Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Kulübü’nün düzenlediği “Ukrayna-Rusya Savaşı’na Bakış” başlıklı panele Gazete Nisan, KöZ ve Gerçek Gazetesi konuşmacı olarak katılım sağladı. İki oturumdan oluşan panelin ilk oturumunda konuşmacılar kendi sunumlarını yaptıktan sonra soru, görüş ve yorumlar için dinleyicilere söz verildi. Soru ve görüşlerin ardından ise, konuşmacılar soruları cevaplayarak ikinci tur konuşmalarını gerçekleştirdiler.
Yaklaşık 3 saat süren panelde konuşmacıların yapmış oldukları sunumların transkripsiyonunu aşağıda bulabilirsiniz…
Gazete Nisan’ın 1. Tur Konuşması:
Gazete Nisan adına burada bulunuyorum. İDP’nin bir yayını, İşçi Demokrasi Partisi de İşçilerin Uluslararası Birliği-Dördüncü Enternasyonal’in Türkiye partisi. Az sonra bahsedeceğim Ukrayna mevzusunda da bir enternasyonal politikadan ve bu politikanın sonucu olan birtakım kampanyaları ve küresel çapta politikaları aktarmaya çalışacağım.
Öncelikle biz Rusya’nın Ukrayna’ya dönük askeri operasyonunun başlamasıyla birlikte 5 temel talep öne sürdük: 1) Rus ordusunun işgalinin sonlandırılması ve Rus birliklerinin geri çekilmesi, 2) Ukrayna halkının başlattığı direnişin desteklenmesi, 3) Ukrayna devleti ve hükümetine hiçbir destek vermeden, Ukrayna halkının kendi kaderini tayin hakkının tanınması (ezilen ulus olduğu için), 4) Ukrayna’nın dış borçlarının iptal edilmesi (çünkü silah yardımı yapıyormuş gibi gözükürken ekonomik olarak orayı mülksüzleştiriyor ve bütün doğal kaynaklarını yağmalıyor ve aynı zamanda Ukrayna’daki asalak oligarşiyi besleyen temel şeylerden birisi), 5) Herhangi bir ABD-AB emperyalizminin veya NATO’nun müdahalesine karşı çıkılması ve NATO’nun da aynı zamanda lağvedilmesi. Bu 5 talep üzerinden ben bu taleplerin arkasında yatan siyasal mantıkları kısaca özetlemeye çalışacağım.
Ukrayna Savaşı üzerinde değil ama tarihsel olarak savaş meselesinden bahsettiğimizde, biz sol içerisinde 3 adet farklılaşan ana tutum görüyoruz: 1) Sosyal-demokrat tutum, 2) Pasifist tutum, 3) Devrimci tutum. Sosyal-demokrat tutum kasıt aslında sosyal-demokrat partilerin bulundukları ülkedeki egemen sınıfların veya burjuvazinin dış politikalarına eklemlenmesi ve aslında onların çıkarları uyarınca kendi ülkelerin lehine tutum alması. Özellikle 1914’te 1. Paylaşım Savaşı’nın patlak vermesiyle beraber Rusya, Bulgaristan ve Polonya partileri hariç, 2. Enternasyonal’in diğer bütün partilerinin kendi ülkelerinin savaş bütçeleri lehine oy kullanmasıyla beraber sosyal-demokrat tutumun da tarihsel olarak ne anlam kazandığı belirlenmiş oldu. Pasifist tutum dediğimiz şey ise savaşı ve şiddeti sınıfsızlaştırarak ele alan, dolayısıyla savaşın taraflarını mutlak eşitlikte iki tarafmış gibi reddeden, dolayısıyla da mesela Fransız kolonyalizminin Yeni Kolodinya’yı sömürgeleştirmesine karşıyken bir yandan da aslında Yeni Kalodinya’lıların gerilla birlikleri oluşturmasına da karşı olan, dolayısıyla aslında şiddete sınıfsız bir şeymiş gibi yaklaştığı için de en nihayetinde sınıfsal eşitsizlikler dolayısıyla emperyalist kapitalist güçlerin şiddetini soldan bir biçimde meşrulaştıran akımdır. Devrimci tutum meselesine geldiğimizde ise, tarihsel olarak ele aldığımızda, savaşlarda alınan tutumda savaşan ülkelerin uluslararası emperyalist hiyerarşideki sosyoekonomik konumuna göre değişebildiğini görüyoruz. Başlıca tutumlardan birisi ve en popülerlerinden birisi ise, 1. Paylaşım Savaşı çıktığında Lenin ve Bolşeviklerin öne sürdüğü politikaydı: emperyalist kamplar arası bir çatışma ve askeri operasyon söz konusu olduğunda, Lenin ve Bolşevikler devrimci bozgunculuk dediğimiz, devrimci partilerin kendi hükümetlerinin ve kendi burjuvazilerinin yenilgisi için çalıştığı politikayı ortaya attı. Buna Almanya’dan Liebknecht ve daha sonra Spartakisler dahil oldu. Emperyalistler arası çatışmalar haricinde 20. yüzyıl boyunca biz başka türlü savaşlar da gördük. Mesela emperyalist bir ülkenin yarı-sömürge veya bağımlı bir ülkeyi işgali gibi, mesela ABD emperyalizminin Vietnam işgali gibi. Bu gibi durumlarda uluslararası devrimci tutum devrimci bozgunculuk yerine saldırıya uğrayan yarı-sömürge ülkenin askeri zaferinin elde edilmesi lehine pozisyon alır. Bunun tam tersinin geçerli olduğu durumlar da oldu. Mesela 80’lerde Arjantin yanı başındaki Falkland Adası’nı İngiliz emperyalizminden geri almak için savaş açtı. İngilterelilerin Falkland, Arjantinlilerin Malvinas Adası dediği adalar. Bu gibi durumlarda da mesela İngiliz emperyalizminin yenilgisini ve aslında Malvinas Adası’nın Arjantin’e ait olduğuna dönük olarak bir uluslararası Marksist akımlar bu yönde tutum aldılar.
Bunun dışında, 90’lardaki İran-Irak Savaşı gibi iki yarı-sömürge veya bağımlı ülkenin birbirleri arasındaki savaşlara tanık olduk. Geçtiğimiz senelerde Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaş da buna benzerdi. Hindistan ve Pakistan arasındaki çatışmadan patlak vermiş üzere olan savaş da patlak verseydi buna benzer olurdu. Dolayısıyla da savaşlar ve devrimci tutum dediğimizde, devrimci tutumun savaşın karakterine bağlı olarak değişebildiğini görüyoruz ve bu savaşın karakteri denilen şey de aslında savaşmakta olan ülkelerin sosyal karakterleri, devletlerin sınıf karakteri ve aynı zamanda o sınıf karakterinin uluslararası emperyalist hiyerarşideki konumu. Sınıf karakteri şu yüzden de önemli: mesela emperyalist bir ülkenin bir işçi devletine savaşı da söz konusu olabilir. Mesela Domuzlar Körfezi çıkartması ABD’nin Küba’ya dönük olarak. Bu durumda mesela Küba işçi devletinin yenilgisi için çalışmayız, devrimci bozgunculuk yapmayız ama Domuzlar Körfezi’ne çıkartma yapmış olan ABD emperyalizminin yenilgisi için çalışırız.
Yapmamız gereken şey şu bu noktadan sonra, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın karakterini belirlemek. Burada sol hareket 2’ye ayrılıyor: Rusya’ya emperyalist diyenler ve demeyenler var. Ancak biz Rusya’nın olup olmamasının bu savaşın karakterini değiştiren bir niteliğe sahip olduğunun kanaatinde değiliz. Rusya, emperyalist olsun veya olmasın, Lenin’in literatüründe aslında Büyük Güçler diye geçen durumda ve Ukrayna Avrupa’nın Moldova ile beraber en yoksul ülkelerinden birisi. Dolayısıyla aslında mevcut durumu kesinlikle bir işgal girişimi olarak tanımlamak ve aynı zamanda da Ukrayna’nın bağımsızlığının, ulusal egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün ihlal edilmesinin amaçlandığının görebilmek gerekiyor. Rus işgalinin başlıca hedeflerinden birisi de aslında rejim değişikliği.
Bu Rusya’nın uluslararası sosyoekonomik konumunun Ukrayna’daki işgalini değiştirip değiştirmeyeceğini daha iyi anlayabilmek için şöyle bir örnek verilebilir. Mesela Türkiye’nin konumu da çok tartışılır bir meseledir. Marksizm içerisinde Türkiye alt-emperyalist mı denir, ya da emperyalist mi denir ya da yarı-sömürge mi denir? Biz alt-emperyalist olarak tanımlanabilecek bir kategorinin var olmadığına inanan bir akımız ancak Türkiye alt-emperyalist olarak tanımlanabilecek olsa bile mesela bu onun Kıbrıs veya Kürdistan’da sürdürdüğü sömürgeci politikaya dönük olarak devrimcilerin alması gereken tutumu değişmesi gerektiği anlamına gelmez. Rusya’nın Ukrayna işgalini de benzer bir nitelik taşıdığını söyleyebiliriz.
Burada temel olarak iki itiraz geliyor. 1.’si, 1914 ile beraber açılmış olan ve Lenin’in tekelci kapitalizm dediği emperyalizm çağında yaşanan bütün savaşların aslında vekalet savaşları olduğu tespiti. Dolayısıyla saf, bağımsız, ulusal nitelikte savaşların artık mümkün olmadığı, bu tip savaşlar görünürde gözükse bile arkasında birtakım emperyalistlerin kamplaşmasına neden oldukları için aslında ister istemez emperyalistler içi ve arası bir savaşa sebep olduğu argümanı var. 2. argüman da aslında Lenin’in 1917 Şubat’ından sonra hayata geçirmeyi bırakmış olsa da, 1914 ve 1917 Şubat’ı arasında uyguladığı devrimci bozgunculuk taktiğinin, politikasının bütün savaşlara doğru uygulanmasını ve genişletilmesini savunan politika.
Bu iki itiraza kısaca değinmek istiyorum. 2.siyle başlayacağım: Lenin’in devrimci bozgunculuk taktiğinin bütün savaşlara genişletip genişletilemeyeceği aslında yeni bir tartışma değil. Bu bizzat Bolşevik hareketin içerisinde de tartışılıyor. 1916 yılında partinin Piatakov (Kievski) etrafında oluşan bir eğilim. 1914 ile beraber yeni bir çağın açıldığını ve bu çağla beraber bütün savaşların aslında bir çeşit vekalet savaşları çağı olduğunu ve dolayısıyla aslında devrimci bozgunculuğun hemen hemen bütün savaş durumlarında uygulanması gerektiğini söylüyor. Burada 1914’te Lenin ve Zinoviev’in yazdığı Sosyalizm ve Savaş broşürü ve daha sonrasında Lenin’in 1916’da yazdığı Emperyalist Ekonomizm – Marksizmin Bir Karikatürü broşürü var. Bu iki broşürde de aslında Lenin’in anlatmaya çalıştığı şey, emperyalizm çağına geçildiği için bağımsızlıkçı ulusal savaşların verilmesinin nesnel şartının ortadan kalkmadığı, bunların hala verilebileceği, hatta İran’ın Rusya’ya karşı savaşında bunlardan birisini vermiş olduğundan bahsediyor. Buradaki Rus sosyalistlerin görevinin de Rusya’ya karşı İran’ı desteklemek olduğunu çünkü İran’ın bir yarı-sömürge, Rusya’nın ise büyük devlet olduğunu aktarıyor. Dolayısıyla da bu iki itirazın aslında Lenin’de kaynaklarını bulmak biraz zor.
