Bizim Deniz – Mare Nostrum

En uzun koşuysa elbet
Türkiye’de de Devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak …
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun
Ama aşk olsun sana çocuk, Aşk olsun…

Can Yücel

Son zamanlarda THKO’nun kopuşuna sahip çıkma yönünde KöZ sayfalarına yansıyan yazılara kimi etkinliklerde savunulan görüşlerimize yönelik tepki ve eleştiriler peydah olmaktadır. Bu eleştirilerin ardında solun geniş kesimlerinin CHP kuyrukçuluğu yönüne savrulması karşısında KöZ’ün ayrı duruşu ve politik etkisinin artmasının payı olduğunu düşünmek yanlış olmaz.

Bu örtük ya da açık eleştirilere kapsamlı bir yanıtı kuşkusuz önümüzdeki günlerde vereceğiz. Ama önce kendi yayın planımız çerçevesinde iki yazı daha yayınlayacağız. Önce, THKO’nun kopuşunun neden önemli olduğuna dair asıl vurgumuzu belirginleştireceğiz. Sonra da Türkiye’de tasfiyeciliğin neden 12 Mart yenilgisinin hemen ardından başladığını ele alacağız.

Örgütlerin değerlendirilmesinin nasıl yapılması gerektiği, Kemalizm’den ne anlaşılması gerektiği, Kaypakkaya’nın kemalizmden programatik olarak neden kopamadığı, bunun 5. Kongre’de ortaya çıkan revizyonizmle ilişkisi konularını genişlemesine ele alan bir polemik gerekli olsa da tüm bu konuları tek bir yazıda ele almak bizim THKO’nun kopuşunun, 73 sonrasında elbirliğiyle hasıraltı edilen, asıl önemine yaptığımız vurgunun kaçınılmaz olarak belirsizleşmesine yol açacaktır. Bu nedenle yukarıdaki başlıklara ilişkin görüşlerimizi, takip eden polemiğimizde gerekli yanıtlarla birlikte ele almak üzere, saptamalarla sınırlı tutmaya devam edeceğiz.

Her yıl mayıs ayıyla birlikte Türkiye sol hareketi Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı anma geleneğini istisnasız sürdürmektedir. KöZ de ilk sayısından itibaren “Mayıs’ın Kızıl Gülleri”ni anmayı ve onların mücadelesine sahip çıkmayı ödev kabul ettiğini ilan ederek yayın hayatına başlamıştır.

Öte yandan sadece Denizler değil, genel olarak “71-72 Devrimci Kopuşu” başlığı altında TİP’in reformist/revizyonist çizgisinden kopan devrimcilere sahip çıkmak da 70’li yıllardan beri Türkiye solunda devrimci bir çizgiyi benimseme iddiasında olanların ortak özellikleri arasındadır. KöZ de bu kopuşa sahip çıkma ve aşma iddiasında olduğunu döne döne değişik veçheleriyle savunagelmiştir.

Bunun yanısıra KöZ de kimi başka akımlar gibi bu kopuşun son halkasını temsil eden İbrahim Kaypakkaya ve onun kuruluşuna öncülük ettiği TKP (M-L) örgütünü ayrı bir yere koyduğunu değişik vesilelerle vurgulamıştır.

Kaypakkaya mirasına sahip çıkanların pek çoğu onun işkence ve mahkeme karşısındaki tutumunu öne çıkarırken bir kesim de onun bilhassa Kemalizm, Kürt ulusal sorunu hakkındaki değerlendirme ve tutumuyla 71-72 Devrimci Kopuşu’nu gerçekleştiren diğer devrimcilerden ayrı bir yerde durduğuna vurgu yapar.

KöZ de bu bölük içinde yer almakla birlikte esas olarak bir başka noktayı öne çıkaragelmiştir: Kaypakkaya’nın bir komünist parti kurma ve Mustafa Suphi TKP’sine bağlanma iradesine vurgu yapmaya özen göstermiştir. Bunu “ilk halkayla buluşan son halka” imgesiyle öne çıkarmıştır. Bu yönüyle de “Kaypakkaya’nın 71-72 Kopuşu’nun doruk noktası” olduğunun altı KöZ sayfalarında defalarca çizilmiştir. Kuşkusuz bu saptamalarda bir değişiklik yapmak söz konusu değildir.

Bununla birlikte geldiğimiz noktada THKO konusunda yeni bir vurgu yapmanın gereği vardır.

Öteden beri genel olarak solda “Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının haksız yere idam edildiklerini” öne çıkarma eğilimi eksik olmamıştır. Onların bazı yoldaşlarının da aralarında bulunduğu birçokları Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın THKO savaşçıları oldukları için idam sehpasına götürüldüklerini öne çıkartmaktansa, onların gençlik önderleri olduğunu vurgulama eğilimindedir. Bu bakımdan onları örneğin Sinan Cemgil ve yoldaşlarından, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna’dan, bilhassa İbrahim Öztaş’tan ayırt etme gayreti göze çarpar.

