29 Ocak 2021’de İzmir’de düzenlenen ‘Faşizme Karşı Birleşik Mücadele’ paneline biz de katıldık. Paneli Alınteri, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Devrimci Parti, Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Mücadele Birliği, Partizan ve Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) birlikte düzenledi. Birleşik Gençlik Meclisleri (BGM), Devrimci İşçi Komiteleri (DİK), HDP, İşçi Temsilcileri Konseyi (İTK), Kaldıraç, Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Tuhay-Der’den de katılım gerçekleşti. Panelde ana konuşmacılar HDP milletvekilleri Dilşat Canbaz ve Musa Piroğlu ile HDP MYK üyesi Cengiz Çiçek’ti. Panele 120-130 kişi konuşmacı ve dinleyici olarak katıldı. Her ne kadar etkinlik panel adıyla düzenlendiyse de forum biçiminde gerçekleşti, ve konuşma yapmak isteyen herkese kürsüde söz hakkı tanındı.
İlk sözü alan Dilşat Canbaz, karanlık bir dönemden geçildiğini belirterek, iktidarın baskısının her geçen gün arttığını, zorlu günlerden geçilmekte olduğunu, yapmak gerekenin birlikte direnmek ve birleşik mücadele olduğunu, bunu da ancak devrimcilerin ve sosyalistlerin sokaklarda, fabrikalarda, halkın olduğu her yerde birlikte var olmasıyla mümkün olabileceğini belirtti. Daha sonra söz alan Musa Piroğlu, devrimcilerin çokça teorik lafızlar ürettiğini, sokakta ve eylemde teoriyi pratiğe dökmekte eksik kalındığını vurguladı. Piroğlu ayrıca zamanın ben yerine biz deme zamanı olduğunu, devletin her türlü baskıyla, ajanlaştırma operasyonlarıyla, gözaltılarla, baskılarla devrimcileri yıldırmayı hedeflediğini, yedi örgüt olarak başlattıkları faşizme karşı birleşik mücadele örgütlenmesinin bir eylem birliği platformu değil aynı zamanda düşünsel birlikteliği de hedeflediğini, böylelikle devrimcilerin yan yana gelip sokakta faaliyet göstermesi gerektiğini, kapılarının herkese açık olduğunu, bu oluşumun 1970’lerdeki benzeri bir yükselişe katkı koyabileceğini ifade etti. Daha sonra söz alan Cengiz Çiçek konuşmasına “Mustafa Suphiler”i anarak başladı. Sürmekte olan açlık grevlerine ilişkin anımsatmada bulunarak grevlerin kamuoyuna duyurulmasının önemine dikkat çekti. İçinden geçilmekte olanın faşist bir süreç olduğunu ifade eden Çiçek, iktidarın her türlü yolla halk üzerindeki baskıları artırdığını, Sadat ve benzeri oluşumlarla baskısını daha da yoğunlaştırmak istediğini, Ertuğrul Kürkçü’nün de söylediği gibi kararsızların ülkede artık ikinci büyük parti durumuna geldiğini, bu noktada devrimcilerin inisiyatif almasının zorunlu olduğunu söyledi. Bu durumun devrimcilerin birleşik mücadele etmesi gereğini ortaya çıkardığını, yaşanmakta olanın bir “sınıfsal mücadele” olduğunu ifade etti.
Cengiz Çiçek’ten sonra söz alan Tuhay-Der temsilcisi, cezaevlerinde sürmekte olan açlık grevleri ve direnişlere dikkate dikkat çekti, bu duruma sokaklardan destek vermenin önemini vurguladı. TÖP adına yapılan konuşmada, yaşanmakta olan durumun 12 Eylül faşizminden daha farklı bir faşist sürece işaret ettiğini, Gezi ve 6-7 Ekim ayaklanmaları ile başlayan sürecin sürmekte olan yeni tip faşizme bir karşı duruş olduğunu, mevcut girişimin demokratik bir cumhuriyetin inşasına katkı koyması gerektiğini ifade etti. TÖP temsilcisi yapılması gerekenin halka liderlik etmeye girişmek değil, halkla birlikte hareket etmek olduğunu, doğal öncülüğün süreçle ortaya çıkacağını vurguladı. Söz alan BGM temsilcisi sürdürülmekte olan girişimin bütünlüklü mücadelenin örülmesi anlamında değerli olduğunu, gençlerin de Boğaziçi Üniversitesi’nde örneği görüldüğü üzere bu mücadelenin önemli bir bileşeni olmaya aday olduğunu ifade etti.
