Boğaziçi Üniversitesi Senatosu’nda İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin kapatılması, fakülte binasının da geçtiğimiz yıl açılan Hukuk Fakültesi’ne tahsis edilmesine ilişkin bir kararın alınacağına dair söylentiler yayıldı. Kesin olan ise, Fen Edebiyat Fakültesi’nin ikiye bölüneceği kararıydı. Söylentilerin ardından Öğrenci Temsilciliği Kurulu (ÖTK) sonraki güne (20 Aralık Çarşamba) buluşma çağrısı yaptı. Resmi ÖTK temsilcileri ve inisiyatif almak isteyenlerden teşkil bir grubun aldığı bu karar neticesinde, öğle saatlerinde akademisyenlerin yaptığı nöbette buluşuldu.

Boğaziçi Öğrencileri imzalı “Fakülteme Dokunma” şiarlı pankartın arkasında hazırlık öğrencilerinin de ciddi katılımıyla alanda 300’ün üzerinde öğrenci vardı. Köz olarak bizim de destek verdiğimiz eylemde, MFT, Emek Gençliği, TİP’li Öğrenciler, Feminist Boğaziçi, ÜFK, DGB, Dev-Güç ve İDP’den de arkadaşlar bulunuyordu. “Üniversiteler Bizimdir Bizimle Özgürleşecek; Kayyum Elini Üniversitemden Çek; Kayyumlar Gidecek Biz Kalacağız” vb. sloganların atıldığı eylem, kısa bir basın açıklamasının ardından sona erdi. Normalde basın açıklaması olmayacaktı, ancak bu kadar fazla bir kalabalığın eyleme katılması sonucunda alandaki arkadaşlardan inisiyatif alanlar çok kısa ve alanda da teknik sebeplerden dolayı duyulmayan bir basın açıklaması yaptılar. Eyleme katılan kişilerde coşkulu bir hava hakimdi ve sık sık bu kadar kişinin toplanmasıyla bir yürüyüş yapılması gerektiği dillendiriliyordu.

Aynı günün akşamı, ÖTK’nın çağrısıyla yol haritasını tartışmak üzere bir online forum alındı. Foruma katılanların sayısı 200’ü buldu. Forumda, o gün yapılmayan eylem eleştirildi. Karar alma aşamasının şeffaf olmadığına dönük de eleştiriler vardı. Eylemlerin politik muhtevaya kavuşmamasına dönük bildik sözler söylense de bu görüş hakim değildi. Forumdaki tartışmalar neticesinde sonraki gün Güney Meydan’da bir basın açıklamasının ardından İİBF içerisinde forum alınması kararlaştırıldı. Bu eylemde fakültenin “işgal edilmesi” kararı oy çokluğuyla alındı. Forumda çıkan bu karar sonrası söz alan örgütlü bir arkadaş; oy verenlerin “işgal”in ne demek olduğunu bilip bilmediklerini, bunun ciddi sonuçları olabileceğini, Boğaziçi eylemlerinin olduğu dönemde arkadaşlarının tutuklandığını söyledi.

21 Aralık Perşembe saat 16:30’da, önceki günü aşan, 500 kişinin olduğu bir kalabalık Güney Meydan’da toplandı. Bölümler ve fakülteler birlikte pankartlar hazırlarken birlikte döviz yapan öğrenciler de vardı. Birçok siyaset de alanda yerini almıştı. DİP, MFT, TİP’li Öğrenciler, Kaldıraç Üniversite, DGB, TKG, Emek Gençliği dövizleriyle alandaydı. Gençlik Komünleri, İDP, Gençlik Komiteleri, Dev-Güç’den arkadaşlar da dövizleri olmasa da alanda yer aldılar.

Biz de “Demokratik Anayasa İçin Kurucu Meclis, Kurucu Meclis İçin Tek Yol Devrim”, “Sadece Boğaziçi’nde Değil, Tüm Kayyumlara Karşı Her Yerde Birleşik Mücadeleye”, “Cumhur İttifakına Karşı Emekçilerin Kitlesel Seferberliğini Örelim” yazan dövizlerimizle eyleme katıldık.

