‘Birinci Meclis ve Solun Tutumu’ başlıklı söyleşimizi düzenledik. Konuşmacı yoldaş tarafından aşağıdaki vurgular yapıldı:

‘1920 meclisi ve onun oluşturduğu 1921 anayasası hakkında hakim olan iki tutum göze çarpar: Birincisi 1920 meclisini nispeten ilerici bir adım olarak gördüğü için 1921 anayasasını da aynı şekilde değerlendirir. İkincisi 1921 anayasasının istisnai bir biçimde bir atılım olduğunu savunur. Son yıllardaki anayasa tartışmalarına da bu yaklaşım damga vurmuştur. 1920 meclisinin ve 1921 anayasasının ilericiliğine yapılan atıflar ademimerkeziyete ve yerel yönetimlere yapılan vurguya, farklılıkların ve çoğulculuğa yapılan vurguya ve Sovyetler örneğinde gördüğümüz şekilde olmasa da kongreler aracılığıyla toplanmış bir meclis olmasına dayanıyor. Dolayısıyla anayasa tartışmaları da ortaya çıktığı zaman 1921 anayasası hakkında “olumlu fakat sürdürülememiş, kaçırılmış bir fırsat” gibi değerlendirmeler duyduk. Benzeri bir anayasanın bugün de destekleneceğine dair açıklamaları HDP tarafından sık sık duyuyoruz.

Bu konuda HDP’yi eleştirenler ise bu anayasanın istisnai şekilde ilerici görünmesinin sebebini Ekim Devriminin ve komünizmin etkisiyle açıklamaya çalışıyor. 1921 anayasasının Komünizm fikrinin yayılmasıyla ulusal kurtuluş bilinciyle öne çıkmış Kürtleri kandırmak ve sindirmek amacı ile ortaya çıkmış bir çeşit uzlaşma sahtekârlığı olduğu söyleniyor. Bu birbirine ters gözüken iki yaklaşım da sorunlar taşıyor. Anayasanın ilerici olduğunu düşünenlerin yaklaşım anayasanın esasında devlet yapısının örgütlenmesini tarif eden en temel belge olduğunu unutuyor. Oysa anayasayı kimin yaptığı onun ilerici veya gerici olduğunu belirleyen en önemli unsurdur. Şunu da söylemek gerekir, 1921 Anayasası maddeleri gereği de ilerici bir anayasa değildir, din vurgusunun bu denli olduğu bir anayasayla ilgili ilericilikten bahsetmek söz konusu olamaz.

İkincisi, 1921 anayasasını destekleyenleri eleştirenlerin yaklaşımlarına gelecek olursak, bu yaklaşım da aslında 1920 meclisini ve onun kararlarını bir süreklilik içerisinde değil, yakında kurulacak olan cumhuriyetin ilk adımları, başlangıcı olarak anlamlandırır. Hâlbuki 1920 meclisi ve onun gündemine aldığı tartışmalar büyük ölçüde Bab-ı Ali baskınının ardından reform çözümlerinin etkisinde şekillenen sorun ve çözümlerdi. Örneğin 1920 meclisinin en önemli vurgularından biri olan din vurgusunun kaynağını da geçmişteki Osmanlıcı çözümlerde aramak gerekir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’daki toprak kayıplarıyla beraber gayrimüslim sayısının azalmasının bir sonucu olarak milleti ümmet şeklinde, İslamiyet üzerinden tanımlayan bir çözüm tasarlanmıştı. Yani 1920 meclisinde ve 1921 anayasasındaki kaygılar aslında daha önceden başlatılan reformların Osmanlı bünyesinde ve Osmanlıcı bir çözümle sürdürülme çabasından ibarettir.

Öte yandan1921 Anayasasının istisnai olarak kabul edilmesinin en önemli sebeplerinden biri ademmerkeziyetçilik zaten uygulamaya geçirilemiyor ve ardından yapılan 1924 anayasasıyla, aslında 1921 ile alakası olmayan, tersinden üniter ve merkeziyetçiliğe önem verilen bir devlet yapısı tasarlanıyor. 1924’e gelindiğinde 1921’de olumlu olarak tarif edilen ne varsa, bunun tersinin yapıldığı bir anayasayla karşı karşıya kalıyoruz. Bu açıklamaya ihtiyaç olan bir konu. “Bu ara nasıl açıklanabilir?” sorusuna yanıt olarak solda genel olarak hâkim olan düşünce şu şekilde özetlenebilir: 1921 olumluydu, Ekim Devrimi’nin basıncıyla ayaklanan ve ilerici fikirler kuşanmaya başlayan unsurların basıncıyla oluşmuş bir uzlaşma planıydı. İçinden geçilen karmaşık nesnel durumda bir arada yaşayabilmek için bir plandı. Fakat Kemalistler, belki planları baştan beri bu olduğu için ya da belki Ekim Devrimi’nin baskısı yok olmaya başladığı için 24 anayasasını öne sürdüler. Dolayısıyla, verdiği sözden dönüp bambaşka bir adım atan bir hükümet ve bambaşka bir anayasa ortaya çıktı. Kürtlere daha fazla haklar anayasadan vazgeçilmesinin yarattığı kızgınlık ve öfkeyle isyanlar ve ayaklanmaları meydana geldi. Şeyh Sait İsyanı’nın da 1924 Anayasası’na duyulan bir öfkenin en somut sonucu olduğu söylenir.

