Filistin’e saldırılar sürerken Ortadoğu Federasyonu hayalleri yine gündemde

Emperyalist paylaşım kavgasının göbeğindeki Ortadoğu’da iki düğüm noktası var. Biri Filistin, diğeri ise Kürdistan. Filistin ve Kürdistan’da emperyalist paylaşım kavgası ne zaman keskinleşse, dolayısıyla devrimci dinamikler ne zaman büyüse bu dinamiklerin devrimcilere yüklediği görevleri hasıraltı eden reformist sloganlar piyasaya sürülür.

Bugün de benzer bir dönemden geçiyoruz.  Kürdistan söz konusu olduğunda işgal kuvvetleri Garê’de olduğu gibi Metîna, Avaşîn ve Zap’ta da bozguna uğruyorlar, Rojava’yı olmayan ve olacağı da belli olmayan bir Suriye federal devletine bağlanacak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne dönüştürmeye niyetlenen çok ama bunu kimse henüz başaramadı. Filistin söz konusu olduğunda, emperyalistlerin iki devletli çözüm planlarının çöktüğü her yeni gelişmeyle bir kez daha açığa çıkıyor.

Esasen Nil ve Fırat nehirleri arasında Davut’un yıldızının hüküm süreceğini temsil eden siyonist İsrail bayrağının dalgalandığı İsrail kendi itikatlarına göre bir tür “şeriat devletidir”. Filistin’deki marksist-leninist referanslara sahip örgütlerin tasfiye olması yahut marjinalleşmesiyle aktif bir biçimde onların yerini alan Hamas ise islam şeriatını referans alan bir şeriat devleti kurmayı amaçlamaktadır. Oysa Hamas’ın bırakalım tarihsel Filistin topraklarının hepsini “Müslüman Filistinlilerin” tamamını bile temsil etmediği  açıktır. Bu şartlarda Hamas BM’nin kadim ve esaslı bir üyesi olan İsrail’in karşısında sadece sembolik bir temsiliyet hakkı elde etmiş olan Filistin Kurtuluş Örgütü kadar bile temsili değildir. Hamas’ın Filistin’in kurtuluş mücadelesine önderlik edemeyeceği bir kez daha görülmektedir.

Ortadoğu emekçi ve ezilenlerin özgürleşmesinin zorunlu koşullarından birinin birleşik, demokratik ve laik bir Filistin ve yanı sıra bağımsız birleşik bir Kürdistan olduğunu unutturmak isteyenler bugün de “birleşik devrim”, “sosyalist”, “emekçi” vb. sıfatlarla süslenmiş bir Ortadoğu federasyonu hayalini yayıyorlar.

Kökü Kautsky ve Troçki’ye uzanan “Avrupa Birleşik Devletleri” sloganı

Yüz küsur yıl önce Avrupalı sosyalistler Birinci Paylaşım Savaşı’nın arifesinde ve sırasında, Avrupa’da savaşların nasıl önleneceği sorununu tartışıyorlardı. Kautsky 1911 tarihli Savaş ve Barış makalesinde Avrupa Birleşik Devletleri’ni barışı sağlayacak geçici bir çözüm olarak tanımladı. Kautsky’nin tezlerini emekçilerin Avrupası teziyle savunmak ise o dönem RSDİP içindeki tasfiyeci Ağustos Bloku’nun sözcüsü Troçki’ye düştü. Savaşın ilk aylarında Savaş ve Enternasyonal başlıklı bir broşür kaleme alan Troçki “Tüm uluslara kendi kaderini tayin hakkı. Monarşisiz, düzenli ordusuz, yönetici feodal kastsız, gizli diplomasisiz Avrupa Birleşik Devletleri!” sloganını yükseltti.

