Eylül ayı içinde Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşen yemekhane zamlarına karşı benimsenecek eylem çizgisini konuşmak üzere üniversitede bir forum yapılması kararı alındı. Bu kararın alındığı siyasetler toplantısına katılan yoldaşımız yapılacak eylemlerin politik bir muhtevaya kavuşturulması gerektiğine, konunun yemekhane boykotuyla sınırlı tutulması halinde eylemlerin dar bir öğrenci grubu içerisinde gerçekleşmesi tehlikesinin ortaya çıkacağına dair tartışmalar yürütmeye çalıştı. Ne var ki bu yöndeki müdahalemizin önü, bunların programatik tartışmalar olduğu ifade edilerek kesildi.
Ardından bu konudaki tartışmaların önünü kesen başlıca siyaset olan SEP; ve esasen bu konuda bizimle aynı tavırı almış olan TİP, konuyla ilgili yapılacak forumun tarihi üzerinden bir tartışma başlattı ve hiçbir politik yönü bulunmayan, bütünüyle teknik denilebilecek bir konuda toplantıdaki diğer siyasetlerle yüksek tansiyonlu bir tartışma yürüttüler. İstedikleri yönde bir karar çıkmayınca da toplantının iradesini tanımamayı seçerek kendi uygun gördükleri forum gününü internetten duyurdular.
Bu tavır toplantı bileşenleri arasında bir huzursuzluk yarattı. Bir defa forum saati duyurulunca forumun kendisi bu iki siyasetin örgütlediği bir etkinlik olmaktan çıkarak okuldaki forum bileşenlerinin tümünü ilgilendirir bir hal aldı. Bu sefer bu iki siyaset forumun önceden duyurusu yapılan saatini de kimseye sormadan değiştirdiler. Bunun üzerine özellikle Afrin Lokumu gündemi vesilesiyle kurulmuş bir Watsapp grubunda başlayan tartışmalar boyutlandı ve bu siyasetlere “siz nasıl kimseye sormadan forum saatini değiştirirsiniz” sorusu yüksek perdeden sorulmaya başlandı. Özellikle üniversitenin öne çıkan politik unsurları arasında SEP’in benzer tavırlarının bir süredir alerji yaratıyor olması sebebiyle, bizim -teknik sorunlardan kaynaklanmaları sebebiyle- özel olarak dâhil olmaktan kaçındığımız bu eleştiri dalgası hızla yayıldı. Sonuçta kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce SEP ve TİP’in bastırıp astığı forum afişinin karalanarak saatinin değiştirilmesine kadar varan bir tepki ortaya çıktı.
Forum günü geldiğinde ilk olarak ilan edilmiş olan saatte bir forum yapıldı. Bu foruma bahsi geçen iki kurumun temsilcileri katılmadılar. Bu forumun katılımcıları bu iki siyasetin başına buyruk tutumlarını eleştirdiler. Bunun dışında eylemlerin genel içeriğine dair yürütülen tartışmalarda da bizim savunduğumuz görüşler büyük oranda galebe çaldı. Biz ayrıca akşam saatlerinde yapılacak diğer forumun da önemli olduğunu, eylemi bölmemek adına o foruma da katılımın sağlanması gerektiğini ifade ettik. İlk forumda alınan kararların ve yapılan eleştirilerin de sonraki forumda dile getirilmesini önerdik. Bu önerimiz kabul edildi.
Ardından forum katılımcılardan biri, SEP temsilcilerinden birine akşam yapılacak toplantıya katılınacağını ve ilk forumda alınan kararların aktarılacağını belirtince böyle bir davranış karşısında SEP’in bunu bozgunculuk olarak algılayacağı ve bu tutuma “müdahale” edileceği yanıtını aldı. Neticede diğer foruma da katılım sağlandı ve yapılan kof tehdide rağmen söz kullanılarak ilk forumda alınan kararlar aktarıldı. Müdahale eden de olmadı.
Sonuçta forumda yemekhane meselesine ilişkin bir dizi eylem yapılmasına yönelik kararlar alındı. Ancak öncesinde yürütülen apolitik ve bölücü tartışmalar sebebiyle gerçekleşen eylemlerin katılımı son derece düşük oldu. Böylece politikayla ilgilenmediği, yalnızca kendi dar sorunlarıyla ilgilendiği varsayılan kitleleri kapsamak adına kitle eylemlerini apolitik bir tarzda örgütlemeyi öneren bayat oportünist fikirlerin yanlışlığı bir kez daha görülmüş oldu.
