Boğaziçi Üniversitesi Tarih İncelemeleri Kulübü’nün Ekim Devrimi’ni sahiplenme iddiası olan tüm sol siyasetlere ulaştırdığı panel davetiyle, 14 Kasım günü Hisarüstü’nde Hall Kafe’de düzenlenen “105. Yılında Ekim Devrimi’nin Güncelliği” başlıklı etkinliğe bizim dışımızda, BDSP, ESP ve Mücadele Birliği katılım gösterdi.
Aslında okul içerisinde yapılması planlanan etkinliğe kayyum izin vermeyince, panel Boğaziçi Öğrenci Meclisi tarafından, üniversiteler içerisindeki devrimci siyasete yönelik baskı ve sansürlere karşı durmak gerektiği öne çıkarılarak sahiplenildi.
İlk sözü Köz adına konuşan yoldaş alarak, devrim ve komünizm mücadelesinde düşenler için Enternasyonal marşıyla saygı duruşu yapılmasının anlamlı olacağını belirtti. Etkinliği düzenleyen Boğaziçi Öğrenci Meclisi’nin Köz’ün bu talebini kabul etmesiyle panel saygı duruşu ve Enternasyonal marşının okunmasıyla başladı.
Köz adına söz alan yoldaş, Ekim Devrimi’nin takip edilmesi gereken bir pusula/rehber olduğunu ifade etti. Ekim Devrimi’nin ve daha sonra Komünist Enternasyonal’in de ortaya koyduğu gibi hala bir emperyalizm çağı içerisinde olduğumuzu, bu nedenle de proleter devrim ve ulusal kurtuluş mücadelelerin güncel olduğunu anlattı. Dünyanın her yerinde ayaklanmaların yaşandığını fakat hiçbirinin 1917 Rusyası’nda olduğu gibi bir proleter devrimle sonuçlanmadığını belirten yoldaş, Türkiye’nin ve dört devlet tarafından işgal ve ilhak edilen Kürdistan’ın bu tablonun en dinamik noktalarından birini oluşturduğunu dile getirerek Gezi Ayaklanmasını, 6-8 Ekim’deki kitlesel eylemleri, 2015-2016 arasındaki süreçte devletin başlattığı içsavaşa karşı başlayan silahlı ayaklanmayı, 12 Eylül barajının üç defa yıkıldığını, Berkin Elvan’ın cenazesindeki kalabalığı, yanıbaşımızda olan Rojava Devrimini ve Rojhilat Ayaklanmasını örnek gösterdi. Ekim Devrimi’ni nostaljik bir olay olarak ele alanların bugün Ekim’i rehber edinenlere yönelttiği hayalcilik eleştirilerinin esasen gerçekçi olmadığını söyleyen yoldaş, Türkiye’deki bir demokrasi sorununun devrim sorunu olduğunun her siyasal dönemeçte daha fazla belli olduğunu dile getirdi. Ekim Devrimi’nin de bir devrim dalgasının ortasında yeşeren tek başarılı ve muzaffer bir devrim olmasının sebebinin Rusya’nın nesnel ve özgün koşullarından kaynaklandığını değil, orada Bolşevik bir partinin varlığından kaynaklandığının altını çizdi.
Bolşevik Parti’nin ayırt edici özelliklerini anlatan yoldaş, 1902’den itibaren siyasi mücadele içerisinde sınanmış, daha baştan programatik olarak Menşeviklerle ve Kadetlerle işbirliği yapmaya hazır, siyaseti burjuvaziye havale etmiş kendi içindeki diğer unsurlarla siyasal ve ideolojik bir mücadele içerisinde hazırlanan bir parti olduğunu söyledi. 1904 Rus-Japon Savaşı’nda savaşa karşı tutum konusunda siyasi bir örnek teşkil eden, 1905 Devrimi’nde hızla askeri bir beceri elde etmeye çalışan, Bundçuluğa karşı mücadele eden, gericilik yıllarında dayanışma sandıkları ve kooperatifler kurmaya çalışan, Duma’da çalışma yürüten, 1912’ye gelindiği zaman tümüyle oportünistlerden kopmak gerektiğini söyleyen, 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle uluslararası düzlemde oportünistlerden kopulması gerektiğini savunan, Şubat Devrimi olduğu zaman kitlelerin önderliğini kazanmak için taktiksel tutumlar izleyebilen, Kasım’a gelindiği zaman da yalpalamadan iktidar için gerekli planı yapıp hayata geçirecek bir parti olduğunu açıkladı.
Dünyanın her yerinde eksikliğini hissettiğimiz partinin böyle bir parti olduğunu söyleyen yoldaş, Ekim Devrimi’ni ayırt eden şeyin Bolşevik tipte bir partinin, yani programatik bir disiplin çerçevesinde kitleleri kazanmak için taktiksel becerileri göstermenin yanısıra bu taktiksel becerileri uygulayacak bir örgütsel kapasiteye sahip olan ve buna uygun siyasal mücadele içerisinde sınanmış bir kadro yaratan, son kertede ise hükümete karşı silahlı bir ayaklanmayı düzenleyecek bir partinin, olduğunu vurguladı. Lenin’in 1901’de dediği gibi devrimci partinin bu niteliği kazanmak için sistematik bir hazırlık ihtiyacının olduğunu söyleyen yoldaş, Şubat’ı Ekim’e götüren yoldaki bu tipte bir hazırlığın ancak Bolşevik Parti’de olduğunun altını çizerek Macaristan ve Almanya’daki başarısız deneyimler ile karşılaştırdı.
Yoldaş, Türkiye’de süregelen siyasi bir krizin olduğunu, bu tip gelişmelerin beklenilir ve öngörülür olduğunu fakat hiçbir akımın proleter bir devrim yolunda bu gelişmeleri kaldıraç olarak kullanamadığını söyledi. Sıklıkla bize gerçekçi olmadığımızı söyleyenlerin umut tacirliği içerisinde Kılıçdaroğlu’na oy istediklerini belirten yoldaş, bu coğrafyada hangi demokratik sorunu ele alırsak alalım düzeniçi yollarla çözülmeyeceğini, bir devrim ve iktidar sorununa bağlandığını vurguladı. Türkiye’de gerçekçi olmanın bir devrimi savunmak olduğunu, fakat bu devrim ve ayaklanma çağrılarını soyut olmaktan çıkartıp kuvveden fiile geçirecek devrimci bir parti mücadelesine bağlanması gerektiğini savunduğumuzu anlattı. Ekim Devrimi’nden bize miras kalan şeyin Bolşevik tipte bir partinin yaratılması mücadelesi olduğunu, bu mücadelede devrimci kaygılarda olan kesimlerin öne çıkıp sorumluluk alması gerektiğini söyledi.