RSDİP(B)’nin merkez komitesi başlangıçta bu hatalı sloganı benimsese de Bolşevikler bir yıl sonra bu hatalarını düzeltti, 1915 Ağustosu’nda Sosyal-Demokrat’ta yayınlanan, bizim de sitemizde yer verdiğimiz, “Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine” makalesiyle Lenin bu yanlış sloganının neden terk edilmesi gerektiğini açıkladı. Avrupa Birleşik Devletleri sloganı eğer bir proleter devrim sonucu kurulan bir cumhuriyete işaret etmiyorsa böyle bir cumhuriyetin kurulması emperyalist devletler arasındaki paylaşım savaşları kaçınılmaz olduğu için olanaksız olacaktı. Emperyalistler arası barışın olanaklı olduğu geçici dönemlerde ise Avrupa devletlerinin birleşik bir güç olarak hareket etmesi, sömürgelerin boynundaki ilmiğin sıkılaştırılması anlamına gelecekti.

Avrupa Birleşik Devletleri sloganını o zamanlar bir sosyalist cumhuriyetler birliği anlamında kullananlar da vardı. Lenin böyle bir yoruma da karşı çıkıyordu. Dünyanın Avrupa ile sınırlı olmadığını, herhangi bir yerde gerçekleşecek proleter devrimlere bölgesel bir sıfat ve sınır konulamayacağını, proleter devrimlerin ulusal olmadığı gibi bölgesel bir karakter de taşımadığını söylüyordu. Gelgelelim Lenin’in can alıcı eleştirisi başka bir konu üzerindeydi: Avrupa Birleşik Devletleri sloganı proleter devriminin tek bir ülkede zaferinin mümkün olduğunun üzerini örtüyordu.

Lenin’in eleştirileri “Ortadoğu Federasyonu” için de geçerlidir

Bugün Ortadoğu’da bir federasyonu muhtelif sıfatlarla savunan yığınla akımın akıl hocaları arasından elbette Lenin’in Avrupa Birleşik Devletleri sloganını, Avrupalı devletler emperyalist olduğu için eleştirdiğini savunanlar çıkacaktır. Bu kesimler Ortadoğu’da emperyalist bir devlet bulunmadığı için Ortadoğu’daki sosyalist/emekçi vs. federasyonunun aynı şekilde eleştirilemeyeceğini söyleyeceklerdir. Hâlbuki tersi doğrudur. Tam da Ortadoğu’da herhangi bir emperyalist devlet bulunmadığı için tam da Ortadoğu emperyalistler arası paylaşım kavgasının en keskin yaşandığı coğrafya olduğu için Lenin’in “Avrupa Birleşik Devletleri” sloganı hakkında söyledikleri Ortadoğu’da bir federasyon öneren tüm sloganlar için daha da geçerlidir.

Her şeyden önce Ortadoğu federasyonundan söz edenler bunu işçilerin ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü anlamında kullanmadıkları zaman hedefleri Lenin’in dediği gibi hem olanaksız hem de gericidir. Olanaksızdır çünkü farklı emperyalistlerin at oynattığı bir coğrafyada onların uzantısı olan devletlerin birbiriyle geçelim birleşmesini, barış yapması bile mümkün değildir. Gericidir, çünkü Irak, İran, Türkiye gibi ezen ulus devletleri bir devrimle yıkılmadıkça bunların oluşturacağı şu ya da bu federasyon yahut bunların benimseyeceği şu ya da bu federatif yapının, bunların kuracağı şu ya da bu kısa süreli ittifakın başta Kürdistan ve Filistin olmak üzere tüm Ortadoğu emekçilerinin üzerindeki zulmü kat be kat arttıracağı açıktır. Sözüm ona “ilkel milliyetçiliğe” karşı olanlar, belediye düzeyinde reformlarla kurulan federatif/konfederatif yapılara methiyeler düzenler, tam da bu noktada kekeme kalırlar. Zira ezen ulus devletlerini devrimle parçalamadan kurulan federasyonların ezilen ulusları nasıl özgürleştireceğini bir türlü açıklayamazlar.