Bu gayet tabiidir; zira bu gibiler THKO mirasının takipçileri olmaktan ziyade o mirası reddeden, daha kötüsü çarpıtan tasfiyeci revizyonistlerdir. Bu yüzden komünistlerin THKO mirasına sahip çıkma ödevi önem kazanmaktadır.

Öte yandan sadece solun reformist/revizyonist kesimleri arasında değil, bugünlerde artmakta olduğu gibi, düpedüz burjuva siyasetinin temsilcileri arasında da “Denizlerin haksız yere” idam edildiklerini ve onların “Türkiye’nin bağımsızlığını isteyen öğrenci gençlik önderleri” olduğunu söyleyerek bu devrimcilerin mirasını karartma gayretleri artmaktadır.

KöZ ise ilk sayısından itibaren bu gayretlere karşı çıkmayı ödev kabul etmiştir:

“Komünist devrimciler, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın ‘gençlik lideri’ değil THKO savaşçısı olduklarını, THKO’nun bir ‘gençlik örgütü’ olmadığını eylemlerinin uysal demokratik reformist eylemlerle sınırlı olmadığı, aksine buna bir tepki olarak şekillenen bir hareketin ifadesi olduğunu ısrarla hatırlatarak onların mirasını legalist tasfiyeciliğe yol döşemek için kullananlara karşı çıkmayı da; ödevleri arasında sayarlar. Kaypakkaya’nın örneğini sürdürmeyi ve başlattığı politik kopuşu sürdürüp, bu kopuşun asıl köklerinden yani bolşevizmden ve Mustafa Suphi’nin TKP’sinden güç alarak hedefine vardırmayı amaçlıyor.”

Doğrusu Denizlerin  “gençlik önderleri” değil THKO savaşçısı devrimciler olduğunu hatırlatan başka devrimciler de vardır. Bu bakımdan bereket onların bıraktığı yerden devrimci mücadeleyi sürdürme azmiyle sorumluluk üstlenen devrimciler eksilmemektedir.

Yine de gelinen noktada THKO’nun çıkışının anlamı konusunda bir başka yöne vurgu yapma ödevi komünistlerin önündedir.

THKO’ya Yapılan Vurgu Kaypakkaya’nın Çıkışını Gölgeler mi?

Ancak son zamanlarda THKO’nun kopuşuna sahip çıkma yönünde KöZ sayfalarına yansıyan yazılara kimi etkinliklerde savunulan görüşlerimize yönelik tepki ve eleştiriler peydah olmaktadır. Bu eleştirilerin ardında solun geniş kesimlerinin CHP kuyrukçuluğu yönüne savrulması karşısında KöZ’ün ayrı duruşu ve politik etkisinin artmasının payı olduğunu düşünmek yanlış olmaz.

Bu örtük ya da açık eleştirilere kapsamlı bir yanıtı kuşkusuz önümüzdeki günlerde vereceğiz. Ama önce kendi yayın planımız çerçevesinde iki yazı daha yayınlayacağız. Önce, THKO’nun kopuşunun neden  önemli olduğuna dair asıl vurgumuzu belirginleştireceğiz. Sonra da Türkiye’de tasfiyeciliğin neden 12 Mart yenilgisinin hemen ardından başladığını ele alacağız.

Örgütlerin değerlendirilmesinin nasıl yapılması gerektiği, Kemalizmden ne anlaşılması gerektiği, Kaypakkaya’nın kemalizmden programatik olarak neden kopamadığı, bunun 5. Kongre’de ortaya çıkan revizyonizmle ilişkisi konularını genişlemesine ele alan bir polemik gerekli olsa da tüm bu konuları tek bir yazıda ele almak bizim THKO’nun kopuşunun, 73 sonrasında elbirliğiyle hasıraltı edilen, asıl önemine yaptığımız vurgunun kaçınılmaz olarak belirsizleşmesine yol açacaktır. Bu nedenle yukarıdaki başlıklara ilişkin görüşlerimizi, takip eden polemiğimizde gerekli yanıtlarla birlikte ele almak üzere, saptamalarla sınırlı tutmaya devam edeceğiz.

Söz konusu eleştirilerin ortak paydası THKO’nun ideolojik/teorik bakımdan Kaypakkaya’nın kopuşunun çok gerisinde olduğunu vurgulama noktasında bulunmakta. Hatta daha kötüsünü tasavvur etmek zor değil. THKO kurucularının “aslında kemalizmden kopmamış olmalarını” vb. onların savunmalarına Deniz Gezmiş’in babasına gönderdiği mektuba vb. gönderme yaparak gösterme gayretleri adeta onların “masum gençlik önderleri” olduğunu öne süren hakim akımla başka bir yoldan giderek buluşan yaklaşımlara kapı aralar. Bu gibi tutumlar TSK’nin karşısına THKO ile çıkarak emperyalizme karşı mücadeleyi kendi bağımsız örgütlenmeleriyle bizzat yürütme iddiasını gölgelemektedir.