Ancak günümüze geldiğimizde birtakım özgünlükler görüyoruz. Özgünlüklerden en önemlisi NATO ve NATO üyeliği. Lenin bu pozisyonunu belirlerken emperyalistlerin uluslararası birleşik bir askeri aygıtının yaratılma çabası en azından sadece teoride vardı, pratikte yoktu. Buradaki sorunlardan birisi bir ülkenin NATO üyeliğinin, mesela Ukrayna’nın NATO üyelik sürecinde, onun emperyalist hiyerarşideki konumunu değiştirip değiştirmediği veya değiştirmiyor olsa bile onun NATO’nun saf bir uzantısıymış gibi hareket edip etmediğine dair bizim bir analiz yapmamızı gerektirip gerektirmediği aslında. Bu tartışmalı bir mesele ama bir kere NATO’nun üyesi olmanın veya NATO’ya üyelik başvurusunda bulunmanın veya NATO’dan silah yardımı almış olmanın bu tip savaşlarda klasik Marksist ölçütlerin haricinde birtakım ölçütler oluşturacağını kabul edersek ve buna göre politika belirlemeye başlarsak aslında birazcık küresel konjonktürde devrimcilerin aldıkları tutumlarda radikal değişiklikler yapılması gerektiğini fark ederiz. Çok sık bir örnek olarak, mesela son 10 yıldır belki de en çok tartışılan meselelerden birisi YPG’nin/PYD’nin ABD’den silah almasıydı. YPD/PYD’nin bu silah yardımı karşılığında bölgede oynadığı rolün ne gibi bir değişime yol açtığı elbette tartışılabilir ama mesela hiçbir durumda YPG/PYD’nin biz silah yardımını kabul etmesi durumunda ABD emperyalizminin dış politika bürosunun doğrudan bir uzantısı olduğunu söylemedik, kabul etmedik çünkü öyle değil.
Yine tartışmalı meselelerden birisi, Ukrayna NATO üyesi olmamasına rağmen onun bir vekalet savaşı verdiği meselesi. Örneğin, 2002’deki Afrika Birliği diye bir oluşum oluşturuluyor, AB’nin Afrika versiyonu gibi. Ve bu Afrika Birliği NATO ile bir stratejik ortaklık imzalıyor ve bu ortaklığın maddeleri arasında aklınıza gelebilecek askeri teçhizat sağlanması, lojistik katkılar, askeri destek, eğitim vs. var. Ve mesela Mali Afrika Birliği üyesi olan ülkelerden birisi, 55 üyesi var ve hepsi NATO ile stratejik ortaklıklar gerçekleştiriyor. Fransa’nın Mali’ye dönük geleneksel olarak saldırgan politikasını zaten biliyoruz. Bu durumda Mali’nin Genelkurmayı veya devletin üst kademelerinin NATO ile bir stratejik ortaklık içerisinde olmasının Mali’yi Fransa’ya karşı savunma politikamızı herhangi bir şekilde etkilemez çünkü Mali’nin ulusal bağımsızlığının ve demokratik gelişim hakkının savunulmasıyla aslında Malili egemenlerin, Batılı finans-kapitalin ihracatına ihtiyacından dolayı NATO ile yakınlaşmasının birbirinden bağımsız iki gerçek olduğunu söylüyoruz.
Bizce bir ülkenin emperyalist hiyerarşideki konumu mutlak bir biçimde onun uluslararası sermayenin birikimi ve ihracında oynadığı role göre, bu sermaye birikim sürecinde yani entegrasyon tarzına göre belirlenmesi gerektiğini söylüyoruz. Dolayısıyla da, bu vekalet savaşı meselesinde aslında birtakım gerçeklerin üzerinden atlandığının kanaatindeyiz. Bununla beraber vekalet savaşı teorisinin birkaç tehlike daha barındırdığı kanaatindeyiz. Mesela, bu şöyle bir beklenti yaratıyor: yeryüzü üzerindeki herhangi bir savaş veya askeri çatışma durumunda NATO’nun veya herhangi bir emperyalizmin veya emperyalist bir ülkenin bir tutum almayacağı, iki taraftan birisinin herhangi bir şekilde destek vermeyeceği yönünde bir çerçeve oluşturuyor. Biz böyle bir durumun olduğunu düşünmüyoruz. Yeryüzünün herhangi bir yerinde bir askeri çatışmada, NATO da emperyalist ülkeler topluluğu da veya bireysel olarak emperyalist ülkeler de muhakkak bir pozisyon alacaklardır ama biz devrimci politikayı yani pozisyonumuzu NATO’nun veya emperyalist ülkelerin aldığı tutuma göre belirlemeyi kendi politikamızı ona bağımlı kılmayı doğru bulmuyoruz.
Bu bizi başka bir tartışmaya götürüyor: Dünya üzerinde NATO’nun geriletilmesi veya lağvedilmesi ve emperyalizmin geriletilmesi, zayıflatılması yönündeki siyasal görevin aslında hangi toplumsal kesimlere düştüğü, hangi toplumsal kesimlerin siyasal gündeminde olduğu sorununu ortaya getiriyor. Biz herhangi bir burjuva devletinin emperyalizme karşı bir savunma savaşı vermesi durumunda elbette onun yanında olması gerektiğini düşünüyoruz ancak herhangi bir devletin emperyalizme karşı ilerici bir rol üstlenebileceği kanaatinde değiliz. Anti-emperyalist bir politikanın yalnızca bir sınıf mücadelesi politikası, bir proleter politika olabileceği kanaatindeyiz çünkü anti-emperyalist bir karakter yalnızca işçi sınıfı niteliği karakteri taşıyabilir diye düşünüyoruz.
Benzer bir biçimde, bir ikinci argüman Ukrayna’nın Naziler tarafından yönetildiği meselesiydi. Mesela İsrail Gazze’yi bombalarken veya Filistin’i işgal ederken daima Hamas’ı ve onun gericiliğini söyledik. Ama bir halkın tepesine çöreklenmiş olan bir siyasal gerici çeteyi mazeret olarak göstererek o halkın bağımsızlığına dönük olarak bir saldırgan ve işgalci operasyon başlatmak hiçbir şekilde meşru değil. Türkiye’de de biliyorsunuz Türk Nazizmi Cumhur İttifakı içerisinde %10’u aşan bir oy oranına sahip ama MHP’nin oyuna bakılarak ve mazeret gösterilerek Türkiye’ye dönük benzer bir operasyonun hayata geçirilmeye çalışılması hiçbir şekilde meşru olmazdı.
Biz geçen hafta partimizle beraber Ukrayna’dan Dayanışma Operasyonu içerisindeki sosyalist bir yoldaşla bir video konferans gerçekleştirdik. Ve oradaki yoldaş şunu söyledi açıkça: Ukrayna’da Nazizm varsa bu Ukrayna işçi sınıfının sorunudur dedi ve aslında Ukrayna Nazizminin Rusya yayılmacılığı tarafından atılamayacağını, yalnızca Ukrayna’daki sınıf mücadelesi tarafından yenilgiye uğratılabileceğini söyledi. Bu pozisyonun değerli olduğu kanaatindeyiz.
Önemli savlardan bir diğeri ise Ukrayna devletinin Donetsk ve Lugansk halkına zulüm uyguladığı ve oradaki “halk cumhuriyetlerinin” bağımsızlığını tanımadığı yönünde. Buradaki politikamız ise kısaca Donetsk ve Lugansk’ı aslında Malvinas Adaları, Cebelitarık Kayalığı, Filistin, Kuzey İrlanda gibi bir anklav, emperyalist yerleşim bölgesi olarak görüyoruz. Ruslaştırılmış ve tarih boyunca da Ukraynasızlaştırılmış iki toprak parçası olarak görüyoruz. Biz nasıl ki mesela eski Filistin topraklarında ve bugün İsrailli yerleşimcilerin yerleştirildiği topraklarda kendi kaderini tayin hakkını savunmuyorsak, çünkü o bölgelerdeki kkth’yi savunduğumuzda ve bunu politik hayata geçirmek istediğimizde oradaki insanların kkth İsrail devleti içinde kalmak olacak, ama biz buna karşıyız çünkü orası tarihsel olarak Filistin toprağıdır. Donetsk ve Lugansk’ta da kkth’yi savunmuyoruz çünkü orası tarihsel olarak Ukrayna toprağıdır. Aslında Ruslaştırılmış, Rus şovenizmiyle beraber Ukrayna dili ve kültürünün yasaklandığı anklav topraklar. Filistin sorununa ve Protestanlaştırılmış Kuzey İrlanda sorununa yaklaşılması gibi yaklaşılması gerekiyor Donetsk ve Lugansk sorununa da.
Rusya’nın savaşının NATO’ya veya emperyalizme karşı değil ancak kendi yayılmacı çıkarlarına endeksli olduğunu söylüyoruz. Avrupa sınırlarının etnisite vs. fark etmeksizin bütük Ukraynalı mültecilere açılması gerektiğini savunuyoruz. Milliyetçiliğe, şovenizme ve aşırı sağa karşı proletarya enternasyonalizminin bayrağının yükseltilmesi gerekiyor. Hem Ukrayna sorununun çözülmesi için hem de Ukrayna halkının kkth garanti altına alınabilmesi için aslında 3. Enternasyonal’in meşru sloganı olan Avrupa Sosyalist Cumhuriyetleri Federasyonu’nun kurulması gerektiğini ve Avrupa halklarının ancak bir sosyalist cumhuriyetler federasyonu altında, ulus devletleri altında bölünmeden ve birbirlerine silah çekmeden yaşayabilecek barışa sahip olabileceğini düşünüyoruz.
Bu bağlamda İUB-DE olarak başka enternasyonallerin ve sosyalist örgütlerin de katıldığı bir kampanya başlattık. Bu kampanya çerçevesinde askeri teçhizat, ilaç, hayati malzemeleri konvoylar şeklinde Ukrayna’ya göndermeye çalışıyoruz.
KöZ’ün 1. Tur Konuşması:
Öncelikle bu yaygın legalist tasfiyeci iklimde belki de pek anlaşılmayacak bir düzeltmeyle başlamak istiyorum. Ben KöZ Gazetesi adına konuşmuyorum. KöZ, devrimci bir komünist partinin kuruluş kongresini örgütlemek üzere bağımsız örgütsel zeminleri olan, örgütsel bakımdan ademi merkeziyetçi fakat siyasi bakımdan da merkeziyetçi bir platformun politik kimliğidir, esas olarak bir gazetenin ismi değildir. Eğer bir gazete çıkıyorsa, o politik kimliğe bağlı olarak çıkmaktadır. Dolayısıyla ben KöZ adına konuşuyorum burada.
Aslında bugünkü panelimiz tam da Avaşin, Metina, Zap’ta bir operasyonun düzenlendiği, savaş tamtamlarının çalındığı bir dönemde gerçekleşiyor. Bunun hakkında konuşmadan başlamak olmaz. Bu umutsuz operasyon 50 yıldır süren Kürt Baharı’nı bitirmek yönünde bir kez daha yapılmış nafile bir girişim ürünüdür. Başkasını ezen ulus özgür olamaz saptamasını hatırlatmanın tam da zamanıdır. İşgale ve ilhaka karşı canları pahasına mücadele edenleri selamlayarak başlamak istiyorum sözlerime.
