Biden, Harris: Çökmüş ABD düzeninin asıl temsilcileri

ABD tarihinde yaşanan belki de en dikkat çekici ve en hararetli seçim 3 Kasım 2020’de gerçekleşti. Kimi hesaplamalara göre son 100 yılın kimi hesaplamalara göre ise ABD tarihinin seçim katılımı rekoru 2020 seçimlerinde kırıldı. Daha önceki rekorların kadınların, göçmenlerin önemli bir kısmının ve siyahların oy hakkına sahip olmadığı 1908 ve 1900 yıllarına ait olduğu düşünüldüğünde bu yılki katılımın anlamı daha iyi ortaya çıkıyor. Başlı başına bu rakamlar bile ABD’deki artan politizasyonu gösterir nitelikte.

Oyların başa baş gittiği eyaletlerde sayımın Biden lehine sonuçlanmasıyla Biden 232’ye karşı 290 seçici delege oyu alarak seçilmiş ABD başkanı olduğunu ilan etti.

ABD seçimleri sadece ABD’de değil Türkiye’de de her zamankinden fazla yankı uyandırdı.  Türkiye solu ekseriyetle ABD seçimlerinin sadece ABD ve Ortadoğu’nun genelini değil Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bir seçim olduğunun hakkını teslim etse de bu sonuca farklı farklı sebeplerle varıldı. Türkiye’de ABD seçimlerinin nasıl anlaşıldığına dair bir tablo vesilesiyle ABD seçimlerini de değerlendirmiş oluruz.

‘’Umut Verici Bir Gelişme’’ Olarak Biden’ın Başkan Seçilmesi

Faşizmin seçimle gerileyebileceğini veyahut yenilebileceğini düşünenler elbette Biden zaferini kutlamakta da gecikmediler. HDP Biden’ın yardımcısı Kamala Harris ile birlikte seçimi kazanmasını dönüm noktası olarak adlandırırken Ertuğrul Kürkçü seçim ardından yazdığı yazıda ‘’Batıdaki kazanımlar faşizmle nasıl mücadele edileceği konusunda ufukları açıyor’’ dedi.

Elbette bu tebrik veya memnuniyet mesajlarında açıkça ifade edilmese de Biden’ın seçim galibiyetine neden sevinildiği açık. Dünya çapında Trump, Orban, Bolsanaro, Erdoğan gibi liderleri ‘’yükselen faşizm’’in yansıması diye ifade edenler, seçim yoluyla gelmiş bu faşizmi bu kez seçim yoluyla geriletme ümitlerini tazelediği için Biden galibiyetinden elbette memnuniyet duyarlar.

Erdoğan ve Trump ne aynı şeyin temsilcisi ne
de aynı sekilde gidecek

Başka bir deyişle bu kutlamalar en geniş muhalefet örülerek (yani sosyalistinden liberaline herkesin Biden’i desteklemesi sonucu) Trump seçimi kaybedebiliyorsa benzer bir birleşme ile Erdoğan da seçimleri kaybedebilir mesajı veriyor. Bu inancın neden yanlış olduğuna yazının ilerleyen kısmında değineceğiz. Ancak bundan önce sıkça tekrarlanan ‘kim kazanırsa kazansın düzen kazandı’ eleştirisini düzeltmek gerek.

Biden ile Trump Aynı Düzenin Temsilcisi mi?

Biden galibiyetine sevinenlerin yanı sıra bu seçim galibiyetine temkinli yaklaşılması gerektiğini söyleyenler de vardı. Bu taraf daha çok ‘kimin kazandığı önemli değil, düzen kazandı’ veya ‘her halükarda emperyalizm kazandı’ diyerek iki adayın eşdeğer olduğunu iddia ettiler.Biden’in düzen temsilcisi olduğu açık da olsa Trump ve Biden’ın temsil ettiklerini bu şekilde eşitlemek ABD’deki siyasi gelişmeleri de ABD’nin dünya siyasetindeki rolünü de doğru okuyamamanın bir göstergesi.

Trump ile Biden’ın birbirine benzemediğini iddia edenlerse ABD seçmeninde oluşan Cumhuriyetçi-Demokrat parti kutuplaşmasından dem vurarak iki adayın asla ayı yerde olmadıklarını söylediler. Bu da bir önceki kadar yanlış bir anlayıştı zira birincisi Trump yerine Biden’ın seçilmesini yalnızca Demokratlar veya kendini nispeten ilerici gören kesimler değil, eski ve geleneksel Cumhuriyetçiler de kayıtsız şekilde desteklemiştir. Henüz seçimler gerçekleşmeden Cumhuriyetçi senatörlerin kararlarda Trump aleyhine oy kullanması,  ABD eski başkanı George Bush, senatör Mitt Romney gibi Cumhuriyetçi siyasetçilerin de aralarında olduğu geniş bir cumhuriyetçi kitlesinin Trump’a karşı olduklarını açıklaması, özellikle daha geleneksel sermayedarların bulunduğu güney eyaletlerinde ‘Biden için Cumhuriyetçiler’ gibi inisiyatiflerin kurulması Trump-Biden ayrışmasının bir Cumhuriyetçi-Demokrat ayrışması olmadığının göstergelerinden sadece birkaçı.