Doğrusu Kaypakkaya ve TKP/ML çizgisi ile THKP/C ve THKO arasındaki ayrımları fark etmek için KöZ’ün bugünü beklemesine gerek olmamıştır. Aksine bu bağlamdaki ayrımlara ilk sayısından itibaren dikkat çekmek değişmeyen bir çizgisi olmuştur.

Tıpkı Lenin’in Narodnaya Volya (Halkın İradesi) ve Zemlya i Volya’ya (Toprak ve Hürriyet) dair övgülü sözleri bu akımların programlarına, devrim stratejisine ve onun sonucu eylem çizgisini olduğu gibi ya da kimi düzeltmelerle benimsemek anlamına gelmez. Narodnizmi aşma görevine işaret eder. Ama Narodnizmi aşabilmek için hiçbir devrimci programın gerisine düşmemesi bir hedefe, hiçbir örgütün gerisine düşmemesi gereken bir örgüt işleyişine ve eylem çizgisine işaret eder. KöZ’ün THKO hakkındaki olumlu vurguları da öyle anlaşılmalıdır. Elbette THKO’luların herkesten çok Komünist Enternasyonal’i rehber edinmedikleri besbellidir. KöZ’ün THKO’nun merkezci oportünistlerle oyalanmadan kopuşunu olumlu bulmasının bu türden programatik bir kaynağı yoktur. Hatta KöZ’e göre Komünist Enternasyonal tarafından tasdik edilen Mustafa Suphi TKP’sine gönderme yaparak 71-72 Kopuşu’nun diğer bileşenlerinden bir adım ileri çıkan İbrahim Kaypakkaya’nın dahi revizyonizmin asıl kaynağına yönelmediğine de KöZ sayfalarında defaten işaret edilmiştir. Asıl kopması gereken revizyonizmden kopmadığı vurgulanmıştır. Şefik Hüsnü dönemindeki TKP’nin çizgisini haklı olarak ve en erken mahkum ederken Kaypakkaya bu çizginin ardında bulunan Komünist Enternasyonal Beşinci Kongresi’ndeki revizyonist sapmaya değinmemiştir. Tıpkı “Stalin’in yöntemlerini izleseydik Çin devrimi başarıya ulaşamazdı.” dediği halde bu çizgiden tam ve kesin bir kopuşa yönelmeyen ve Kaypakkaya’nın da rehber edindiği Mao Zedung gibi…

Öte yandan Kaypakkaya’nın da 1924’teki (Beşinci Kongre) ve 1928’deki (Altıncı Kongre) revizyonlardaki referanslara paralel olarak “işgal şartlarında Kuvayı Milliye ile ittifak yapma” seçeneğini savunduğu sır değil. Ama KöZ’ün arkasında duran komünistler bakımından bu tutum Komünist Enternasyonal’in ikinci kongresinde benimsenen (Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu Hakkındaki) karara aykırıdır ve kim savunursa savunsun (Lenin dahil!) bu kararların mihengine vurularak değerlendirilmelidir.

Bu itibarla aynı revizyonist referanslara bağlı olan pek çokları gibi THKO kurucularının da farklı bir yerde olmamasına, yani Kemalistlerle, Kuvayı Milliyecilerin mirasçılarıyla ittifak halinde emperyalizme karşı mücadele etme yanılsaması içinde olmasına da herhalde şaşmamak gerekir.  Zaten KöZ sayfalarında “kendimizi onlarla ve benimsedikleri strateji ve görüşlerle özdeşleştirmeden” hatırlatmasının yapılması da boşuna değildir. Ama bu bakımdan Kaypakkaya’nın da bir özürü olamaz. Yüzünü Mustafi Suphi’ye dönerken onun Komünist Enternasyonal tarafından tasdik edilen programına değil TİİKP’den ayrılırken heybesinde olan Maoist halk savaşı programına bağlı kalmış bu programı TİİKP’den iyi hayata geçirme iddiasıyla yola çıkmıştır. Şefik Hüsnü dönemindeki TKP’nin mirasını reddederken bu programı TKP’ye dayatan Komünist Enternasyonal’in revizyonist çizgisinden kopmamıştır. Bu nedenle KöZ TKP (M-L)’nin programına değil Kaypakkaya’nın takipçisi olma iddiasını ortaya koyduğu Mustafa Suphi’nin proleter devrimi stratejisini esas alan komünist programına bağlılığını ilan ederek aslında Kaypakkaya’nın gösterdiği yolda ona herkesten daha sadık olma adına onu aşma iddiasını ortaya koymaktadır.