Köz’den sonra söz alan BDSP konuşmacısı, Ekim Devrimi’nin her yönüyle aşılamamış güncel bir olay olarak karşımızda durduğunu dile getirdi. Sınıflı toplumlar tarihinin savaşlar ve çatışmalar tarihi olduğunu anlatan konuşmacı, Ekim Devrimi’nin egemen sınıfı korkutmaya hala devam ettiğini söyledi. Ekim Devrimi’nin gerçekleştirenin hem nesnel koşullar hem de o nesnel koşulları bir devrimle sonuçlandıracak olan aracın varlığı, yani partinin olduğunu anlatarak Lenin’in en önemli üstünlüğü ve becerisinin devrimci partiyi inşa etmesi olduğunu dile getirdi. Menşevikler ve Bolşevikler arasındaki siyasi mücadeleyi tarihsel olarak anlattı. Devrimci partinin iktidarı alma perspektifinden hiçbir zaman uzaklaşmadığını ve işçi sınıfı içerisindeki örgütlenmeyi esas aldığını dile getirdi. Ekim Devrimi’nin kazanımlarını anlatan BDSP konuşmacısı, Alman Devrimi’nin başarıyla sonuçlanmamasının en temel nedenlerinden birinin nesnel koşulların olgunlaşmasına rağmen devrimci bir partinin olmamasıyla ilişkili olduğuna değindi. Parti-sınıf-devrimin esas mesele olduğunun altını çizen konuşmacı, devrimci parti inşa etmek ve devrimci parti ile devrimci sınıfın bütünlüğünü sağlamanın, nesnel koşullar olgunlaştığında devrimi yapmanın şartı olduğunu vurguladı. Bugün kapitalist-emperyalist dünyanın çelişkilerinin derinleştiğini, yeni sorunlarla karşı karşıya kalındığını ve buna karşılık dünyanın her yerinde işçi sınıfı ve mazlum halkların tepkisini ortaya koyduğunu açıklayan konuşmacı, bu tepkinin bugün hem o coğrafyalarda hem de dünya ölçeğinde sınıfla etle tırnak gibi bütünleşmiş bir devrimci partinin yokluğunda iktidarı alma mücadelesine dönüşemediğini, en fazla burjuva düzen içerisinde kısmi birtakım iyileşmeler yapıldığını anlattı. Bugün yaşanan tablonun emperyalist dünya sisteminin hayata geçirdiği politikaların bir parçası olduğunu somut örneklerle veren konuşmacı, Rojava’da Kürt halkının çeşitli milletlerle ittifak yaparak bölge yönetimini eline aldığından fakat emperyalistlerle işbirliği yapmak zorunda kaldığından da bahsetti. Sınıfla bütünleşmiş devrimci bir partinin olmadığı bir durumda ulusal ve sınırlı bir programla mücadele yürüten hareketlerin eninde sonunda bir güce sırtını dayamak zorunda olduğunu vurguladı. Türkiye işçi sınıfını devrim ve sosyalizm bayrağıyla kuşatmış, “halkların kardeşliği” sloganını yükseltmiş, işçi sınıfının devrimci programını mücadelenin daha belirgin bir kısmına taşımış olsalardı, Kürt halkının haklı ve meşru mücadelesi emperyalistlere sırtını dayamak zorunda kalmayacağını, parti ve sınıfın dinamiğiyle birleşerek bölgedeki egemen sınıfın altüst oluşunu ve yeni bir dünya yaratma mücadelesinin önemli dinamiklerini yaratmış olacaklarını anlattı.
BDSP’den sonra söz alan Mücadele Birliği konuşmacısı, Ekim Devrimi’nin tarihsel bir olay olmadığını söyleyerek, bugün tarihin yeni bir evresinde olduğumuzu söyledi. Ekim Devrimi’nin zinciri kırdığını anlatan konuşmacı, bugün kendilerinin Türkiye-Kürdistan birleşik devriminin de Ekim Devrimi gibi ciddi bir içsavaş döneminden geçtiğini ifade etti. Lenin’in tüm sorunların çözümünün ilk önce iktidarın ele geçirilmesiyle mümkün olacağı tespitinin güncel olduğunu ve demokrasinin bir devrim sorunu olduğunu vurguladı. Ekim Devrimi ile Komün’ün farklarını anlatan konuşmacı, emperyalist savaşı iç savaşa çevirme, kendi hükümetinin yenilgisini istemenin bugün de geçerli olduğunu söyledi. Coğrafyamızda Kürdistan sorununun olduğunu vurgulayan Mücadele Birliği konuşmacısı, bir halkın özgürlüğüne şart koymanın sosyal-şovenlik olduğunu söyledi. Dünyanın yeni bir krizden geçtiğini, ayaklanmalar yüzyılında olduğumuzu ifade eden konuşmacı, komünistlerin tartışması gereken şeyin propagandif değil, pratik politika yapmak olduğunu dile getirdi. Emekçi sınıfların yaşamsal sorunları, dünyadaki savaş gerçekliğini, kapitalizmin çöküşünü doğru tahlil edip buna yönelik devrimci şiarları öne çıkartmak gerektiğini söyledi. Konuşmacı, Ukrayna’daki savaş, İran’daki ayaklanmalar, Sudan’daki eylemleri örnek göstererek bunların eksik kalmasının sebebinin komünistlerin parti eksikliği olduğunu söyledi. Bir tarafta Kürt halkının mücadelesinin bir tarafta da işçilerin gelişen hareketi olduğunu ve bu iki hareketin kardeşleşme ve bir arada yürüme sorununu çözmek ve bir devrimci hükümetin çağrısını her anlamda yapmak gerektiğini anlattı. Kitlelerin bağımsız ve demokratik olarak örgütlenebileceği mekanizmaları yaratmanın önemli olduğunu ve komünistlerin buralarda çalışması gerektiğini söyleyen konuşmacı, Bolşevik Parti’nin yaptığı gibi önümüzdeki sürece iyi hazırlanmak gerektiğini ifade etti. Kadro azlığını vurgulamanın yanlış olduğunu belirten konuşmacı, kitle örgütlerinin nüvelerini bugünden hazırlayarak orada doğru şiarlarla emekçilerle buluşmanın bugünden bir hazırlık yapmak anlamına geldiğini söyledi. Bolşeviklerin de taktik politikalar yoluyla zaman zaman seçimlere girdiğini fakat iktidarın bir devrim yoluyla ele geçirilmesi gerektiğini hiçbir zaman unutmadığını not etti. 50 yıldır devrimci bir süreçten geçtiğimizi belirten konuşmacı, bu topraklarda vazgeçilmeyen bir toplumsal mücadele gerçekliğinin olduğunu söyledi. Bugün kapitalizmin çöküşteyse, yerel bir bölgede kurulacak bir iktidar deneyiminin bile komünizm yürüyüşünü hızlandıracağını anlatarak konuşmasını sonlandırdı.
İlk oturumun son sözünü alan ESP konuşmacısı, kendinden önceki konuşmacıların Ekim Devrimi tarihini anlattığı için bu konuya girmeyeceğini belirterek devrim mücadelesinde düşenleri ve İran’da, Rojhilat’ta Mahsa Amini’nin yolunda mücadeleyi büyüten kadınları da saygıyla anarak başladı. SSCB’nin yıkılışıyla sosyalizmin çöktüğüne ve hayal olduğuna dair propagandaların arttığı anda bile bu topraklarda 89’da Bahar eylemliliklerinin yükseldiğini, 91’de 78’de kurulan PKK’nin gerilla gücüyle birlikte Kürt serhıldanını ayağa kaldırdığını, Türkiye devrimci hareketi üzerindeki 80 Darbesi’nin ölü toprağını attığını ve Mahirlerin, Denizlerin, İboların devamcısı olduğunu gösterdiğini anlattı. Türkiye ve Kürdistan’da AKP-MHP faşizminin gitmeyeceği düşüncesinin yaygın olduğunu belirten konuşmacı devrimin bu topraklarda da güncel olduğunu düşündüklerini söyledi. Lenin’in devrimci durum tespitindekine uyumlu bir hatta olduğumuzu, AKP-MHP faşizminin yönetememe krizi yaşadığını, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıldır hiçbir sorunu çözemediğini, Kürdistan’daki soykırım ve asimilasyon politikasından bahsetti. Halkların, işçi sınıfının