Diğer taraftan hem popüler medya hem de solun geneli tarafından Trump’ın anti tezi olarak görülen Sanders ile Trump’ın aslında aynı sebeplerle yükselen figürler olduğunu daha önce de KöZ sayfalarında dile getirmiştik. Büyüyen siyasi kriz, fakirleşmenin ve işsizliğin artması, işçi sınıfının ayrıcalıklı kesimlerinin ayrıcalıklarını giderek kaybetmesi, sermaye merkezinin ABD’den Çin’e kayması gibi sebepler sonucunda Amerika’yı eski daha iyi günlerine döndürme arzusu aslında ABD’deki müesses nizam açısından kabul edilmesi zor olan bu iki siyasetçinin yükselişiyle sonuçlandı. Bu anlamda ABD’deki başkan adayları arasındaki ayrışmayı Demokrat-Cumhuriyetçi, ilerici-gerici veya faşist-faşist olmayan diye değil, geleneksel ABD bürokrasisini temsil eden ve karşısında olan diye ifade etmek gerekir.

Amerika’yı Kim İhtişamlı Günlerine Geri Götürebilir?

Trump 2016 seçimlerine girdiğini açıkladığından beri‘Amerika’yı yeniden muhteşem yapma’ sloganını kullandı. Bu slogan ayrıcalıklarını kaybeden kesimlere Trump’ın ümit vaadiydi. Buradan yola çıkılarak Trump’ın Amerika’nın ırkçı kökenlerini yeniden hortlatmaya niyetli olduğundan göçmen düşmanlığına, Meksika ile ilgili attığı tivitlerden uluslararası saldırganlığına dem vuruldu.

Oysa Trump’ın bir anlamda balon haline gelmiş boş iddiaları, tivitleri ve ABD başkanı pozisyonuna yakıştırılmayan üslubu bir kenara bırakılıp icraatlarına bakıldığında ABD’nin eski ‘muhteşem’ günlerine dair ne kaldıysa Trump’ın onlardan daha da uzaklaştığı görülüyor. ABD menşeili küreselleşmenin bekçiliğini yapan NATO vb. kurumlardan çok masraflı oldukları gerekçesiyle ayrılmaya çalışan, dünyada herkese sözde kafa tutarken aslında daha barışçıl politikalar güden, hem Cumhuriyetçiler hem Demokratlar tarafından büyük tepkiyle karşılanan Ortadoğu’dan çekilme adımını atan Trump’tan başkası değildi.

Biden ise Trump’ın tersine Ortadoğu’da pasif, geri çekilmekte olan bir ABD yerine daha müdahaleci bir ABD’yi, uluslararası kurumlardan çekilmekte olan bir ABD yerine bu kurumlarda daha fazla söz ve kontrol sahibi olmayı savunuyor. Avrupa devletleri ile tartışmaya girmektense yeniden ittifaklar kurabilecek, daha anlaşılır bir lider portresi çiziyor.

Bu anlamda Türkçeye ‘yeni muhafazakarlık’ olarak çevrilebilecek ve tanınan temsilcileri Reagan, Bush gibi başkanlar olan Neocon anlayışına Biden çok daha yakın duruyor.  Amerika’yı eski ihtişamlı günlerine döndürmek Trump’ın sloganı olsa da o günlere dönme arzusu taşıyanlar aslında Biden ve Biden’ın arkasındakiler. Ancak altını yeniden çizmek gerekir ki ABD’nin ‘eski güzel günleri’ dilek ve temennilerle değil bunu mümkün kılacak nesnel koşullar ile gerçekleşmişti. Bugün ise bu nesnel koşulların yerinde yeller esmektedir.

ABD’de Biden ve benzerlerinin özlediği ve geri getirmeye çalıştığı müesses nizam sadece bir anlayış veya fikirden ibaret değildi, aynı zamanda müdahaleci, saldırgan ABD’nin var olabilmesi için belli koşullar da gerekliydi. ABD zaten ikinci paylaşım savaşı sonrasında bu koşullara hiç sahip olamamış, diğer emperyalistleri onların rızalarıyla değil onlara kendini iktisadi ve askeri olarak dayatarak yönetmiştir.  Bugünkü ABD’nin ise bunu yapacak gücü de kalmamıştır. Bir yanda dünya çapındaki ekonomik krizin merkezi olmakla cebelleşirken diğer yandan zayıflayan kurumsal altyapısı ile uğraşmaktadır. Dünya üzerinde de dengeler daha farklıdır, özellikle Ortadoğu konusunda artık Rusya ile karşı karşıya gelmek zorundadır.  Biden veya başka bir liderin ABD’ye ihtişamını geri kazandırması mümkün değildir.  Buna rağmen ABD’nin bu diş geçirme siyasetini uygulayabileceği sayılı yerlerden biri Türkiye’dir ve konumu itibariyle de bu kavganın odak noktası olacaktır.