Bu konu bir yana, kuşkusuz Kaypakkaya ve TKP (M-L) bahsi açıldığında kemalizm ve Kürt ulusal sorunu bakımından bunların ayrı bir yeri olduğuna işaret etme ödevi vardır. Bu bakımından da KöZ en geriden gelenler arasında değildir.  Bizim için Mustafa Suphi TKP’si ile sonrası arasında bir ayrım yapılması daha önemli olsa da, İbrahim Kaypakkaya’nın, kemalizmden programatik olarak kopamamış olsa da, kemalizm hakkında 71-72 Kopuşu’nun diğer bileşenleriyle kıyaslanmayacak bir kapsamda saptamalar yapması; o zaman “Doğu Sorunu” olarak anılmakta olan sorunun adını koymuş olması da ihmal edilecek bir şey değildir ve edilmiş de değildir.

Elbette Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın neredeyse 40 yıl öncesinden bu konularda benzer saptamalar yapmış olduğu da bir olgudur. Ama 70’lerin başında Kıvılcımlı’nın durduğu yer ve savunduğu çizginin oportünist ve tasfiyeci karakteri daha önemlidir.

Öte yandan gerek Kürdistan sorunu konusunda gerekse de kemalizmin karşı-devrimci mahiyeti hakkında 70’li yıllar boyunca pek çok akım ve aydının öyle ya da böyle adımlar attığı da sır değildir. DDKO davası savunmalarında olduğu gibi bununla ilgisi olmayan mecralarda da bu yönde tespit ve girişimler olmuştur. Hatta “ordunun Kemalist kesimleriyle ittifak ederek oligarşiye karşı mücadele” etmeye açık bir çizgide olan THKP/C kadrolarından sağ kalanların büyük kısmını temsil eden Kurtuluş Sosyalist Dergi hareketinin ilk işlerinden birinin kemalizm konusunda THKP/C’nin ilk çizgisinden kopması oluşu da bir ayrıntı olarak görülmemelidir. Benzer bir durum Enver Hocacı çizgide buluşan tüm akımlar için de söylenebilir.

Bu itibarla Kaypakkaya ve TKP (M-L) çıkışını bu noktalara vurgu yaparak ve onun ortaya koyduğu kadarıyla yetinerek savunmak sadece onun asıl ayırt edici katkısını gölgelemez aynı zamanda onun gerisine düşme yolunda bir tutum olur. Kaldı ki bu mirasın sürdürücüleri bu konularda Kaypakkaya’nın saptamalarına en ufak bir katkı yapmaya yeltenmiş değillerdir.

Bu nedenlerle KöZ İbrahim Kaypakkaya’nın mirasına sahip çıkarken onun işaret ettiği asıl önemli noktaya odaklanmakla yetinmektedir. Yani Komünist Enternasyonal’in kurucuları arasında bulunan ve bir bakıma bu Enternasyonal’in de inisiyatifiyle kurulan Mustafa Suphi TKP’sinin programının ilke ve esaslarına sahip çıkarak yola çıkmıştır. Türkiye’deki muhtelif akımlar içinde bu TKP programının “İlke ve Esaslarını” temel referansları arasında gösteren yegane akımdır. Zira besbellidir ki Kaypakkaya’nın TKP (M-L)’si de Mustafa Suphi TKP’sinin programını ve devrim stratejisini değil içinden çıktığı TİİKP’nin de savunma iddiasında olduğu Mao Zedung’un halk savaşı stratejisini ve 1928 revizyonizminden programatik olarak kopmamış olan programını benimsemiştir.

Ardılları ise (TKP (M-L) Hareketi ve devamındakiler dahil) SBKP/ÇKP/AEP düzlemindeki uluslararası kutuplaşmaların gereklerine, devrim stratejisinden ve programatik konulardan daha fazla önem vermiş ve kah revizyonizmden kopuşu “modern revizyonizme” karşı duruşa veya “Maoizmin küçük burjuva çizgisiyle” hesaplaşma vb. noktalara indirgemekle kalmıştırlar. Öncü savaşına yönelik verdikleri muhtelif özeleştiriler ise halk savaşıyla leninist bir temelde hesaplaşmaktan ziyade Lenin’in narodnizmde altını çizdiği, sahip çıkılması gereken devrimci özü, farklı tempo ve açıklıkta tasfiye etmiştir.

Bu bakımdan KöZ bağlanmak gereken geleneği Kaypakkaya’nın gösterdiği noktada kavrayıp bu tutumu aşma iddiasının gereğini yapmaktadır.

Hiç kuşkusuz 71-72 Devrimci Kopuşu’nun doruk noktası olarak Kaypakkaya ve TKP (M-L)’yi işaret ettikten ve bu kopuşu bu noktada kavrayıp aşma iddiasını ortaya koyduktan sonra THKO’nun bu bakımdan “daha ileri bir noktada”  durduğunu söylemek abesle iştigal olur. Nitekim KöZ’ün böyle bir saptaması olmadığı açık olmalıdır.