ve kadınların yönetilmek istemediğini de söyledi. Emperyalist küreselleşme çağında göçmen sorunundan, ekoloji krizinden bahseden konuşmacı, bu çağda kadın özgürlük mücadelesinin de güçlü olduğunu belirtti. Bu sorunları çözememiş bir iktidarın emekçilere verebilecek bir şeyi olmadığını ifade eden ESP konuşmacısı, buradaki en büyük sorunun diğer konuşmacı arkadaşların da belirttiği gibi devrimci öznenin yaratılması sorunu olduğunu dile getirdi. Devrimci komünist bir partinin bir devrim için sadece siyasal örgütlenmeler değil, askeri örgütlenmeler de kurmaya ihtiyacı olduğunu söyledi. AKP-MHP iktidarının 2015 sonrasında bir iç savaş başlattığını anlatan konuşmacı, çelişkilerin yoğunlaşacağı önümüzdeki döneme de hazırlıklı olmak gerektiğini söyleyerek kadın özgürlük hareketinin öncekinden daha farklı bir boyutta olduğunu, LGBTİ+ hareketinin daha fazla örgütlendiğini, ekoloji hareketinin de güçleneceğini söyledi. ESP konuşmacısı, 21. yüzyılın ayaklanmalar ve kadın devriminin olacağı bir yüzyıl olduğunu belirterek politik özgürlük sorununu çözmekle yükümlü olduğumuzu söyledi; Kürt, Alevi, kadın ve LGBTİ+ mücadelesinin taleplerini dile getirmemiz gerektiğini ifade etti. Bu topraklarda bir devrim olacaksa onun birleşik bir devrim olduğunu söyleyen konuşmacı, Kürdistan ile Türkiye devriminin birbirine bağlı olduğunu vurguladı. 2023’ü politik islam faşist rejiminin kurgulanması üzerine kurmuş AKP-MHP’nin karşısında Millet İttifakı olduğunu, aynı zamanda cephe ve güç birliklerinin kurulduğunu söyleyen ESP konuşmacısı, kendileri bakımından da seçime girileceği için ezilenler ve emekçilerin seçim politikasıyla örgütlemeye çalıştığını ama kitlelere seçimin bir alternatif olmadığını anlatacakları ve önümüzdeki dönemde üçüncü cephenin yaratılmasının bir ihtiyaç olduğunu anlattı. Üçüncü cepheyi yaratamadıkları ve emek ve özgürlük ittifaklarını kuramadıkları her koşulda faşist rejimin kendisini daha fazla kurumsallaştıracağını söyledi. Önümüzdeki dönemde de büyük kadın önder Rosa Luxemburg’un dediği gibi iki seçeneğin, yani “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık”, güncelliğini koruduğunu belirterek İran’daki kadın ayaklanmasının kendilerine bir yol gösterdiğini dile getirdi. Bu ayaklanmaların deneyimini almak, Rojava Devrimi’nin gücüne yaslanmak gerektiğini ifade ederek bu ülkede demokratik devrimi yapmaya ihtiyaç olduğunu ifade etti. Bu devrimin anti-faşist, anti-şovenist ve cins özgürlükçü olması gerektiğini söyleyerek; kadın devrimini, kadın özgürlük mücadelesini reddeden bir devrimin devrim olamayacağını vurguladı. Siyasetin erkekler tarafından yapıldığı, partilerin daha çok erkekler tarafından oluştuğunu yerde, tüm dünyada hareketlerin kadınlar tarafından başlatıldığını söyleyerek Me Too, Rojava Devrimi ve İran örneklerini verdi. Kadın özgürlük mücadelesini, LGBTİ+ları, ekolojiyi savunmayan, sadece insanlığın kurtuluşu savunan çizgilerin bir toplumsal devrime yürümeyeceğinin altını çizdi.
İlk tur konuşmaların ardından soru ve görüş bölümüne geçildi.
1) Tüm konuşmacılara sormak istiyorum. Şubat Devrimi sırasında Menşeviklerin etkisinde olan Sovyetler iktidarı Prens Lvov hükümetine teslim etmişti. Keza baştan beri Ekime giden yolda Bolşeviklerin Kurucu Meclis taktikleri büyük bir önem taşıyordu. Ekim Devrimi’nden sonra da Kurucu Meclis seçimlerine katılmış, “bizim zaten partimiz var, devrim yaptık” diyerek seçimlere katılmaktan geri durmamışlardı. Benzer bir taktiği Weimar Cumhuriyeti’nde Komünist Parti’nin başkanlık seçimlerinde 1925’te Ernst Thalmann’ı aday olarak çıkarttığını görüyoruz. Mücadele Birliği’nden arkadaşın da dediği gibi Ekim Devrimi’ni sahiplenenlerin propagandist olarak kalmamak için önümüzdeki 2023 cumhurbaşkanlığı seçiminde de bu yolu izlemeleri gerekmez mi?
2) Üç blok yok, karşımızda bir blok var. Bunun karşısında birleşeceğiz diyenlerin hiçbirisi “İki turda da düzen güçlerine oy vermeyeceğiz” demedi şimdiye kadar. Dört kuruma da soruyorum, önümüzdeki süreçte birlikte bağımsız bir şey yapmak gerekiyor mu, gerekmiyor mu?
İkinci sorum, Mücadele Birliği’nden arkadaş birleşik devrimden bahsetti. Kürdistan dört parçada işgal ve ihlak ediliyor. Bağımsız birleşik Kürdistan mı yoksa bir parçada yarı Türkiye yarı Kürdistan mı, nasıl bir birleşikten bahsediyoruz? Hatta arkadaş kardeşlikten de bahsetti, niye biz Doğu Kürdistan, Batı ve Güney Kürdistan’dakilerle kardeş değiliz de Araplarla, Türklerle kardeş oluyoruz? ESP konuşmacısı da İran’daki kadın ayaklanmasından bahsetti, halbuki orada Doğu Kürdistan’da bir ayaklanma var. Paris Komünü’nde kadınlar zaten en öndeydi, Ekim Devrimi’nde de yine öyleydi, tabii ki bugün ne hikmetse hemen hemen hiçbir örgüt Doğu Kürdistan’daki ayaklanmadan bahsetmiyor. Ya kadın ayaklanması ya öğrenci ayaklanması ya da İran’dan bahsediyor çünkü oranın ayrı bir coğrafya olduğunu kabul ediyor. Kürdistan işçi sınıfının da kendi önderliğini yaratmak için Kürdistanlı komünistler de bir çaba içerisindeler, onlar da eğer kendi komünist partisini yaratmazlarsa yine burjuvaziye yedeklenecektir. Birleşik devrim dediğimiz zaman Kürdistan’ın bölünmüşlüğünü kabul mü ediyoruz?
3) Dünya devrimler tarihine baktığımızda kadınların olmadığı hiçbir devrim yok. Ekim Devrimi de bu anlamda bize bir miras bıraktı hem proleterya hem kadın mücadelesine dair. Çünkü bu zamana kadar elde edilmiş, bugün Türkiye’de de bütün burjuva yasaların ve kazanımların aslında kitleler için hiçbir şekilde güvencesi yok. İstanbul Sözleşmesi yetkin olmasına rağmen bir gece yarısı feshedebiliyoruz, bugün faşizm kendi burjuva hukukunu dahi çiğneyip yok sayarak adımlar atabiliyor. Ama kadın kitleleri sadece Türkiye’de değil dünyada buna karşı mücadele ediyor. Arjantin’de, Türkiye’de, Meksika’da ve İran’da bunun örneklerini görüyoruz. İran’daki mücadele kadınların önderliğinde başlasa da İran’da bunun bir tarihi de var, artan işçi grevleri gibi… Biraz önce ESP konuşmacısı, paneldeki tek kadın olarak biraz daha fazla kadın mücadelesine, proletaryanın mücadelesinden ayrı bir mücadele gibi değindi. Bugün ayrı bir mücadele olarak ele alınması gerektiğini söyledi. Proletaryanın mücadelesi dediğimiz mücadele zaten işçi emekçi kadınları da kapsar. Ekim Devrimi de hiçbir burjuva devletin yapamadığı kadar eksikleriyle birlikte reel bir şey ortaya koydu bu konuda çünkü aynı zamanda kadın mücadelesine de dayanıyordu. Bu ikisi arasındaki farkın çok net olması gerektiğini düşünüyorum. Bunu daha fazla açabilirse sevinirim.