Köz adına söz alan yoldaş ise, yaşanmakta olan sürece faşizm demenin yanlış olduğunu, Klara Zetkin’in 1923’te Komintern’e sunduğu raporda belirttiği gibi faşizmin proleter devrimi gerçekleştirmeye teşebbüs edilip gerçekleştiremediğinde ortaya çıkan bir durum olduğunu, Türkiye’de ise böyle bir durumun henüz söz konusu olmadığını ifade etti. Yoldaş mevcut duruma faşizm ve büyük baskı dönemi diyerek düşmanı gözümüzde büyütmenin yanlış olduğunu, bu durumun solcularda örgütsel atalete bahane yapıldığını belirtti. Ayrıca mevcut hükümete faşist bir hükümet diyemeyeceğimizi vurgulayan yoldaş, AKP’nin de MHP’nin de faşizme sıcak veya soğuk bakmalarından bağımsız olarak faşist bir örgütlenme olabilecek kapasiteye sahip olmadıklarını, bunu Erdoğan’ın devlet bir yana kendi partisine bile hakim olamamasından, hükümette bakanlar arası kavgalardan, Erdoğan’ın İyi Parti ve Saadet Partisi kapısında destek bulabilmek için yalvar yakar olmasından ve uyguladığı kararsız şiddet ile bunun toplumsal muhalefeti sindirmek bir yana güçlendirmesinden görebileceğimizi ifade etti. Gezi, Kobane ve Hendek başkaldırılarının, Adalet Yürüyüşü’nün CHP’nin hedeflediğinin aksine kitlesel sokak gösterilerine dönüşmesinin, Boğaziçi Üniversitesi isyanının bize bunları gösterdiğini, ne var ki sosyalistlerin CHP ile ters düşmemek adına sokaktan uzak durmasının – solun bu kadar güçlü olduğu bir coğrafyada – toplumsal isyanın önündeki en büyük engele dönüştüğünü ifade etti. Devrimcilerin polisten korktuğu için değil, CHP ile işbirliği yapan örgütlerin sokakta yer almaktan imtina ettiği için sokağa çıkmadığını, ataletin sorumlusunun devrimciler değil devrimci olduğunu iddia eden örgütler olduğunu belirtti. Yoldaş ayrıca faşizme karşı mücadelenin 1970lerdeki mücadeleye benzetilmesinin yanlış olduğunu, 1970lerde faşizme karşı mücadele ettiğini belirten devrimcilerin siyasi iktidarı parlamentarist olmayan yollarla ele geçirme hedefiyle hareket ettiğini, bugün faşizme karşı olduğunu söyleyenlerin hedefinin ise 2023 seçimlerine CHP ile birlikte girerek “faşizm”i sandıkta yenmek olduğunu, bunun büyük bir tezat olduğunu dile getirdi. Köz’ün arkasında duran komünistlerin adı ne olursa olsun devrimcilerin birlikte hareket edeceği bir örgütlenmede yer almaya karşı olmadıklarını, bunu desteklediklerini ifade eden yoldaş, temel koşullarının böylesi bir birlikteliğe CHP veya başka herhangi bir burjuva örgütün dahil edilmemesi olduğunu söyledi. Yoldaş ayrıca, önceki konuşmacıların dile getirdiği daha fazla sokakta olmak gerektiği vurgusuna katıldıklarını, ne var ki solun genelinin Mart ayından beri yaşanan korona salgını sürecinde kraldan çok kralcı olarak hükümet daha yasak/kısıtlama koymadan eylemlilik olasılıklarının önünü salgın bahanesiyle kendisinin kestiğini, salgın bahanesiyle Newroz’un ve 1 Mayıs’ı balkonlarda kutlama garabetine bilinçli olarak yol açtığını, bunu