Geçici bir süreliğine gittiğimiz Adana’da farklı siyasal akımlardan bir dizi militanla çeşitli konularda sohbetler gerçekleştirdik. Bu sohbetleri gerçekleştirme gayesiyle gittiğimiz yerde çevremizdeki insanlara KöZ’ün 23 Haziran seçimleri özel sayısını, KöZ’ün ve YDİ Çağrı’nın 23 Haziran ortak deklarasyonunu ve desteklediğimiz aday olan Güldes Önkoyun’un bildirilerini vermemiz üzerine sohbetler açıldı. Masada bizim dışımızda 6-7 kişi bulunuyordu. Öncelikle KöZ’ün Adana’da bulunup bulunmadığı soruldu. Bu soru akabinde gelişen sohbet, tam da istediğimiz gibi, diğer akımlarla KöZ’ün arkasında duran komünistlerin örgüt, parti gibi konularda ne tip görüş ayrılıklarının olduğunun altını çizecek şekilde seyretti. KöZ’ün Adana’da bulunmadığını, Adana’ya veya herhangi bir yerele şu veya bu şekilde gelmiş militanların varlığının KöZ’ün burada bulunması için yeterli olmadığını, bir yerde bir militanın bulunmasının örgütün orada olması anlamına gelmeyeceğini dile getirdik. SYKP’li olduğunu ifade eden bir arkadaşın, komünistlerin görevinin yaşamı değiştirmek, komünal yaşamı gittiği her yere taşımak olduğunu ifade edip bir komünist nerdeyse örgüt oradadır demesi üzerine biz de komünist örgütlerin en küçük birimlerinin bireyler değil, örgütler olduğunu söyledik. İlginçtir ki bu tartışmamız, sohbetin devamında “yüzyıl öncesinin meseleleri” olarak adlandırılacak Ekim Devrimi’nin ve Bolşeviklerinin deneyimine göbekten bağlıydı. Meşhur RSDİP ikinci kongresinde Bolşeviklerle Menşeviklerin tartıştığı tüzük maddesini(partiye üyelik için bir parti organında yer alma zorunluluğu) hatırlattık.

Masada bulunan başka arkadaşlar da Adana’da bulunacak bir örgütün Adana sosyolojisini bilen militanlara sahip olması gerektiğini belirtti. Adana sosyolojisini bilmeyen militanlarla kimi zaman sorun yaşadıklarını ifade ettiler. Bu, yerelcilik eğiliminin; İstanbul gibi ister istemez merkezi siyasal sorunlar etrafında dönen siyasal iklime nazaran kendi yerelinin dar sorunlarına hapsolmuş metropollerde daha görünür olduğu çıkarımı yapmamıza neden oldu. Bolşeviklerin hem siyasal, hem de örgütsel olarak merkezi bir örgüte, yani Ne Yapmalı’da tarif edilip 1917 Kasım’ında hükümet darbesini yapabilecek kapasitede bir örgüte vurgu yaptığını, bugün lazım olanın böyle bir örgüt olduğunu belirttiğimizde; bunların 100 yıl önce yazılıp bugün güncel olmayabileceği eleştirisi geldi. Örneğin PKK’nin her yerelin sosyolojisine titizlikle yaklaştığı, buna uygun örgüt modelleri geliştirdiği belirtildi. Biz de PKK’nin siyasetinin, yani demokratik modernitenin zaten yerelci bir siyaset olduğunu, kaldı ki örgütsel olanın siyasal olandan ayırt edilemeyeceğini, ayrıca PKK’nin bağımsız-birleşik Kürdistan gibi bir amacı olmadığını bu sebeple PKK’nin örgütlenme tarzının çelişki yaratmadığını belirttik.