Yanlış Faşizm Tahlilleri Yanlış Hülyaları da Beraberinde Getiriyor

Bu anlamda Biden ile Trump’ın farkları da, Biden’ın yükselişinin ABD’deki ezilenlere herhangi bir umut olmayacağıda açıktır. Öyleyse soru nasıl olup da bu gelişmelerin bize batıdan umut kapılarını araladığıdır. Elbette bu umudun kısmi sebebi, en azından Türkiye açısından, artacak baskının Erdoğan’ı sıkıştırma ihtimali ve Amerikancı muhalefetin buna bel bağlamasıdır.Ama daha önemlisi Trump, Bolsonaro, Orban, Erdoğan gibi kimilerine göre sağ popülist kimilerine göreyse faşizme yürümekte olan liderlerin aynı kefeye koyarak değerlendirilmesidir. Bu değerlendirmenin sonuçlarının da yanıltıcı olması kaçınılmaz.

Türkiye’deki Amerikancı muhalefet ve peşinde sürüklediği kitle için Trump yenilgisine bakıp umut tazelemek elbette İmamoğlu’nu desteklemek için teoriyi olmayacak şekilde eğip bükmekten çok daha kolay. Trump ile Erdoğan’ı aynı kategoriye koyup değerlendirince Trump seçimle gidebildiyse Erdoğan da gidebilir sonucu çıkarmak işten bile değil. Ancak bu analiz Türkiye ve ABD‘nin nesnel koşullarına dair yanlış varsayımlara dayanır.

Her şeyden önce Erdoğan parlamenter siyasette Trump’a kıyasla daha itibarlı ve daha sağlam bir yer kaplamaktadır. Bu anlamda beklenen sandıkta hezimet sonucunun Türkiye’de yaşanmasının ABD’de yaşanmasından daha zor olduğu açıktır.

Ancak çok daha önemlisi KöZ’ün üzerinde durduğu rejim krizi saptamasıyla ilgili. Her ne kadar ABD’de bir siyasi krizden bahsetsek de, ve müesses nizamı yeniden kurabilecek bir devlet gücünün kalmadığını söylesek de bu siyasi kriz Trump’ın akıbetinde düğümlenmiş bir rejim krizi değildir. ABD’de halen Trump’ın olası bir hamlesine karşılık verebilecek ve başına buyruk kararlarına müdahale edebilecek devlet kurumları varlığını korumaktadır. Örneğin Erdoğan’ın 31 Mart seçimlerinin sonucunu kabul etmeyip tekrar ettirmesi benzeri bir durumu ABD’de yaşamak siyasi krizin şu anki boyutlarında mümkün görünmemektedir, Trump oyların yeniden sayılmasını istese de sonuçları kabul etmediği koşullarda arkasına devlet desteği alamayacaktır. Bu sebeple Trump ve Erdoğan ne kadar birbirine benzetilmeye çalışırsa çalışılsın üzerinde durdukları siyasi gerçekler sebebiyle akıbetleri de birbirinden farklı olacaktır.

Floyd Eylemlerinin Biden’ın Seçim Galibiyetinde Rolü Var mı?

Biden’ın seçim galibiyetine yine Batı menşeili ve Türkiye’de alıcı bulan açıklamalardan bir diğeri ise Floyd’un polis tarafından işkenceyle öldürülmesi ardından gelişen isyan dalgasının Biden’ın galibiyetine katkı sunduğuydu. Mayıs ayı biterken ABD’de patlak veren bu isyan dalgası koronavirüse rağmen büyüyerek devam etmiş, hatta bir ABD isyanı ilk defa uluslararası ölçekte bu denli destek görmüştü. Kısa süre içinde isyan oportünistler tarafından bu öfkenin ancak oy vererek hedefe ulaşacağını savunan bir kampanyaya dönüştürüldü. Dünya çapındaki destek eylemleri ise ‘düşman kendi yurdumuzda’ demektense suya sabuna dokunmayan bir ‘Küresel Trump karşıtlığı’ eylemlerine dönüştürüldü.

