Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler ve Tarih İncelemeleri Kulübü’nün ortak bir şekilde düzenlediği “Kaza Değil, Kader Değil, Katliam: Bartın” başlıklı, bu dönemin ikinci “siyaset tartışmaları” 24 Ekim Pazartesi günü gerçekleştirildi.
Yaklaşık 20 kişinin katıldığı etkinlikte, Üniversitelerden Komünistler olarak Soma katliamına ilişkin Mayıs 2014’te yayımlanmış “Soma Katliamının Hesabını Taşeron Patronu AKP’den Soralım!” ve “Soma Katliamı Çürüyen 12 Eylül Rejiminin Ürünüdür” başlıklı özel sayılarımızı dinleyicilere dağıttık.
Etkinlikte, “sosyal devlet anlayışıyla işçiler kurtulur mu?” ve “bu bir katliamsa bir katil olmalı, katil sadece Erdoğan mı, AKP mi ya da sistem mi?” soruları üzerine yoğunlaşıldı. Bizim haricimizde, İDP, BDSP ve Komün’den arkadaşlar da katılımcılar arasındaydı.
İDP’li arkadaş, Bartın’daki katliamdan sonra kendisine gelen hissin “işçilerin ölmemesi için iktidara gelmesi gerektiği” olduğunu fakat durumun aslında pek de öyle olmadığını, bazı önlemler alınmasıyla kapitalizm içerisinde bile işçilerin ölmeyebileceğini ve sosyal devletin Türkiye’deki muazzam işçi kırımını çözebileceğini dile getirerek söze başladı. Soma ve Ermenek’ten de bahseden arkadaş, Bartın’daki madeni devletin işletmesine ve sendikalı işçilerin çalışmasına rağmen, altı bin işçi çalışması gerekirken bin işçinin çalıştığını, güvenlik önlemlerinin alınmadığını, vardiya sisteminin ocak içinde yapıldığını, uzun çalışma saatleri ve genç işçilerin çalıştırıldığını belirtti. Sendikaların işçilerin öz örgütleri olmaktan çıktığından ve devletle iş tuttuklarından bahseden arkadaş, devletin hızlı bir biçimde Soma’dan çıkardığı dersle kamuoyu baskısını azaltmaya çalıştığını, para vererek işçilerin ailelerinin de toplumun da tepkisini azalttığını söyledi. Sayıştayın veya müdürün hareket edebileceğini ama etmediğini söyleyen İDP’li arkadaş, maden işçisinin de sendikada örgütlü olmasından ötürü bunları bildiğini, bu kıyımların işçilerin sendikada söz hakkı elde edebileceğiyle engellenebileceğini vurguladı.
Komün’den bir arkadaş, sol güçlerin, örgütlerin, sendikaların ölen madencilerin ailelerine ve çocuklarına ulaşma perspektifinin olması gerektiğini söyledi ve muhalefetin de kullandığı “şehit” kavramı üzerine konuştu.
BDSP’den bir arkadaş ise öncelikle hiçbir zaman özgürlük peşinde olmayan, her zaman egemenlik peşinde olan emperyalist kapitalist bir sistemde yaşadığımızdan, bu sistemin uluslararası ilhak, işgal ve sömürgeci politikalarından bahsetmemiz gerektiğini söyleyerek konuşmasına başladı. NATO’nun en büyük ikinci ordusunun Türkiye olduğunu söyleyen arkadaş, iktidar ve muhalefetten değil, “kim hangi sınıfın çıkarlarını savunuyor” sorusunu sorarak başlamamız gerektiğinden ve iki cephenin varlığından söz etti. Kemal Derviş’in yirmi yıl önceki IMF politikalarının en çok işçi katliamına yol açtığını söyleyen arkadaş, bugün de Millet İttifakı’nın olduğundan ve politikalarının emperyalist kapitalist çıkarlara göre dönem dönem değişiklik gösterebileceğini belirtti.