“Birleşik devrim” stratejisi proleter devriminin tek ülkede zaferini inkar eder 

Sözü edilen Ortadoğu federasyonunun aslında devrimle kurulacak bir emekçiler federasyonu yahut sosyalist bir federasyon olduğunu söylemek de durumu kurtarmaz. Bu federasyon, Lenin’in de işaret ettiği gibi, ortak ve birleşik devrim sürecinden söz etmiyorsa anlamsızdır. Zira böyle bir durumda, diyelim ki niye Yunanistan yahut Gürcistan sovyetinin bu federasyonun dışında kaldığını fakat Umman’ın onun bir parçası olmasının ihtimal dahilinde oluşu açıklanamaz. Ama daha önemlisi zaten bu federasyonu önerenlerin bunu aslında “birleşik devrim” adı altında tek bir ülkede proleter devriminin zaferini imkansız kabul eden komünizm dışı görüşe dayandırarak savunmalarıdır. Lenin de “Avrupa Birleşik Devletleri Üzerine” makalesinde asıl olarak bu görüşü eleştirir.

Komünist Parti Manifestosu’ndaki “İçerik açısından değilse de biçim açısından proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi ilk aşamada ulusaldır. Her ülkenin proletaryası elbette önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak durumundadır.” saptaması komünistlerin dünya devrimine karşı, üzerinde yaşadıkları topraklarda, burjuvazinin devletini yıkmaktan sorumlu olduğunu dile getiriyordu. Lenin de “Avrupa Birleşik Devletlerini” sosyalist devrim adına savunanlara tam da bu nedenle tek ülkede sosyalizmin (yani proleter devrimin) zaferinin mümkün olduğunu hatırlatıyordu.

Ortadoğu’da bir “birleşik devrimi” savunanların reddettikleri nokta tam da burasıdır. Onların savundukları şey, “Ortadoğu’daki devrimlerin birbirini etkileyip, besleyeceği” değildir. Bu saptama zaten dünyanın her yeri için doğrudur ve siyasetle ilgilenen hiçkimse bu banal ifadeyi reddetmez. Birleşik devrim stratejisini anlamlı kılan daha iddialı bir tespittir: Ortadoğu emekçi/sosyalist federasyonu kurulmadığı sürece hiçbir proletarya diktatörlüğü kurulamaz/yaşayamaz. Bu da ister istemez bir Ortadoğu devrimi olmadığı sürece Türkiye’de, İran’da, Kürdistan’da, Filistin’de devrim olamayacağı, Kürdistan’ın bağımsızlığının, Filistin’in kurtuluşunun gerçekleşemeyeceği anlamına gelir.

Birleşik Devrim tezlerinin yaygınlığı ulusal sorunun çarpık kavranışıyla ilişkilidir

Birleşik devrime dair marksizm dışı görüşlerin Türkiye’de bu kadar taraftar bulmasının temel sebebi elbette ulusal sorundur. Türkiye’nin bir ezen ulus devleti olduğunu reddedenler, ulusların kendi kaderini tayin hakkını devrim sonrasına erteleyenler, şovenizme teslim oldukları için Türkiye devriminden bağımsız bir şekilde gerçekleşecek bir Kürdistan devrimini reddedenler Kürt ve Türk halklarının birleşik mücadelesi yahut birleşik devrim tezlerine sarılmışlardır.

Gelgelelim şovenizmin soldaki hakimiyet, Birleşik Devrim tezlerinin bugünkü yaygınlığını tek başına açıklayamaz. Zira bugün artık sadece Türkiye birleşik devriminden değil Ortadoğu birleşik devriminden söz edilmektedir. Daha da önemlisi “Ortadoğu birleşik devrimi”, “Ortadoğu emekçiler federasyonu” tezlerine sarılanlar sadece bugünün TKP’si, Sol Parti’si gibi açıktan şoven bir çizgide yer alanlar değildir. Yetmişli yıllarda farklı tempolarda da olsa Kürdistan’ın sömürge olduğunu keşfedenler ve bu süreç içerisinde kademeli olarak Kürdistan’da ayrı bir devrimci örgütlenmenin şart olduğunu savunanlar da bunlarla buluşmaktadır.  O halde Birleşik Devrim tezinin dünün sömürge/ilhak tezlerini savunanlar tarafından bugün bu kadar benimseniyor olmasını açıklamak için Türkiye’de ulusal sorunun gelişiminin bir başka boyutuna işaret etmek gerekir.