Rusya-Ukrayna Savaşı hakkında yapılacak herhangi bir analizin, şu anda yine unutulmuş bir kavram kullanacağım Ne Yapmalı’da da geçmesine rağmen, “kürsü sosyalizmi” denilen bir kavram vardı 19. yüzyılda, özellikle Lassallecılıkla birlikte Alman sosyalizminin düzene eklemlenmesinde önemli bir rolü vardı. Sosyalizmi, devrimci mücadeleyi kendi siyasi hedeflerinden, kendi diyalektiğin bütünlük yönteminden çıkarıp Alman dar kafalı profesörlere uygun taksonomik bir şekilde tartışan bir yaklaşımdı. 20. yüzyılda Alman emperyalizmine kıyasla Amerikan emperyalizmi güçlü olduğu için daha çok bir anlamıyla burjuva Amerikan sosyoloji çerçevesinde ele alınıyor. Taksonomik, sınıflandırmaya yönelik kavramlar çerçevesinde ne olduğu tam anlaşılamayan, bağlamından kopartılmış, siyasi kaygılarından ve tarihinden kopartılmış alıntılarla yürütülen içe kapalı, kimsenin de pek ilgisini çekmeyen din, doktrin savaşlarına benziyor. Elbette doktrinler önemli, biz savunduğumuz tezlerin alıntılarla da desteklenebileceğini düşünüyoruz ama bu çerçevede bir analiz yapmanın sağlıklı olmayacağını düşünüyoruz. O yüzden konuşmamı başka bir çerçeve üzerine kurgulayacağım.
Emperyalizm çağı, proleter devrimler ve ulusal kurtuluş mücadeleleri çağı üzerinde durmak istiyorum. Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşı anlamlandırabilmek için Lenin’in emperyalizm çağına ilişkin tespitlerini hatırlamak lazım. Ukrayna şöyle bir kategoride ülke midir, Rusya böyle bir ülke midir, Ukrayna ile Amerika arasında böyle bir ilişki var mıdır diye dünya tarihsel bağlamından kopuk, soyut, tek taraflı ve diyalektik olmayan analizler yapmanın yanıltıcı olacağı kanısındayım.
Emperyalizm çağına dair tespitin, bir numaralı ayırt edici yönü, herhalde dünyada tekellerin yoğunlaşması olmasa gerek. Bunu Weblen, Weber, diğer burjuva akademisyenleri de söylüyor. Bu önemli bir tespit ama asıl ayırt edici yönü bu değil. Mali oligarşinin gelmesi de değil. Tek tek tespitlerden herhangi birisine baktığınız ve Lenin’in de Emperyalizm kitabına dair notlarını gördüğünüz zaman zaten Lenin’in bunu muhtelif burjuva veya sosyalist yazarlardan aldığını görüyorsunuz. Aslında Lenin’in tespitindeki ve sonrasında Komünist Enternasyonal’e rehberlik eden ayırt edici yönü anlayabilmek için başka bir makaleye, demin İDP’li arkadaş aslında tam tersi bir şekilde bahsetti, Avrupa Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu’nu yanlış olarak Komünist Enternasyonal çizgisiyle özdeşleştirdi, halbuki biz biliyoruz ki Lenin’in 1915 yılında yayınladığı ve sonrasında da Komintern’e damgasını vuran Avrupa Birleşik Devletleri Üzerine makalesi vardır. Tam da bu makale üzerinde durmak gerekir diye düşünüyoruz.
Burada asıl ayırt edici olan nokta, sermayenin eşitsiz gelişmesi. Yani bugün kapitalizm krizde diye feryat eden, neoliberalizm veya kapitalizm çöktü diye konuşmayan yok gibi. Ama bugün aslında bunları Marksist lafızlarla söyleyenlerin birçoğu da, bunu aslında kapitalizmin bir şekilde tıkanıp ilerleyemediğini, adeta Luxemburgçu tarzda bir çöküşün gerçekleşmekte olduğuna dair bir felaket tamtamları veya sevinçle nihayet çöküyor diyerek analizler yapmakta. Halbuki Lenin’in eşitsiz gelişmedeki analizi asla bu değil. Bu Adam Smith’in analizi, Türkiye solu kapitalizmi Adam Smith’in çerçevesinden bir tıkanma analizi ile, ulusların zenginliği çerçevesinde yapıyor. Halbuki Lenin’in analizi esas olarak sermaye birikiminin dinamik karakterine işaret eder. Yani, bir yerde sermaye birikimi tıkanırken, başka bir yerde, daha güçlü bir temelde yeni bir sermayenin doğuşuna işaret eder. Tekeller, mali oligarşi de buna bağlı olarak gelişen veçhelerdir.
Buradaki eşitsizliği başka bir anlamda da anlamak gerekiyor. Kimi kapitalistler sermaye ihracı yoluyla genişler, kimi öncelikle sömürgeci politikalarla genişler, kimi daha aktif bir devlet yapısıyla genişler. Mesela Bismarck’ın Almanyası ile 19. yüzyılın başlarındaki İngiltere’nin sermaye birikimini sağlaması aynı şekilde ve aynı süreçleri izleyerek de gerçekleşmez. Bu anlamıyla eşitsiz ve farklı tempoda gelişim gerçekleşir. Bunun sonucunda, dünyanın paylaşımı tamamlanmış olduğu için, kaçınılmaz olarak iktisadi bir buhran ve aynı zamanda siyasi olarak da savaşlar gerçekleşir der Lenin. Ve aynı zamanda paylaşım mücadelesini de, hani çok bilinen 5 maddelik Emperyalizm’de, bir yönüyle büyük kuvvetler arasında paylaşımın tamamlanmasından bahseder; diğer yandan da, kapitalist tröstlerin dünyayı paylaşmasından bahseder. Yani büyük güçler ile kapitalist tröstleri de ayrı iki madde olarak koyar.
Bizim soracağımız soru, Ukrayna meselesi vesilesiyle o yüzden aslında şu olmalı: Bugün, Ukrayna Savaşı’nı ele alırken bu analiz bizim bir işimize yarıyor mu yoksa yaramıyor mu? Mesela şöyle bir Kautskyci analiz yapıyorsak, yani “dünyanın bütün emperyalistleri el ele vermişler, NATO bayrağı ile Ukrayna’yı çökertmeye çalışıyorlar” dediğimiz zaman, aslında Lenin’in analizi yanlış dememiz gerekir. Yani dünyada böylesine bir jeopolitik gelişmenin aslında Kautsky’nin analizine uygun bir şekilde, yani emperyalistlerin kolektif bir tröst olarak, barışçıl bir şekilde dünyanın mazlum halklarına savaş açması sonucunda gerçekleşiyor dememiz gerekir. Aynı zamanda Afganistan için de böyle konuşmamız lazım. Veyahutta 2000’lerin başındaki Irak’ın işgali konusunda da böyle konuşmamız lazım.
Yani, dünyanın son 20 senesinde, yaşanılan jeopolitik gerilimlerden, savaşlardan herhangi birisini acaba emperyalist devletlerin birbirleriyle olan rekabetleri sonucunda, farklı finans-kapitallerin çıkmış savaşlar sonucunda mı açıklayacağız? Yoksa Kautsky’nin aslında “ultra-emperyalizm” dediği tarzdaki birleşik kapitalistlerin dünyanın bağımlı devletlerine ve mazlum halklarına açtığı savaşlarla mı açıklayacağız? Lenin Emperyalizm kitabında böyle geçici olasılıkları, mesela Çin bağlamında kabul ediyor. Ama siz oturup son 20-30-40 seneyi veya bu dönemde yaşanacak bütün jeopolitik gelişmeleri bu şekilde açıklarsanız, demeniz gerekir ki “emperyalizm ve paylaşım savaşı hala eski, arızi ve tekil bir olgu değildir, asıl belirleyici karakter Kautsky’nin söylediği olmuştur”. Ben tersinin, yani Lenin’in analizinin geçerli olduğunu savunuyorum. O yüzden şöyle taksonomik bir analiz de yanlış: Rusya emperyalist mi? Rusya’daki sermayenin boyunu ölçelim, Rusya’dan ne kadar sermaye ihracı yapılıyor diye baktığınız zaman bu ulusal dar görüşlülüğe malul bir analiz tarzı. Kapitalizmin dünya çapında, bütünselliğini anlayamayan bir bakış açısı olur.
Bir tarafta, kar oranlarının düşmesi sebebiyle, sermayenin aşırı birikmesiyle gerileyen bir Amerikan finans-kapitali var. Geriledikçe de bir yönüyle saldırganlaşan. Diğer taraftaysa, Asya’da, Çin merkezli olarak büyüyen başka bir sermaye birikimi var. Özgün, özerk bir finans-kapital var. Ve bu dünyanın her tarafına yayılıyor aynı zamanda, Afrika’ya, Avrupa’ya, Türkiye’ye, Suriye’ye yayılıyor… Her tarakta bezi var. Fakat kendisini, klasik anlamda, bizim anladığımız anlamda askeri, nüfuz politikaları izleyen bir devlet haline getirememiş bir Çin emperyalizmi var. Bunun yanı sıra, Amerikan emperyalizminin gerilemesiyle birlikte, NATO kolektif emperyalizm dediğimiz zaman bir türlü anlayamadığımız başka gelişmeler var. Mesela, Fransa NATO’nun askeri kanadında yok. Fransa bambaşka bir hatta ilerlerken, Almanya ve Fransa bloğu da bambaşka bir zeminde hareket ediyorlar ve aslında NATO güdümünde veyahutta Amerika’nın çizdiği çerçeve doğrultusunda hareket etmeyi de genelde reddediyorlar. Böyle bir gerilimli ilişki var. Buna karşılık, farklı bir zeminde, miktarını beğenelim veya beğenmeyelim gene kendi topraklarında finans-kapitali olan ve esas olarak bu kırılgan durumdan kendi askeri avantajlarından faydalanıp eski nüfuz alanlarını kurmaya çalışan bir de Rusya var. Ukrayna’da da aslında aktif olan güç Rus emperyalizmi. Yani Amerikan emperyalizminin zayıflamasını fark ederek Suriye’de attığı adımı bir adım ileriye götürerek, Amerika’yı nasıl Suriye’nin tümüyle dışına atmışsa, İran ve Irak’ta aslında Amerika’nın elini nasıl zayıflatmışsa, aynı hamleyi aslında Ukrayna’da da yapmaya çalışan bir Rusya var. Ve burada doğrudan Çin-Rusya bloğu diye de bir blok yok, böyle kestirimlerden kaçınmamız lazım. Tersine, belki de ABD’nin 20. yüzyılın başında kurduğu hayale sahip olan bir Çin var. Yani bu savaşlara çok da bulaşmadan, sadece iktisadi gücüne dayanarak, dünya üzerindeki nüfuz alanını arttırmaya çalışan bir Çin var ama bunun da umutsuz bir girişim olduğunu görüyoruz. Ukrayna Savaşı dediğimiz savaş ise bu gelişmeler çerçevesinde anlamlandırılabilir. O yüzden de, şunu unutmamak gerekir. 1. Paylaşım Savaşı dediğimiz şey aslında Genç Bosnalılar örgütünün bir militanı tarafından Arşidük’ün öldürülmesiyle başlıyor. Yani o bireyin önemsizliği değil, ulusal bir dava için başlıyor. Ve aslında soyut olarak bakarsanız da, meşru bir dava. Bosna’nın bağımsızlığından bahsediyoruz, şaka değil. Nasıl 1. Paylaşım Savaşı’nın emperyalist karakterini “hangi örgüte mensuptu, bu örgüt anti-emperyalist miydi, devletten silah aldı mı almadı mı” gibi tekil örneklerle anlayamıyorsak, Ukrayna Savaşı’nı da böyle anlayamayız. Ve bugün, bu paylaşım savaşı karşısındaki devrimci tutumun ne olduğunu soracağız.