Yine SYKP’li olduğunu söyleyen bir başka arkadaş KöZ özel sayısındaki ESP özelinde solla girişilen polemiğe ilgi gösterdi. Kitle kuyrukçuluğu kısmına hak verdiğini belirtti. Biz de politik uğraklarda ‘kitleye karşı bir şey’ söylemenin sorumluluğunu alamayacak örgütlerin devrimcilik iddiasında bulunamayacağını belirttik. Bugün solun önünde mükemmel fırsatlar varken bu fırsatlar siyaset sahnesi reformist-tasfiyeci örgütlere bırakıldığı için harcanıyor, bugün lazım olan bu siyaset sahnesinde bir çekim merkezi olabilecek komünist bir partidir ve bugünün görevi de bu partiyi yaratmaktır dedik. KöZ’ün arkasında duran komünistlerin bu partiyi yaratma mücadelesi verdiğini ifade edip seçimlerde alınan tavrın ve emekçilerin, Kürtlerin sesini duyuran, kayyumlara karşı kitlesel bir seferberliğe çağrı yapan CHP’den bağımsız bir çerçevenin KöZ’ün ilkeleriyle sınırlı olmadığını, devrimcilik iddiasında bulunanların bu çerçevede bir seçim çalışması yapması gerektiğini söyledik.  Bu tarz tartışmalara devam etmek üzere sözleştik hatta Aladağ Katliamı davasına beraber gitmeyi, yol boyunca bu tarz ve daha çeşitli tartışmalar yapmayı planladık ancak bizden kaynaklanmayan teknik aksaklıklardan dolayı bu planı gerçekleştirememiş olduk.

Geçmişte farklı siyasal akımlarda bulunmuş, şimdi Adana’da bir dizi kooperatif çalışmasını üstlenmiş bir gruptan iki kişiyle Bolşevizm’in güncelliği üzerine uzun uzadıya tartıştık. Arkadaşlar, Bolşevik tipte olmasa da komplocu bir örgütün gerekliliğini yadsımadıklarını belirttiler. Ancak Ne Yapmalı yazıldığı dönemde yerelleri merkezi siyasal bir çizgiye çekmeyi hedefleyen bir plandı bugün yerellerdeki çalışmalar sınırlı, öncelik yerellerdeki çalışma olmalıdır dediler. Kaldı ki Bolşeviklerin pratiklerinin bugünün veyahut söz konusu yerelin sorunlarına cevap olamayacağını, bugünün Türkiye’sine bakmak gerekir deyip ardından bizim bugün için ne dediğimizi sordular. Evvela, Bolşeviklerin tarihin gördüğü en büyük komployu yapıp Sovyet iktidarını muzaffer kılacak proleter bir devrim yaptıklarını belirtip tarihte komplocu örgütlerde örnek alınacak bir Bolşeviklerse iki Blankistler’dir dememiz ardından Blanqui’den haberleri olmadığını belirttiler. Kendilerine KöZ yayınlarından çıkan Komünistlerin Gözüyle Siyasal Portreler kitabını verip kısaca Blankistlerden bahsettikten sonra devam ettik. Ne Yapmalı ’da çizilen planın Komünist Enternasyonal belgelerine de yansıdığını, bu bakımdan evrensel bir plan olup Türkiye’de zaten yerelciliğin oldukça güçlü bir akım olup ‘yerel çalışmaları güçlendirmek’ adına bu eğilime destek vermek şöyle dursun bununla mücadele etmek adına Bolşevizm’e sarılmak gerekliliğinin üstünde durduk. Güçlü merkezi örgütler için önce güçlü yerel örgütler yaratmak gerekir tartışmasının da yeni değil, Nadejdin’in eleştirileri olduğunu belirtip Lenin’in hareketin bu denli dağınık olduğu koşullarda yerellerde güçlü politik örgütler yaratmanın tek yolunun siyasi merkezden geçtiğini söylemesi ve devrimci bir hareket yaratmak isteyen ama tuğlaları kafasına göre koyan devrimcilere yol gösterecek bir iskele yaratmak gerekir örneğini vermememiz eksiklikti. Zira tartışmada bulunduklarımız, kendileri de tarif ettikleri üzere, politik geçmişleri olan ve tasfiyeci örgütlerden şu veya bu sebeplerle ayrılan ancak “sudan çıkmış balığa dönen” militanlardı. Ekleyelim; Lenin’in Ne Yapmalı’dan bu yana vurguladığı, Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı kitabında da özellikle üzerinde durduğu konu, bırakalım ülkelerdeki yerelleri ancak merkeziyetçi bir örgütün yöneteceği vurgusunu, uluslararası çapta ülkelerdeki taktik tutumların kararını alacak yer ancak tüm deneyimi ve birikimi bünyesinde biriktirmiş merkeziyetçi bir dünya partisi vurgusudur. Yerelciliği ağır bir şekilde eleştirir. Bugün ise Türkiye’de herkes yerellerden ve yerelcilikten dem vurup burayı en iyi biz tanıyoruz, burada yapılacaklara da biz karar vermeliyiz derler.

