Bugün ister jenosid diyerek ister demeyerek Ermenilerin katledilmesini öne çıkarmak isteyenler, Ermeni sorununu Ermenistan’ın bağımsızlığı sorunu olmaktan çıkarıp bireysel haklar sorunu hâline getirenler aslında Ermenistan’ın bir kısmının, emperyalistlerin ortak onayı ve Ermeni ulusal hainleri olan karşı devrimci/Menşevik Taşnak partisinin rızası ile ilhak edilmiş olduğunun üstünü örtmek istemektedirler.
Komünistler açısından, bir ulusun özgürlüğünün elinden alınması, vatanının parçalanması yahut ilhak edilmesi katliamdan daha ağır bir siyasi suçtur. Zaten katliamlar, zorunlu göç uygulamaları vb. başlı başına bir suç teşkil etseler bile, aslında genellikle bu siyasi suçu işlemek için başvurulan araçlar arasındadır. Üstelik bu özel dönemeçte üstü örülmek istenen birden fazla siyasi suç ve bilinenlerden daha fazla suçlu vardır.
Ortadoğu’nun sınırlarının Lozan’da son hâlini alışı, Ekim Devrimi’nin bozduğu dengelerden yararlanan Kuvayı Milliyecilerin marifetiyle olmuştur. Ancak belirleyici olan emperyalist savaşın galipleri olmuştur. Ekim Devrimi’nin yayılmasından endişe eden emperyalistlerin bu devrimin önüne bir set olarak ve aynı zamanda Ortadoğu’daki çıkarlarına bekçilik etmek üzere eli kolu bağlı bir Türkiye Cumhuriyeti dikmeyi tercih etmişlerdir. Kurtuluş Savaşı denen savaş esasen emperyalistlerin denetimi altında Ermeni ve Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin önünün kesilmesi ile noktalanan bir ilhak hareketidir.
Peki Batı Ermenistan’ın ilhakı nasıl sessiz sedasız gerçekleşmiştir? Ermenilerin yaşadığı büyük kıyımı ve kayıpları buna yanıt olarak verenler olacaktır. Oysa Erzincan şurası diye bilinen ve Kürtlerle Ermenilerin devrime katılan Rus askerlerinin desteği ile kurdukları Sovyet hükümeti, Ermenilerin siyaseten tükendiği ve takatsiz kaldığı hakkındaki iddiaları çürütür. Kaldı ki bunun peşinden Ermenilerin Sevr’de ve Lozan’da taraf olmaları da siyasi bunu göstermektedir.
Ermenilerin bu mevziiyi savunmak için direnmelerinin mümkün olmadığı da doğru değildir. Ermenilerden daha az örgütlü ve daha az deneyimli oldukları hâlde, Erzincan şurasının Kürt bileşenlerinin önce Koçgiri’de ve 1938’de ezilinceye kadar da Dersim’de direnmeyi sürdürdükleri bilinmektedir. Üstelik aynı koşullarda tek Kürt direnişi de Erzincan-Koçgiri-Dersim hattındaki değildir. Bu koşullarda Ermenilerin toparlanıp kendi ulusal davalarının takipçiliğini yapmalarının nesnel koşullarının eksik olduğunu söylemek elbette abestir. Bunun nedeni özneldir.
Ermeniler Menşevik Taşnak partisinin uzlaşmacı ve teslimiyetçi politikası nedeniyle bu mevziiyi savunmada ısrarcı olmamışlardır. Rusya’daki iç savaş Kızıl Ordu’nun zaferine doğru evrildikçe Ermeni Menşeviklerinin karşı devrimci yüzü daha da öne çıkmıştır ve sonuç olarak menşevik ulusal hainlerin siyasal hâkimiyeti altındaki Ermeniler, Bolşevik olmaktansa Türkiye’de azınlık olmayı veya sürgün hayatını seçmeyi tercih etmek zorunda bırakılmışlardır. İlginçtir ki göç eden Ermenilerin büyük çoğunluğu da özgür anavatanlarına doğru değil, ya Türkiye’nin metropollerine yahut emperyalist metropollere doğru gitmeyi tercih etmişlerdir.
Bu, Taşnakların Ermeni ulusal davasına ilk ihaneti değildir. Abdülhamit’in başlattığı ilk etnik temizlik hareketlerinin ardından da aynı Taşnak partisi Ermeni zenginlerine sunulan kısmi ayrıcalıklar karşılığında İttihat Terakki ile bir uzlaşma ve ittifak ilişkisi içine girmişti.
1909’da İttihat Terakki hükümeti tarafından (Bolşevik taraftarı Ermenilerin partisi Hınçakların nispeten etkili olduğu) Çukurova’daki Ermeni varlığı tamamen yok edilirken de hükümetin destekçisi ve ortağıydılar.
Daha sonra Sevr görüşmelerinde Ermeniler adına konuşanlar gene Menşeviklerdi. Lozan’da hem azınlık hakları uğruna ulusal davalarından vazgeçen hem de bu yetmiyormuş gibi aslında kader birliği etmeleri ve ortak bir mücadele yürütmeleri gereken Kürtlerin yok sayılmasına onay veren de onlardı.
Kuşkusuz genç Sovyet Cumhuriyetlerinin kıtlık nedeniyle büyük ölçüde etkisiz oluşu ve Ermeni sorununu kullanarak Kemalistlerin kendi yanlarına çektikleri Kürt ulusal hainleri de Lozan ile tasdik edilen ilhakta etkili olmuştur. Ancak Menşeviklerin öznel rolü olmadan bu ilhak sadece Kuvayı Milliye emperyalistlerin müdahalesiyle sağlanamazdı.
Bugün de aynı topraklar üzerinde yoğunlaşan bir emperyalist paylaşım kavgasının gerilimi hüküm sürmektedir. İlhak devam etmektedir. Rojava’da tugaylar Suriye Ordusuna katılırken Kürdistan’ın kuzeyinde Türkiyelileşme gündemi mevcuttur.
O zamanki gibi bugün nesnel koşulların elverişli olmadığını Kürtlere hatırlatmak isteyenler artmaktadır. Böylece, nesnel koşullara boyun eğerek ulusal kurtuluş davasından vazgeçme eğiliminin öznel etkenlerin değil nesnel koşulların zorunlu bir sonucu olduğu yanılsaması yayılmaktadır. Oportünizmin teslimiyetçiliğinin rolünün üstü örtülerek buna karşı mücadelenin önü kesilmektedir.
Bu yüzden Ermenilerin ve Kürtlerin başına kimlerin hangi çorapları ördüğünün hatırlanmasının güncel bir anlamı vardır. Bu deneyimlerden ibret alarak mücadele eden komünistlerin sorumlulukları arasında oportünizme karşı mücadelenin bu kesitine de ışık tutmak da bulunmaktadır.