Kürdistan sorunundan birleşik devrim/Ortadoğu emekçiler federasyonu tezlerinin arkasına sığınmadan söz etmek isteyenlerin karşısına ilk olarak Kürdistan devriminin nasıl ve hangi hedefle gerçekleşeceği sorusu çıkacaktır. Bu sorunun devamı elbette bağımsız birleşik Kürdistan için mücadele ettiğini programına yazmış bir partinin bulunup/bulunmadığı olacaktır. Kuşkusuz, “lafla devrimcilik yapılamayacağını”, “doğruları söylemenin yeterli olmadığını”, asıl önemli olanın “savaşmak”, “bedel ödemek” olduğunu söyleyenler mevcuttur. Ancak program tartışmalarını örtmek için kullanılan bu hamasi söylemler siyasi tecrübesi olmayan militanların ninnisi olmanın ötesine geçmez. Reformist de olsa siyasetle ciddi bir ilişki kuran parti ve örgütler için daha fazlası gerekir. Birleşik Devrim/Ortadoğu Federasyonu teorileri de tam da bu amaçla üretilmiştir.  Bu safsatalar sayesinde bir taşla iki kuş vurulmaktadır.

Birleşik devrim stratejisinde devrim, Ortadoğu’da bir devleti yıkmakla ya da Kürdistan ve Filistin örneğinde olduğu üzere bir devleti kurmakla ilişkilendirilmeden ve tüm Ortadoğu çapında kurgulanmaktadır.  Böylelikle bağımsız Kürdistan hedefini demokratik Ortadoğu hedefiyle değiştirenleri eleştirmeye gerek kalmamaktadır.

Aynı nedenden ötürü bir devleti yıkma hedefi olmayan muhtelif özerklik mücadelelerini de “birleşik devrimin” bir parçası olarak tanımlamak mümkün olur. Böylelikle bağımsız-birleşik Kürdistan hedefinden vazgeçilmesini reformizm olarak tanımlamaya gerek kalmadığı gibi,  Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun kurulmasını Ortadoğu’daki birleşik devrimin ilerlemesi olarak selamlamak mümkün olur.

Benzer bir durum, bu kadar yakıcı bir şekilde hissedilmese de Filistin sorunu için de geçerlidir. Filistin’e yönelik ne zaman bir saldırı olsa sol akımların hepsi adeta yekpare bir biçimde Filistin halkının yanında olduğunu, Filistin’in mücadelesinin kazanacağını ifade etmektedir. Bu kesimlerin Tel-Aviv’deki yahudi proleterleri Filistin halkının bir parçası saymadığı açık olsa da Filistin halkının mücadelesine kimin önderlik ettiği hakkında rivayet muhteliftir. Benzer bir şekilde sol akımların Filistin’in kurtuluşunun nasıl bir siyasi devrimle gerçekleşeceğine dair de net bir görüş de yoktur. Ancak hızır gibi yetişen Ortadoğu sosyalist/emekçi federasyonu hedefiyle birlikte Filistin’in kurtuluşuna ihanet eden Arafat ve şürekasını, Siyonist İsrail’le aynı esaslar üzerinde aşık atmakta olan Hamas’ı sözüm ona birleşik devrim mücadelesinin bir parçası olarak sunmak mümkün olmaktadır.

“Enternasyonalizmi” güneybatıda hatırlayıp kuzeyde unutmak

Bununla birlikte özellikle konu Kürdistan olduğunda Ortadoğu federasyonu safsatasını yayanların Kürdistan’ın şu ya da bu bölgesinde devrimci bir gelişmenin önünü kesebilecek, onu ezen ulusun işçi hareketinin temposuna tabii kılacak bir etkiye sahip olmadıklarını ve olamayacaklarını teslim etmek gerekir. İçinden geçtiğimiz dönemde tersi bir durum söz konusudur.

Rojava Devrimi başladığından beri Türkiye’deki sol akımların önemli bir bölümü kendi bünyesindeki yüzlerce militan kadroyu enternasyonalizm adına Rojava’ya göndermektedir. Peki enternasyonalizm adına güneybatı Kürdistan’a gidip YPG saflarında mücadele edenler neden kuzeyde aynı şeyi PKK/KCK ile  yapmaz? Başur veya Rojhilat bahis konusu olduğunda daha da karmaşık hale gelir. Birleşik devrim vurgusunu yapanlar enternasyonalizmi Kürdistan’ın T.C. sınırları dışındaki parçaları için geçerli görmektedir çünkü birleşik devrim Kürdistan topraklarını bir bütün olarak ve tek bir devrimin konusu olarak ele almayı şart koşmaz. Birleşik devrim stratejisi Kürdistan devrimin sorumluluğunun dört parçadaki Kürdistan komünistlerinin kuracağı partinin omuzlarında olduğu gerçeğinin üzerini örter.