Birincisi, elbette bunlardan herhangi birine yedeklenmemek gerekir. Bu tarafsızlık anlamına gelmez. Burjuvaziye yedeklenmeyelim demek ne zamandan beri tarafsızlık oldu arkadaşlar? Buradan ilerleyelim şimdi. Ukkth tartışması da yok Ukrayna’da. Birazdan daha ayrıntılı konuşacağım UKKTH, devlet kurma hakkıdır. Devleti olmayan bir ulusun devlet kurma hakkıdır. Devletinin sınırları azalmış, törpülenmiş bir devletin eski sınırlarına kavuşma arzusu denilemez, böyle tanımlanamaz. Bu Wilson’ın tanımladığı ukkth’dir, Komintern’in UKKTH ile bir ilişkisi yok. Dolayısıyla, nasıl Vichy Fransa’sı varken de Gaulle’ün Fransa’sını biz “kendi kaderini tayin hakkı veriyor” diye tanımlamıyorsak, Ukrayna devleti sürüyorken bugün Ukrayna’yı da böyle tanımlayamayız. Aynı şekilde, Mustafa Kemal de ulusların kendi kaderini tayin hakkını gerçekleştirmeye çalışmıyordu. Konuşmamın başında örgüt sorunundan, legalist tasfiyecilikten bahsettim, bu devlet sorununun kökeninde de bu yatar. Bu, devlet sorununun önemsizleştirilmesinden kaynaklanır. Bir halkın devletinin olmasıyla devletinin olmaması basit bir detay değil. Devletsiz Kürtlerin bağımsızlık talebiyle, Ankara’da Kazım Karabekir’in ordusuna yaslanan Mustafa Kemal’in bağımsızlık diye üfürmesi denk kategoriler değil. Bunları ayırt edelim.
Burada ne yapmak gerekir sorusunun basit bir yanıtı var. Devrimcilik yapmamız gerekiyor. Devrimciliğin temel kurallarını hatırlamamız gerekiyor. Nedir devrimcilik? Devrimcilik devlet kurmaktır, devlet yıkmaktır. Yani var olan devleti yıkmanız gerekir; ortada devlet yoksa, yeni bir devlet kurmanız gerekir aynı zamanda. Sömürgeci bir devlet varsa sömürgeciyi atıp kendi devletinizi de eş zamanlı olarak kurmanız lazım, anarşist devrimcilik yapmayacaksanız eğer. Dolayısıyla da, Ukrayna sorununda da meseleye böyle bakmanız lazım. Amerika’daki bir komünistin ne yapması gerekir? Reformlar, barış vs. taleplerine girmeden, kendi devletinin yenilgisi ve Bernie Sanders’ın zafer kazanması değil, Amerika’da devrimci bir ayaklanmanın gerçekleştirecek bir partiyi kurması için hazırlık yapması lazım. “Rusya’nın çok meşru gerekçeleri var, Rusya çok haklıdır, nükleer silahlar Rusya’nın boynunu boğmak üzere uzatıldı” diye bildiriler yazmak değil, “biz bu Rus devletini şöyle yıkacağız” demektir devrimcilik. Ukrayna’da, “vatan bağımsızlığı elden gidiyor” değil, “bu vatanın bizim vatanımız olması için önce iktidarı almamız gerekir” demektir devrimcilik. Aynı şey Kürdistan için de, Türkiye için de geçerli. O yüzden bunu atladığımız zaman, bu basit gibi görünen, herkesin zaten bildiği pozisyonun üzerinden atlayınca, o zaman tribünden “kimin tarafını tutacağız?” tartışmasına döner takınılacak pozisyon.
Bugün Türkiye’nin pozisyonunu analiz ettiğimiz zaman gene bu çerçevede ne görürüz? NATO’nun kendisi eğer kolektif bir emperyalist örgüt değilse zaten Kautskycilerin iddiasının aksine, Türkiye’nin NATO’yla ilişkisini incelediğiniz zaman görürsünüz ki, karşınızda S-400 füzeleri alan bir Türkiye var, Türkiye’yi zorlamak üzere “Bayraktar Bayraktar” şarkısı yapan Ukrayna var, bu olayı örtbas etmek isteyen daha çok iki efendinin (Rusya ile Amerika) gergin ilişkisinde Rusya’yla arasını da bozmak istemeyen, barışı sağlamak isteyen bir Türkiye var. Siz oturup NATO karşıtlığı üzerinden tanımlarsanız, bugün hükümeti destekleyen bir pozisyona yakınsarsınız. Bugün yapmanız gereken şey siyasi iktidarı devirme talebini yükseltmek ve aynı zamanda kendi ezen ulus devletinizin buradan faydalanmak için yürüttüğü ilhakçı, işgalci pozisyonları teşhir etmektir. Avaşin, Zap diyoruz bu Ukrayna’dan bağımsız mıdır? Hangi cesaretle yapıyor bunu? Bugün o yüzden enternasyonalizm hakkında konuşabilmek, politik bir tutum almak için, önce kendi devletinizin ilhakına, işgaline karşı çıkacaksınız. “Önce iktidar” diyeceksiniz. Ukrayna’da da bunu diyeceksiniz, burada da. Ve bunu yaratacak, daha hiçbir şey yokken, böyle adeta soyut olarak “biz orada olsak şunu yapardık, biz şöyle bir dayanışma içindeyiz” demeden, bu doğrultuda kim varsa, “biz Zelensky hükümetini devirmek istiyoruz, biz Putin’i devirmek istiyoruz, öncelikli hedefimiz de budur” diyen güçlerle buluşmanız lazım ve bir uluslararası merkezle bunlarla hareket etmeniz lazım. Meseleyi böyle koymadığınız sürece, “ne yapalım?” sorusuna yanıt bulamayız. “O mu haklı, bu mu haklı, ama onun da şöyle özellikleri var” tartışmasından çıkamayız. Ve Lenin’in bütün bu yazışma ve tartışmalarını, aslında yeni bir Komünist Enternasyonal kurma mücadelesinden de bağımsız düşünemeyiz. Esas olarak yeni bir enternasyonal kurmaya çalışıyor Lenin. Onun için de İsviçre’de güçlü bir komünist parti oluşmasını beklemiyor. Onu, Lenin’e ayak bağı olan diğerleri söylüyor.
Bugün de yapılması gereken ilk şey, Ukrayna’dan, şuradan, buradan birtakım devrimciler aramamıza gerek yok, yanıbaşımızda dünyanın en kalabalık ezilen ulusu var. Nüfusu 40 milyondan fazla, 4 ayrı gerici bölge devletiyle çarpışıyor. Siz burada devrimci, komünist bulamıyorsanız, bunlarla uluslararası temelde bir araya gelemiyorsanız, hiçbir zeminde enternasyonalizm yapamazsınız çünkü dünyada en fazla devrimci burada var. Yani Latin Amerika’daki, Ukrayna’daki devrimcilerin hepsini toplasanız Kürdistan’daki etmez. Bunun içerisinde, kendinizle ilişkilenebilecek, bu doğrultuda adım atacak bir şey bulamıyorsak bu bizim eksikliğimiz olur. O yüzden de bugün “ne yapmalı?” sorusuna soyut taraflar tutarak değil, elbette durumu somut olarak analiz edeceğiz, yapılması gereken görevi genel çerçevesiyle tarif edeceğiz ama devrimci bir enternasyonali kurmak, var olduğunu iddia ediyorsak etkili hale getirmek için önce yanıbaşımızdaki Kürdistan ile Türkiye’deki komünistlerin ortak bir enternasyonal çatısı altında bulunmasını sağlamak gerekir. Bu doğrultuda adım atmak gerekir. Buna yönelik bir teşhir faaliyetinde bulunmak ve bir siyasi çalışma yürütmek gerekir. Bunların hepsinin de yol göstericisi, hem Ukrayna’da hem Amerika’da hem Rusya’da hem de Türkiye’de tarafsızlık değil, “önce iktidar”, “önce bizim hükümeti devirelim” vurgusudur.
Gerçek Gazetesi’nin 1. Tur Konuşması:
Çok fazla dogmatik bir tartışma içerisine girmemek lazım, çok daha politik, somut yaşanan gelişmeleri analiz ederek ilerlemek lazım. Barışın devrimle geldiğini ben hatırlatmak isterim, iki en büyük kanlı dünya savaşından bunu biliyoruz. Bu savaş da devrim sorunu olarak ele alınmak durumunda.
Panelin başlığı Ukrayna-Rusya Savaşı ama bunu böyle ele alırsanız hiçbir şey anlayamazsınız. Bu bir NATO-Rusya savaşıdır. Dolayısıyla da Amerikan emperyalizminin başat gücü olduğu NATO’nun ve Amerikan emperyalizminin ve dünya sisteminin karakteri ve onun karşısında Rusya’nın pozisyonu önemli.
Bu savaşın gerçek sebebini kavramak gerekir. Bu senenin Şubatında savaş çıktı diye düşünürsek kaçırırız o sebebi. 2014’ten beri Ukrayna’da savaş var ama oradan da geriye gitmemiz lazım. Eğer bir dünya savaşına gidişten bahsediyorsak, ki herkes bunu tartışıyor şu anda, bunun şüphesiz ki daha temelli bir gerekçesi olmalı. Burada da biz dünya kapitalizminin krizini görüyoruz. Emperyalist dünya sisteminin krizi diye de söyleyebiliriz. 2008-9’dan itibaren dünya kapitalizmi 3. büyük depresyona girmiştir, yani kapitalizmin dünya çapında büyük bir ekonomik çöküntü ve çıkmaz içine girmesinin ilki 19. yy sonunda oldu. Emperyalist aşamaya geçiş bundan sonra oldu ve Birinci Dünya Savaşı ile sonuçlandı. İkincisi 1929’daydı, sonucunda İkinci Dünya Savaşı’nı yaşadık. Üçüncüsüne doğru da gidiyoruz, o kadar ciddi. O yüzden bu savaşın karakteri son derece önemli.
Mesele şu ki kapitalizmin kendi dinamikleriyle aştığı birtakım krizler olabilir ama bunlara resesyon denir, dönemsel ve kısa vadelidir. Depresyon dediğimiz uzun vadelidir. Depresyondan kapitalizm kendi dinamikleriyle çıkamaz, iktisadi dinamiklerle ve ticari dalgalarla, konjonktür dalgalarıyla çıkamaz. Mutlaka ve mutlaka siyasi birtakım gelişmeler olmak zorundadır. Bu da basit hükümet değişimleri değil, savaşlar, devrimler, darbeler, karşı-devrimlerdir. 2008-9’da Lehman Brothers çöktüğünde, dünya kapitalizmi krize girdiğinde bunu ortaya koyduk ve geleceğini söyledik. Arap devrimi geldi, devrimleri yaşadık. Karşı-devrimler, darbeler ve savaşları yaşıyoruz. Kapitalizm önümüze 3. dünya savaşını getirdi. Emperyalizmde mesele, Lenin’e referans vererek söylersek, dünyanın paylaşılmasının tamamlanması olgusu ve yeniden paylaşılması meselesidir. Birinci Dünya Savaşı’nın karakteri budur. Ekim Devrimi oldu ve Birinci Dünya Savaşı’nı bitirdi. Dünya emperyalizminin dünyayı paylaşması olgusu kırıldı. Dünyanın üçte birini emperyalist hakimiyet ve sömürüden kurtardık, “dünyanın paylaşılmasının tamamlanması” gibi bir şeyden artık bahsedilemezdi. O yüzden ikinci savaş birincinin tekrarı değildi. Yine bir emperyalist savaş vardı ama işin içerisine bir aşamada SSCB girmek durumundaydı. Şimdi ise dünyanın tamamı hala bir emperyalist hakimiyetin içerisine girmiş durumda değil. Neden? Rusya’da ve Çin’de kapitalizmin restorasyonu süreci emperyalizmin tam bir tahakkümü altında ilerlemedi.