KöZ’ün THKO’nun kopuşu hakkında dikkat çekmek istediği husus Türkiye sol hareketinin pek aşina olmadığı bir başka oportünist çizginin mahiyeti kavrandığı zaman anlamını bulur. Söz konusu olan devrimci görüş ve tutumlara yönelmekle birlikte devrimci bir kopuş konusunda tereddüt etmekle maruf merkezci oportünizm türüdür. Örneğin Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht bu tutumun ilk örneklerindendir. Troçki’nin inisiyatifi ile toplanan Zimmerwald Konferansı’nın çoğunluğu bu çizgidedir. Leninistler bu dönemeçte kendilerini merkezcilerden Zimmerwald’ın sol kanadı, “Zimmerwald Solu” olarak ayırt etmişti. Ama komünistlerin tamamını bu kopuşa ikna etmek dahi uzun yılları, emperyalist savaşın Ekim Devrimi’yle sona erdirilmesinin sonrasını bulmuştur.

Bu nedenle merkezci oportünizmin ne idüğünü hatırlamakta yarar var.

Merkezcilik Konusunda bir Hatırlatma

KöZ Komünist Enternasyonal’in kuruluşunda temsil edilen çizgiye bağlanma iddiasını ileri sürerken aynı zamanda bu enternasyonalin kuruluşuna giderken Bolşeviklerin bir azınlık olarak savundukları çizgiye de sahip çıkma iddiasını taşır.

Sık sık iddia edilenlerin aksine Troçki’nin inisiyatifi ile toplanan Zimmerwald Konferansı bu yolda bir ilk adım değildir. Aksine Zimmerwald Konferansı İkinci Enternasyonal’den kopup yeni, komünist bir Enternasyonal’e giden yolda bir köstektir. Bu nedenle de bolşevikler bu konferansta bir azınlık olarak “Zimmerwald solu” ismiyle kendilerini ayırt etmiş ve komünist bir enternasyonalin kurulması için bu süreçten kopma gereğini savunmuştur. Bu, sürece damgasını vuran Leninist düstur “oportünistlerden kopmak yetmez oportünistlerden kopmakta tereddüt edenlerden de kopmak gerekir” biçiminde  formüle edilir.

Ne var ki Lenin’in telaşlı ısrarlarına rağmen bu kopuş tam zamanında ve tam anlamıyla sağlanabilmiş değildir. Hatta 1917’de Nisan Konferansı sırasında bu sürecin devamı olan Stokholm Konferansı’na gitmemek gerektiği konusunda ısrar eden Lenin hala yalnız başınadır.

Böylece Komünist Enternasyonal’in kurulması Ekim Devrimi ve paylaşım savaşının sona ermesinin ertesine sarkmıştır. Savaş sona erdikten sonra pek çok İkinci Enternasyonal artığının 21 Koşul bariyerini aşarak enternasyonale sızmasının da önemli bir rol oynamasıyla bu gerçeğin Komünist Enternasyonal’in akıbeti konusunda da önemli bir etkisi olacaktır.

İbretle hatırlanması gereken Zimmerwald süreciyle başlayan bu gecikmenin ardında sadece Troçki’nin olmadığıdır (aksi takdirde bu oportünizmin teşhisi o zaman ve bilhassa sonrasında çok daha kolay olurdu). Aksine Zimmerwaldcılar arasında sadece İkinci Enternasyonal’in hain önderlerinden değil ortacılığı temsil eden Kautsky oportünizminden kopuş konusunda mütereddit bir eğilimin ağırlık taşıması belirleyicidir. “Oportünistlerden kopmak yetmez oportünistlerden kopmakta tereddüt edenlerden de kopmak gerekir” anlamına gelen Lenin’in tutumu ne yazık ki her zaman benimsenmiş olmadığı gibi o zaman da olmamıştır.

Doğrusu Zimmerwald sürecinde Troçki’nin temsil ettiği ve Rosa Luxemburg vb. başkalarının yanı sıra birçok bolşeviğin de olumlu baktığı bu tutum 1912’de “Ağustos Bloku” sürecinde likidatörlere ilişkin mücadele sırasında da kendini göstermişti. O zaman Lenin Troçki’nin savunduğu çizginin “likidatörlerden daha tehlikeli” olduğunu söylemişti. Haklı olduğu Ağustos Bloku konusunda apaçık belli olduğu halde Zimmerwald sürecinde bir kez daha kendini gösterecekti. Bu bakımdan genel olarak merkezci oportünizmi ifade eden tutumun sık sık Troçki’nin adıyla anılması tesadüf değildir. Ama merkezciliği Troçki ve troçkistlere mahsus olduğunu sanmak “turbun büyüğünü torbada unutmak” kabilinden bir hata olur. Zira o dönemeçte bu ortacı tutumun baş temsilcisi Kautsky’dir. Ekim Devrimi’nin hemen ardından Lenin’in düpedüz oportünist olan hain sosyal demokratlardan çok Kautsky’yi hedef tahtasına koyması da boşuna değildir ve Ağustos Bloku zamanındaki tutumuyla uyumludur. Bu yönüyle Kautsky veya Troçki ile hiç ilişkisi bulunmadığı halde merkezci oportünizmin  kıskacında olan pek çok akım defalarca kendini göstermiştir; hala da öyledir.