Kampüs içindeki yürüyüşün ardından bir basın açıklaması okundu, ardından İİBF binasına yüründü. Binaya varıldığında, talimat üzerine binanın kilitlendiği ve içeride özel güvenliklerin beklediği öğrenildi. Binanın önünde sloganlar atılarak birlikte duruldu. Ne yapılacağına dair bir belirsizlik mevcutken bina kapısı kırıldı ve içeriye girildi. Eylemciler forum almak üzere sınıfları doldurdu. Tek sınıfa sığması mümkün olmayan kalabalık farklı sınıflara dağıldı ve forumlar bölünmüş biçimde alındı. Binanın açık olan sınıfları dolunca kimi forumlar koridorlarda alınıyor oldu. Biz de Köz’ün arkasında duran komünistler olarak üç farklı sınıftaki foruma katıldık.

Birinci sınıfta bizimle birlikte birçok siyasetten arkadaşımız vardı. Sınıfta ilk olarak Rektörlük binasının işgal edilmesi tartışıldı. Kitle bu yönde tavır almıştı. Sonrasında sözler alındı. Dinamiğin kaybolmasına izin vermeden derhal harekete geçmek, uzun vadeli planları o anda yapmamak yönünde bir görüş vardı. Bu görüşün karşısında “İnsanlar Rektörlük işgalini kabul ettikleri için bu eyleme gelmediler” gibi bireysel itirazlar da geldi. İşgalin ciddi sonuçları olacağını, geçmişte arkadaşlarının tutuklandığını tekrar dile getirenler, öncelikle talepler belirlemeyi ve bunu duyurmayı, eyleme bir amaç katmayı önerdiler. “Bu eylemi ve kitleselliği mümkün kılan” ÖTK’ya yüz dönmeyi talep eden arkadaşlar oldu.

Bir noktada biz söz aldık. Rektörlük işgal edilecekse de, burada kalınacaksa da bu konularda net olunması, kararlı bir kitleyi tereddüde düşürecek biçimde konuşulmaması gerektiğini söyledik. Meselenin irade meselesi olduğunu, bugün kapıyı bir şekilde açıp bu binaya giren yüzlerce insanın da baştan bunu kabul ederek geldikleri için değil, o noktada bunu yapabileceklerine inandıkları için yaptıklarını söyledik. Hükümeti devirebileceklerine inanan kitlelerin Gezi’de nasıl sokağa çıktığını, tam aksinin propaganda edildiği 2019-2023 döneminde ise nasıl sokaktan uzak tutulduklarını hatırlattık. Tutuklanma, gözaltı, dayak, polisle karşı karşıya gelme gibi şeyler sayıp insanlarda korku yaratanları eleştirdik. Türkiye’de bir iç savaşın hüküm sürdüğünü, hükümetin karşısına dikilen toplumsal muhalefetin de bunun muhatabı olduğunu açıkladık. Bugünkü eylemin konusu olan fakülte açma-kapamanın da tıpkı kayyum atama gibi Cumhurbaşkanlığı yetkisinde olduğunu, dolayısıyla bu meseleyi ileri götürdüğümüz takdirde elbette karşımızda hükümeti bulacağımızı anlattık. Burada bulunan insanların, yapabileceklerine inandıkları için bir şeyler yapabildiklerini söyledik ve harekete geçmek isteyen kitleleri tereddüde düşüren tutumlar alınmaması konusunda tekrar uyardık. Dile getirdiğimiz görüşler destek gördü.

Kısa bir süre sonra eylem komitesi sınıftaki örgütlü arkadaşlardan birinin “ifşası” olduğunu söyledi, sınıftan çıkmasını istedi. Söz konusu arkadaş sınıftan çıkmadı. O ana dek bu arkadaşla birlikte eylemde yan yana olan, forumda peş peşe söz alan örgütlü kimi arkadaşlar bu noktada “Ben seninle aynı yerde durmam” diyerek sınıfı terk ettiler. Çoğu hazırlık öğrencisi olan kitlenin de ciddi bir kısmı sınıfı terk etti. Olayın ardından sınıfta pek fazla insan kalmamıştı. Forumun başındaki dinamik de aynı şekilde ortadan kalkmıştı.