Ukrayna şu anda emperyalist Batı’nın Rusya ile Çin’i dünya emperyalist sistemine dizginsiz bir şekilde entegre etmek krizini aşmak çabasının bir savaş alanı olarak karşımızdadır. Yarın bu Tayvan olabilir, başka bir yer olabilir ama arkasındaki temel mesele budur. Dolayısıyla da bu Ukrayna-Rusya Savaşı olarak asla görülemez. Pratik olarak savaşın nasıl şekillendiğine bakarsanız da bunu görürsünüz. Rusya Ukrayna’ya yayılmaya çalışıyor, Kırım, Donbass vs. Böyle mi yaşandı gerçekten? Rusya Ukrayna’nın büyük zenginliklerine mi el koymak istiyor gerçekten? Ukrayna’nın NATO’ya girmesi dediğimiz olay, bir ülkenin bağımsız, özgür bir kararı olarak değerlendirilemez. Bu bir derneğe partiye üye olmak gibi bir şey değil, önemli bir şeydir. NATO’ya üye olmak önemli değil, emperyalistlerden silah almak önemli değilse ne önemli o zaman? Ukrayna’nın NATO’ya girmesi zaten mümkün olan bir şey değildi, sebebi ise NATO 5. maddesinde şunu der: NATO üyesine saldırı olduğu zaman herkes karşılık verir. Şimdi bu işin muhatabı Rusya, eğer NATO’nun bir gayri resmi ama temel prensibi vardır, toprak ihtilafı içerisinde olan ülke NATO’ya üye olamaz. Sebebi ise çok açık: eğer üye olursa, o toprak ihtilafının askeri yöntemlerle çözülmesi gündeme geldiğinde, NATO buna dahil olur. Ukrayna özelinde ise, Kırım ve Donbass iki tane problemli nokta. Kırım özellikle Rusya’ya katılmış olduğu için ihtilaflı bir bölge. Ukrayna NATO’ya girdiği andan itibaren, Ukrayna’nın Kırım’a yönelik hak iddiası askeri bir biçim aldığı andan itibaren NATO işin içine girer ve iki nükleer güç arasında savaş konvansiyonel bir sınırda tutulamaz nükleer savaş çıkar otomatik olarak. Şaka değil.
Ukrayna’ya NATO üyeliğini kim dayattı ve nasıl dayattı sorusunu sormamız lazım hepimizin. Bir taraf bu kozu oynuyor, inisiyatif kimde? Kim zorladı bunu? NATO zorladı. Bunun için herhangi bir siyasetçiye değil bir siyasi kökü olmayan dizi soytarısına ihtiyaç vardı. Zelensky’de bunu buldular ve uyguladılar. Zelensky bağımsız bir figür değil bir soytarı. Ukrayna’yı bir ateşe atıyorsunuz ve buna bir kukla dışında kimseyi ikna edemezsiniz. Tabii ki Ukrayna halkı diye bir derdi yok, umurlarında değil. Kapitalizmin çöküşü karşısında her zaman yaptığı gibi savaşı dünyaya dayatan tek bir taraf, yani NATO.
Dolayısıyla, 2019’da Trump neden Rusya ile olan nükleer anlaşmadan çekildi? Bunu konuşmadan Ukrayna’yı konuşamayız. Rusya çekilmedi Trump çekildi. Dahası, Ukrayna’da Naziler de sorun değil güya. Ukrayna’da Naziler, basit bir Ukrayna milliyetçiliği sorunu değildir. Ukrayna’daki Naziler, NATO uzantısı bir kontrgerilla örgütlenmesidir. Biz bunu Türkiye’de bilir, tanırız. NATO bütün Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrası Nazileri kontgerilla örgütlenmesinin temeli yapmıştır. Çünkü Avrupa halkını, işçi sınıfını Sovyetler Birliği’ne karşı kullanma imkânı yoktu, bunun için de Nazileri devşirdiler ve kullandılar. Bunu da şöyle dillendirdiler: olası bir sovyet işgaline karşı halk direnişini örgütlemek. Bunların hepsi Nazilerden devşirmeler. Ukrayna’da da bugün Naziler var ve bu Nazilerin bugün Rus işgaline karşı halk direnişi yaptığı söyleniyor. Dolayısıyla, bunlar halk direnişçisi falan değil, NATO kontrgerillasıdır. Eğer bunlara Rus işgaline karşı haklı meşru bir mücadele veriyor diye savunuyorsanız, Türkiye’de Maraş’ı, Çorum’u, 1 Mayıs Katliamı’nı yapanların hepsi de faaliyetlerini olası bir Rus işgaline karşı gerekçelendiriyorlardı.
Rusya’nın nükleer silah kullanmasından, saldırganlığından bahsediliyor ama Ukrayna’da biyolojik silah laboratuvarları var ve bunların varlığı Amerikan Dışişleri tarafından itiraf edildi. Bunlar Corona aşısı üretmiyor arkadaşlar, eğer öyle olsaydı, bir kere daha sonra ortaya çıktı ki Pentagon tarafından finanse edilmiş. Pentagon’un biyolojik araştırma laboratuvarlarıyla ne işi olur, bunu sorgulamanız lazım. Zannediyorum ki Ukrayna’da bir halk direnişi meselesi olmasa gerek. Ve yine aynı şekilde, Ukrayna’da halk direnişinden bahsediliyor, İDP’li arkadaş sizi Ukrayna’ya destek vermeye yardım toplamaya davet etti. Ben de tam tersine böyle bir şeye gerek yok, girişmeyin derim çünkü şu anda 13,6 milyar dolar Amerikan Meclisi’nden yardım paketi çıktı zaten. Siz de şimdi Ukrayna’ya bebek bezi göndererek halkı destekleyeceksiniz öyle mi? Böyle bir şey yok. Orada Batı emperyalizminin bütün silah yığınağı Ukrayna’ya yapılıyor, Naziler cephede kullanılıyor ve tabii ki “biz Nazileri kullanıyoruz, Rusya’da bir rejim değişikliği için böyle bir savaş yürütüyoruz” demeyecekler. Rus işgali diyecek, Rus emperyalizmi diyecek, Çin dünyaya egemen olmaya çalışıyor diye bunları anlatacak. Bunların hepsi Amerikan emperyalizminin propagandasıdır. Herkes Putin’in Zelensky’i devirmesinden bahsediyor, evet böyle bir amaç var, Putin darbe çağrısı bile yaptı. Ama Biden da Putin’i devirmekten bahsetti. Biden açıkça Putin’in iktidardan düşürülmesinden bahsetti. Neden bu isteniyor? Dünya kapitalizmi Rusya ve Çin pazarını tümüyle entegre etmek istiyor kendisine ve önündeki engelleri kaldırmak istiyor.
Biz bunun karşısında, hiç şüphesiz ki, çok açıkça, Rusya’nın askeri zaferinden yanayız. Ukrayna direnişi diye bir şey yok, NATO saldırganlığı diye bir şey var. NATO’nun yenilgisinden yanayız. Şu an Türkiye’de, NATO üyesi bir ülkedeyiz ve bu önemli bir şey. NATO üyesi ülkede tarafsız olamazsınız NATO savaşı varken. Rusya emperyalist bir ülke değildir ama Türkiye NATO ülkesidir ve savaşın tarafıdır. Burada tarafsız kaldığınız anda NATO tarafına geçersiniz. Böyle bir savaşta iki tarafa eşit mesafede duramazsınız. Biz bunu söylüyoruz çünkü Marksistler açısından barış devrim meselesidir. Devrim için mücadele ediyorsak da bu askeri mücadelenin, “savaşın sonucu devrim açısından bize ne ifade ediyor” ona bakacağız. Savaşlarda kaybeden taraflarda devrimler olur, Paris Komünü’nde de böyle oldu, Rus Devrimi’nde de. Rusya kaybederse Putin devrilir hiç şüphesiz, Putin devrilmesine de tek başına üzülmeyiz çünkü politik olarak desteklemiyoruz. Ama muhtemeldir ki Yeltsin tipi yağmacı, işbirlikçi bir rejim Rusya’da hasıl olur. Ama ya Batı, emperyalizm kaybederse? Biz Rusya’nın askeri zaferinden yanayız ama Putin’i politik olarak desteklemiyoruz diyoruz. Biz Putin’e neden karşıyız? Ukrayna ve arkasındaki NATO güçlerine savaştığı için değil, bu savaşı kazanamayacağı için biz Putin’e karşıyız. Çünkü Putin karşı-devrimci olduğu için, milliyetçi olduğu için, Rus halkını kapitalizmin restorasyonu ile yozlaştırdığı için karşıyız. NATO’ya karşı cephenin zayıf karnı olduğu için Putin’e karşıyız. Ama biz şunu görüyoruz: Rusya yenilirse Putin devrilir. Peki şunu niye düşünmüyorsunuz? Batı emperyalizm yenildiğinde, NATO olası bir yenilgi aldığında, şu anda dünya kapitalizmi krizi dolayısıyla İngiltere, Fransa, Almanya’da, Amerika içerisinde olacak hareketleri düşünün, dünya devrimi açısından hangi tarafın yenilgisi dünyadaki devrimci mücadelenin önünü daha fazla açar? Çok açıktır ki NATO’nun yenilgisi dünyada devrimci mücadelenin önünü daha fazla açar, barışa giden yolu daha fazla kısaltır. Bu yüzden biz NATO’nun yenilgisi için mücadele ediyoruz. Türkiye’de olduğumuz için iki kat daha açık davranmalıyız. Görevimiz çok net: Türkiye’nin NATO’dan çıkması, İncirlik, Kürecik bu üslerin kapatılması. Bunun için mücadeleye çağırıyorum hepinizi. Önümüzde somut bir mücadele görevi vardır.
Sorular:
• Askeri olarak destekleyip politik olarak desteklememek ne demektir? (Bütün konuşmacılara).
• (KöZ’e) Hiçbir savaşın emperyalizm ve proleter devrimler çağındayken emperyalizmden bağımsız olarak ele alınamayacağı tespitine katılıyorum. Anlattıklarınızdan çıkarımım ve sorum işe şu: İşgal altındaki tarihsel Filistin’de, yani Gazze’de ya da Ramallah’ta Filistinli komünistlere düşen görev Gazze’de Hamas’ı, Ramallah’ta da Mahmut Abbas yönetimini devirmektir? Yani ilk öncelikli görev bu mudur? Böyle tarif ediyorsanız, yani Gazze’de Hamas’ı, Ramallah’ta Mahmut Abbas yönetimini devirmek olduğunu söylüyorsunuz, bunun siyasi olarak referansını açıklayabilir misiniz?
• (Gerçek Gazetesi’ne) NATO’nun yenilgisinden bahsettiniz. Rus devleti, burjuvazisi ve hakim sınıfları tarafından NATO’nun yenilgisiyle, NATO’nun Ukrayna işçi sınıfı veya NATO üyesi olan ülkelerin işçi sınıfları tarafından yenilmesi aynı anlama mı gelir? Bu anlamda ilerici bir rol oynanabilir mi? Eğer oynayabilirse, bunun tarihsel ve teorik referansı nedir?
• Konuşmalarda UKKTH hakkında duruldu ama net olarak ifade edilmediğini düşünüyorum, bütün konuşmacılara soruyorum. UKKTH’yi siyasi bağlam olarak nereden kurmak gerekir? Devlet hakkından bahsedildi ve bu bağlamda da aslında yakın bir örnek olarak hem Ukrayna meselesinde “bağımsız birleşik Ukrayna” diye bir söylem var. Bunun “bağımsız birleşik Kürdistan” ile ilişkisi nedir? İkisini de aynı şekilde mi değerlendirmek gerekir?
