve nasıl bir kopuş olduğunun üzerinde hakkıyla durulmadı. Kızıldere’de THKO’luların da varlığı hatırlatılarak eylem birliklerinin ve devrimci dayanışmanın önemine vurgu yapan konuşmaların genelinde Mahirlerin iktidarı amaçlayan bir siyasal çizgiyi benimsedikleri belirtildi. Ortak vurguların haricinde Devrimci Parti konuşmacısının Kızıldere’nin “Birleşik Devrim hattının ilk tohumu” olduğuna dair vurguları, EHP temsilcisinin ise “suni denge”, “kesintisiz devrim” gibi kavramların güncelliğine dair vurguları oldu. Suni denge kavramının güncelliğini mevcut iktidarın alaşağı edilemeyeceği düşüncesinin bir yanılsama olduğu üzerine kuran EHP temsilcisi “Kesintisiz Devrim” kavramına ilişkin ise “solun taleplerin içine sıkışıp kendi iktidar alternatifini öne sürmediği bir dönemde ayrıştırıcı” bir kavram olarak ele aldı. SYKP temsilcisi de anda devrimi gerçekleştirmek adına Mahir Çayan’ın suni denge ve PASS stratejisini temel aldığını, silahı kullanmanın üzerine bir teori inşa etmediğini vurguladı. Ayrıca Mahir Çayan’ın Kemalizm’le ilişkilendirilmesini doğru bulmadığını belirten konuşmacı, Çayan’ım yalnızca andaki devrimin zorunlulukları açısından sol Kemalistleri devrimin ittifakı olarak gördüğünü belirtti.

Çağrıcı kurumlar dışında katılımcı olarak yer alan kurumlardan Mücadele Birliği de görüşlerini aktardı. Mücadele Birliği temsilcisi 71 kopuşu önderlerinin 60’ların kitlesel hareketi içerisinde büyümüş gelişmiş devrimci öğrenci liderleri olduklarına, yaşadıkları koşulların devrimci olması nedeni ile kısa süre içinde öğrenci önderler iken devrimci önderler haline geldiklerine değindi. Devrim programı ortaya koyarak TİP’in parlamentarist çizgisinden koptuklarını vurguladı.

Yine katılımcı kurumlardan Proleter Devrimci Duruş da bir metin okuyarak görüşlerini aktardı. PDD temsilcisi 71 devrimcilerinin mirasının 12 Mart yenilgisi ile 12 Eylül yenilgisi arasındaki farklardan da anlaşılabileceğini, 12 Mart’tan sonra Türkiye tarihinin en büyük halk hareketinin yaşandığını ifade etti. 12 Mart’ın aksine 12 Eylül’de ise bir avuç komünist ve devrimcinin direnişine rağmen dövüşsüz bir yenilgi yaşandığını belirtti. Mustafa Suphi TKP’sinden sonra hâkim hale gelen 50 yıllık revizyonizmi, reformizm ve parlamentarizmi yerle bir edenin 71 devrimciliği olduğuna vurgu yapan konuşmacı kendi geleneğine ilişkin aktarımlarla konuşmasını sürdürdü. 71 devrimcilerinin anti-emperyalist karakterinin Kemalizm’le ilişkilendirilmesinin reformist solcuların eseri olduğunu ifade eden PDD, burjuvazinin ve reformistlerin 68 kuşağına methiyeler düzüp 71 devrimciliğini unutturmak istemesinin 71 devrimcilerinin enternasyonalist ve anti-emperyalist devrimciler olmasından kaynaklandığını belirtti.

Biz de katılımcı kurumlardan biri olarak söz aldık. Bir yoldaş KöZ adına aşağıdaki metni okuyarak sempozyum bileşenlerini selamladı ve görüşlerimizi iletti:

“Merhabalar dostlar, KöZ’ün arkasında duran komünistlerden biri olarak bu etkinliği ören kurumlara teşekkür ediyor ve burada bulunan herkesi devrimci duygularla selamlıyorum. Kızıldere’de dövüşenler sıklıkla üniversitelerden taşan gençlik önderleri olarak hatırlansa da, Kızıldere’de çarpışan THKO ve THKP savaşçılarını -ki bu zincire TKP-ML’yi de eklemek gerekir- 68’de gençlik hareketleri içinde benzer faaliyetlerde bulundukları gençlik önderlerinden, söz gelimi Harun Karadeniz gibilerden ayıran önemli farklar bulunmaktadır. 71 kopuşunu gerçekleştirenler devrimci eyleme girişmek adına durdukları yerin yanlış olduğuna kanaat getirdiklerinde bağımsız devrimci örgütler kurmak adına harekete geçmişlerdi. Bu anlamda Deniz’in TİP Üsküdar ilçe örgütüne istifasını vermesi, yine Mahir’in TİP’ten ayrıldıktan sonra oradan beraber ayrıldığı oportünistlerle de hesaplaşıp yollarını ayırması öğreticidir. Burada; hâlihazırda HDP içinde yer almakta olan konuşmacılara yönelik şunu sormak icap ediyor. Bugün HDP’nin ben Türkiyeli bir partiyim dediği yerde ve hem program olarak hem de taban açısından aynı TİP gibi bir emekçi partisi olduğunu, ancak bundan fazlasını ifade etmediğini söylemek yerinde olacaktır. TİP’in “Kürtçülük propagandası” yaptığı hasebiyle devlet tarafından kapatılması da HDP’nin “Kürt sorunu” özelinde TİP’ten tamamıyla başka bir yerde olmadığını gösterir niteliktedir. Hatta parlamenter yollarla iktidara gelmek isteyen TİP, bunu kendi meşrebince bağımsız hareket ederek gerçekleştirmeye çalışması bakımından HDP’den ileride durmaktadır. O halde bugün devrimci iddiaları olanların, Kızıldere’nin mirasçısı olma iddiasında olanların HDP’de durma maksadı nedir? Denizlerin, Mahirler’in TİP’ten ayrılması yanlış mıydı?
Nitekim 71 kopuşunun son halkası olan Kaypakkaya da türlü oportünistlerle hareket ettiği sırada onları dönüştürmek maksatlı hareket etmemiş, ancak bunlarla hareket etmesi kopuşunu geciktirse de bu deneyim ona 71 kopuşunun programatik çerçevesini çizme imkânı sunmuştur. KöZ olarak 71 kopuşunun tüm bileşenlerini aynı zincirin halkaları olarak görmekteyiz. 71’in ardından gelenler onların sözde eksiklerini gidermek adına liberal Kemalizm eleştirileri yapmışlar “kitlelere yönelmek”, “maceracılıktan uzak durmak” gibi gerekçelerle tasfiyeci ve kitleci bir pozisyona sürüklenmişlerdir. Oysa 71 kopuşu bütün eleştiri konusu olan tutumları itibarıyla doğru olmakla birlikte, kitle bağları kurmakta da kendilerinin ardından gelenlerden çok daha hünerlidir. Politik-pratik olarak Kemalizm’in ordusuna karşı savaşmak için ordu kuranların Kemalizm’den kopmadığını söylemek gülünç olacaktır.

Ne var ki 71 kopuşu programatik manada komünizmin derslerinin kayda geçtiği ilke ve referanslarla buluşamamıştır. Parlamentarizm ve reformizme karşı amansız bir mücadele yürütebilmek için bağımsız devrimci örgütlere güven duymanın önemli bir örneğini sergilemiş olsalar da, bu kopuşun son halkası olan Kaypakkaya’nın işaret ettiği Mustafa Suphi TKP’si ile tam anlamıyla buluşamamışlardır. Zira bunu yapabilmek için Kaypakkaya bir adım öteye götürülmeli; Mustafa Suphi TKP’sinin Türkiye şubesi olduğu Komintern ile buluşmak gerekmektedir. Bu nedenle mühim olan 71- 72 Kopuşu’nu gerçekleştirenleri tarihsizleştirerek bir bütün olarak sunmak yerine onların kopuşunu sahiplenmek ve bu kopuşu Komintern’in ilk dört kongresinde ifade bulmuş komünist çizgiyle buluşturma iddiasını taşımaktır. Biz KöZ’ün arkasında duran komünistler, referans olarak Komünist Enternasyonal’e katılmanın 21 Koşulu, Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinin temel belgelerini ve Mustafa Suphi TKP’sinin programının ilke ve esaslarını kabul edenleri Komünist Enternasyonal gibi bir partinin seksiyonu olabilecek bir komünist partisinin kuruluş kongresini örgütlemeye çağırıyoruz.”

Kadıköy’den Komünistler