Bir diğer forumun ana gündemi “Hareketi nasıl sürdürebiliriz?” idi. Bu sınıfta yaptığımız konuşmalarda da gündemle ilişkili olarak bileşenler meclisi üzerinde durduk. Üniversitedeki öğrencilerin, emekçilerin, akademisyenlerin de tartışma/karar alma sürecine dahil olabileceği böyle bir kanal yaratılırsa bugün insanları harekete geçiren dinamiği uzun vadede ileri taşıyabileceğimizi anlattık. Aynı zamanda kitleselleşmek için bu meselenin Erdoğan’la ilişkisi olduğunu vurgulamak gerektiğini, bugün üniversitelere olduğu gibi HDP’li belediyelere de kayyumlar atandığını söyledik. Konuşmamız burada da destek görerek alkışlandı. Söz alan bir başka arkadaşımız, 3 yıl önceki eylemlerde Melih Bulu’nun değil Erdoğan’ın hedef alındığını ve bugün de aynı çizgide ilerlenmesi gerektiğini söyledi. Forumun sona ermesinin ardından sloganlarla dağılındı.

Bir başka sınıfta da yol haritası gündemdi. Eyleme katılmayan kulüp ve toplulukların teşhir edilmesi konuşuldu. Bu sınıfta aldığımız sözde gündemimizin bir şeyler yapmayanları teşhir etmek değil, kendi yolumuzda devam etmek olduğunu söyledik. 3 yıl önceki eylemlerin hükümet karşıtı ve dışarıya açık karakterini burada da hatırlattık. Bileşenler meclisi gibi bir mekanizmada buluşarak bu hareketten bir kazanımla çıkabileceğimizi açıkladık. Hazırlıktan öğrencilerin yoğun olduğu bu sınıfta da söylediklerimiz destek gördü.

Sonraki 3 gün eylemsiz geçti. Pazar gecesi ÖTK, Pazartesi itibariyle “Demokratik Üniversite Nöbeti”ne başlanacağını duyurdu. 25 Aralık Pazartesi günü ÖTK’nın eylem planına uygun bir şekilde Güney Meydan’a gittik. Önceki gün eyleme katılan dokuz öğrencinin okul kartlarının herhangi bir sebep gösterilmeden kayyum rektör Naci İnci tarafından iptal edildiğini öğrendik.

Fen-Edebiyat Fakültesi önünde 100 kişinin üzerinde katılımın olduğu bir forum alındı. Forumda dışarıda kalan arkadaşlarımızın durumu, eylemlerin biçimi ve geleceği hakkında konuşma yapıldı. Gün içerisinde kayyum idaresinin ÖTK’dan kimi arkadaşlarımızı çağırarak bir toplantı yapacağı iletildi. Saat 3’te gerçekleşecek bu görüşmenin öncesinde forumda çıkan kararların bu ÖTK temsilcileri tarafından iletilmesi kararlaştırıldı. Foruma katılan arkadaşlardan kimileri bu arkadaşlarımız dışarıdayken burada bu kadar kişi oturmamızın içler acısı olduğunu, dışarıya çıkıp arkadaşlarımızı almamız için eylem yapmamız gerektiğini söyledi. Kayyumla yapılacak görüşmede de eğer bu arkadaşlarımız giremezse bunun bir koz olarak iletilmesi gerektiği önerildi. ÖTK’dan bir arkadaş da iki sene önceki Boğaziçi ayaklanması deneyimini aktardı, bugün ortaya konulan çizginin o zamankiyle hiçbir alakası olmadığını belirtti. Forumda biz de söz alarak “Nasıl kitleselleşebiliriz?” tartışmasına ilişkin görüşlerimizi, fakülte binasındaki forumda olduğu gibi ifade ettik. Konuşmamız hafif bir alkış aldı.

Forumun ardından döviz ve pankart yapma atölyesi etkinliğine geçildi. TİP’li Öğrenciler dövizlerinde Can Atalay’ın serbest bırakılması şiarını taşıdılar. Diğer akımlarsa fakültelerin kapatılmasına karşı şiarlarla alandaydı. Biz de önceki gün taşıdığımız dövizlerin yanına “Tüm Siyasi Tutsaklara Özgürlük!” şiarlı dövizimizi ekledik. Döviz atölyesi sırasında gazetemizin Ekim sayısını alanda bulunanlara sattık.