Oysa bizim burada tam tersini söylememiz gerekiyor. Çözüm olarak görülen 1921 Anayasası, aslında Kürtlerin çoktan bağımsızlık fikrini edindikleri, örgütler kurmaya başladığı bir dönemde isyanların çıkmaya başlaması sebebiyle tutmuyor. Aslında Kürt isyanları, Kürtlerin ayaklanmaları anayasaların ve reformların henüz 20. yüzyılın başında var olan bu sorunu çözmeye yeterli olmaması ile alakalı olarak ortaya çıkıyor. Yani Kürt isyanları bir sonuç değil sebep olarak görülmeli. Bununla birlikte, Türkiye’de aslında İslami federatif olarak düşünülmüş Osmanlıcı çözümün Kürtleri durdurmaya yetmediğini ve bu yüzden isyanların çıktığını söylemek gerekiyor. Üstelik Kürtlerin kendi örgütlerini kurabilmek için bu İslami federatif çözümü suistimal ettikleri, islami dernekler kisvesi altında örgütler kurdukları gerçeğini de görmek gerekiyor. Dolayısıyla 1921-1924 dönemecine sorun burjuvazinin temel aktör olarak verdiği sözlerden geri dönmesi ve vazgeçmesi değil, aslında yeni sözlerle ve reformlarla önerilen çözümlerin o zaman dahi geçerli olmaması, uygulanabilir olmaması damga vurmuştur. Kürt isyanları da bunun en önemli kanıtıdır. Zamanlaması açısından Şeyh Sait isyanını bir tepki isyanı olarak açıklamaya çalışanlara Koçgiri isyanını nasıl açıklayacaklarını sormak gerekir.

Peki, bugün neden bu konu bu kadar çok tartışılıyor? “1921’de böyle bir çözüm mümkündü, bu çözümün uygulanmaması kaçırılan bir fırsattı” diyenler aslında reformist bir çözümü tarif ediyorlar. Şu anki durumda anayasada yerel yönetimlere önem verilmesi de, ulusal soruna reformist bir çözüm dayatan bir yaklaşım olarak karşımıza çıkıyor. Hal böyle olunca, HDP’nin ve onu destekleyen akımların 1921’i kaçırılan bir fırsat olarak değerlendirmesinin altında benzer siyasi ve reformist kaygılar olduğunu görmek gerekir. Fakat bugün esas olarak bu çözümün 1921’e nazaran 2021’de çok daha olanaksız olduğunun altını çizmek gerekir. Yanı başında Rojava’yı görmüş Kürtler bağımsızlık fikri açısından da 1921’e kıyasla çok daha farklı bir yerdedir. Aynı zamanda 1921’de halen bir imparatorluğun devamı olan ve hala bir ümmet fikriyle insanları bir arada tutmaya çalışan bir devletin aksine, şu an herhangi bir reformu kullanarak devrimci dinamikleri bastırabilecek kapasitesi olmayan bir devletten bahsediyoruz. Aynı şekilde Ortadoğu’daki devrimci dinamiklerin de 1921’e kıyasla daha da arttığını ve emperyalizmin krizinin Ortadoğu’da düğümlendiğini görüyoruz.

Nesnel koşulların reformist çözümleri uygulamayı bu denli imkânsız kıldığı bir dönemde, bu reformları savunmayı sadece reformist değil ahmaklık olarak değerlendirmek gerekir. Bugün gelinen noktada ulusal sorun, Kürtlerin hem TC’deki ve hem de Kürdistan’ın diğer parçalarındaki durumu devrimci bir çözümü dayatmaktadır. Dolayısıyla geçmişe rahmet okuyarak bütün bu devrimci çözümlere gözünü kapatmak ve hiç olmayan bir nesnel koşulda mümkün olmayan çözümleri dayatmaya çalışmak akılsız kabul edilebilecek bir çözüme işaret eder. Dolayısıyla biz komünistler olarak kendimizi bu konuda bu reformist çözümlerden ayırırız. ‘

Yoldaşın sunumunun ardından soru ve görüşlere geçildi:

KöZ’ün ‘demokratik anayasa için kurucu meclis’ talebi ilerici bir anayasayı çıkartacak bir talep midir?

Geçmişteki Koçgiri ve Şeyh Sait ayaklanmasına öncülük eden Kürt örgütleriyle bugünkülerini ilericilik-gericilik açısından kıyaslayabilir miyiz?