Tekrar söz alan İDP’li arkadaş, katliamların engellenememesiyle düzen arasında da doğrudan bir bağ olduğunu, hükümetin sorun olduğunu söylemenin doğru olduğunu dile getirdi. İngiltere’de ve Almanya’da bu gibi işçi katliamlarının olmamasının nedenini sömürgelerinden çaldıkları para ve işçi sınıfı mücadelesinin kazanımları ve güçlü sendikaların olması olarak ifade eden arkadaş, burada patronların ceza almadığını, AKP’den TTK müdürüne baskı gelse de kimsenin cezalandırılmadığını söyledi. “Çözüm ne olabilir”e dair konuşan arkadaş, Kemal Derviş programı ve özelleştirmelerin, rödövans ve taşeron sisteminin maden meselesindeki krizde kritik olduğunu belirtti. Bu kıyımların olmayabileceğini dile getiren arkadaş, bunun mücadelesinin ise sendikaların vermesi gerektiğini, o yüzden de sendikalarda sendika bürokratlarının değil işçilerin söz hakkı sahibi olması gerektiğini, hükümete karşı bu gibi yasaların geçebilmesinin somut çözüm önerileri olduğunu açıkladı. Sendikalar işçilere güvence verse bu tarz vahim olayların olmayacağını söyleyen İDP’li arkadaş böyle sendikaların var olmadığını vurguladı.
Biz de KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak söz aldık ve 12 Eylül ile birlikte militan sendikacılığın bitirildiği süreçten bahsettik. Bu gibi sorunların çözümünün sosyal devlet olmadığını, işyerlerinde işçi denetiminin işyeri güvenliğini sağlayabileceğini vurguladık. Fakat bunun sağlanabilmesi için, 12 Eylül rejimine ve onun son bekçisi AKP hükümetine son vermek gerektiğinin altını çizdik. Daha sonra, Soma’daki benzerliklere ve sayılarla açıklanamayacak farklara değinerek, 2013 Gezi Ayaklanması, Rojava Devrimi, Soma Katliamı, 2015 Hendek Savaşları, 7 Haziran’daki “Seni Başkan Yaptırmayacağız!” sürecinin bir tablosunu çizerek, bugün o günkünün aksine Erdoğan karşıtı eylemlerin “sandıkta Erdoğan’ı gönderme” siyaseti yüzünden gösterilemediğini açıkladık. Bu gibi katliamların sorumlusunun sadece soyut olarak sermaye düzeni olmadığını, somut olarak 12 Eylül rejimi ve Erdoğan olduğunu söyledik. Dün Soma ve Roboski’nin, bugün ise HPG gerillalarına kimyasal silah kullananların ve Bartın’ın faillerinin aynı olduğunu vurguladık.
Söz alan BDSP’li arkadaş, işçilerin yaşam mücadelesini iktidara bağlamaya ihtiyaç olduğunu, bunun ise ancak sermaye devletinin yıkılmasıyla olacağını söyledi. Dinsel gericilik, ırkçı şovenizm ve sendikal bürokrasiye karşı devrimci sınıf ve işçi emekçi hareketinin iktidar niteliğinin ancak devrimci bir perspektif ve propaganda ile olabileceğini vurguladı. İşçi sınıfının mücadelesinin sendikal mücadeleye indirgenemeyeceğinin altını çizen arkadaş, bu gibi katliamların yok edilmesi için sosyal devlete gidecek mücadelenin reformizm mücadelesi olduğunu, bu mücadelelerin iktidar mücadelesine bağlandığı ve bunun anlatıldığı takdirde işe yarayacağını açıkladı.
Etkinliğe katılan bir dinleyici arkadaş ise, “Avrupa’daki ilerlemeler, sosyal devletin suspayları, işçi sınıfının kazanımı mıdır, işçi sınıfının mücadelesinin ilerlemesi midir?” sorusunu yöneltti. Devrimcilerin açıkladıkları stratejilerin “işçilerin şartları iyileşsin” demek olmaması gerektiğini söyledi. Reformist sendikacılığın taleplerinin neden devrim fikri kadar korkutmadığını, reformist talepleri benimsemenin “İşçilerin vatanı yoktur” tezinin gerekliliğini yok saydığını açıkladı. Liberal insan hakları paradigmasından değil, devrimcilerin devrimci temelde bu katliamları ele alması gerektiğini söyleyerek, işçi iktidarını savunmanın iş cinayetlerini önleyecek tek gerçek şey olduğunu, dar bir lensten bakılmaması gerektiğini vurguladı.