4) Özellikle Mücadele Birliği konuşmacısı önemli bir şeyden, Türkiye devrimci hareketinde yaşanan bir tasfiye sürecinden bahsetti. Fiilen bitirilemeyen devrimci yapıların içinin boşaldığı, özellikle Sovyetlerin çöküşünden sonra bir Post-Marksist paradigmanın Türkiye sosyalist solunu ele geçirme durumuna geldiği ve bunda bir ölçüde de başarılı olduğu üzerineydi. Artık devrimci sınıfın önemini yitirdiği, devrimci örgüt ve devrimci teorinin tamamen askıya alındığı ve bunun Türkiye sosyalist solunda Kuruçeşme süreci başta olmak üzere ciddi bir etki alanı yarattığı ÖDP gibi projelerle dünün devrimci yapılarının bugün artık yerini legalist odaklara bıraktığı şeklinde belli başlı değerlendirmeleri vardı. Buna katılmakla birlikte, bugün itibariyle Türkiye sosyalist solunda bu tasfiyeciliği yayan/oluşturan belli başlı dinamiklerin olduğunu düşünüyorum. Radikal demokrasi programı bunun başat nirengi noktalarından birisini oluşturuyor. Baktığımızda emek-sermaye çelişkisi var ama bir yandan baktığımızda bunlarla aynı yere koyabileceğimiz, kırmızının yanına kırmızı, yeşil ile yeşil olabileceğimiz, aslında sosyalistlerin kendi kızıl bayrağı altında birleşmesinin yanısıra, her toplumsal mücadele dinamiğinde kendi bağımsız çizgisini ortaya koymadan belli başlı ilkesiz ittifaklar içerisine girebileceği bir pozisyon da yaratılmış oldu. Buradaki dört kurum da bildiğim kadarıyla gerçekten bir tasfiye sürecinin olduğundan bahsediyor. Dört kuruma da sormak istiyorum: Bugün tasfiye sürecini besleyen etkenler nelerdir ve bunlarla nasıl mücadele edilebilir?
5) Ben önce bu son güncel patlamalar ile Ekim Devrimi arasında bir ilişki kurarak bir soru sormak istiyorum. Kimi konuşmacılar bundan bahsettiler. Bolşeviklerin 1. Paylaşım Savaşı sırasında ve öncesinde takındıkları bir tutum var şiddet konusunda. Bolşevikler sadece devrimci şiddetin yanında değillerdi, aynı zamanda karşı-devrimcilerin birbirlerine karşı uyguladıkları şiddet karşısında da sosyal-pasifist, genel barış çağrıları ve genel şiddetsizlik çağrıları yapanlar ile de aralarını açmışlardı. Özellikle de 1. Paylaşım Savaşı’ndan sonra da, her türlü sosyal-pasifist, reformist unsuru adını vererek eleştirmiş ve onlarla da aynı örgütsel zeminde bulunmaktan kaçınmışlardı. Bugün Ekim Devrimi’nin yolundan gidenlerin de bunu yapması gerekmez mi?
Bunun yanısıra iki tane de biraz şaşırmış bulunduğum için soru soracağım. Ben Köz’den konuşan arkadaşın tespitini anladım, o “Böyle bir parti yok, kurmamız gerekir” derken; diğer bütün konuşmacıların da aslında Lenin’in Saray’da yaptığı gibi “Böyle bir parti var!” diye konuşmalarını beklerdim. Onlar da “Böyle bir partiyi inşa etmemiz gerekir” anlamına gelir diye konuştular.
Ama ben bunun yanısıra, hepsi birleşik devrimden bahsettiği için, Rosa Luxemburg da hazır anılmışken, devrimci saflara geçmesi 1919’da çok gecikerek olmuş ve bu safa geçmeseydi merkezci, ortayolcu bir hatta kalacak Luxemburg ile Lenin arasında en önemli tartışmalardan biri de Polonya sorunu hakkındaydı. Yani Rosa Luxemburg, kurtuluşun sosyalizmden ve Almanya-Rus devriminden geçtiğini savunarak kesinlikle Polonya’da ayrı bir sosyal-demokrat partinin örgütlenmesine karşı çıkıyordu. Bugün de Ekim’in yolunda gidenlerin burada Luxemburg’un yolundan mı, yani ayrı ayrı partilerde mi gidecekler, yoksa bağımsız birleşik Kürdistan mücadelesi verecek bir komünist partinin yaratılmasını mı savunacaklar? Savunmayacaklar ise Rojava Devrimi’nin gerçekleşmesi için önce Suriye’nin demokratikleşmesi ve Suriye’de birleşik devrimin yapılması gerektiğini mi savunuyorlar?
Nihayetinde de, bu evreler meselesinde Mücadele Birliği’nden arkadaşa bir soru sormak istiyorum. Köz’den arkadaş “Ekim Devrimi’nden sonra yeni bir dönem açıldı” dedi, siz de “Yeni bir evre var” diyorsunuz. Ekim Devrimi’yle açılan devre ne zaman kapandı ve sizin aslında “eski dönem” dediğiniz dönem nedir? Ekim Devrimi’nden sonra devrimin güncel olmadığı bir dönem var mıydı? Bunlar hangi tarih aralarında dönüşüyordu, aralarında ne fark vardı ve niye o zaman devrim mümkün değildi? Açıklığa kavuşturursak iyi olur.
6) ESP konuşmacısında bir soru sormak istiyorum. Kendisi İran, Rojhilat’taki ayaklanma üzerinde daha fazla durdu. İran’da Amini’nin öldürülmesi ardından sokağa çıkan, Mahsa Amini’nin bir Kürt olmasının etkisindeki ayaklanmalar Rojhilat’ta da gerçekleşti. Aslında çok uzun bir zaman önce gerçekleşmeyen bir olay olarak Türkiye’de de Deniz Poyraz öldürüldü. Türkiye’de de bir devrimci durumun olduğunu söylediniz. Bu noktada iki olay varken elimizde bu karşılaşmayı yapmak akla geliyor. Ben Rojhilat’ta gerçekleşenin Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da neden gerçekleşmediğini, aradaki farkın ne olduğunu ve orada kitleler sokağa çıkarken burada kitlelerin geri tutanın ne olduğunu sormak istiyorum.
Kısa bir aradan sonra panelin ikinci oturumuna geçildi.
İkinci turun ilk sözünü ESP aldı. Paneldeki tek HDP bileşeni olduklarını söyleyen konuşmacı, seçim sürecindeki politikada HDP’nin şu ana kadar Cumhurbaşkanlığı meselesinde kitlelerin gözünde fluymuş gibi durduğunu, daha çok da Cumhur İttifakı’nın karşısında konumlanarak Millet İttifakı’yla uyumlu olacakmış gibi tartışıldığını belirtti. Böyle bir tartışmanın şu ana kadar yapılmadığını, bu hafta bileşenlerle birlikte yapılacağını açıkladı. Ezilenlerin Sosyalist Partisi olarak fikirlerinin net olduğunu, bu topraklarda devrimin önündeki en büyük engellerden bir tanesinin de faşizmin koltuk değneği olan CHP olduğunu söyledi. CHP ile ya da İyi Parti’nin hiçbir şekilde Kürt sorununu, kadın özgürlük mücadelesindeki sorunları çözmeyeceğinde, sermaye egemenliğini bırakıp işçi ve emekçilerin kendi politikalarını savunmayacağında net olduklarının altını çizen konuşmacı, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminde asla Millet İttifakı’na da Cumhur İttifakı’na da oy vermeyeceklerini vurguladı. Önümüzdeki dönemde Millet İttifakı’nın kesinlikle Kürtlerin, kadınların, emekçilerin, ezilenlerin, LGBTİ+ların sorunlarını çözemeyeceğinin propagandasını yapmak gerektiğini söyledi. ESP konuşmacısı, kendi bulundukları bütün kulvarlarda ve bulundukları partiyle de mücadelesini vereceklerini ve kendi bağımsız adayıyla çıkması gerektiğini düşündüklerini dile getirdi. 31 Mart Yerel Seçimlerinde de Millet İttifakı’yla ortaklaşılmasını reddettiklerini basın yoluyla dile getirdiklerini ifade etti.
ESP konuşmacısı, Rojhilat ve İran’da yoksulluğa karşı, işçi sınıfı mücadelesinin çok yüksek olduğunu ama kadınların önderliğinde başlayan bir mücadelenin de olduğunu söyledi. Sadece Rojhilat’ta bir ayaklanma olmadığını ifade eden konuşmacı, Azerbeycanlıların çok yoğun olduğu kentlerde bile pankartların böyle açıldığını ve milliyetçilerin azalarak Kürtlere yönelik sempatinin arttığını belirtti. Rojhilat’taki ayaklanmanın daha keskin ve yüksek gözüktüğünü, bir devrimin olasılığının olduğunu söyledi. İran halkının Molla rejimine karşı ayaklandığını vurgulayan konuşmacı, Kürdistan’ın daha örgütlü mücadele ettiğini dile getirerek, bunu İran ve Rojhilat halkının ayaklanması olarak gördüklerini ifade etti.