1921’de gerçekleşmemiş bir çözümün rejim krizinin mevcut olduğu 2021’in nesnel koşullarında hiç mümkün olmaması öznel koşula vurgu yapan komünistler açısından ne ifade etmektedir?

Soru ve görüşlerin alınmasının ardından yoldaş ikinci tur konuşmasıyla devam etti:

Ağrı Cumhuriyeti, Şeyh Sait’in arkasındaki Azadi örgütü vb. gibi örgütlerle bugünkü örgütleri kıyaslamak bizim için anlamı olan bir kıyaslama değil. Çünkü biz öyle ya da böyle ulusal kurtuluş için harekete geçen herhangi bir örgütün ya da hareketin bizim hedeflediğimiz proleter devrimci bir çözümün önünü açacağını söylemiyoruz. Veya geçmişteki ayaklanmaları gerçekleştirenlere komünist demiyoruz. Bu anlamda ulusal bağımsızlık fikri ile ortaya çıkan isyanlar ve isyanların ardındaki örgütlerin olduğunu söylemek dışında bir kıyas yapmamız bu konuda gerekli değildir.

Komünistler açısından buradaki sorun açık. O dönemde de ulusal kurtuluş için ayaklanan ve mücadeleyi başlatan örgütler arasında, proleter devrimci bir çözüm getirecek bir örgüt yoktu ve şimdi de yok. Kimi zaman HDP’nin etrafındaki belli kesimlerden duyduğumuz, Ekim Devrimini gerçekleştiren Bolşeviklerin Kürdistan’daki hareketlere duyarsız kalması gibi eleştirileri de açıklamış oluruz. Orada hareket eden bir komünist önderlik o zaman da şimdi de yok. Bu gerçek değişmediği takdirde bizim anladığımız şekilde proleter devrim getirecek bir çözüm de söz konusu olmaz. İhtiyaç duyulan şeyi net olarak koymak lazım: Kürdistan’da ve TC’de proleter devrime önderlik edecek bir partinin olmaması.

Bunları ortaya koyduğumuz zaman Cumhuriyet’in kurulmasının Kürdistan’daki ayaklanmalara karşı karşı devrimci bir hamle olduğunu görürüz. Şu an solun büyük kesimleri cumhuriyeti olumlu değerlendirir, hilafet ve saltanatın kaldırılmasını kazanım olarak tarif eder. Öyle ki kendisini cumhuriyetçi bir kaygıyla sunmamış olan cumhuriyet solun gözünde ilerici anlamlar kazanmıştır. Oysa en ilerici kabul edilen ilke laiklik bile Mustafa Kemal’in ilkesel anlamda düşünüp planladığı bir gelişmeden ziyade karşı devrimci bir şekilde Kürtlerin isyanını önlemek amacıyla atılmış bir adımdır, hilafetin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla beraber bu hamle perçinlenmiştir. Cumhuriyetin ilerici diye nitelenen ilkelerine bakış açımız da bu şekilde olmalıdır. O dönemde, cumhuriyetçi ve laik olmayan, Osmanlı’yı devam ettirmeyi planlayan paşaların bastırmaya çalıştığı hareketlerin de “yeni cumhuriyet”e göre daha laik ve cumhuriyetçi olduğunu da vurgulamak gerekir.

Teorik olarak şöyle bir şey söylemek mümkün değil: reformistler hiçbir demokratik hak sorununu çözmediler veya bir dinamiği sakinleştirip konsolide edebilecek bir çözümü tarih boyunca sunmadılar diyemeyiz. Fakat bizim şunu söylememiz lazım: 1921’de ortaya konan üniter yapı aslında çok daha farklı dinamiklerin olduğu bir nesnel durumda başarıya ulaşmamıştı. Bugün Kürdistan’daki dinamiklere baktığımızda Rojava’yı görüyoruz. Rojava tali bir gelişme değil. Ortadoğu ve Kürdistan’daki nesnel dinamikleri önemli manada değiştiren dinamiklerden bir tanesi. Bunun da ötesine Suriye’nin konsolide olamadığı bir durumda, TC’nin de rejim krizinde boğuştuğu, kendi içindeki en ufak bir krizi bile reformist yöntemlerle çözemediği bir koşulda bizim karşı karşıya kaldığımız nesnel dinamiğin 1920 ile kıyasladığımız zaman daha buyurucu olduğunu, bütün dünyadaki devrimci durumun Ortadoğu’da düğümlendiğini görüyoruz. Dolayısıyla, reformistlerin 1921’deki daha elverişli koşullarda tutmamış çözümü, rüzgar ulusal kurtuluş mücadeleleri yönünden estikten sonra ısıtıp tekrar gündeme getirmek anlamsızdır. Kürdistan meselesi, tıpkı geçmişte olduğu gibi enternasyonalist bir çözümü gerektiriyor. Biz komünistler olarak buna dair herkesten önce sorumluluk almamız gerektiğini söylüyoruz. Bugün Kürdistan’da ve TC’de komünist önderliğin yaratılması önümüzdeki en önemli görevdir.