Devlet Bahçeli beraberinde kendisini ve MHP’yi de çukura çekme olasılığını artıran Erdoğan’ı böyle riskli bir oyuna mı sürüklemiştir, sorusunu sormak fazlasıyla gereklidir.
Bu sorunun cevabı hakim anlayışın aksini ifade eden tablonun Bahçeli tarafından görülmüş olmasından başka değildir. Yani Bahçeli “Cumhur İttifakı”nın zaman ilerledikçe daha çok zayıflayacağını, Erdoğan’ın umarsız hamlelerinin her seferinde bu gidişi ivmelendireceğini fark ederek daha fazla güç kaybetmeden erken seçime gitmekten başka çare olmadığı kanaatiyle mevcut duruma damga vuran hamlesini yapmıştır. Erdoğan da bütün ihtişamlı tasvirlere rağmen tiridi çıkmış MHP’ye bile hala muhtaç olduğu için durumu düzeltmek için zaman kazanma fantezilerinden vazgeçmek zorunda kalmıştır.
Mamafih bu durumun kendisi bile, yani Bahçeli’nin Erdoğan’ı zora sokacak bir oldu bittiye başvurması dahi “Cumhur İttifakı”nın daha yola çıkmadan çatladığına delalet eder ve ister erken ister başka türlü ilk seçimlerde kaybetme istikametinde yol alacağına delalet eder.
Bu takdirde Bahçeli ve MHP’sinin kendilerinin de sonunu getirecek böyle bir riskli hamleyi neden yaptığı sorusu kafaları kurcalamakta ve buna cevap bulamayanlar tertip senaryoları tahayyül etmeye başlamaktadır. Bu yanılgının ardında MHP’nin siyaset sahnesindeki beklentileri hakkındaki bir yanılsama yer alır.
MHP siyasete çoktan beri parlamenter rejim çerçevesinde bakma alışkanlığıyla hareket edenlerin sandığının aksine stratejik hedeflerini bu zeminde belirleyen bir parti değildir. O nedenledir ki, “Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde” kendisine bir yer açmaya da tevessül etmemiştir. Daha önce de Ecevit’le koalisyon hükümetini bozup neredeyse siyaset sahnesindeki bütün partilerle birlikte kendisini de Meclis dışına atan bir hamle yapmış olması da aynı nedenledir. Bugün de benzer bir girişimde bulunması şaşırtıcı olmasa gerektir.
Buna karşılık vaktiyle önceli Türkeş’in dediği gibi “kendisi hapiste fikriyatı iktidarda” olmakla yetinen ve hatta böbürlenen bir partidir MHP. Bugün Tayyip Erdoğan adeta tamamiyle MHP’nin geleneksel söylemini benimsemiş, İhwan işaretinin yanına Bozkurt işaretini de eklemiş durumdadır. Sadece bu söylem değişikliğinden ibaret bir ideolojik kazanımın MHP kadrolarının hocalığı kariyerinden gelse de Bahçeli’ye yeteceğini sanmak yanlış olur.
Başka neler elde ettiğini tastamam görmek için örneğin Bahçeli’nin AKP’ye 7 Haziran’dan beri verdiği desteğin ardında yatan temel etkeni hatırlamak gerekir. O vakit HDP’nin meclise girmesine bile tahammül etmemiş ve kendisini de nispeten küçültme pahasına seçimlerin yenilenmesinin (tabii CHP ve HDP’nin vahim hatalarının da katkısıyla!) önünü açmıştı. Her ne kadar 1 Kasım seçimleri de meclisteki tabloyu esaslı bir biçimde değiştirmiş değildir; hatta MHP bu seçimlerin ardından meclise daha da küçülerek girmiştir. Sonrasında partisinin yarısını kaybederek daha da küçülecektir. Ama HDP ve Kürtlere yönelik baskı ve saldırıların arttığı bu süreçte MHP ve Bahçeli için daha önemli ve daha az görünen bir kazanım vardır: büyük ölçüde zaten MHP’li kadroların içinde yer aldığı JÖH ve PÖH gibi kurumların yanısıra bunların paralel sivil eklentileri arasında MHP’nin etkisi ve gücü de artmıştır. Muhtemelen takip eden süreçte, bilhassa “FETÖ’cülerin” tasfiye edilmesi furyasında boşalan stratejik kadrolarda da MHP parlamentoda işgal ettiği yerden çok daha önemli mevziler kazanmıştır. Bu sayede de arada partisinin (parlamenarist denebilecek) bir kısmını kaybetmiş olmasına rağmen itibarından güç ve etkisinden pek bir şey kaybetmiş değildir.
Aksine bu süreçte kadrolarına bir yandan yer açarken adeta kendisine mahkum hale gelen Erdoğan üzerindeki nüfuzu artmıştır. Nitekim öteden beri “Ne zaman Kandil’e gideceksiniz?” diye bağırıp çağıran Bahçeli’nin gönlünden geçenler önce Fırat Kalkanı sonra Afrin işgali ile Erdoğan eliyle gündeme gelmiş bulunmaktadır.
Bu bakımdan Bahçeli 7 Haziran’dan beri Erdoğan’a verdiği destek karşılığında (muhaliflerinin kongresi Erdoğan’ın yardımıyla iptal edilip partisinin başında kalmasını sağlamış olmanın ötesinde) yeterince ve büyük ölçüde geri alınması zor kazanımlar elde etmiştir. Bu bakımdan zaten “Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde” kendisi için bir yer bulunmadığı gibi “Cumhur İttifakı”na da Erdoğan’ın ihtiyaç duyduğundan çok daha az ihtiyacı vardır. O nedenle bu ittifakın çatlamasından endişe edecek ilk kişi Bahçeli değildir. Aksine bu şantajla avantaj elde etme serbestisine sahiptir.
Bu şartlarda nasıl oluyor da “her şeyi eline geçirmiş diktatör” bu küçük ve küçülen partiye muhtaç haldedir? Bilakis öyle olmadığı için giderek BBP’ye dahi muhtaçtır.
Tayyip Erdoğan geniş bir seçmen desteğine sahip olmasına rağmen ve bir türlü gönlünden geçirdiği gibi bir sivil milis hareketini yaratıp iş görür hale getiremediği için soldaki “iç savaş geliyor” feryatlarının inadına ancak devletin baskı aygıtlarıyla iğreti iktidarını koruyabilmektedir. “15 Temmuz’da sokaklara dökülen kitleler” ise bir gerçeklik olmaktan çok onun gönlünden geçenlerdir. Kuşkusuz Erdoğan’ın bu eksiğini kapatan 80 öncesindeki gibi bir “ülkücü hareket” Erdoğan’ın hizmetinde değildir. Ama onun biricik teminatı durumundaki baskı aygıtlarında kendine bağlı militanlardan çok küçük ortağına -doğrudan ve örgütsel olarak olmasa da- bağlı unsurlar kol gezmektedir. Bunu da muhtelif operasyonlarda bozkurt işareti yapan üniformalı yahut sivil kuvvetler üzerinden görmek zor değildir.
Bu bakımdan Erdoğan kendi eksik ve zaafları nedeniyle MHP’nin desteğine muhtaç oldukça bu küçük ortağına bağımlı hale gelirken, tersine küçük ortağı giderek daha bağımsız hale gelmiştir ve gelmektedir. Bu itibarla bugün “Cumhur İttifakı”nın çatlaması Erdoğan için Bahçeli için olduğundan daha hayatidir. Keza herhangi bir erken seçim macerasından bu ittifakın başarısız çıkması da öyle.