ÖTK temsilcilerinin kayyum idare ile görüşmesinden bir sonuç çıkmadı. Okula girişleri yasaklanan arkadaşlar dışarıdaydı. Buna binaen kitle kapıya yürüme kararı aldı ve yürüyüşle eylem başladı. “Fakülteme Dokunma” ana pankartıyla yapılan eylemde dövizlerimizi taşıdık. Kapıya gelindiğinde basın açıklaması okundu. Basın açıklamasında akademisyenlere ve öğrencilere sorulmadan alınan fakültelerin bölünmesi kararına karşı duruldu, eylemlere katıldığı için okula girişi engellenenlerin okula alınması talep edildi. Ardından oturma eylemine başlandı. Bu sırada kalabalıktan “Yolu kapatalım” önerisi geldi. 3 yıl önceki eylemlerde de sıkça uygulanan bu pratik tekrarlandı, yol kapatıldı. Güvenlik şefi, yol açılmadığı takdirde 15 dakika içinde müdahale olacağını duyurdu. Bu sırada kitle yola yığıldı. Eylem komitesinden bir arkadaş kitlenin önüne geçti ve müdahale olacağını, gözaltına alınacağımızı, yolda kalmanın diğer olumsuz sonuçlarını saydı ve kitlenin yoldan çekilmesini istedi. Kitle bu karardan memnun kalmadı.

Kapının önüne dönüldüğünde “Ne yapacağız?” konusu tartışıldı. Eylemlerin sürekliliğinin sağlanmasına ve kitlenin eylemlere çekilmesine dönük bir tartışma vücut buldu. Tartışmanın bir noktasında söz aldık ve Boğaziçi’ndeki eylem dalgasının tek başına bir anlamı olmayacağını, buraya gelenlerin de muhatabı olduğu demokrasi sorununun diğer muhataplarıyla buluşmak gerektiğini açıkladık. Kapının dışında kalan arkadaşlarımızla buluşmak istiyorsak, onlar içeri giremediği durumda bizim dışarı çıkmamız gerektiğini söyledik. Kampüs dışına çıkmaya dönük önerimiz kitlede karşılık buldu fakat bir karar alınamadı. Farklı siyasetlerden arkadaşların müdahalesiyle sonraki gün de okul içinde buluşmak kararlaştırıldı.

Sonraki gün okula alınmayan eylemciler için Çağlayan Adliyesi önünde basın açıklaması ile başladı. Köz’ün arkasında duran komünistler olarak biz de açıklamaya dövizlerimizle destek amaçlı katıldık. Açıklamanın ardından katılan arkadaşlarla beraber üç sene önce patlak veren Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kayyum karşıtı ayaklanmayla bugünkü eylemleri kıyasladığımız bir konuşma gerçekleştirdik. Birkaç saat sonra eylemlere dair Güney Kampüs’te bir forum alındı. Forumdan önce birçok arkadaşımızla Türkiye’deki demokrasi sorunu, Boğaziçi’ndeki eylemler gibi konular hakkında konuştuk. Forumda da bu arkadaşlarımız söz alarak bu konularda konuştuğumuz görüşleri kalabalığa da anlattılar. Biz de bu bölümde bileşenler meclisi üzerinde durduk. İnsanları eylemlere değil karar alma aşamasına çağırmanın daha olumlu sonuçları olacağını belirttik. Görüşlerimiz burada da destek gördü. Bu forumun çıkışında kimi arkadaşlarımızla hazırlık öğrencilerinin kampüsünde masa açmak hakkında konuştuk ve bu plana dahil olduk.

Forumdan sonra aynı şekilde kapıya yüründü ve birkaç akademisyen ve Eğitim-Sen temsilcisinin katılımıyla bileşenler buluşması yapıldı. Kayyum yönetimin okula verdiği zarar üzerinde duruldu. 100 kişilik bir kalabalık vardı. Basın açıklamasından evvel EMEP’li milletvekili İskender Bayhan alana geldi fakat okula girişi engellendi. Bayhan kapıda yaptığı konuşmada hükümeti hedef aldı, önümüzdeki dört yılın AKP’nin çöküş dönemi olacağını söyledi. Vaktiyle 12 Eylül Anayasası’nın en sert şekilde karşısında duran AKP’lilerin bugünse bu Anayasa’ya sarıldıklarını, anayasa değişikliğini sürekli dillendirseler de zaten Anayasa’nın birçok maddesini yeniden yazdıklarını belirtti.