Tüm bunların ardından, üniversitede farklı çevrelerden pek çok öğrencinin içerisinde çalışma yürüttüğü öğrenci kulüplerinden biri olan SBK (Sosyal Bilimler Kulübü) bir bildiri yayınladı. Bu bildirde okuldaki öğrencilere yönelik tehditkar tutumlar sergileyen bazı TİP ve SEP taraftarı öğrenciler isimleri verilerek teşhir ediliyordu. Açıkça ihbarcılık niteliği taşıyan bu bildirinin onaylanmasının ardında Köz’ün de bulunduğuna dair bir söylenti yayıldı. Ancak biz böyle bir bildirinin kaleme alındığından bile haberdar değildik.
Bu bildirinin ardından bildiride ismi geçen TİP’li arkadaşlar haklı olarak bildirinin ihbarcılık mahiyeti taşıdığını düşündüler.Ardından bir süredir muhtelif sebeplerle platformumuza yönelik bir alerji besleyen bu arkadaşlar kulüp üyelerinden birini sıkıştırarak “senin o bildiriyi yazdığın ellerini kırarız, biz senin ‘Közcü’ olduğunu biliyoruz, bu işin sizin başınızın altından çıktığının bilincindeyiz” minvalinde, hatta bundan daha ağır ve cinsiyetçi de denilebilecek ifadeler kullandılar. Bize yönelik bir itham olduğunu öğrenince biz kendileriyle bu konuyu görüşmek,ve herhangi bir yanlış anlaşılmayı gidermek istedik. Bize yönelik tehditleri dolayısıyla kendilerini eleştirmek de istedik. Fakat arkadaşlar görüşme taleplerimizi kabul etmedikleri gibi, öğrendiğimiz kadarıyla merkezi bir kararla yoldaşlarının tümünün bizimle olan ilişkisini de kestiler. Ancak anlaşılan o ki çevrelerinde bizim ihbarcı olduğumuz yönünde bir dedikodu yürütmeye devam ettiler.
NitekimKöZ’ün arkasında duran komünistlerin kimi öğrenci kulüplerini ‘güderek’ etkilediği yönünde bir dedikodunun sistemli olarak yayıldığını da öğrendik.
Oysa ısrarla altı çizilmelidir kiKöZ sayfalarında ne bu olay vesilesiyle, ne de öncesinde kimsenin isminin yer alarak teşhir edildiği bir bildiri yayınlanmamıştır. İhbarcılık niteliği taşıdığı konusunda hemfikir olduğumuz bildiriyi yayınlayan kurum bir öğrenci kulübüdür. Dolayısıyla bu bildiriye yönelik eleştirilerin muhatabı da bu kulüp olmalıdır ve hiçbir kurum söz konusu bildiriyi fırsat bilerek KöZ’e ilişkin bir dedikodu ve karalama kampanyası yürütmemelidir.
SEP ve TİP’in Tehditkar Tutumlarının Altında Hangi Hatalı Politik Kavrayışlar Yatıyor?