Kadın sorunu diye artık bir tanımlama yapmadıklarını, “kadın kurtuluşu” veya “kadın özgürlük mücadelesi” dediklerini belirten ESP konuşmacısı, “Kadın erkek el ele mücadeleye” diyerek kadın sorunu devrim sorununa ertelenmiş gibi gözüktüğü için bir kadın devrimi programlarının olduğunu söyledi. Kadın devrimi programlarının alt başlıklarını anlatan konuşmacı, toplumsal devrimden ayrı olarak görmediklerini fakat özgün taleplerini görmek gerektiğini vurguladı. Sosyalist devrim veya anti-emperyalist demokratik devrim yapıldığında da erkek egemenliğinin devam edeceğini söyledi. ESP konuşmacısı, bütün partilerde eş düzeyli örgütleri ve eşit temsiliyeti savunduklarının ve sadece sınıf bilinci değil bir cins bilincinin de oluşturulması gerektiğinin altını çizdi. Sovyet devriminde de ilk tasfiye edilenin kadınların hakları olduğunu ve ailenin kurumsallaştığını söyledi.
Rosa Luxemburg ile ilgili soruya dair, ESP konuşmacısı komünist erkek önderlerin çok büyük hatalar da yapabildiğini söyleyerek, bir komünist kadın önder olarak Rosa’yı sürekli tartışmanın çok doğru olmayacağını ifade etti. Rosa’nın bazı eksikliklerinin olduğunu fakat savaşa karşı, partinin inşa sürecine dair belirlediği politikada bambaşka çizgiler yarattığını dile getirdi. ESP konuşmacısı, “Eğer kadın olarak soruyorsanız, benim bakımımdan Rosa bir çizgidir ve onun çizgisinde de yürümek gerektiğine inanıyorum. Birçok erkeğe göre Almanya’da komünist bir partinin oluşumunu sağlamıştır” dedi. Bir yerde politik hata yapmış olabileceğini söyleyerek oradan yola çıkarak Rosa’yı mahkum etmemek gerektiğini, eğer edilirse Sovyetler Birliği’ni de mahkum edileceğini belirtti. SSCB’nin büyük hatalarını sıralayan konuşmacı SSCB’nin hata ve eksikliklerine rağmen tüm kazanım ve değerlerine sahip çıktıklarını ifade etti. ESP konuşmacısı, “Hem partimiz hem kadın örgütümüz tarafından Rosa’nın faşizme, kapitalizme ve erkek egemenliğine karşı bütün çizgilerini sahipleniyoruz. Eğer Rosa’nın yolunda yürümek ortayolculuksa, bu ortayolculuğu bir çizgi olarak kabul ederiz. Ama bir ortayolcu olarak görmüyoruz, devrimci bir çizginin yaratılmasında hazine olduğunu belirtmek isterim.” dedi.
ESP’den sonra söz alan Mücadele Birliği konuşmacısı, seçimlere doğrudan katılmayacaklarını fakat boykotçu bir parti/kurum olmadıklarını ifade ederek başladı. Doğru bir yöntem olarak dönemsel olarak değerlendirdiklerini söyleyen konuşmacı, Türkiye’de 80’lerin sonunda bağımsız sosyalist adaylarının belediye seçimlerine girerek kampanyalar yürüttüğünü anlattı. Bu topraklarımızdaki sorunun seçimin bir politikadan ziyade artık genel bir hat olduğunu dile getiren Mücadele Birliği konuşmacısı, 71 Kopuşu’na değindi. Seçimleri bir taktikten ziyade stratejiye çevirerek parlamentarizm ve pasifizme dönüşme eğiliminin olduğunu söyledi. Bugün emekçi sınıfların çoğunun seçimlere gideceğini bildikleri, halkları siyasal durumlarından ötürü aktif olarak boykota çağırmadıklarını söyleyen konuşmacı, seçimlerin bir çözüm olmadığını anlatmaya çalıştıklarını ekledi. “Hepsi Gitsin Halk Yönetsin” söylemlerini halkın ayaklanarak kendi devrimci iktidarını kurarak faşizmi yıkmasıyla doldurduklarını dile getirdi. “Politik olarak komünistlerin işçi sınıfının önüne siyasal aciliyet olarak koyacağı şey nedir?” sorusuna “Faşizmin yıkılması” olarak cevap veren Mücadele Birliği konuşmacısı, faşizmin yıkılması için seçimler dahil her türlü araçtan yararlanacaklarını anlattı. Seçimlerin bugün böyle bir araç olarak çalışmadığını, emekçi sınıfların bilincini bulandırmak için burjuvazinin bunu her anlamda kullandığını ekledi. HDP’nin seçimlere girmesine eleştirileri olduğunu dile getiren Mücadele Birliği konuşmacısı, bu bağlamda gerçek anlamda seçimlerin bir çözüm olmadığını ve kendi kollarımıza dayanarak faşizmi yıkmak gerektiğini anlatmanın elzem olduğunu ifade etti. Geçici devrim hükümeti ve halk iktidarı çağrılarının yapılarak örgütlenmiş bir devrimci süreç olarak geliştirilmesi gerektiğini düşündüklerini açıklayan Mücadele Birliği konuşmacısı, bu yüzden bağımsız bir seçim/aday çalışmasına ihtiyaç olmadığını düşündüklerini belirtti.
Kürdistan ve birleşik devrim sorusuna gelen Mücadele Birliği konuşmacısı, Kürdistan’ı sömürge olarak görmediklerini, dört parçasının dört farklı kapitalist ülke tarafından ilhak ve işgal altında olduğunu anlattı. Birleşik devrim stratejisinin ilhak temeline dayandığını söyledi. Kürdistan’ın proletaryasının Türkiye’nin proletaryası ile birleştiğini, Kürdistan burjuvazisinin tek başına bağımsız bir şekilde var olmadığını, Türk burjuvazisine dayanarak ayakta kaldığını, aynı şekilde diğer ülkelerde de böyle olduğunu söyledi. Birleşik devrimde Kürdistan proletaryasının da bu sürece dahil olması gerektiğini anlatan Mücadele Birliği konuşmacısı, birleşik devrimde Kürdistan proletaryasının kendi komünist partisinin kurmasının da bir zorunluluk olduğunu ve bunu savunduklarını söyledi. Kürdistan’da ulusal devrimci bir hareketin olduğunu fakat bu hareketin bir sosyalist veya halk devrimi, ilerleyen süreçteki eğilimleri bilmeseler de, hedefi olmadığını söyledi. 90’lı yıllardan (sendikaların bölünmesi, vs.) farklı olarak Kürdistan halkının buradaki halklarla bir arada mücadele etme eğiliminin geliştiğini söyledi. Tarihi bir fırsatı, Gezi’yi kaçırdıklarını belirten konuşmacı, Çözüm Süreci’nden dolayı Kürt halkının Gezi’ye katılamamasının eksiklik olduğunu ekledi. 6-8 Ekim’de buradan yeterince bir destek gelmediğini de aynı şekilde örnek verdi ve iki halkın bir araya gelmesinin zorunlu olduğunu vurguladı. Komünistlerin Kürt halkına kendi kaderini tayin hakkını koşulsuz şartsız dile getirmesi gerektiğini, ancak Kürt proletaryasının sosyalizme ancak birleşik bir devrim ile ulaşabileceğini söyledi. İran konusunda ise Doğu Kürdistan demediklerinin eksiklik olduğunu dile getirdi.