• (Gerçek Gazetesi ve diğer konuşmacılara) Türkiye gibi NATO üyesi ülkede tarafsızlık gibi bir durum olamaz dediniz. Bu bağlamda sizin aslında Kürdistan meselesine dair önceki yıllardaki açıklamalarınızda “çift taraflı ateşkes” çağrınız vardı diye biliyorum. Bu bağlamda şunu sormak istiyorum: NATO’nun ikinci ordusu bugün bir ulusu işgal ediyor. Buna tarafsızlık çizgisinden baktığımızda, buna dair bir şey söylemek gerekmez mi? TC NATO’dan çıksın değil de aslında Türkiye devletini yıkmak gerekiyor gibi bir şey söylemek gerekmiyor mu?
• (Gerçek Gazetesi’ne) NATO-Rusya Savaşı olarak ifade ettiğiniz Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinde ölçülü yumruk diye bir şey yoktur diye bir tabir kullandınız. Oysa şu an neden NATO’nun ve ABD’nin sadece ekonomik yaptırımlarla ilerlediğini düşünüyorsunuz? İkinci olarak da Rus işgaline karşı bir halk direnişi yoktur dediniz. Bu durumda Ukrayna’da direnmekte olan tüm Ukraynalıların Nazi olduğunu mu iddia ediyorsunuz?
• (Tüm konuşmacılara) Şu anda Türkiye’de de önümüzde seçimler söz konusu aslında. Şu anda da Türkiye’de sol akımların bazıları ikinci turda hatta ve hatta birinci turda da Millet İttifakı’na veririz gibi söylemlerde bulunuyorlar. Peki NATO’cu Millet İttifakı’na karşı bu seçimlerde nasıl bir tutum almak gerekir?
• (Tüm konuşmacılara) Bir savaşın veya siyasi bir olayın ilerici sonuçları var diye komünistler o savaşı veya siyasi olayı destekler mi? Bunun misal sömürgecilik ve ilhakçılık meselesindeki yansıması ne olur?
Gerçek Gazetesi’nin 2. Tur Konuşması:
Ekonomik yaptırımlar ve nükleer savaş sorusu güzel ve önemli bir soru. Zaten Batı emperyalizminin şu anda Rusya’yı bu savaşın içerisine inisiyatif alarak çekmiş olduğunu görüyoruz. Aslında savaşı Rusya başlatmış gibi gözükse de, biraz önce anlattığım tablo Rusya’nın bu savaşa çekildiğini gösteriyor. Burada ekonomik yaptırımlar Rusya’da iktidar değişikliğinin bir unsuru. Zaten Rusya’nın emperyalist olmadığının da bir kanıtı bu çünkü emperyalist bir ülkeye, emperyalist dünya sistemi içerisinde yaptırım uygulayamazsın. Uygularsanız komik bir şey olur. Amerika’ya Rusya ekonomik yaptırımlar uyguluyor ama hiçbir manası yok ama Rusya’nın ekonomik yaptırımlar karşısında dayanma gücünün olduğunu ben düşünmüyorum uzun vadede. 630 milyar dolar Rusya’nın dış döviz rezervi var, bazıları bunu emperyalizmin bir alameti olarak söylüyor ama bunun 400 milyar dolarına Batı’da el koydular. Amerika’nın böyle bir parasına dünyada çökemezsin. Çin’in emperyalist olmasından bahsediyorlar benzer bir şekilde ama Çin’in durumu daha beterdir Rusya’dan… Çünkü Amerikan tahvilinde onların 1 trilyon doları var. Dolayısıyla da bunlar, emperyalist dünya sistemine entegre olmak suretiyle, yani kendi dış ticaret fazlalarını Amerikan parasında tutmak zorunda olmaları dolayısıyla ortaya çıkan durum zaten dünya sistemindeki Amerikan hegemonyasının bir kanıtıdır. Yaptırımlar bu ülkeler üzerinde emperyalizmin ciddi bir saldırı politikasının unsuru olarak görülmeli. Şu an Amerika net bir şekilde Rusya’yı nükleer savaşla tehdit ediyor, Rusya da bunu ortaya koyuyor. Mesele NATO ve Rusya arasında bir savaşa dönüşürse bu bir nükleer savaşa dönüşür. İki taraf da bütün Soğuk Savaş boyunca bunu yapmadılar. 2000’li yıllarda ve ondan önceki süreçte mesela Yugoslavya Savaşı’ndan da başlayarak, birbirleriyle konvansiyonel olarak çatışmamaya özen gösterdiler. Bunun sebebi bu. Konvansiyonel bir savaşa giremez çünkü bu bir nükleer savaşa dönüşür. Amerika zaten Ukrayna’nın arkasında askeri olarak durmayacağını söyledi ve NATO olarak savaşa da girmiyor Ukrayna için zaten. Ama savaşın tamamen bir parçası, resmi parçası değil sadece. Silah yığıyor, gönüllüler gönderiliyor mesela. Şu anda ortaya konulan emperyalist propaganda bir halk direnişinden bahsediyor ama emin olun gerçekten böyle bir direniş olmuş olsaydı bunu görmüş olurduk. Eğer Ukrayna halkı bir direniş göstermiş olsaydı da bu savaşın genel karakteri konusunda mevcut durumu değiştirmezdi, bunu da söyleyeyim.
Askeri destek ve politik destek konusunda ise bahsettiğimiz şey şu: Askeri olarak da biz NATO’nun yenilgisini savunduğumuz vakit bunun karşısında Putin, dünya halklarının kurtarıcısıdır, bu rejim doğrudur demiyoruz. Biz NATO’nun yenilgisinden yanayız çünkü NATO’nun yenilgisi işçi sınıfı için olumlu sonuçlar yaratır. Rusya’nın Birinci Dünya Savaşı’nda yenilgisi otomatik olarak Ekim Devrimi’ne yol açmadı, otomatik olarak olmaz. Nitekim Şubat Devrimi’nden sonra savaşa devam etti ve emperyalist kampta kalmaya devam etti Rusya İngilizlerle birlikte. İşçi sınıfının bu kopuşu gerçekleştirmesi lazım. Biz NATO yenildiği zaman devrim olur demiyoruz. NATO’nun yenilgisi dünyadaki başat gücün kaybetmesi ve devrimin koşullarının işçi sınıfı açısından daha elverişli hale gelmesidir.
Bu savaşlarda Troçki’nin dediği çok nettir. Bu savaşta iki tarafa aynı anda ateş eden tüfek icat edilmediği müddetçe tarafsızlık diye bir şey olmaz der. Çin-Japon Savaşı’nda da, Çan Kay Şek meselesinde de bunu ortaya koymuştur. Biliyorsunuz Troçki Çan Kay Şek ile Mao’nun kurduğu ittifaka en çok karşı çıkanlardan biridir. Buna rağmen Japon işgaline karşı askeri birleşik cepheyi savunur ve biz iki tarafa da karşıyız diyenlere epey sert çıkarak ahmaklık der.
Filistin sorusuna da cevap vermek istiyorum. Hamas ile Nazilerin yan yana konulmasını kınıyorum ve bunu asla kabul etmem, büyük bir çarpıtmadır. Hamas İsrail’e karşı direniyor, haklı bir savaşın parçasıdır. Gazze’de devrimciler Hamas ile askeri birleşik cephe kurmalıdır İsrail’e karşı, bizim pozisyonumuz bu. Mahmut Abbas da işbirlikçidir, Mahmut Abbas’ı devirmek için uğraşırız, direnişin kazanması için. Şu çok nettir ki biz İsrail’le savaşanla birlikteyiz. İşbirliği yapanın karşısındayız. İsrail bizim düşmanımızdır çünkü orada, bu mücadeleyi vermeyen Filistin ve Ortadoğu’da devrimden bahsedemez. Onu da net söyleyeyim. Çünkü biz devrimleri aynı zamanda işgale karşı verilen haklı savaşların sonucunda da gördük, 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı sonrasında gördük, Çin Devrimi… Devrim için konuşuyoruz bunları yoksa Hamas’ı elbette ki siyasi olarak desteklemiyoruz. Ama biz devrimden bahsediyorsak karşı-devrimin merkezi olan İsrail’in yenilgisi için uğraşmadan devrimden en azından Ortadoğu’da bahsedemeyiz.
Seçimler konusu var ama iki şey söyleyeceğim. Millet İttifakı’nı biz Amerikan muhalefeti olarak değerlendiriyoruz ama Cumhur İttifakı da NATO’cudur. İkisi de NATO’cudur. Bir tanesi Amerikan muhalefetidir ama öbürü şu anda fiili olarak NATO’ya hizmet etmektedir. Dolayısıyla biz ikisine de karşıyız. Birinci turda da ikinci turda da biz burjuvazinin hiçbir adayını desteklemeyeceğiz, her sosyalisti de bu konuda bağımsız bir odak yaratmaya çağırıyoruz. Bu odağın da en önemli şeylerinden birisi NATO ve emperyalizm karşıtı olmaktır.
Kürt meselesinde biz asla tarafsızlık savunmayız. Kürt meselesinde biz ezilen Kürt halkının yanındayız. Kürt halkının mücadelesi haklıysa haklıdır, hangi yönde kaderini tayin etme hakkını kullanacağı Kürt halkının bileceği şeydir. Bu aynı zamanda dünyadaki bütün ezilen halklar için geçerlidir. Yalnız şu anda Suriye’de yaşanan süreçlerde, Türk ordusunun NATO ile birlikte operasyonlarını yaptığının özellikle altını çizmek gerekir. İngiliz emperyalizminin burada çok özel bir rolünün olduğunun altını çizmek istiyorum. Bugün de Kuzey Irak’ta gerçekleşen operasyonlar şu anda Barzani, Amerika, İngiltere üçgenini görmeden bence anlamlandırılamaz. O savaşın daha öteye gitme tehlikesi vardır. Dolayısıyla, bizim yaklaşımımız şudur, Kürt halkı Amerikan emperyalizmiyle işbirliği yapmaktan hiçbir zaman kazanmamıştır, hep kaybetmiştir. Barzani bunun örneğidir. Irak işgalinde desteklediler ve şu anda sömürge durumundan kurtulmadı. Oraya bir özerklik verildi ama karşılığında Kürt halkının çoğunluğunun bulunduğu Türkiye’deki hareket ezildi. Kürt halkından bahsediyorsak 4 parçadaki Kürt halkının haklarından bahsetmeliyiz o halde. Kimisi Rojava’da Amerikan emperyalizmiyle birlikte pozisyon almış, öbür tarafta eziliyor. Bu Kürt halkının özgürlüğü olmasa gerek. Amerika’dan silah alınır mı? Her durum kendi özelinde değerlendirilir ve savaşta silahın nereden geldiğini çok fazla ayırt edemeyebilirsiniz belki, hep bunlar söyleniyor gerekçe olarak ama eğer NATO’nun veya Amerika’nın oradaki komuta kademesinde elemanınızı yolluyorsanız o siyasi kapitülasyondur, teslimiyettir. Biz Amerikan emperyalizmine karşıyız ama bu meseleye Kürt halkının açısından da bakıyoruz. Kürtlerle barış, ABD ile savaş. Burada tarafsızlık politikamız asla olamaz. Türkiye’nin NATO üyesi olması olgusu burada da geçerli. Ulusalcıların dediği Amerika Türkiye’yi bölmeye çalışıyor yanlış, Amerika Türkiye’yi büyütmeye çalışır. Türkiye burjuvazisini tavlamaya çalışır. 80 sonrası Özal’den beri öyle. Dolayısıyla anti-emperyalist mücadele bütün ezilen halkların ayrılamayacağı bir şeydir.