Yayınlanmaya başladığı günden bu yana Köz sayfalarında en sık işlenen konuların başında devrimciler örgütü ile kitlelerin örgütü arasındaki ayrım gelir. Komünistler, devrimci siyasetin ancak buna uygun bir araçla, yani bir devrimci parti aracılığıyla yapılabileceğini bilirler. Devrimciler örgütü olduğunu iddia eden hareketlerin görevlerinin büyük çoğunluğunu kitle örgütlerinin omuzlarına yükleme, söz gelimi seçimlerle ilgili, ya da Gezi Ayaklanması ile ilgili kendileri sessiz kalıp, söyleyecekleri sözü kitle örgütlerine söyletme tutumunu döne döne eleştirirler. Zira bu tutum zaman içerisinde devrimci örgütü gereksizleştirip silikleştirdiği gibi, kitle örgütlerinin de kendi görevlerini, yani kitlelerin örgütlenmesi görevini yerine getirememesine sebep olmaktadır. Böylece bir süre sonra devrimciler örgütü ile kitle örgütü aynı politik hattın savunucuları haline gelirler. Ancak yanlış anlaşılmasın; bu hat devrimciler örgütünün siyasi hattı değildir. Zira örgüt kendi görüşlerini örgütlü devrimcilerden daha geri bir politik bilince sahip bulunduğu varsayılan ve daha sıkı yasal kısıtlara tabi olan kitlelerin örgütüne monte ederken bir miktar yumuşatır, aşındırır ve törpüler. Dolayısıyla bir süre sonra devrimci siyasetin yapılabilmesi için devrimci örgütün gerekli ve zorunlu olduğu fikri aşınır ve sonuçta gereksizleşen devrimciler örgütünün kapısına ya kilit vurulur, yahut kitlelere gitmek bahanesiyle örselenmekten tanınmaz hale getirilir. Kitle örgütünün isminin başına da “devrimci”yahut “Marksist” gibi ifadeler getirilerek bu açık kapatılmaya çalışılır. Bu süreç içerisinde yumuşayan, ehlileştirilen, anlaşılır ve kabul edilebilir hale getirilmek istenen devrimci fikirlerin yerinde ise doğal olarak yeller esmektedir.
Türkiye Solunda bugün Komünist Enternasyonal’in normlarına (21 Koşul) uygunbir profesyonel devrimciler örgütü bulunmuyor olsa da devrimci siyaset yapma iddiasıyla yola çıkmış pek çok akım bulunmaktadır. Bunlar içerisinde bir kitle çalışması yürütme perspektifine sahip olanların çoğunun akıbeti üç aşağı beş yukarı yukarıdaki gibi olmuştur. Bu anlatı aynı zamanda yaşadığımız topraklarda kitlecilikle atbaşı giden tasfiyeciliğin gelişimini de bir boyutuyla ortaya koymaktadır. İşte bizim çalışma yürüttüğümüz üniversitede yaşadığımız da bu tabloyla ilişkilidir. Siyasi gelişimini bu tablo içerisinde gerçekleştirmiş olan akımlar, platformumuzun da kitle örgütüne ve kitlelere kendileri gibi baktıklarını zannetmektedirler. Kendileri bulundukları hiçbir mecrada kendi siyasi kimlikleriyle çalışma yürütmeyen, kendi siyasetlerini forumların, sendikaların, öğrenci kulüplerinin kimliklerinin ardına gizlenerek yapmaya çalışanlar, kendilerine siyaset yerine “takiyecilik” öğretilenler komünist siyasetin kendi yaptıklarından başka bir şey olabileceğine ihtimal vermemektedirler.
Bu yüzden bizim de aslında kimi alicengiz oyunlarıyla, kendimizi gizleyerek siyaset yaptığımızı, söylemeye yahut yapmaya cesaret edemediklerimizi başkalarına yaptırdığımızı varsaymaktadırlar.Oysa KöZbugüne kadar söylediğini yapan, yaptığının arkasında duran bir akım olarak siyaset sahnesinde var olagelmiştir. Bu da bir “erdem”, “dürüstlük”, “yiğitlik” meselesi değil, tasfiyeciliğe karşı devrimci siyasetin ve devrimci örgüt anlayışının savunulmasının biricik yoludur. Kendine sevdalı akımlar başka akımların yayınlarına da gerekli ciddiyetle yaklaşmazlar. Yaklaşsalardı; bizim çalışma yürüttüğümüz her yerde yürüttüğümüz tüm tartışmaları, buralarda aldığımız tüm tutumları gazetemize yazdığımızı bilirlerdi. Ayrıca bizim tek bir kimlik taşıdığımızı; bir gün devrimci, öbür gün sendikacı olmayı reddettiğimizi, hangi koşul altında olursak olalım devrimciliğimizi gizlemeyeceğimizi görürlerdi. Oportünizme karşı mücadelenin araçlarıyla sınıf düşmanımıza karşı mücadelenin araçlarını karıştırmamaya özen göstermeye devam ederek kendimizi ve arkadaşlarımızı ne pahasına olursa olsun savunacağımızı da anlamış olurlardı.
Oportünizm Yenilecek
Bolşevizm Kazanacak
Boğaziçi Üniversitesi’nden Komünistler