90’dan sonra dünyanın her yerinde tasfiyecilik dalgasının yayılmaya başladığını söyleyen Mücadele Birliği konuşmacısı, bu topraklardaki tasfiyeciliğin zora dayalı devrim anlayışının mahkum edilmesi, kitle partisinin pohpohlanması, sosyalizme hayal olarak bakanlar ile görüldüğünü söyledi. Gezi’de devrim anının kaçırıldığını anlatan konuşmacı, Gezi’de halk kitlelerine “Direnin, hazır değiliz” denilemeyeceğini çünkü halkın zaten hükümete karşı eyleme geçtiğini vurguladı. “Yanlış zamanda silaha sarıldık” diyen Menşeviklere karşı Lenin’in “Daha enerjik silaha sarılmalıydık” notunu düştü. Bu topraklarda devrimci eylemler mahkum edilerek kınama mesajları yayınlandığını örnek göstererek tasfiyeciliğin süreceğini anlattı.
Devrimci bir partinin inşa sürecinden bahsetmediğini söyleyen Mücadele Birliği konuşmacısı, devrimci bir partinin olduğunu, bunun belki ilk tur konuşmasında eksik kaldığını söyledi. Her şeye rağmen mücadelesini yürüten devrimci odakların olduğunu düşündüklerini belirten konuşmacı, bunların pratik ve hazırlık eksikliklerinin de var olduğunu ifade ederek Bolşeviklerin de deneyimlerini anlattı. Seçim sathında devrimci partilerin alacakları tutumun çok önemli olduğunu, Gezi’nin de bir ayaklanma olduğunu düşündüklerini ve devrim hükümeti şiarını yükselttiklerini açıkladı. Önümüzdeki süreçte komünistlerin büyük başarılara imza atacağını söyledi.
Yeni evre meselesinin kapsamlı bir tartışma olduğunu dile getiren Mücadele Birliği konuşmacısı, proleter devrimler çağını başlatanın Ekim Devrimi olduğunu dile getirdi. Ekim Devrimi’nin ardından bir sürü halk devrimi ve halk iktidarı olduğunu anlattı. Sosyalist blokun bu süreç içerisinde geriye düştüğünü ve güçsüzleştiğini söyleyerek SSCB’de tasfiyecilik ve küçük burjuva anlayışın varlığını sürdürdüğünü dile getirdi. Ekim Devrimi’nin yıkılışıyla proleter devrimler çağının kapandığını söylemediklerini anlatan Mücadele Birliği konuşmacısı, dünyadaki krizin derinleştiğini, Sovyetler ayaktayken emperyalistlerin sömürü ve saldırıyı yeterince yapamadıklarını fakat emperyalistlerin 70’lerin sonlarına doğru tam ilhak politikalarını örgütlemeye, yeni tip sömürgeciliği yaratmayı hızlandırdığını anlattı. Ulusal devrimci hareketlerin de bir yandan güçlenmesiyle, yeni bir ilişkinin doğduğunu ifade etti. Sovyetlerin yıkılmasıyla bu sürecin hızlandığını söyleyen konuşmacı, Asya krizi ve 2000’lerden sonra yapısal bir kriz olarak derinleştiğini, sermayenin de kapsamlı bir savaş başlattığını açıkladı. Evrenin kendisinin dünya çapında bir çöküş sürecinin ifadesi olduğunu söyleyen Mücadele Birliği konuşmacısı, bunun ayaklanmalar şeklinde sıçramaya başladığını anlattı. Küresel bir iç savaş olduğunu dile getiren konuşmacı, yeni bir evreden kastettiklerinin dünyada tam ilhak sürecinin tamamlanması, yıkım savaşlarının hızlanması ve bu çöken hegemonyanın içerisinde hem bir 3. Dünya Savaşı gerçekliği ve karşı tarafta da proletaryanın devrim ve isyanlarının hızlanması olduğunu açıkladı.
Mücadele Birliği’nden sonra BDSP söz aldı. Rojava Devrimi’nde Kürt hareketinin emperyalistlerle işbirliği içerisine girdiğinin açık olduğunu belirterek sorunun ulusal bir hareket olan Kürt hareketinin kendisinde olmadığını açıkladı. “Sınıf devrimcileri, komünistler olarak bulunduğumuz bölgede işçi sınıfına dayalı güçlü bir devrimci hareketi açığa çıkartamadığımız için, ulusal hareketi güçlendirecek/etkileyecek/daha farklı bir biçimde yön verecek hareketi geliştiremediğimiz için zorunlu olarak emperyalistlerle bir işbirliği içerisine girmiştir.” dedi. Kürt hareketini ihanetçi olarak tanımlayan Türkiyeli komünistlerin kendi sorumluluklarından kaçtığını dile getirdi. Sınıftan kopukluğun Türkiye sol hareketinin temel hastalığı olduğunu ifade eden BDSP konuşmacısı, devrimci bir partinin bütün gücünü sınıf içerisinde bir güç olmak, onu devrimci bir eyleme geçirebilmek için harcamak zorunda olduğunu vurguladı. Bütün toplumsal sorunlara, (kadın sorunu, ulusal sorun, çevre sorunu vs.), sınıfsal bir temelde yanıt üretebilmek zorunda olduğunu söyledi. Sınıf temelli bir yanıt üretilemediğinde, bütün sorunun kaynağının kapitalist üretim ilişkileri olduğu gerçeğinin üzerinden atlayarak tali çözümler üretme programını esas program olarak alınacağını ifade etti. Bütün bu sorunlar için devrimci bir programa oturtarak mücadele etmemiz gerektiğinin altını çizdi.
Kürt ulusal hareketin komünizmin programından daha sınırlı olduğunu, sömürü ve ezilme ilişkilerini tamamen kaldırmayı amaçlamadığını söyleyen BDSP konuşmacısı, PKK’nin Marksizm vurgusunu öne çıkarttığı dönemde bile bunun böyle olduğunu dile getirdi. Gelinen aşamada ise bu ulusal hareketin mücadele hattının sınırlarını daha geriye çektiğini ekledi. Komünist olma iddiasındaki tüm hareketlerin ulusal hareketi kendi devrimci programı ekseninde etkilemek yerine, o programa yedeklenmiş durumda olduğunu vurguladı. Yedeklenildiğinde ise devrimi parçalara ayıran ama böldükçe de sınıf gerçeğini reddeden bir çizgiye doğru evrilmenin yaşanacağını, tasfiyeciliğin esas noktalarının da burada olduğunu söyledi. Marksizmden uzaklaşıldıkça kadın sorununu kendi içerisinde amaçlaştırıldığını vurgulayan konuşmacı, sonra “kadın devrimi” ve “Rojava devrimi” gibi devrim kavramının içini boşaltan bir tutumun örgütlenildiğini söyledi. BDSP konuşmacısı, Rojava’nın bildikleri manada bir devrim olmadığını çünkü devrimlerin toplumsal altüst oluş, bir sınıfın yerine başka bir sınıfın geçmesi olduğunu anlattı. Rojava’da Kürt halkının çok önemli siyasal kazanımların olduğunu ve komünistlerin bu siyasal kazanımları sahiplenmesi ve buna karşı saldırılara da en ön safta karşı durması gerektiğini ekledi. Bu sebeple ancak siyasi sınırlarda tırnak içerisinde devrim denilebileceğini açıkladı. BDSP konuşmacısı, tasfiyeciliğin Marksizmin sınıf özünden, Marksizm-Leninizmin örgüt anlayışından ve birikiminden uzaklaşmakla açığa çıktığını söyledi. 80 Darbesi sonrası Türkiye’de tasfiyeciliğin moda olduğunu belirten konuşmacı, sadece devrimci kalma iddiası taşıyanların devrimci kaldığını söyledi. 2000’lere gelindiğinde ise Kürt hareketinin özellikle yeni girdiği çizgi belirginleşmeye başlayınca Türkiye sol hareketin devrimci kalmaya çalışanların önemli bir kısmında tasfiyeci etkiyi daha derinleştiren süreçleri açığa çıkarttığını anlattı.