İhtiyaç sovyet cumhuriyetleri birliğidir

Zaten ancak bu takdirde Türkiyeli, Suriyeli, Iraklı ve İranlı komünistler bakımından asıl enternasyonalist ilişkinin bir bütün olarak Kürdistanlı komünistlerle kurulması gerektiği bilince çıkarılabilir. Böylelikle de “birleşik devrim” gibi muğlak bir ifadenin bu muğlaklık sayesinde üzerini örttüğü siyasi görevlerin neler olduğu açığa çıkar. Ancak bu şekilde tek tek ülkelerde başlayıp egemen burjuva diktatörlüklerinin yıkılmasıyla sonuçlanıp birer sovyet cumhuriyetiyle taçlanacak olan bir uluslararası devrim süreci bahis konusu olur. Bakur, Rojava ve Rojhilat’da bu devrimin hedef tahtasında Şam, Tahran ve Ankara’da konumlanmış ilhakçı devletler bulunurken Başur’da öncelikle aşılması gereken köstek Kürdistan’ın bu parçasını Bağdat’a bağlayan federe devlet olarak belirmektedir. Bağımsız, birleşik Kürdistan programatik hedefi unutulduğunda bağımsız -birleşik devrim muamması elbette çözülmesi imkansız bir bilmeceye döner.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde sol hareketin Kürt hareketine kıyasla büyük ölçüde zayıf olması, birleşik devrim tespitini savunanları tümüyle HDP’nin çizdiği muhalif bir çizgiye hapsetmektedir. Zira birleşik devrim safsatası bir bütün olarak Kürdistan’da ulusal kurtuluş mücadelesini kimin yürüteceği ve Türkiye’de proleter devrimin sorumluluğunun kimin omuzunda olduğunu iyice müphem hale gelmektedir.

 

Bu bakımdan bu ayrı ayrı proleter devrim hedeflerinin üzerinden atlayıp muhtelif sıfatlarla bezeli Ortadoğu federasyonu hayallerine inandırıcılık katmaya çalışanların karşısına Lenin “Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine” makalesindeki gerekçelerle karşı çıkmak tam da bu nedenle sadece ve esas olarak teorik, programatik bir düzeltme anlamına gelmez. Böyle bir düzeltmenin esas olarak politik bir karşılığı olmalıdır.

Türkiye’de bu düzeltmenin karşılığı Kürdistan’ın en büyük parçasını yutmuş Türkiye Cumhuriyeti’ne ve onun son bekçisi Erdoğan hükümetine karşı kitlesel bir seferberliğe önderlik edecek devrimci partiyi yaratmaktır. Kürdistan’da mücadele eden komünistlerin sorumluluğu ise dünya devrimine duyduğu sorumluluktan ötürü bağımsız, birleşik Kürdistan devrimine önderlik edecek ama aynı zamanda Kürdistan devrimiyle kurulan sovyetleri Ortadoğu, Avrupa ve Afrika’daki sovyetlerle aynı sovyet cumhuriyetler birliği içinde buluşturacak komünist partisinin kurulması mücadelesinin bayrağını yükseltmektir. Bizim durduğumuz yerde enternasyonalizmin gereği böyle belirir.

Bu çerçevede ezen ulusun parçası olmanın bir gereği olarak Türkiyeli devrimcilerin/komünistlerin enternasyonalist ödevlerinin başında Kürdistan komünistlerinin bağımsız ve birleşik örgütlenmesine katkı sağlamak gelir. Ortadoğu Sosyalist/Emekçiler Federasyonu vb. türden mazeretçi, hayalperest sloganlara proleter devrimci bir yanıt vermenin ön koşulu işte tam da bu adımda yatmaktadır.