Sonraki gün Anadolu Hisarı Kampüsü’nde masa açmak üzere buluştuk fakat ÖGB masa açmamızı engelledi. Biz de masa açamasak da “Boğaziçililerin Alkışa Değil Cumhur İttifakına Karşı Kitlesel Seferberliğe İhtiyacı Var” başlıklı Köz Şubat 2021 özel sayısını alandaki arkadaşlara dağıttık ve sohbet etme şansı yakaladık.

Birkaç saat sonra başlayan Güney Kampüs’teki nöbet ise Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu’nun aktifleştirilmesine dönük bir tartışmayla başladı. Ardından kapıya yüründü ve “Direniş Tarihi” konulu forum alındı. 3 yıl önceki eylemlerde aktif olarak yer almış iki arkadaş kısa konuşmalar yaptılar. Bu kampüste de Köz Şubat 2021 özel sayısını dağıttık.

Perşembe günü için duyurulan program, okuldan gelen “polis müdahale edecek” tehdidi nedeniyle iptal edildi. Aynı gün Güney Kampüs’e Sanayi Bakanı’nın geleceği öğrenildi. Bunun üzerine program iptal edildi, Kuzey Kampüs içinde yürüyüş ve kapıda basın açıklaması yapıldı.

2019’dan 2024’e Değişenler ve Değişmeyenler

Kayyum rektör Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne atanmasının ardından başlayan ve gündeme oturan ayaklanmanın üzerinden 3 yıl geçti. Korona salgınının ardından gerçekleşen bu ilk kitlesel eylemlerde talepler ve şiarlar Boğaziçi’ndeki kayyumla sınırlı kalmamış, eylemler okul dışına taşmıştı. Boğaziçililer, 2023 seçim hesaplarıyla kendilerine “kampüsünüzde kalın” telkininde bulunan düzen muhalefetine kulak asmamıştı.

Bugünkü eylemlere geldiğimizde siyasal tablodaki değişimlerin etkisini görmek mümkün. Bu değişimin tetikleyicisi ise Mayıs 2023 seçimleri ve parlamentarist yolla Erdoğan’dan kurtulma hayallerinin iflası. 2019 yerel seçimlerinde Millet İttifakı’na açıkça yedeklenen sol, o andan itibaren 2023 seçimlerini beklemeye koyulmuştu. Erdoğan’dan Amerikancı Millet İttifakı projesiyle kurtulma hayalinin peşinden giden sol, bu projenin önünü tıkaması muhtemel kitlesel eylemleri de engellemekte kararlıydı. Boğaziçi’nde takınılan tutum bunun yalnızca bir örneğiydi.

Mayıs 2023 seçimlerinin ardından soldan gelen ilk değerlendirmeler “Moral bozmaya gerek yok!”, “Mücadele yeni başlıyor!”, “Çözüm sınıf mücadelesinde!” diyor, sokağa ve eylemli mücadeleye işaret ediyordu. Yenilginin ardından yapılan umut ve mücadele çağrılarının ardında, bu değerlendirmeleri yapanların umutsuzluğu ve mücadeleden yüzünü dönmesi olduğunu kendi seçim değerlendirmemizde yazmıştık. Seçimde Kılıçdaroğlu’nun peşinden giden sol akımların, seçimlerin ardından peşine düşecekleri suni eylem enflasyonunun da bu işbirlikçi tutumlarının üstünü örtme çabasından doğacağını söylemiştik.

Gelgelelim bugünlerde Boğaziçi’nde gerçekleşen eylemlerde sol akımların oldukça aktif ve çalışkan olduğunu görmemek elde değil. Eylemlerin emekçiliğini yapanlar, 2021’dekinin aksine bugün örgütlü militanlar. Fakat tüm bu çalışkanlığa rağmen 2021’dekine benzer bir kitlesel ayaklanmanın vuku bulması mümkün değil.