Seçimler konusunda solda önemli bir takım platformların (SGB ve EÖİ) açıklandığına değinen BDSP konuşmacısı, birinin tam bağımsız Türkiye programı, ötekisinin ise demokratik Türkiye programı olduğunu açıkladı. Herhangi bir durumda seçimlerde taraf olmamak gerektiğini söyleyen konuşmacı, düzeni restore edecek veya bağımsız ya da demokratik Türkiye programlarını da reddedecek, işçi sınıfına iktidar perspektifi sunan ve bunun yol yöntemlerinin ne olduğunu taşıyan bir politikayla gitmek gerektiğini anlattı. Düzeni ve düzeni meşru gören herhangi bir reformist program eksenini hiçbir zaman desteklemediklerini ve karşısında olduklarını, kendi devrimci bağımsız programlarıyla girdiklerini vurguladı. Parlamento seçimlerinde adaylar çıkartarak veya adaysız devrimci düşünceyi en geniş kitlelere yaymaya çalıştıklarını ifade etti. Esas yaklaşımlarının her koşulda ve her izledikleri taktik politikanın temel amaç ve stratejilerine hizmet edecek şekilde olduğunun altını çizdi.
Bolşeviklerin Kurucu Meclis politikasının Şubat Devrimi’nden sonra gündeme geldiğini söyleyen BDSP konuşmacısı, Bolşeviklerin Sovyetler iktidarı aldıktan sonra Kurucu Meclise gerek olmadığını söylediklerini anlattı. Kurucu Meclisin gerçekten yükselen bir devrimci durum varsa öne çıkartılacağını ifade etti. BDSP konuşmacısı bugün kitleleri örgütlemek görevini bırakıp Kurucu Meclis denmesinin gerçeklerden uzaklaşmak olduğunu dile getirdi. Kurucu Meclisi de boykot çağrısı gibi bir ayaklanma çağrısı olarak görmek gerektiğini ve nesnel koşulların buna bugün uygun olmadığını söyledi. Cumhurbaşkanlığına aday çıkartmanın esasında bu düzenin yürütmesine talip olmak demek olduğunu söyleyen BDSP konuşmacısı, İkinci Enternasyonal’in çöküşünün esasının bu politika, yani Millerandçılık, olduğunu açıkladı. Parlamentonun yürütme organı olmamasından ötürü bir kürsü olarak ya da devrimci programı parlamento zemininde daha geniş kitlelere taşıma aracı olarak kullanılabileceğini fakat hiçbir zaman yürütme organlarına aday olmamak gerektiğini söyledi.
İlk turda bu topraklarda devrimci bir partinin varlığı yokluğu meselesini ifade etmek istemediğini söyleyen BDSP konuşmacısı, bir devrimci parti ve programın var olduğunu, herkesin de bu iddialarla çıktığını fakat herkesin devrimci parti olamayacağını söyledi. Devrimci bir partinin sınıfın partisi, sınıfın programını temsil etmek zorunda olduğunu ve bir sınıf adına konuşmak zorunda olduğunu vurguladı. Sınıf adına konuşmak için ise Lenin’in de yaptığı gibi partiyi sınıf içerisinde inşa etmeye çalışmak gerektiğini anlattı. Bu topraklarda da işçi sınıfının devrimciliğini, o partiyi daha da güçlendirmeye ve büyütmeye odaklanan istisnasız tek bir parti olduğunu vurguladı. BDSP konuşmacısı kimlik siyaseti veya cinsiyet siyaseti yapmadıklarının, sınıf siyaseti yaptıklarının altını çizdi. Kadınları devrim mücadelesinde ve devrimci parti saflarında daha etkin bir konuma getirmek zorunda olduğumuzu, ama bunu sınıf mücadelesi içerisinde yapmak gerektiğini açıklayarak sözlerini noktaladı.
Son sözü Köz adına yoldaş alarak Lenin alıntısıyla konuşmasına başladı:
“Kartal bazen tavuktan daha alçaklarda uçar ama tavuk hiçbir zaman kartalın uçtuğu yüksekliklere erişemez. Rosa Luxemburg, Polonya’nın bağımsızlığı sorununda yanıldı. 1903’te Menşevikleri değerlendirmesinde yanılmıştı. Sermayenin birikimi teorisinde yanılmıştı. 1914 Temmuzu’nda Plehanov, Vandervelde, Kautsky ve başkalarıyla birlikte Bolşeviklerin Menşeviklerle birleşmesini istediği zaman yanılmıştı. (Çıktıktan sonra, 1918’in sonunda ve 1919’un başında, yanlışlarını geniş ölçüde düzeltmiş olmakla birlikte) 1918’de hapishanede yazdıklarında yanılmıştı. Fakat bu yanlışlarına rağmen, o bir kartaldı, hâlâ da bir kartaldır; bütün dünya Komünistlerinin anısında aziz olmakla kalmayacak; yapıtları birçok komünist kuşaklarının eğitimi için çok faydalı bir ders olacaktır.’’
Yoldaş, birine hakkını teslim etmek ile gerçekleri teslim etmenin önemli olduğunu ve Lenin’in bunu yapmayı başardığını söyledi. Spartakistler uzun bir süre oportünizmin kalesi olarak gördükleri SPD içinde bir hizip olarak kaldıklarını, İkinci Enternasyonal’in çöküşüne ve kendi partilerinin burjuvaziye yedeklenmelerini görmelerine rağmen işçi sınıfıyla bağı koparmamak adına burada kalmaya devam ettiklerini, ayrıldıkları zaman ise Kaustky ile birlikte USPD’nin kuruluşuna katıldıklarını anlattı. Buradan kopmalarının çok geç bir tarihte, 1918’de olduğunu belirtti. Köz konuşmacısı, aslında Troçki ile Luxemburg’un örgütsel anlayışlarının ortaklaştığı, Bolşeviklerin ise bundan tümüyle ayrıştıkları bir dönemi görüp bunu kendi eski yoldaşları tarafından katledilmeleriyle ödediklerini anlattı.
Herkes 90’lı yıllardan veya 12 Eylül Darbesi’nden sonra tasfiyeciliğin olduğunu söylese de, tasfiyeciliğin kökenlerinin daha önceye dayandığını söyleyen yoldaş, tasfiyeciliğin İkinci Enternasyonal siyasetinin bir alameti farikası olduğunu, bizim hala bugün İkinci Enternasyonal politikaların kötü karikatürlerini gördüğümüzü belirtti. Oportünistlerden örgütsel siyasal zeminde kopamamanın tasfiyeciliğin bir tezahürü olduğunu söyledi. Devrimci örgütün inkarı, bunun rafa kaldırılması ve geleceğe havale etmenin de bunun bir tezahürü olduğunu, üstelik bu görüşlerin herkesin 71-72 Kopuşunu sahiplendiği zamanlarda olduğunu ifade etti. Devrimcilerin tam hazırlıkları olunca ancak mücadeleye girmesi gibi bir gerçeğin olmadığını kendi deneyimimizden bildiğimizi açıklayan Köz konuşmacısı, Denizler, Mahirler, Kaypakkayaların en hazırlıklı olduğu, kitlelerin en çok onların arkasında olduğunu zamanda değil, ilk fırsatta koptuklarının altını çizdi. Birçok konudaki görüşleri yanlış olsa da bir konudaki görüşlerinin doğru olduğunu bildiğimizi açıkladı: “Parlamentarist, düzeniçi beklentiler yaratan, cuntacı eğilimlerden koparak devrimci örgütler kurmamız gerekir.” Köz adına konuşan yoldaş, onların en ünlü devrimci eylemlerinin Amerikan Elçiliği önündeki polis kulübesinin kurşunlanması değil, TİP’e istifa dilekçelerini vermeleri olduğunu vurguladı. Önümüzde daha farklı bir kopuş mekanizması ve tasfiyeciliğe karşı mücadele beklemediğimizi, bugün de o gün Behice Boranların, Mihri Bellilerin, Kıvılcımların, Perinçeklerin temsil ettiği çizginin alası olduğunu anlattı. 10 Kasımlarda matem tutanlardan kopmadan devrimci bir kopuşu tamamlamanın, tasfiyeciliğe karşı mücadele etmenin mümkün olmadığını söyledi. “Şiddetin her türlüsü nereden gelirse gelsin biz terörizme karşıyız” diyen kendi burjuvazisine, devletine uyumlu bir çizgi çizenlerden kopmadan devrimci bağımsız bir siyaset yürütmenin mümkün olmadığını vurguladı.