Bunun ardından söz alan İDP’li arkadaş ise, “İşçilerin iktidarına giden yoldaki açık nasıl kapatılabilir? Bunu işçilerin örgütlülüğüne nasıl taşıyabiliriz? İşçinin öz örgütlenmesi nasıl sağlanabilir? Proletarya diktatörlüğü sorunu işçilerin örgütlenmesiyle nasıl çözülür?” sorularını sordu. Maden-İş gibi işçiden tamamen kopuk sendikalarda bürokratik sistemden kopmak gerektiğini söyledi. İşyerlerinin kontrolüyle işçi sağlığı ve güvenliği denetimlerinin yapıldığı işyeri komitelerinin birbirinden iki farklı şey olduğunu söyleyen arkadaş, sosyalizme doğru geçişteki işyeri denetimlerinin bambaşka bir dava olduğunu ifade etti. Elbette işçi demokrasi talebinin de böyle olduğunu ama bunu Bartın örneğinde vermediğini söyleyen arkadaş, işçinin işyeri koşulları olmak üzere her şeyin farkında olduğunu fakat özellikle Bartın’da işçilerin bilincinin çok geri olduğunu belirtti.
KöZ olarak biz de söz alıp, meselenin “Türkiye’ye kıyasla Almanya ve Fransa’nın sömürgelerinden gelen paraları var fakat Türkiye gariban bir devlet olduğu için durumu yok” gibi bir şeyin olmadığını, burjuvazinin aygıtı olan devletin de parayı nereye harcayacağını kendi sınıf çıkarlarına göre seçtiğini vurguladık. Türkiye’de de bu paraların TSK’ya gittiğini, bunun en büyük nedeninin de ilhak altında olan Kürdistan’ın varlığı olduğunu söyledik. İşçilere her koşulda siyasi gerçekleri açıklayarak onları örgütlemek gerektiğinin ve “Kürtlerin esaretinin işçilerin esareti” olduğunun altını çizdik.
Söz alan bir diğer dinleyici ise Boğaziçi Üniversitesi’nde de taşeron işçilerin, yemekhane, temizlik işçilerinin durumunu ve örgütlenme sorununu, pratikte Boğaziçi Öğrenci Meclisi’nin bileşenlerinden biri olarak sayılan bu işçilerin işyeri demokrasisini sağlamak için ne gibi mekanizmalar üretmemiz gerektiğini sordu.
İDP’li arkadaş burjuvaziyi yıkmak istediğimizi ancak sosyalizme gidene kadar da işçilerin öldürüldüğünü söyledi. Fakat bunun da bizatihi işçilerin sosyalist devrime gidecekleri yoldan ayrı olmadığını belirtti. Sosyalistlerin görevinin burjuvazi ve Erdoğan arasındaki bağı konuşmak olduğunu, fakat insanların belirli bir bilinç ve taleplerle, belli bir sorun üzerinde seferber olduklarını unutmamak gerektiğini vurgulayarak “Kayyum rektör istemiyoruz”, “İstanbul Sözleşmesi uygulansın” gibi örnekleri sıraladı. İşçi sınıfının kendi seferberliği olmadan onları iktidara getiremeyeceğimizden, bilinç düzeylerini ilerletebilecek taleplerin gerektiğinden bahsetti. İşçi sınıfının bilinç düzeyini bugünkü durumun gösterdiğini ve buna dikkat etmeden iktidar mücadelesinin mümkün olmadığını, bunların bilinçsiz sosyalist devrime götüren şeyler olduğunu açıkladı ve birtakım acil talepler sıraladı ve etkinlik sona erdi.
12 Eylül Rejimi Çöpe!
Soma Katliamının Hesabını Taşeron Patronu AKP’den Soralım!
İşyeri Güvenliği İçin İşyerlerinde İşçi Denetimi!
Üniversitelerden Komünistler