Biz devrimin zaferi için Rusya’nın zaferini savunuyoruz. Bu doğru değil. Biz devrimin zaferi için NATO’nun yenilgisinden yanayız. Önümüzde görev var. Türkiye’nin NATO’dan çıkması, İncirlik üssünün kapatılması sadece Türkiye için değil Ortadoğu, Avrupa ve dünyanın bütün bölgeleri için ilerici sonuçlar doğurur. İlginçtir NATO ile Rusya arasındaki savaşta bize siz neden burada taraf tutuyorsunuz diyenlerin kendisi Millet İttifakı’na oy çağırıyor. Burjuvazinin bir kanadının tarafını tutuyor. Burjuvazinin karşısında bağımsızlığını koruyacaksın, burada biz Rusya ve NATO arasında tarafsız değiliz. Tarafsız da kalamazsın zaten. Biz savaşın içinde olan bir ülkenin parçası olarak NATO’ya karşı görevimizi yapıyoruz. Dolayısıyla işçi sınıfından yana çok net bir şekilde tarafız.
KöZ’ün 2. Tur Konuşması:
İlk turda genel bir çerçeve çizdim, bu turda daha polemikçi bir şekilde konuşacağım.
Emperyalizm kavramıyla başlamamız gerekiyor ve şöyle yanlış kullanılıyor bu kavram. Mesela Lenin’in eserleri de yanlış bir gözle okunuyor, bütünlüğünden yoksun bir şekilde. Genel olarak Rusya emperyalist mi değil mi diye konuşuyoruz ama halbuki Lenin hiçbir zaman emperyalizmi tek başına, sıfatsız kullanmıyor. Ya bir sıfat olarak kullanıyor yahutta genelde bir sıfat tarafından tanımlanan bir isim olarak kullanıyor. Kapitalist-emperyalizm kavramını kullanıyor. Lenin’in kapitalist-emperyalizmden söz etmesi zaten aslında kapitalist olmayan emperyalizmlerin de tarih boyunca var olduğu anlamına gelir. Lenin’in kendisi de meşhur broşünde veyahut başka yerlerde bunu söylüyor. Kendisi de Rusya’yı Büyük Güçler olarak tanımlıyor hem askeri-feodal emperyalist bir güç olarak tanımlıyor, aynı zamanda sonrasında bir Moğolistan, Çin, İran ile ilişkisine bakarak yani güdük bir sömürge olup olmadığı tartışılan ve Troçki’nin isabetsiz bir şekilde yarı-sömürge olarak tanımladığı Rusya’nın modern anlamda emperyalist ilişkilerini geliştirdiğini söylüyor.
Biz bugün aslına bakılırsa Kautsky’den ve Kautsky’nin savunduğundan daha geri bir pozisyondayız. Kautsky ve Lenin arasındaki tartışma savaşın emperyalist karakterde olup olmadığı değildi, Rusya’nın emperyalist olup olmadığı da değildi. Broşürü anlamaya çalışarak okuduğunuz zaman göreceğiniz şey başka. Lenin’in finans-kapital, mali oligarşi, sermaye ihracı vs. bahsetmesi başka bir amaçtan ve bunu anlamamız lazım ki bugün de skolastik ya da vakanüvis gibi şurada şöyle olay oldu vs.ye ötesine geçip, genel bütünlüklü ve yapısal olarak ne dediğini anlayabilelim. Bunu şunun için söylüyorum çünkü Türkiye’de ağızlara sakız olmuş bir emperyalist savaş kavramı var. Herkes emperyalist savaş diyor ama aslında çoğu emperyalist savaş derken Kaustky’nin kullandığı anlamda söylüyor. Yani bir anlamda sömürgeci güçlerin birleşik olarak bir güce yüklenmesine de emperyalist savaş diyorlar. Bunun ayrımını çizmek gerekir.
Kautsky hangi tezi savunuyordu? Lenin’in sermaye ihracı yahut finans-kapital vurgusunun anlamı ne, bunun üzerine düşünelim biraz. Aslında Luxemburg’tan da beslenen bir tezi alan Kautsky diyor ki: Aslında sanayi kapitalistlerinin tarım ülkelerini ilhak politikasıdır diyor emperyalist savaş. Yani kapitalistlerin bir bölümünün, aslında sermaye birikimi ve dolaşımının genel çıkarlarıyla uymayan yahutta tekil, aşılabilecek bir evresine sıkışmış politikasıdır diyor. Evet bu savaş emperyalist savaştır diyor ama aslında bu savaş, yani emperyalistler arasındaki savaş, dar kafalı kapitalistlerin, tarihin bir aşamasına saplanmış kapitalistlerin bir savaşıdır diyor. Lenin de o yüzden ekonomik özünü analiz etmeye çalışıyor. Gelişmekte olan kapitalizmin çıkarlarının savaş ve saldırıyla uyumlu olduğunu söylüyor. Çünkü Kautsky öbür tespitinden yola çıkarak, şu sonuca varıyor: Aslında bizim muhtelif kapitalistlerle barış mücadelesini birlikte vermemiz mümkündür diyor. Yani emperyalist saldırganlığı savunmak için kapitalizmin genel çıkarlarını savunan kesimlerle birleşelim diyor. O yüzden bugünkü şiarımız diyor, bütün ülkelerin işçileri birleşin değil, bütün ülkelerin kapitalistleri birleşin olmalıdır. Yani sermayenin genel çıkarlarını kapitalistlere anlatmalıyız. Lenin’in kitabı bunu çürütmeye çalışıyor. Rusya emperyalist mi değil mi, İtalya ne kadar sermaye ihraç etti ama İtalya yoksul bir ülke, şu kadar parası Amerikan borsasında vs.ye girersek zaten saçma sapan bir şey olur. Çünkü zaten tam da Kautsky bunu söylüyor. Sömürgecilik, sermaye ihracı diyorsunuz ama bütün emperyalistler paralarını Amerika’ya yatırmış, böyle bir şey mi olur, diyor. Bunun saçmalığını anlatıyor zaten bu kitabın kendisi – Sosyalizm ve Savaş.
Bu noktada, o yüzden biz şu ülke emperyalist midir değil midir diye tartışıyoruz. Gözümüzün önünde bir ülke bir nüfuz alanı oluşturmaya çalışıyor, biz gayet rahat emperyalizme karşı savundu savunmadı diye analizler geliştirmeye çalışıyoruz. Çok açık, bir nüfuz savaşı var. Sorun bunun kapitalist ekonomiyle olan ilişkisi. Böyle bir genel ezber kullandığımız zaman da anlayamayız. Arkadaşlar emperyalist savaş, nükleer savaş diye bahsediyor da hangi emperyalistler birbirleriyle kavga ediyor, savaşıyor? Oturup bir yanda Lenin’in broşürünü savunacaksınız, sonra da bir anda başlayacaksınız: 1991’de Saddam Hüseyin tuzağa getirildi, NATO’cular kolektif olarak saldırdı. 2000’de Afganistan’a emperyalistler ortak yek güç Allah Allah diye saldırdılar. Sonra Irak’a saldırdılar, sonra Balkan Savaşı öyleydi. Ondan sonra Ukrayna savaşı da öyle. Yani siz ruhuna Fatiha okumuşsunuz zaten, yani Kautsky haklı diyorsunuz. Son 30-40 senede dünyada yaşanan gelişmelerin Lenin’in emperyalizm broşürüyle ilgisi yok, bu emperyalistler birbirleriyle savaşmıyorlar, bitti diyorsunuz. Bunu söylemeniz de mantıklı çünkü zaten Mandel bunu Geç Kapitalizm’de yazmış. Stalin’in de savunduğu bir şey, Kruşevçi revizyonistlerin de savunduğu bir şey bu aynı zamanda. Dünya barış hareketleri, nükleer savaş tamtamları… Bu gerici fikir Komünist Enternasyonal’in tasfiyesinden sonra, revizyonizmin hakim olmasından sonra gelmiştir. Bugün solda ağzını emperyalist savaş diye açana şunu soralım: Hangi emperyalist ile hangi emperyalist arasındaki savaştan bahsediyorsun? Hangi finans-kapital grupları arasındakinden bahsediyorsun? Yoksa siz Kautsky’nin kastettiği anlamda, ultra-emperyalist bir bloğun barışçıl bir şekilde rekabet ederken dünyaya karşı, kolektif olarak dünyanın mazlum milletlerine savaş mı açtığını savunuyorsunuz? Mao Zedung düşüncesi, Üç Dünya Teorisi, Tito bunu söylemiş… Bu noktada, bugün çok daha gerideyiz. Burada zaten emperyalist savaş demekle emperyalistler arası savaş demek farklı şeyler. Bugün emperyalistler arası bir savaş var. Bunu vurgulamamız lazım. Ve bu bizim için kötü bir şey değil çünkü halkın seferber edilmesi, silahlandırılması, halk düşmanlarının yani burjuvazinin zayıf duruma düşmesi anlamına gelir. Dünyada bir barış hareketi yaratmaya çalışanlar, revizyonistler ve reformistler bunlardan endişelenir. Lenin’in herhangi bir makalesini okuduğunuz zaman, savaşın kendisi problemli bir durum değil.
UKKTH de bu bağlamda ve çerçevede ele alınmalıdır. Yani Lenin’in düşüncesinin kendisini, böyle bir Lenin mazaretçiliği yapmayacaksanız, Lenin’in kendisi oportünistlerle aynı partide yer almayı da savunmuştur, kanatlı bir partiyi de savunmuştur, ÖDP’deki, HDP’deki varlıklarını böyle gerekçelendirenler olmuştur. Ama bu yanlış, Lenin’in her dediği doğru değil. Lenin’in kendi düşüncesi temizlenen bir düşünce. Şimdi Lenin oturmuş Junius Broşüründe demiş ki, Rosa Luxemburg yanılıyor, aslında biz küçük devletlerin büyük devletlere karşı mücadelesini destekleriz, bu dünyada illa bütün savaşlar emperyalistler arası paylaşım savaşları olmak zorunda değil, demiş. Bu doğru bir tespit, ama buradan ta Komintern’in 2. Kongresi’ne kadar, küçük devletler, bağımsızlıkçı hareketler gibi bir kavram temizlenemeden çıkmış. Bu 2. Kongre’de netleşmiş. 2. Kongre’de, gene Lenin Ulusal Sorun Hakkındaki Tezler’de “burjuva demokratik hareketleri destekleriz” diye bir vurgu yapmışken Roy bunu düzeltmiş ve Komintern de onaylamış: “ulusal devrimci hareketleri destekleriz.” Bu bir detay değil arkadaşlar. Türkiye’de önüne gelen kendisine devrimciyim dediği, devrimci partiler koyduğu için devrim demek ile dememek arasındaki ayrım gitmiş, öyle bir laf diye kabul ediliyor. Ulusal devrimci hareket nedir? Bir devleti olmayan, bir devleti yıkma hedefi güden bir harekettir. TC devleti ulusal devrimci bir hareket olamaz. Komünistler dünyanın hiçbir yerinde hakim sınıf devletlerini destekleyemez. Hangi devletleri desteklerler? Bizim bayrağımızda orak çekiç var, o orak ezilen uluslar da demektir. Yani ezilen ulusların kurtuluş mücadelesi verdiği, kurdukları devletleri destekleriz. Peki bunlar hangi devletler ve hareketler? Komintern bunları da esasa bağlamış: Halkı emperyalizme karşı silahlandıracaksın, başka azınlıklar ve ezilen uluslar üzerinde hak iddia etmeyeceksin ve komünistlerin propagandasına izin vereceksiniz. Çok net 3 koşul var. Bunu sağlamayan hiçbir devlete destek veremezsiniz. Ve hedefiniz her zaman için “önce iktidar” olmalı, o devleti yıkmalısınız. Bizim amacımız şurada veya burada, bu devleti yıkmak değildir diyen devrimci değildir arkadaşlar. O burjuvazinin yedeğinde bir güçtür. Ve Menşevik hareketler ile Bolşevik hareketler arasındaki fark da tam da burada ortaya çıkar. Çünkü Menşevizm kökü itibariyle sınıf işbirlikçiliğidir. Sınıf mücadelesinin belli bir döneminde burjuvaziyle ortak hareket edilebileceğini savunur. Burjuvazi derken hakim sınıf devleti içerisinde rol olan bir burjuvaziden bahsediyorum, devrimci bir burjuvaziden bahsetmiyorum. Yani devletle, devlet içerisinde bağı olan kesimlerle hareket etmeyi savunur Menşevizm.