Bu nedenle merkezci oportünizme ilişkin hatırlatmanın THKO ve 71-72 Kopuşu ile ilgisini kavramak için şimdi asıl konuya dönmek gerekir.

“71-72 Devrimci Kopuşu” TİP’ten Kopanların Hepsini Anlatmaz

Genel olarak “71-72 Devrimci Kopuşu” diyerek TİP’in reformist/revizyonist çizgisinden kopanların hepsini bir torbada buluşturan saptama yaygın ve genel kabul gören bir yaklaşımdır. Oysa böyle bir toplu kopuş olmuş olsa da bunun “devrimci bir kopuş” olduğu doğru değildir.

TİP içinde genel olarak MDD’ciler olarak anılan kanadın TİP’in resmi çizgisine karşı çıkarak koptukları ve bu kopuşun genellikle “reformizden ve ‘parlamenter yoldan sosyalizm’ çizgisinden” bir kopuş olarak anlatıldığı bir vakıadır. Bu geçmişe üstünkörü bakıldığında asıl önemli olan kopuşun bu kopuş olduğunu sanmak pek yaygın ve hala geçerli olan bir yanılgıdır.

Oysa bu doğru değildir. O dönemeçte TİP’ten ayrılanların önde gelenlerinin Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı ile taraftarları olduğu sır değildir. Bu itibarla asıl devrimci kopuştan söz edebilmek için (tıpkı Zimmerwaldcılardan olduğu gibi!) bunlardan da kopmayı beklemek gerekir. Nitekim TİP’ten kopanların önemli kısmı bu beklemede kalmıştır.

Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı ile birlikte TİP’ten kopanların hemen hemen tamamı Aydınlık Sosyalist Dergi içinde yer almıştı. Mahir Çayan ve arkadaşlarının yanısıra, Garbis Altınoğlu ve İbrahim Kaypakkaya’yı da kapsayan Doğu Perinçek taraftarları da. Oysa aralarındaki teorik/politik ayrımlar ne olursa olsun Aydınlık Sosyalist Dergi’nin (ASD) başını çeken bu oportünistler son tahlilde Aren/Boran ekibinden daha az oportünist değillerdi.

THKO kurucuları ise ASD etrafında toparlananlar arasında değildir. Esasen onların birbirlerinden ayrışması Deniz Gezmiş’in en önde durduğu DÖB’den Doğu Perinçek’in öne çıkacağı ve (Kıvılcımlı ile Belli’nin de arkada durduğu) DEV-GENÇ ayrışması sırasında başlamıştı.

ASD çatısı altında buluşanlardan ilk kopanların kopuşu da esasen devrimci bir kopuş değildir. Bu kopuş esas itibariyle SSCB’nin “sosyal emperyalist” karakteri ve ÇKP/SBKP kutuplaşmasına ilişkin tutum çerçevesindedir. Ve bu bakımdan o aşamada Deniz Gezmiş’e bu tutumu benimsetmek herhalde deveye hendek atlatmaktan daha zordu.

Söz konusu olan “Beyaz Aydınlık” diye de anılan Proleter Devrimci Aydınlık’ı çıkaracak olan Doğu Perinçek ve arkadaşlarının ÇKP çizgisindeki kopuşudur. Bunlar arasında İbrahim Kaypakkaya/ Muzaffer Orucoğlu ve Garbis Altınoğlu/Adil Ovalıoğlu ile arkadaşları da vardır. Bunlar daha sonra hep birlikte TİİKP’ni (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) kuracaktır. Sonrasında  “partimizin adı asla işçi köylü partisi olmamalı, işçi sınıfını esas alan komünist parti olmalıdır”  diyecek olan İbrahim Kaypakkaya da o aşamada bu “işçi-köylü partisinin” kurucuları arasındadır.