unutmayacaklarını belirtti. Hizmet sektörü işçilerinin her gün fabrikalara, toplu taşıma araçlarına, korona riskine sürekli maruz kaldığı ve mahkum olduğu bir ortamda tuzu kuru olanların ‘aman maske mesafe’ demesinin büyük bir yanlış olduğunu belirten yoldaş, ABD’deki Floyd eylemleri için sokağa çıkan halkın bunu koronaya rağmen yaptığını, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki isyanın da korona dinlemediğini; solun buna ters şekilde davranmasının çok hatalı olduğunu ifade etti. Yoldaş böyle bir sürece belirtilen çekincelerle destek verebileceklerini, panelde söz edilen sorunların hepsini kesin çözüm yolunun ise, Köz’ün arkasında duran komünistlerin hedeflediği proleter bir devrime öncülük edecek tüm devrimcileri, komünistleri tek bir örgütte bir araya getirecek bir partinin kurulmasından geçtiğini belirterek konuşmasını sonlandırdı.
Söz alan Partizan temsilcisi, her ne kadar sayımız az gibi gözükse de, dünyadaki durumun da çok farklı olmadığını, birleşik mücadelenin mevcut faşizm düzeninde önemli olduğunu ifade etti. İTK adına söz alan tekstil işçisi de girişimi olumlu bulduklarını, bunun işçilerin mücadelesine olumlu etki edeceğini belirtti. DİK adına söz alan arkadaş, teorik tartışmalarla zaman yitirmek yerine boş bıraktığımız sokaklara yönelmek gerektiğini, bunun da halka birlikte özyönetim anlayışı ile mücadeleden geçtiğini, burjuvazi ile işbirliği yapılmaması gerektiğini ifade etti. Mücadele Birliği adına söz alan arkadaş ise yaşananın İslamcı faşizm olduğunu, laikliği ve devrimciliği burjuvaziye karşı savunmak gerektiğini, bunun için olabilecek en geniş birlikteliğin hedeflenmesinin elzem olduğunu vurguladı. Kaldıraç temsilcisi ise mevcut faşist baskılara karşı birleşik bir emek cephesi kurmak gerektiğini bunun da daha fazla örgütlenme ile mümkün olabileceğini ifade etti.
Daha sonra sağlık gerekçesi ile panele gelemediği için video kayıt gönderen Ergun Adaklı söz aldı. Adaklı faşizme karşı geliştirilen birlikte mücadele fikrini desteklediğini ifade etti. 1977 ve öncesinde de benzer bir süreç yaşandığını ifade eden Adaklı, o günlerde Ecevit rüzgarına kapılan solcu örgütlerin bir kısmının (TKP, TİP, TSİP; Devrimci Yol, Özgürlük Yolu, DDKD, vb.) faşizme karşı mücadele bahanesiyle CHP ile birlikte hareket ettiğini, kendisinin de içinde olduğu örgüt dahil birçok örgütün bu durumu eleştirdiğini, burjuvaziyle böylesi bir eylem veya siyaset birlikteliği yapmanın büyük bir yanlış olduğunu, bugün de CHP’yle ortak hareket edilmesinin aynı yanlışın tekrarı anlamına geleceğini, konuya sınıf perspektifi ile bakmanın çok önemli olduğunu, Cumhur ittifakı ile Millet ittifakının sınıf çıkarlarının aynı olduğunu dile getirdi. Adaklı ayrıca 1980’lerde deneyimlenen Faşizme Karşı Birleşik Cephe örgütlenmesinin bugünkü birliktelik çabası için önemli bir deneyim örneği teşkil edebileceğini ifade etti.
