* Ocak 2023 tarihli Köz özel sayısından alınmıştır.
Sihirli Sözcük Ortak Aday. 2023 seçimlerine giderken soldaki hakim eğilimi bu iki sözcükle özetlemek mümkün. İster açıkça Altılı Masa’ya kayıtsız şartsız destek sunsun, ister “içimize sinecek bir aday çıkarın” çağrısına bulunsun, ister “müzakare kapılarını kaparsanız kendi adayımızı çıkarabiliriz” densin, isterse de seçim sürecini şikayetçi ama tutumsuz bir şekilde dışarıdan seyretsinler soldaki akımların ezici çoğunluğu bu eğilimin ya bir parçasıdır ya da bu eğilimi sessizlikleri ve tutumsuzluklarıyla onaylıyorlar.
Ortak aday burjuvaziyle birinci ya da ikinci turda buluşma eğilimidir. Ortak aday derken kast edilen Kartonsan işçisinin, Sur’da başkaldıranların, polis barikatlarını aşan kadınların, devletin Alevisi olmayacağız diyenlerin ortak adayı değildir. Erdoğan’dan on yıldır kurtulmak isteyen emperyalistlerin, onların uzantısı sermaye partilerinin ortak adayıdır. “Birinci turda mı açıktan mı yoksa ikinci turda kerhen mi?”, “Güle oynaya mı? Bağrımıza taş basarak mı? Yoksa halkımız onların da çözüm olmadığını görsün?” diye mi destekleyeceklerini tartışsalar da Ortak Adayı savunanların hepsi eninde sonunda Erdoğan’a karşı emperyalistlerin, kapitalistlerin ortak adayını desteklemenin kaçınılmaz olduğunu savunmaktadır.
Ortak aday stratejisi reformizmin tutarlı ve kaçınılmaz sonucudur. Reformistler kilit siyasal dönüşümlerin düzenin araçlarıyla gerçekleşeceğini savunur. Bugün Türkiye’deki tüm siyasal sorunların Erdoğan sorununda düğümlendiğinde çoğunluk hemfikir. Farklılık bu sorunun nasıl çözüleceğinde çıkıyor. Devrimciler emekçilerin ezilenlerin lehine tek çözümün devrimden geçtiğini ifade ederken, reformistler bu sorunun 12 Eylül rejiminin uygun gördüğü araçlarla yani seçimlerle çözülebileceğini savunur. Mevcut anayasal düzende seçim sisteminde, burjuva muhalefetiyle bir seçim ittifakı kurmadan Cumhur İttifakı’nı alt etmek mümkün değildir.
Ayakları yere basmayan kim? Şu ya da bu siyasal dönemeçte “Tek Yol Devrim!” diye ısrar edenler şaşmaz biçimde somut siyasal dengeleri ve sınırları ihmal etmekle, hayalcilikle, ayakları yere basmamakla suçlanır. “Faşizm”, “tek adam diktatörlüğü”, “istibdat rejimi” diye adlandırdıkları rejime seçimler yoluyla son verileceğini savunanların kendi iç çelişkilerini bir kenara bırakalım ve soralım: Dünya’daki ve Türkiye’deki siyasi gelişmelere gözlerini kapatan kim? Ayakları yeri basmayan kim? Devrimciler mi reformistler mi?
Brezilya’dan öğrenmeyecek miyiz? Brezilya devleti Türk devleti kadar derin bir krizin içinde değil. Ordusu, polisi, yargısı kendi içinde görece bir bütünlük içinde çalışıyor. Brezilya’da devlet başkanı Lula’yı yolsuzlukla suçlayıp, koltuğundan indirip hapse attıracak kadar duruma hakim bir düzen hüküm sürüyor. Ama aynı Brezilya’da bile Bolsonaro seçim yenilgisini kabullenmiyor. Bolsonaro’nun tabanı orduyu harekete geçirmek için kongre binasını işgal ediyor. Muhalefete karşı başlattığı içsavaşı kitleleri silahlandırarak değil devlet içerisinde yönlendirebildiği parçaları ve kişileri harekete geçirerek sürdüren hükümet bu imkanlara sahip olmayan Bolsonaro’dan daha mı kolay yenilgiyi kabul edecek? Brezilya polisi kongreyi tahliye ederek Lula’yı kurtardı. “Türk polisi de benzer bir görev bilinciyle ‘ortak aday’a destek olur” diyenlerin mi ayakları yere basmıyor yoksa demeyenlerin mi?
Türkiye’de hükümet sorunu aynı zamanda bir anayasa sorunu. Sadece Erdoğan, kendi Cumhurbaşkanlığı adaylığı dahil olmak üzere, her adımında anayasayı çiğnediği için değil. Aynı zamanda gerilemesine rağmen koltuğunu anayasanın işlemez olması sayesinde koruduğu için. Erdoğan geriliyor ama koltuğundan inmiyor çünkü 12 Eylül Anayasası uzun bir süredir işlemiyor, anayasayı uygulamakla yükümlü kurumlar felç olmuş, bir ayağıyla öbür ayağını çelmeleyen dev bir koalisyona dönmüş durumda. Erdoğan dahil tüm aktörler bu anayasayı değiştirmeye çalışıyor, ama hiçbiri bu anayasayı değiştiremiyor, yeni bir rejim kuramıyor.