Ne var ki her ne kadar PDA halk savaşı ve silahlı mücadele iddiasıyla yola çıkmış olsa da fazla geçmeden bu iddiaların örneğin Mihri Belli yahut Dr. Kıvılcımlı’nın retoriğinden farklı olmadığı anlaşıldı. Buna karşılık PDA/TİİKP hareketi içinde bir yanda Garbis Altınoğlu ve Adil Ovalıoğlu’nun diğer yanda İbrahim Kaypakkaya ve Muzaffer Orucoğlu’nun başlarını çektiği gruplar TİİKP’nin illegal örgütlenmeyi ve silahlı mücadeleyi başlatmayı esas alan bir çizgiyi benimsemesi gerektiği konusunda anlaştılar ve bu mutabakatı 11 ilke ile partiye bildirdiler. Bunun karşılık görmemesi üzerine Garbis Altınoğlu ve Adil Ovalıoğlu grubu derhal kopmak gerektiğine kanaat getirdi. Kaypakkaya-Orucoğlu kanadı kopmak için erken olduğunu savunmuştur. Bu bakımdan TİP oportünizmi kadar oportünist bir çizgiyle malul olduğunu teşhis ederek PDA oportünizminden ilk kopanlar Garbis Altınoğlu ve arkadaşlarıdır. Bu kopuş o zaman adını çok duyurmakta olan Çaru Mazumdar önderliğindeki Hindistan Komünist Partisi (ML) yahut çıktığı yer itibariyle “Naksal Bari” olarak bilinen maoist partinin çizgisi doğrultusundadır.

Ne var ki, bu grup ilk kamulaştırma eyleminin ardından kendi içinde Adil Ovalıoğlu’nun (troçkist eğilimleri olduğu gerekçesiyle) öldürülmesinin ardından kopuşunu gölgeleyen bir akıbete maruz kalmıştır. Zaten Çaru Mazumdar çizgisine öykünen hareketin bu akıbeti de şaşırtıcı değildir. Bu çevreden arta kalan devrimciler sonradan ilk aşamada kopuş için beklemek gerektiğini savunan Kaypakkaya’nın çizgisine bağlanacaktır.

Kaypakkaya ve arkadaşları ise (esas itibariyle maoist çizgilerini korumakla birlikte) bağlanacak bir köken arayışında uluslararası düzlemdeki akımlara değil Mustafa Suphi’nin TKP’sine yöneleceklerdi. Bu partinin Komünist Enternasyonal’in kurucuları arasında yer almış olması da bu köke bağlanma arayışının isabetini arttırmıştır. Ne var ki Kaypakkaya ve arkadaşları bakımından TKP’nin bu niteliğinden ziyade “işçi sınıfının önderliğini esas alan bir komünist parti olması” önde gelir. Komünist partinin yanı sıra bir nevi “savaş cephesi” örgütlenmesi anlamına gelen TİKKO’nun tanımlanması da o zaman yaygın olarak benimsenen yapılanma gereği şaşırtıcı değildir.  Nitekim adı komünist parti olmasa da THKP/C de bundan esas itibariyle farklı görülmemelidir. Zira dünyada bu ismi alan komünist partiler de eksik değildir. Asıl fark Türkiye topraklarında CHP’den de önce kurulmuş olan bir TKP’nin olması ve bu geleneğe bağlanma iradesidir. Bu bakımdan Kaypakkaya’nın yüzünü Mustafa Suphi’ye dönmesinin ardında belirleyici olanın TKP’nin zaten geçmişte var olmuş olması gelmektedir. Başka örneklerde olduğu gibi revizyonistlerin elindeki partinin adının yanına M-L ayracının konması da gayet tabiidir.

Aydınlık Sosyalist Dergi’de Kalanlar Cephesinde Neler Olmuştu?

ASD’den ilk kopan PDA hareketi cephesinde bunlar yaşanırken THKP/C’yi kuracak olanlar “Aydınlık Sosyalist Dergi’ye Açık Mektup” deklarasyonuyla Aydınlık oportünizminden kopmuşlardır. Böylece gerek THKP/C gerekse de TKP (M-L) bakımından asıl “devrimci kopuş”un TİP’ten kopuştan ziyade ASD etrafında kümelenen oportünist/revizyonist unsurlardan kopuş noktasında olduğu belirginlik kazanır. Zaten TİP’ten kopuşa devrimci kopuş demek Kautsky ve Bernstein’in Rosa Luxemburg, Liebknecht vb.yi de peşlerine takarak SPD’den kopmaları gibi bir kopuşu ifade eder. Beri yanda bu kopuşa “devrimci” sıfatını yakıştırmak Mihri Belli, H. Kıvılcımlı, Doğu Perinçek vb.lerinin takipçilerine de bu payeyi istismar etme fırsatı verir. Nitekim bunlardan pek çoğunun neredeyse 50 yıl sonra bugün büyük bir tasfiyeci/oportünist havuzda buluşması da tesadüf değildir.