2021’de “seçimleri bekleyelim” diyen sol, bugün eylemden eyleme koşuyor. Düzen muhalefetinde de bununla uyumlu bir çizgi mevcut. CHP’nin yeni genel başkanı göreve gelir gelmez “CHP bundan sonra sokakta, eylemde olacak” dedi. CHP kuyruğundaki solun yerel seçimler yaklaşırken eyleme alerji duymayan bir tutum takınabilmesinin nedeni de elbette bu: CHP’nin planlarını bozmuyor olmak.

2021’deki ayaklanmaya kıyasla oldukça sınırlı ve geri talepler taşıyan son Boğaziçi eylemlerinde Köz’ün arkasında duranlar olarak “Bu eylemlerden bir şey çıkmaz” diyerek geri durmadık elbette. Eylemlere aktif biçimde katıldık, sorumluluk aldık, forumlarda söz alarak eylemlerin sözüne ve hedeflerine dönük görüşlerimizi dile getirdik. Eylemlere katılan sol akımlar da elbette görüşlerini dile getirdiler. Fakat biz eylemleri değerlendirirken buradan bir ayrım çizgisi çizmeyi doğru bulmuyoruz.

2023’te burjuva muhalefetin emekçileri eylemsiz kılma stratejisinin peşinden giden solun yenilgiden sonra direksiyonu sokağa kırdığını gördük. Fakat bu, solun seçimlerde tutumunu değiştireceği anlamına gelmiyor. 2024 yerel seçimlerinin merkezinde yer alan ve tutumların ve tutumsuzlukların asıl anlamını kazanacağı İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimine düzen partilerinden bağımsız bir adayla girecek bir sol akım çıkmayacağını görüyoruz.

Kitlesellik bakımından bugünküleri aşan eylemler, işçi hareketinin içinde bağımsız bir siyasi iddianın, hükümetin karşısına kendi özgücüne yaslanarak çıkma özgüveninin ürünüdür. 2013-2016 dönemindeki eylemler, gücünü bu iddia ve özgüvenin yarattığı örgütsel, siyasal ve moral mevzilerden alıyordu. Bugün bu bağımsız siyasi iddiadan eser yok; 2013-2016 kesitinde kazanılan mevzilerden de. Boğaziçi’nde, Özak’ta, Tuzla’da eylemden eyleme koşanların bu çabası, kaybedilen mevzileri kazanmanın yegane yolu olan bağımsız siyasi tutumu alabildikleri durumda anlam kazanacaktır. Köz, seçimlerde bağımsız tutum alarak emekçilerin sesini yükselten her girişimi destekleyeceğini, kimse bu sorumluluğu almadığı takdirde de 2023’teki gibi gereğini yapacağını çok daha önceden duyurdu.

Ne Yapmalı?

Köz’ün arkasında duran komünistleri soldan ayıran husus, ne emekçilerin de parçası olduğu bileşenler meclisini savunmak ne de birileri “kampüste kalalım” derken dışarı çıkalım demektir. Köz’ün olarak ayrım çizgimizi, bu eylemler sırasında da sıkça karşı karşıya kaldığımız “Ne yapmalı?” sorusunun yanıtıyla çiziyoruz. “Eylemleri şöyle yapalım, açıklamayı şurada okuyalım, meclise şunları çağıralım” gibi somut görünen öneriler, mücadele hedeflerinin ne olduğunu ve nasıl gerçekleştirileceğini kimsenin bilmediği böyle durumlarda soyut önerilerdir. Somut öneriler, mücadelenin hedefini ve yolunu tarif etmek zorundadır. Köz’ün arkasında duranlar, “Demokrasi için tek yol devrim” diyerek mücadelenin hedefini, “Devrim için devrimci parti” diyerek mücadelede hedefe giden yolu tarif ederler. Eylemler sırasında samimi kaygılarla “Ne yapmalı?” sorusunu bize yöneltenlere “Sorumluluk almalı!” diyoruz.

Emekçilerin ve ezilenlerin iktidar mücadelesini, demokrasi savaşını kazanmak için; bu savaşı kazanmak için ihtiyacımız olan devrimci partiyi yaratmak için sorumluluk almaya davet ediyoruz.

Yerel Seçimlerde Emekçileri Hükümetin Karşısına Bağımsız Bir Güç Olarak Dikelim!

Demokrasi İçin Tek Yol Devrim!

Devrim İçin Devrimci Parti, Parti İçin Komünistlerin Birliği!

Üniversitelerden Komünistler