Bolşeviklerin pratiğini sadece Ne Yapmalı vb. kitaplar üzerinden değil bunların örgütsel olarak da yansıdığı Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinden ölçmek gerektiğini söyledik. Bu örgütün bir dünya komünist partisi olduğunu, ‘bugün Türkiye’de komünist parti eksikliği var’ diyenlerin önce yaratılmış olanın referanslarına sahip çıkması gerektiğini, yine 2. kongrede oportünizmi ayıklamak üzere kaleme alınmış 21 koşulun ve Mustafa Suphi TKP’sinin ilke ve esaslarının da bu referanslardan olduğunu ifade ettik. Kendilerinin ‘günü anlamak’ adına ürettikleri şeyin bırakalım Bolşevikleri İkinci Enternasyonal’de Bernstein’da kendini bulan, hatta daha eskiye gidersek Marx öncesi Owen gibi sosyalistlerde kendini bulan bir eğilim olduğunu ve bizim referanslarımızdan daha eski bir eğilim olduğunu açıkladık. Güne dair söylenecek şeylerin referanslarla doğrudan bağlantılı olduğunu, söz gelimi Dimitrov’un faşizm tahlillerini kabul edenlerin CHP’yi desteklemekte beis görmemesinin normal olduğunu ifade edip bizim bugün için ne dediğimiz sorusuna yanıt vermeye koyulduk: Türkiye’de 12 Eylül’de ordunun etkin olduğu bir rejimin kurulduğunu, bu rejimin sacayaklarından birisinin emekçilerin parlamentoya girmesinin önünün kesilmesi için %10 barajı olduğunu, bu rejimde olağan sistemin bir burjuva partisinin görevlerini tamamlamasının ardından seçimler yahut skandallar yoluyla yerini bir diğerine bırakması gerektiğini söyledik. Gelgelelim ABD’nin Türkiye’yi bir Truva atı olarak AB’ye sokma girişimleri, buna bağlı olarak ‘demokratikleşme’ hamleleriyle rejimin altının oyulduğunu, %10 barajının defaatle yıkıldığını ve anayasanın yamalı bohçaya çevrildiği, tüm kurumları tel tel dökülen bir devlet aygıtı olduğunu belirtip bunu rejim krizi olarak tarif ettiğimizi söyledik.2009’dan beri gerileyen, onca skandal, karşısına çıkarılan onca figüre rağmen rejimin eski enstrümanları işlemediği ve Amerika eski gücünde olmadığı için gönderilemeyen bir Erdoğan olduğunu söyledik. Şu halde Erdoğan’ı bir karşı devrim/darbe veya devrim gönderebilir, o halde devrimci duruma bakalım dedik. Lenin’in devrimci durum için bahsettiği üç koşuldan ikisinin var olduğunu, üçüncü koşulun (yönetilenlerin huzursuzluğunu kitlesel eylemlerle göstermesi) eksik olduğunu ve bunda tarihinde hiç olmadığı kadar güçlü olan solun etkili olduğunu, solun kitlelerin eylemliliğinin önüne set çektiğini, 10 Ekim gibi her saldırıda provokasyona gelmeyelim diyerek kitleleri pasifize ettiğini, bunun solun tasfiyeci niteliğinden kaynaklandığını söyledik. İşte bu yüzden bu tasfiyecilikle mücadele etmek gerektiğini, Bolşeviklerin Çar’dan veya başkalarından önce oportünistlerle mücadele ettiğini söyledik.

Tartışmalar Bolşevizm güncel midir değil midir noktasına dönmeye devam etti. Yine de bu tartışmaların önemli olduğunu düşünüyoruz zira “sudan çıkmış balığa” dönen militanların asıl ihtiyacı konfor açısından kesinlikle değil ama siyasi açıdan “sudaki balık” kadar rahat olabilecekleri bir merkeziyet.

Kadıköy’den Komünistler