Bolşeviklerin çizdiği, tarihsel olarak sınanan ve teyit edilen devrimci örgüt anlayışını sahiplendiğimizi söyleyen yoldaş, 19 Devrimi’nin, 28’in ve başka türlü devrim girişimlerinin felakete uğramasının temel sebeplerini buradan aramak gerektiğini anlattı. Komünistlerin sahip olduğu en ileri mevzinin Bolşeviklerin örgütleri olmadığını söyleyen yoldaş, Bolşeviklerin kendi devrimlerinin ulusal sınırlar içerisinde başarıya ulaşamayacağını baştan teslim ederek bir Komünist Enternasyonal, dünya komünist partisi kurduklarını vurguldı. Köz adına konuşan yoldaş, Komintern’in kuruluşuna damga vuran çizgi ile sessiz sedasız bunun kapatılışına damga vuran çizgi arasında farkın olduğunu ve buna değinmeden tasfiyecilik hakkında konuşmanın da mümkün olmayacağını söyledi.
Gelecek senenin bütün sacayakları çürümüş, zar zor ayakta duran, üzerine çöreklenip ilhak ettiği Kürdistan’ın esaret altındaki parçasını zaptetmekte zorluk çeken Türkiye Cumhuriyeti devletinin 100. yılı olduğunu söyleyen yoldaş, 100. yılına gireceğimiz Lozan ile çizilen sınırlara hapsedilmekte zorluk çekilen bir halkın olduğunu, Rojava’da Suriye sınırlarının içine gömülürken Rojhilat’ta çıkan, Güney’de gömülürken Bakur’da ortaya çıktığını söyledi. Köz adına söz alan yoldaş, bu devletler ve Lozan’ın ortadan çizilen sınırları ortadan kaldırılmadan bu ulusun sorununun çözülemeyeceği gerçeğini devrimcilerin söylemesi gerektiğini vurguladı. Kürdistan sorununun sadece ulusal değil uluslararası bir sorun olduğunu söyleyen yoldaş, bu uluslararası sorunun ise “Ulus devletin miadı doldu”, “Bu devletlerin içinde demokratikleşerek bu ulusların sorunu çözülür” diyenlerin çözemeyeceğinin ortada olduğunu ifade etti. Bugün Rojhilat’taki ayaklanmanın Rojhilat ve Belucistan’da harlanmasının tesadüf olmadığını açıkladı. Nasıl kendimiz için Bolşevik tipte bir partinin ihtiyacını hissediyorsak Kürdistan’da da, Sri Lanka’da da hissettiğimizi, bu sorunun çözümü için sorumluluk almak gerektiğini söyleyen yoldaş, Bolşeviklerin de dünyanın her yerinde kendi tiplerinde partilerin yaratılmasını beklemeden bu partileri yaratacak olan yukarıdan aşağı bir dünya komünist partisi kurma ihtiyacı hissettiklerini açıkladı.
Türkiye’de ne kadar kesilse de devrimci bir damarın olduğunu dile getiren Köz konuşmacısı, devrimci iddialarla mevcut durum arasında bir açı farkının olduğunu söyleyerek, böyle iddialara sahip partilerin var olduğunu ancak bir önderlik boşluğunun da hissedildiğini açıkladı. Böyle bir partinin yaratılması için tıpkı Bolşeviklerinki gibi siyasal mücadele içerisinde sınanmış, oportünistlerden her zeminde kopmak gerektiğini vurguladı. Kadınların sorunu AB müktesabatıyla veya Kürtlerin sorununun Kopenhag Kriterleriyle çözüleceğini düşünmediğimizi anlatarak Bolşeviklerin bu sorunların çözümünün devrim olmadan olmayacağı gerçeğini savunduklarını, bunun ise bu sorunları devrime ertelemek anlamına gelmediğini vurguladı. Ezilen cinslerin, kadınların, LGBTİ+ların, Kürtlerin, Alevilerin sorunlarının hepsinin çözülmesinin yolunun devrimden geçtiğini söyledi. Bugün seçimlerde Cumhur İttifakı’nı göndermek için Millet İttifakı’na oy verileceği bu atmosferde komünistlerin bu duruma açıktan bir tutum alarak müdahale etmesi gerektiğini vurguladı. Köz adına konuşan yoldaş, ortada iki cephe değil, bir cephe olduğunu, Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı’nın her siyasal dönemeçte, her tezkerede, Demirtaş’ın, Yüksekdağ’ın hapsedilmesinde, Kürtlerin başına atılan her bombada, 15 Temmuz’da birbirlerine destek verdiklerini, Rojava’ya ne kadar akın yapıldıysa her ikisinin de “Mehmetçiğin ayağına taş değmesin” dediklerini anlattı. Türkiye’de solun ezici bir çoğunluğunun, Menşeviklerin Kadetlerle kurduğu gibi bir ilişkiyi Millet İttifakı’yla kurduğunu söyledi. Erdoğan’ı gönderme kapasitesine sahip olmadıklarını söyleyerek burjuva muhalefete destek verdiklerini söyleyen yoldaş, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday göstermenin önemli olduğunu vurguladı. Bunun yürütmeye aday demek olmadığını çünkü parlamentarist olmayan bir yöntemle yapmanın yolu olduğunu açıklayan yoldaş, önümüzdeki seçimlerde milletvekilliği seçimlerinin bir öneminin olmadığını söyledi. Devrimcilerin 12 Eylül anayasasına sadık kalmayan, bu sorunun zinhar burjuva parti ve ittifaklara destek verilerek çözülemeyeceğini savunan devrimci bağımsız bir aday çalışması yapmasının mümkün olduğunu, “Biz bu devletin yürütmesine aday değiliz, bilakis bu devletler yıkılmadan emekçilerin hiçbir sorunu çözülmez” diyen bir aday çıkartmanın zor olmadığını anlattı. Millet İttifakı’na destek anlamına gelecek, birinci veya ikinci turda ona kapı aralayacak hiçbir tutuma imza atmamak, emekçileri Cumhur karşısında Millet İttifakı’na mahkum edecek bir seçeneksizliği de ortadan kaldırmak gerektiğini vurguladı. Köz konuşmacısı siyasal gerçekleri, Kıbrıs’ın işgal altında olduğunu, Kürdistan meselesinin Kürdistan meselesi olduğunu, tecrit ve zindanlar sorununun nasıl çözüleceğini, ezilen cinsin, kadınların, LGBTİ+ların sorunlarının nasıl çözüleceğini, AKP’nin nasıl defedileceğini söyleyen bir aday çıkarmanın gerekliliğinin altını çizdi. Türkiye’deki solun ekseriyetinin böyle bir projeye engel olmak istediğini vurgulayan yoldaş, tıpkı Korona döneminde olduğu gibi “evde oturmamız, sessiz sedasız AKP’yi göndermemiz, seçimleri beklememizi” söylediklerini dile getirdi. Kitlesel eylemli bir mücadelenin bu seçimleri kaybettireceğini söyleyenlere karşı bizim Erdoğan’ı bunların gönderemeyeceğini, Erdoğan’ı ancak bir emekçi seferberliğiyle süpürebileceğimizi söylememiz gerektiğini vurguladı. Erdoğan’ı Millet İttifakı’nın gönderebileceğini söyleyenlerin umut tacirliği yaptığını belirten yoldaş, 2015’te hükümetin seçim yenilgisinin ardından bir içsavaş başlattığını anlattı. “İki turda da düzen partilerine oy yok!” diyen, bu siyasal gerçekleri emekçi ve ezilenlere anlatan bağımsız bir seçim çalışması için çağrıda bulunduğumuzu söyledi. Bizim demokrasi sorununun bir devrim sorunu olduğunu, bu sorunların hiçbirinin seçimler ile çözülemeyeceğini, bu devrim sorunun da komünistlerin birliğini sağlayacak bir siyasal merkezi yaratmak ile çözülebileceğini, uluslararası düzlemde de tüm dünyadaki komünistleri birleştirerek ayaklanmaları ve devrimleri proleter bir devrime ulaştıracak bir dünya partisine ihtiyacımız olduğunu vurgulamamız gerektiğini anlatarak sözlerini noktaladı.
Üniversitelerden Komünistler