Düpedüz reformist ve parlamentarist olan TİP’ten koptuktan sonra ASD yahut PDA ara durağında kalıp bu oportünistlerden kopmakta geciken ve tereddüt edenlere karşılık THKO’yu kuranlar TİP’ten çıktıkları gibi başkalarını da çağırmayı ihmal etmeden devrim yoluna ilk çıkma cüretini gösterenlerdir. Kuşkusuz bir parti hatta bir komünist parti kurmaya yönelmeyip bir halk kurtuluş ordusu olarak yola çıkmakla o zaman revaçta olan “fokoculuk” ithamlarını hak ettikleri kuşkusuzdur. Ama önce parti kurup (THKP/C böyle görülebilir) sonra programını yazmaktansa eylem halindeki bir ordunun çatısı altında programlarını (Türkiye Devriminin Yolu) yazmayı öngördüklerini düşünmek için de nedenler eksik değildir. Hangi tercihin doğru olduğu ayrı bir tartışma ve düşünme konusudur. Ancak Kaypakkaya ve arkadaşlarının çıkışının en sonuncu çıkış olduğunu hatırlamakta da yarar vardır.

THKO’nun TİP’ten kopanlar içinde hepsinden önce başka oportünistlerle oyalanmadan ve en erken harekete geçtiği besbellidir. THKO’nun akıbeti ne olursa olsun bu çıkışın THKP/C ve TKP (M-L) nin gidişatını da belirlediğini söylemek yanlış olmaz.

Kaldı ki Kızıldere eyleminin THKP/C’nin benimsediği bir bağımsız eylem olmaktan ziyade (zira THKP/C’nin bu çerçevede değerlendirilebilecek Elrom’un rehin alınması ve infazı, Maltepe eylemi, Ulaş Bardakçı’nın direnişi gibi eylemlerinin olduğu da unutulmamalıdır) Denizlerin idamına engel olmak için THKO’lularla birlikte gerçekleşen bir eylem olduğu da sır değildir. Öte yandan Kaypakkaya, Ali Haydar Yıldız ve diğerlerinin Vartinik’e çıkışlarının da bu maksatla ilişkili olduğu da unutulacak bir ayrıntı değildir.

Bu bakımdan gerek THKP/C’nin mirasına sahip çıkma iddiasıyla yola çıkanların (belki MLSPB/Devrimci Kurtuluş gibi istisnaları ayrı tutarak) esas itibariyle yarım kalan “Kesintisiz Devrim” çizgisinde de Kızıldere eyleminin doğrultusunda da ilerlememiş olmaları şaşırtıcı olmamalıdır. Keza TKP (M-L) mirasına sahip çıkma iddiasını ortaya koyanların Kaypakkaya’nın işaret ettiği istikamette Mustafa Suphi TKP’sinin ilke ve esaslarını kuşanma doğrultusunda bir adım atmak yerine onların düştüğü mevziyi tutma konusundaki ısrarcılıklarını ve bunun yarattığı çelişkiyi (MKP’ye varan çelişki böyle de anlaşılabilir) de böyle anlamak çok yanlış olmaz.

Bu konuları ileride ele almak üzere tekrar asıl konuya dönersek neden THKO’nun kopuşunun 71-72 dönemecindeki ilk devrimci kopuş olduğunu söylemek gerektiğinin altını bir kez daha çizmek gerekiyor.

THKO’nun Kopuşundan Ne Anlaşılmalı ve Buna Nasıl Sahip Çıkılmalı?

Hiç kuşkusuz THKO’nun TİP’ten koptuktan sonra başka oportünistlerle oyalanıp onlarla da hesaplaşmayı beklemeden kendi bağımsız yolundan ilerlemiş olmasına önem verirken onların izinden gitmek ve yaptıklarının daha iyisini tekrar etmek iddiası KöZ’ün arkasında duran komünistlerin hedefleri arasında değildir. Öyle olsaydı bu tür iddiaları benimseyip yola çıkan akımlar olmuştur ve yarın böyle bir akımın çıkması da imkansız değildir. KöZ’ün ödevleri arasında THKO’nun izinden gitmek yahut onun eksiklerini tamamlamak yoktur. Ama bu örnek vesilesiyle “oportünistlerden kopmak yetmez oportünistlerden kopmakta tereddüt edenlerden de kopmak gerekir” düsturunu hatırlamak için THKO örneğini değerlendirmek KöZ’ün ödevleri arasındadır.

Tıpkı Kaypakkaya’nın çıkışının önemine ve bilhassa ilk TKP çizgisine bağlanma iddiasına sahip çıkarken onun izlediği yolu takip etmenin de doğru olmadığı gibi.

71-72 Kopuşu’na kan ve can veren devrimcileri anarken ve onların mirasına sadık kalma iddiasını taşırken KöZ’ün arkasında duranlar onların yapmadıklarını yapmakla sorumluluklarını yerine getirebilir ancak.

Onların yapmadıkları ise Komünist Enternasyonal’in Leninist çizgisinden şaşmadan bu rehberden başka rehbere bakmadan, Komünistler Birliği kadar mütevazi ve Komünist Enternasyonal kadar iddialı bir komünist partinin inşası yolunda kararlılıkla ilerlemektir.

71-72 Kopuşu’na kanlarını ve canlarını veren devrimcilerle onların izinden giden nicelerine olan ödevimizi yerine getirmenin biricik yolu budur.