Troçkizm de bizim açımızdan Menşevizmin bir varyantıdır. Yani örgüt konusunda öyledir, devrim konusunda da öyledir. 1917’de Bolşevik Partisi’ne girip, Komintern’in 4. Kongresi’nden sonra, bu basınçtan kurtulan ve bu tasfiyeci iklim içerisinde kendi görüşlerine geri dönmüştür. Örneğin, Avrupa Sosyalist Cumhuriyetleri Federasyonu, daha önce Lenin’in ve RSDİP’in reddettiği bu gerici federasyon hemen Lenin ölür ölmez, 1923’te “zamanı geldi” diye hortlamıştır. Burada çok net bir şey var: Kendisi zaten bir parti kurmamış, Komintern’e “hain, karşı devrimci, bunların programı reformisttir” diyerek 28 Programı’nı yerden yere vurmuş (ki ben hicap duyuyorum, sürekli bir ülkenin yarı-sömürge, yarı-kapitalist vs. diye kıyaslamak Buharin’in taksonomisi ve burada konuşulan şeyler de Buharinci bir çerçevede) ve kendisi de bir enternasyonali asla kurmamış, “beni partimden ayıramazsınız” demiş 1930’ların sonuna kadar. Aynı yaklaşım ile, örgüt konusunda bağımsız tutum göstermediği için, Sovyet devleti karşısında da net bir tutum takınmamış. “Biz bu devleti yıkacağız” diyememiş. Troçkistler bunu sendika bürokrasine de diyemiyor o yüzden, devlete karşı da diyemiyor, “onlar işçi sınıfının kazanımı” diyorlar. Yani üretim araçlarının kamulaştırılması sosyalizmin kazanımı. Yozlaşmış, karşı-devrimci bir diktatörlük var, biz bunu yıkacağız kardeşim, işçi-köylü sovyetlerini devireceğiz diyemiyor ve diyemez. Bugünkü kuyrukçu tutumun kökeninde de bu var.
Ama aynı zamanda ulusal kurtuluş mücadelesi konusunda Mao’dan da geri bir çizgi var. Yani Mao Stalin’i eleştirip “biz Stalin’e karşı yaptık Çin Devrimi’ni” diyor, çünkü Komintern ve sonrasında SBKP sonuna kadar Çan Kay Şek ile işbirliğini savunuyor. Mao yapmadığı, reddettiği için ve her zaman Çin’de ayrı bir kızıl ordu var bağımsız olarak. Troçki’nin kendisi, buradaki arkadaşlar da çok güzel söyediler, kendisi Çan Kay Şek’in neferi olmayı savunuyor ve “beklemeyelim, bu sekter bir tutumdur” diyor. Yani Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in askeri olalım diyor. O yüzden burada ikamet veriliyor, bunun Lenin ile alakası yok. Türkiye’de Kemalistlerin desteklenmesi Kızıl Ordu Komutanı Troçki’nin marifetidir. Mükafatı da Türkiye’de kalmaktır. Bunları unutmayalım.
Buradan Türkiye’ye gelirsek, Türkiye’de devrimcilik yapmak istiyorsanız, bazı konularda en az Rusya, Ukrayna konusunda konuştuğunuz netlikte açık sesle ve büyük harflerle konuşmalısınız. Kendi devletinize karşı mücadeledeki turnusol budur. Siz yürütülen bir haksız savaşta “ben kendi devletimin yenilgisini istiyorum” demezseniz devrimci olamazsınız. Bunu yayınlarınızda sürekli söylemeniz lazım, 1 Mayıs’ta bunu söylemeniz lazım, her yerde bunu söylemeniz lazım. Komünistler her şeyden önce kendi devletlerine karşı mücadeleden sorumludur. Bizim devletimizin varlığının koşulu ve payandalarından biri de bir ezen ulus devleti olması ve bir halkı baskı altında tutmasıdır. “Biz işgalcinin savaşta yenilmesini istiyoruz”u o yüzden net bir şekilde söylemeniz lazım ve istemek dışında, “bunun için aktif olarak uğraşacağız” demeniz lazım. Ukrayna’da, Filistin’de, Türkiye’de ancak bu türden devrimci partiler yaratırsanız kurduğunuz enternasyonalin bir anlamı olur.
Son olarak, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Levent arkadaşın tutumunu sevindirici buluyorum. Boykottan daha ileri bir pozisyon olarak görüyorum. Aynı zamanda 2019 seçimlerinde neden Güldes Önkoyun’a destek vermediklerini de açıklarlar diye umuyorum. Ama bu da önemli değil. Bağımsız bir müdahale önerisi sevinçle karşılanacak bir öneridir ve bu doğrultuda hareket edecek bütün güçlerin şöyle, böyle, bu masada bunları tartıştık demeden NATO’culara karşı, Amerikancılara karşı her turda bağımsız bir politikayı savunan bir cumhurbaşkanı adayı çıkaralım demesi gerekir. Ben buradan böyle bir öneriyi yükseltmiş olayım. Bu doğrultuda, kimse bizimle uğraşmasa bile, “biz siz KöZcülerin Troçki hakkındaki görüşlerini beğenmedik, o yüzden sizle asla yan yana durmayız, siz sektersiniz” diyen bir akım olsa bile, kendisi bir aday gösterdiği zaman, mesela DİP ya da İDP, biz Zelensky’i Putin’i desteklemeyiz ama oradaki cumhurbaşkanı adayını amasız fakatsız destekleriz. Bunu da açıklamış olayım.
Gazete Nisan’ın 2. Tur Konuşması:
Devletin yıkılması noktasında aslında sadece devletin yıkılması gerektiğini söylemek ve bütün devletlerin yıkılması gerektiğini söylemek aslında her şeyi söyleyerek hiçbir şey söylememek demek. Bu noktada kitleleri devletin yıkımına doğru kanalize edecek olan partinin birtakım taleplere ve sloganlara ihtiyacı var. Örneğin Rus işçi sınıfının iktidara gelmesinde kaldıraç rolü oynayan slogan da aslında “ekmek toprak barış” idi. Dolayısıyla aslında işçilerin ekmek için, köylülerin toprak için, askerlerin barış için seferber edilmesi aracılığıyla işçi sınıfı, köylüler ve askerler iktidara gelebilir. Dolayısıyla mevcut bir kriz varsa, bu geçen yaz Türkiye’de ortaya çıkmış yangınlar olabilir, yurt sorunu olabilir, başkanlık seçimi meselesi olabilir, bizim aslında devrimciler olarak kitlelere hangi sloganların ve taleplerin arkasında seferber edeceğimiz önem kazanır devletin yıkımı noktasında. Yani Türkiye’de, Şili’de, Ukrayna’da veya Rusya’da hangi taleplerin kuşanılarak, donanarak hem Rus hem de Ukrayna devletinin yenilgisi sağlanabilir?
UKKTH meselesinde ise, KöZ devleti olan ulusların ezilen ulus kategorisinde bulunamayacağını söyledi. Ancak bu mesela İrlanda halkını İngiltere karşısında bir ezilen ulus kılmaz, devleti şu anda var diye. Filistin’de de keza bir devlet aygıtı var ama Filistin hiç kuşku yok ki bir ezilen ulus.Irak’ta Kürt halkının ve İspanya içerisinde Katalan halkının da federe bir devleti var ama bunların bu yapılanmaları olmasına rağmen o halklar da ezilen halklardır. Dolayısıyla burada bir ulusun ezilen ulus olup olmamasının ölçütü onun bir devlet hakkına sahip olup olmaması değil. Bugün UKKTH aslında 2’li bir işleve sahip: mücadelenin alacağı evreye bağlı olarak aslında 2 farklı işlev yüklenebilir. Birincisi ilk aşamada aslında Rus işgalcinin kovulması yönünde, ikinci aşamada da aslında Ukrayna halkının kendi kaderini bağımsız, demokratik ve kendi iradesine dayanan bir zemin üzerinde durabilmesi için ve aynı zamanda bunun Batılı finans-kapital merkezlerden emperyalistlerden bağımsızlaşmasını öngörüyor.
DİP, 13.6 milyar dolar bir yardım paketini dillendirdi ABD’den Ukrayna’ya. Yalnız yine ABD ve NATO ülkelerinin o dış borçlarla birlikte bu 13.6 milyar doların kaçını kendine geri aldıklarını hatırlamak lazım. Bugün Ukrayna GSYH’sinin %3’ünün üzerindeki artışının %15’i dış borç olarak ödeniyor, %4’ün üzerindeki her artışın %40’ı da yine dış borç olarak ödeniyor.
Bu da bizi emperyalizm tanımına getiriyor. Emperyalizme nasıl karşı gelinebilir meselesi. DİP Çin ve Rusya’nın dünya emperyalist sisteme entegre edilmeye çalışıldığını söyledi. Emperyalizm kendi mantığı gereği bir dünya pazarı yarattığı için, kendisine entegre olmamış olan herhangi bir ülke, ulusal vs. bir ülke bırakmış olmaması mümkün değil. SSCB dahil emperyalist dünya sistemine entegreydi. Bununla beraber, Rus gaz şirketlerinin ve devlet şirketlerinin kimlere borçlu olduklarına bakarsak Hollanda, ABD, Fransa firmalarını vs. görebiliriz. Bütün bu Rus oligarşisi 80 ve 90’lar boyunca SBKP’nin Stalinist bürokrasisi tarafından dış ülkelerdeki devlet tekelinin kaldırılarak, planlı ekonomiye son verip palazlandırdığını görürüz.
Rusya bugün gerçekten NATO’ya karşı bir savaş veriyor olsaydı dahi ki vermiyor çünkü barış müzakerelerinde Ukrayna NATO’ya üyeliğini geri çekeceğini söylüyor.
Lenin ve Bolşeviklerin Kornilova karşı askeri cephede işçilerin tabanını kazanmak için hiçbir politik destek vermeden Kerensky’le yaptığı taktik ise başarılı oldu.
Seçimler meselesinde ise, Millet İttifakı ehvenişer bile değildir. İstanbul Sözleşmesi, Kürt meselesi… İDP’nin yükselttiği çağrı ise işçi-emekçi ittifakının yükseltilmesidir. Bu ittifakın sadece siyasal, sol partilerle sınırlı olmayan ama aynı zamanda sendikalarla, işçi örgütleriyle genişletilmesi gerekiyor. TBMM’ye de işçi ve emekçilerin sokulması lazım. Bu ittifakın da başkanlık rejiminden kopuş için benimsemesi gereken sloganın “bağımsız egemen kurucu meclis” olması gerekiyor.