Şili’den, Peru’dan öğrenmeyecek miyiz? Şili ve Peru örnekleri ise bir anayasanın nasıl yapılamayacağını anlatıyor. Şili’nin ortak adayı Boric, “Ayaklanmaya son verelim! Seçimler aracılığıyla anayasayı değiştiririz.” fikrinin sesi ve yumruğuydu. Düzenin sınırlarını peşinen kabul eden göstermelik kurucu meclisin faaliyetini Boric iyice sulandırdı, sonunda yeni anayasa girişimi referandumda boğuldu. Peru’da “halkın sesi” olacağını iddia eden Castillo, ise yine düzen sınırları içinde bu sefer Cumhurbaşkanlığı yetkilerine yaslanarak bir kurucu meclis toplamaya çalışınca kendisini hapiste buldu. Peru’nun emekçileri Julica’da, Lima’da grev grev, barikat barikat başkaldırıyorlar. Ama örgütsüz ve stratejisiz oldukları için katliamlara uğruyorlar. Bu katliamlarda onları seçim hayallerinin peşinden koşturanların hiç mi sorumluluğu yoktur? Anayasayı seçimle referandumla değiştiririz diyenlerin mi ayakları yere basmıyor? Anayasa yapabilecek bir kurucu meclis ancak devrimle kurulur diyenlerin mi?
Ukrayna’dan öğrenmeyecek miyiz? Barış ve istikrar timsali olarak gösterilen Avrupa’nın içinde emperyalistler arası paylaşım savaşı bir yıldır sürüyor. Savaş durulmak şöyle dursun Amerika’nın temin ettiği ağır silahlarla, Rusya’nın yeni saldırı hazırlıklarıyla uzuyor. Bu savaşın arka planında adım adım içsavaşa ilerleyen bir hükümet krizi yok muydu? Ukrayna’da 2004’te başlayan hükümet krizi, çözümsüz seçimlerden protesto gösterilerine oradan da bir içsavaşa evrilmedi mi? Yedi yıldır bir içsavaşın debelenen, her seçimi bir usulsüzlük abidesi olan Türkiye’de seçimlerin bu düğümü çözemeyeceğini söyleyenlerin mi ayakları yere basmıyor? Yoksa Ukrayna’ya İHA-SİHA satmakla övünen bir hükümetin seçimlerle alt edilebileceğini söyleyenlerin mi?
Rojhilat’tan öğrenmeyecek miyiz? Hükümet karşısındaki teslimiyetçi reformizmi ve bu reformizme uygun şekillenen seçim stratejisini gerekçelendirenler, “Onlar güçlü biz zayıfız” diyorlar. Onlar İran’da güçlü değil miydi? İran Cumhuriyeti’nin kendi halkını sindirme kapasitesi Türkiye’dekinden yüksek değil mi? Peki, onlar Kürdistan’ın en bilinmedik parçasında Rojhilat’ta patlayan ayaklanmayı bastırabildiler mi? Ayaklanma Rojhilat’tan tüm İran’a yayılmadı mı? Kürdistan’ın doğusundaki mücadele ve örgüt birikimi mi yüksek kuzeyindeki mi? Kürt baharı 12 Eylül anayasasını kevgire çevirmedi mi? Türkiye’deki işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele birikimi, imkanları İran’dakinden fazla değil mi? Rojhilat’a gözlerini kapayıp benzeri bir başkaldırının Kürdistan’da ve Türkiye’de yaşanmasının imkansız olduğunu söyleyenlerin mi ayakları yere basıyor? Böylesi bir mücadele hattı sadece gerekli değil aynı zamanda mümkündür diyenlerin mi?
Ayağı yere basanlar, bastıkları toprağın emperyalizmin zayıf halkası olduğunu görüyorlar. 2023 seçimleri yaklaşırken dünyada devrimci durumun kapsamı genişleyip, şiddeti artıyor. Bir dizi coğrafyada devrimci duruma ayaklanmalar eşlik ediyor. Besbelli ki Türkiye’deki rejim krizi dünya çapında genişleyen devrimci durumdan bağımsız değildir. Bir adım daha ileri gidip Türkiye ve Kürdistan’ın dünya çapındaki bu devrimci durumun merkezi olduğunu söylemek gerekir. Türkiye’de Anayasa’dan Kürdistan’a bütün sorunlar hükümet sorununa düğümlenmiştir. Bu düğümü çözmenin tek yolu devrimdir.
Devrim için devrimci parti. Peru’dan Rojhilat’tan öğrenmek isteyenlerin çıkarmaları gereken daha önemli bir ders daha var. Devrimler ne kadar kaçınılmazsa devrimci bir partinin önderliği olmadığı zaman bu devrimlerin yenilmesi de o kadar kaçınılmaz. Devrim için devrimci parti şart. Dünyadaki devrimci durumun merkezi Türkiye ise Türkiyeli devrimcilerin öncelikli görevi de devrimci partinin yaratılması olmalı. Sadece seçim taktikleri değil tüm politik mücadele bu amaca uygun bir şekilde tarif edilip, yürütülmeli. Devrimci partinin yaratılmasını öncelikli görev olarak görenlerin komünist partinin kuruluş kongresini ortak bir zeminde birlikte örgütlemek için buluşması şart.Yaşasın komünistlerin birliği çağrısı tam da bu anlama geliyor.
Tek Yol Devrim!
Devrim İçin Devrimci Parti!
Parti İçin Komünistlerin Birliği!