Bu tabloya bakarak hemen ayaklanmanın Biden’a hizmet ettiği çıkarımını yapmaktansa ABD’de büyüyen sol dinamikleri saptamak gerekir. Amerikan hükümetlerinin 2000’li yıllardan itibaren uyguladığı içeride gelir dağılımını iyice bozan, dışarıdaysa çoğu zaman tecritle sonuçlanan saldırgan ve masraflı hamleler ABD içerisinde yeni ve bağımsız bir sol hareketin mayalanmasına yol açtı. Obama’nın Demokratların adayı ve sonrasında ABD başkanı olması hem bu mayalanmanın ürünü hem de geleneksel Amerikan siyasetinde sol rüzgarların artmasının sebebi oldu. Obama’dan daha solda olan Bernie Sanders’ın 2016 başkanlık yarışına dahil olması, aday olamasa da çok daha etkili sonuçlar doğurmuştur. 2020 seçimlerinde ise Sanders’ınönü bu sefer hile ve desiseyle bizzat Demokrat Partisi’nin yönetici kadrosu eliyle kesilmiştir. Ama bu durum Amerikan emekçilerinde sol siyasete yönelik hayal kırıklığını üretmek şöyle dursun onları iyice sola doğru yöneltmiştir.

ABD’de artan politizasyon ve Floyd isyanı büyük bir ‘oy ver’ kampanyasına dönüştü

Amerika’daki bugünkü sol muhalefetin başını çekenler, Sanders ve akıldaneleri, bağımsız bir sol parti olarak ortaya çıkamadılar. Tam da bu güçsüzlükleri nedeniyle karakol yakma eylemlerini Gezi zamanı HDP’nin engellediği gibi engelleyemediler. Ama Biden’ın adaylığını destekleyip, Biden kabinesi içinde yer almaya talip olduğunu belirten Sanders’ın teslimiyetçi politikaları, tam da Demokrat Parti’den kopuş aşamasındaki emekçi muhalefetini kısasüreliğine olsa da bir kez daha Demokrat Parti’ye bağlamakta, Amerika’da bağımsız bir emekçi muhalefetinin gelişmesine ket vurmaktadır.

Bununla birlikte, Floyd protestolarının Trump’a seçimleri kaybettirdiğini söylemekyanlıştır. En tehlikeli reformizm, silahı gösteren ama kullanmayan, iktidarı tehdit eden ama devirmeyen reformizmdir. Ayaklanma ve devrim fikriyle oynanmaz; sonucuna ulaşmayan ayaklanma girişimleri daha da kötüsü karşılıksız ayaklanma tehditleri karşı devrimci güçlerin seçmen desteğini büyütür. Trump da elbette bu seçimlere bir Amerikan başkanı en elverişsiz koşullarda girmiştir. Bununla birlikte Demokratların kontrolünü ele geçirdiği Floyd ayaklanması, Trump’ın yeniden seçilmesini imkânsızlaştırmak şöyle dursun, Trump’ın Biden ile çoğu eyalette bu kadar yakın yarışabilmesinin sebebi olmuştur. Seçimlerin sonucunu belirleyen eyaletlerde Trump anketlerin tahmin ettiği gibi bir  hezimetle değil başa baş bir sayımla yenilmiştir. Bir anlamda Floyd protestoları Trump’a yeniden seçilmesi için bir can simidi uzatmış ama yeterli olmamıştır.

Elbette Türkiye’deki devrimciler için bu sadece ABD’nin sorunu veya ABD’den çıkarılmış bir ders değildir.  Solun büyük kısmı Gezi sonrasında yaşanan durgunluğu ve Erdoğan’ın bir türlü önlenemeyen seçim başarısını kitlelerin suskunluğuyla  ve Erdoğan’ın gücüyle açıklamakta ısrar ediyor. Ancak asıl sorun reformist siyasete yedeklenen ve amacına ulaşmayan ayaklanmanın karşı devrimci güçlere hizmet edeceği gerçeğidir. Gezi’den Amerikancı muhalefet için kolay bir seçim zaferini çıkaracaklarını düşünenler bu nedenle hüsrana uğramışlardır. Gezi sonrasında hendek savaşlarındaki tutum karşı devrimci kanadı iyice kuvvetlendirmiştir. Birkaç ay önce çıkan ‘Gezi’yi yeniden başlatma’ tartışmasında da görüldüğü üzere ikinci bir gezi ayaklanmasından en çok reformistler korkmakta. Tüm bunlar Türkiye’deki devrimci dinamikleri elbette sönümlendirmeye yetmiyor, ama tam da bu yüzden HDP reformizmini devrimci yollardan alt etmek Türkiye’de kurulacak devrimci partinin öncelikli görevidir. Daha net ifade ederek bitirmek gerekirse devrimci parti ancak HDP reformizmini alt etmeye kararlı bir mücadelenin içinde kurulabilir.