HDP adına söz alan bir başka konuşmacı ise Şeyh Saitlerin Mustafa Suphilerin yolunda yürüyenlerin ortak bir amaç için bir araya gelme çabalarının olumlu olduğunu ifade ederek, iktidarın giderek daha da baskıcılaştığını, durumun çok kötü olduğunu, solcuların da, devrimcilerin de, yurtseverlerin de, mütedeyyinlerin de diğer birçok kesimin de bundan muzdarip olduğunu, bugünkü koşulların 1914’teki durumu çağrıştırdığını, AKP’nin tıpkı o günlerde Ermeniler’in soykırıma uğratıldığı gibi bugün de Kürtlere yönelik benzer bir hareketi başlatmasının olasılık dışı olmadığını savundu. Mevcut yapının AKP tehdidini bertaraf etmeye yetmeyeceğini, ama bunun bir başlangıç olmasını umduğunu, her örgütün kendi örgüt sınırlarının dışına taşmasının bunun için gerekli olduğunu belirtti.
İlk tur konuşmalarının ardından sorular alındı. Sorulardan ilki söz konusu birliktelik için bir program veya tüzük olup olmadığı idi. Köz’den bir yoldaş, söz konusu birliktelikte CHP’ye veya diğer burjuva örgütlere yer verilip verilmeyeceğini, CHP bu birlikteliğe katılmak isterse, buna izin verilip verilmeyeceğini sordu. Bunlar dışında soru gelmedi.
Bunun ardından söz alan Dilşad Canbaz, program veya tüzüğün zamanla birlikte hazırlanabileceğini, 4 Şubat’ta bunun ilk belgesini duyuracaklarını belirtti. Yaşanmakta olan sorunun salt AKP sorunu olmadığını söyleyen Canbaz, AKP gidince devrimcilerin görevinin sona ermeyeceğini, ama bunun bir aşama olacağını belirtti. Devrimcilere yönelik tecrit ve şiddet politikasının her yerde hüküm sürdüğünü, polisin sürekli saldırdığını, kadınların, Alevilerin, gençlerin yoğun devlet baskısına uğradığını, buna karşı olabilecek en geniş birlikteliğin hedeflenip bunu yaparken taktik ile stratejinin birbirine karıştırılmaması gerektiğini, taktik adımların devrimci stratejiyi değiştirmeyeceğini söyledi.
Canbaz’ın ardından söz alan Musa Piroğlu, antifaşist bir cephe kurmanın önemine işaret ederek, teorik tartışmalarla zaman yitirmemiz durumunda 12 Eylül öncesinde birbiri ile teorik tartışmalar yaptığı için birlik olamayan ve sonunda tanklar altında ezilen devrimcilere benzer bir duruma düşülebileceğine işaret etti. Kurulması hedeflenenin bir eylembirliği değil, eylemlilikleri birlikte örgütleyecek bir ortak akıl olduğunu ifade eden Piroğlu, zamanın eylemlerde örgüt bayrağı gösterme zamanı olmadığını, bir hareketi birlikte yaratıp değişik toplumsal yapılarla bir araya gelme zamanı olduğunu vurguladı. Geçmişte Lenin’in de Brest Anlaşması ile Almanya’ya olanca tavizi verip onlarla anlaşma yoluna gittiğini, bunun üzerine hükümetten ayrılan sol narodniklerin daha sonra Lenin’e suikast düzenlediğini söyleyerek, bu durumda Lenin’in de burjuvazi ile işbirliği mi yapmış sayılması gerektiğini sordu. Piroğlu ayrıca Stalin’in de bir Bolşevik olarak Nazilerle saldırmazlık anlaşması imzaladığını, kimsenin bunu Stalin’in Nazilerle işbirliği yapması olarak görmediğini, o zaman bu adımın gerekli olduğunu, zaten sonradan Kızılordu’nun Hitler’i boğduğunu, bugün de gereken ne ise onun yapılması gerektiğini savundu. Piroğlu Kobane’yi de örnek vererek, orada eğer uluslararası destek olmasaydı Kobane’nin özgürleşemeyeceğini, söz konusu desteğin de YPG’nin emperyalizmle işbirliği yapması olarak değerlendirilemeyeceğini belirtti. Lenin’in NED’i imzalamasının da karşıdevrimcilik olarak görülemeyeceğini belirten Piroğlu bunların hep taktik adımlar olduğunu, asıl stratejiyi etkilemeyeceğini söyledi. Durumun Mahir Çayan’ın sözleri ile ‘düz bir çizgide gitmiyoruz’ ifadesinde vücut bulduğunu ifade eden Piroğlu, ağır bir saldırı dalgası altında olduklarını, olağanüstü bir dönemden geçildiğini, bu sürecin kalıcı hâle getirilmemesi için olabilecek en geniş karşı duruşun hedeflenmesi gerektiğini ileri sürdü. Ne program ne de ilkeler bildirgesi sunmamalarının da bunu diğer tüm katılımcılarla birlikte yapma amacından kaynaklandığını belirtti.
Söz alan Cengiz Çiçek Türkiye’nin geçmişte Kemalist Beyaz Türkler’le AKP’li Yeşil burjuvazi hegemonyaları arasında kaldığını, Abdullah Öcalan’ın bunlara üçüncü ve enternasyonalist bir alternatif önerdiğini, bu önerinin tüm Ortadoğu’da konfederatif, antikapitalist ve dışlanan tüm kimlikleri kapsayacak bir yapıya işaret ettiğini, İngiltere’deki işçi sendikalarının, Meksika’daki Zapatistlerin ve dünyadaki birçok başka kesimin Kürt Özgürlük hareketine desteğini bu minvalde anlamak gerektiğini, taktik hamlelerin riskli olmakla birlikte gerekli olduğunu, devrimci kapasiteyi korumak ve artırmak gerektiğini belirtti. Kendisinin Dersimli olduğunu, birçok akrabasının kemik CHP’li olduğunu ifade eden Çiçek, eskiden onlarla pek anlaşamadıklarını fakat Kürt Özgürlük Hareketi Şengal’de Ezidiler’i kurtardığı zaman akrabalarının “hüngür hüngür” ağlayıp biz sizi yanlış tanıyormuşuz diyerek seçimlerde HDP’ye oy verdiklerini, bunun kaydadeğer bir durum olduğunu ifade etti. Buna paralel olarak, Kobane’den Türkiye’nin dört bir tarafına gelen devrimci cenazelerini devletin yasaklamasının da benzer bir ortaklaşmayı engelleme amacı güttüğünü; bu baskıya karşı bir hegemonyanın en geniş halk birlikteliği ile örülebileceğini söyledi.
Canbaz, Piroğlu ve Çiçek böylece Köz adına söz alan yoldaşın ve Ergun Adaklı’nın konuşmalarına dolaylı yoldan yanıt vererek CHP’nin söz konusu birlikteliğe katılmasına karşı çıkmayacaklarını, CHP’nin ismini kullanmadan ima etmiş oldular.
Bu konuşmaların ardından söz alan bir başka katılımcı örnek verilen “taktik” adımlara ilişkin “Lenin Sovyetlere dayanıyordu, Stalin’in de arkasında Kızılordu vardı; peki siz CHP’yle birlikte hareket etmeye yeşil ışık yakarken hangi özgüce güveniyorsunuz?” sorusunu yöneltti. Buna yanıt olarak söz alan Musa Piroğlu kendi özgüçlerinin halk olduğunu, buna güvendiklerini, taktik adımların her zaman atılabileceğini, bunun temel stratejilerini değiştirmeyeceğini söyledi, bu konuları dışarıda tartışmak yerine hep birlikte içinde yer alınacak ‘faşizme karşı birleşik mücadele’ örgütlülüğünde konuşulup tartışılabileceğine dikkat çekti. Etkinlik, etkinlikteki ana konuşmaları özetleyen ama Adaklı’nın ve Köz adına söz alan yoldaşın belirttiği noktalara herhangi bir vurgu yapmayan panel özetinin okunması ile sona erdi.
Devrim İçin Devrimci Parti,
Parti İçin Komünistlerin Birliği!
İzmir’den Komünistler