Boğaziçi Sosyal Bilimler Kulübünde DGB’li arkadaşların sorumluluk alıp organize ettiği 71-72 Kopuşu etkinliğine katıldık.

Etkinlik yapılan giriş sunumu ve sonrasında alınan sözlerle devam etti.

Sunum, tamamını aktaramasak da, genel hatlarıyla şu şekildeydi:

“1971 yılında THKO, THKP-C, TKP-ML’nin kurulmasıyla Türkiye’de devrimci hareketin başladığını ifade eden bir kelime dizisi 71 devrimci kopuşu. Bu kopuş, dönemin reformist akımlarından ve örgütlerinden koparak yeni bir bayrak, yeni bir program altında toplanmanın niteliksel boyutunu muhteva ediyor. İşin en temelinden başlamak kopuşu anlamlandırmayı mümkün kılacaktır. Devrimciliğin esası, mevcut düzeni, düzenin tüm kurumlarını karşısına alarak reddetmek ve onu zor yoluyla yıkmaktır. 1971 de bunun Türkiye’deki niteliğini tekrardan kazanmasının tarihidir.

Geçmişe baktığımızda ilk olarak Türkiye siyasal coğrafyasını mücadele edilecek alan olarak gören Türkiye Komünist Partisi var. Kuruluşu Türkiye’de olmuş olmasa da dönemin devrimci enerjisini bünyesine katabilmiş bir oluşum olarak karşımıza çıkıyor TKP. Önder kadrolarının daha halihazırda Türk ulusal kurtuluş savaşı verildiği dönemde katledilmesi durumu söz konusu. Bunun ardından Kemalist rejimde hem yükselen işçi hareketine karşı, hem de bu hareketle tam olarak ilişkisini kuramamış sol sosyalist partilere karşı ciddi bir baskı ve zor ortamı olduğunu görüyoruz. Bu dönemden sonra 70’lerin ortalarından sonuna kadar TKP’nin esamesinden pek bahsedemiyoruz. Sonrasında da zaten burjuva sosyalizmini temsil etmek üzere TKP’nin sempatizanlarını çevresine alarak ortaya çıkan bir TİP görüyoruz. Düzenin tüm kurumlarını karşısına almak yerine ana organını meclisi kullanarak, meclis üzerinden iktidara gelmeye çabalayan bir örgütlenme olarak varlığını sürdürüyor uzun yıllardır TİP. Bu zamanlarda parti içinde ayrık duran eski TKP kadroları var; Mihri Belli, Dr. Kıvılcımlı gibi. Bunların da devrimcilik iddiasında olan gençliği etkileyen figürler olduğunu görüyoruz. Devrimci militan gençliğe daha yakın görüldükleri için onların odağında olan kişiler. Fakat ne Mihri Belli ne de Hikmet Kıvılcımlı kendilerinden bekleneni verebilecek konumda değiller. Aksine 27 Mayıs’tan arta kalan sol Kemalist subaylardan iktidara gelme ve bazı alanları doldurma gibi bir stratejileri vardı. Etraflarında topladıkları devrimci gençlik de TİP’in parlamentarizm dışına çıkamayan çizgisinden, Sovyet revizyonizmine yakınlığından bir kopuşu var. Devrimci gençliğin buradan kopması, bir kısmının Latin Amerika devrimlerinden, bir kısmının Asya’daki devrimlerden etkilenmesiyle onların programlarını bir ölçüde kendi programları haline getirmesiyle oluyor. THKO’nun, THKP’nin programlarına baktığımızda da örneğin, emperyalizmi ve ve onun yerli işbirlikçilerini ülkeden kovmak üzerine kurulu olduğunu görüyoruz.

Yaratılan kopuş, hem orduculuğu hem de parlamentarizmi karşısına almış bir şekilde emekçi halk kitlelerine çağrı yapan bir noktada düzeni yıkmaya, başta bahsettiğimiz devrim vurgusuna değinen bir devrimci çıkış hali oluyor. Tabiki de burada birbirinden farklı 3 tane örgütten bahsediyoruz ve bunların bazı farkları da var. THKO için partili mücadeleyi önüne almayan ve Marksist terminolojiye en uzak olan örgüt denilebilir. Aynı şekilde fokoculuk, sol maceracılık biçiminde tarif edebileceğimiz Guevarizmin, Latin Amerika devrimciliğin vücut bulduğu bir THKP çizgisi var. Bunun dışında kalan, Çin devriminin koşullarını Türkiye devriminin koşullarıyla kıyaslamış ve bunun üzerinden kırdan şehre parça para yürütülecek bir halk savaşı ile burjuva egemenliğinin yıkılacağını önüne koyan TKP-ML var. Mahir Çayan özgün tespitleriyle ve Kaypakkaya’da kemalizm tespitleri ile öne çıkıyor.

Devrimci liderlerin hepsi 73’e gelindiğinde katledilmiş oluyorlar. 1974 yılında bir yandan devrimci kopuşların hikayelerinin yayılması, bir yandan af yasasıyla devrimci kadrolarının faaliyet gösterebilmesiyle tekrardan bir çıkış yakalanıyor. Bu çıkış onlarca kat daha nicel, kitleselleşen bir şekilde ortaya çıkıyor. Bir yandan kitlelerle devrimci kopuşu yaratanlar arasındaki bağı kuran bir hareket olduğunu görüyoruz. Tabiki de kopuşu yaratanlardan kalan onların kitlelerden kopmaları, maceracı anlayışlara yönelmeleri, fokoculukları değil; “düzene karşı devrim” şiarını temel almış olmalarıdır. Sonrasındaysa onlarda kalıcı olanı kitlelerden kopmak değil devrimci irade göstermeleri olarak gören on binleri aşan kitleler görüyoruz. Örneğin THKP ardılı Dev-Yol’un çevresine binlerce insanı topladığını görüyoruz. Dev-Yol tam anlamıyla THKP’nin programını benimsemedi ve onu revize edip küçük burjuva devrimci özü koruyarak farklı mücadele biçimleriyle kitlelerle buluşturdu. Buna karşın bu küçük burjuva devrimciliği tam anlamıyla aşılamadığı için Leninist anlamda bir devrim programı ve bunu kitlelerle buluşturacak devrimci parti kurulamadı. 70’lere dair sorgulanması gereken de budur.”
Bu sunumun ardından, bizler de söz olarak görüşlerimizi dile getirdik. Söyleşide aldığımız sözden yola çıkarak, 71-72 Kopuşuna dair tespitlerimizi gazetemiz aracılığıyla bir kez daha hatırlatma ihtiyacı hissediyoruz.

İlk olarak, sunumda da bahsedildiği üzere, 71-72 kopuşuna dair en temel saptama, devrimciliğin yegane görevinin mevcut iktidarı zor yoluyla devrimci bir eylemle alaşağı etmek olduğunun hatırlatılmasıdır. Bu temel yalnızca hatırlatılmakla kalmamış, kopuşu gerçekleştirenlerin yarattıkları örgütlerde de pratik olarak vücut bulmuştur. Bu bağlamda 71-72 kopuşunu ideolojik bir sıçrama olarak değil pratik-politik bir kopuş olarak görmek gerekir. Hüseyin İnan’lar, Mahir Çayan’lar, İbrahim Kaypakkaya’lar, bulundukları yerlerden de bu pratik çıkışla ve “devrimin ancak devrimcilerin silahlı eylemiyle mümkün olacağı”nı bilerek koptular. Bu silahlı eylemi gerçekleştirecek olanın da kendini kitleden titizlikle ayırmış devrimci örgüt olduğunun bilinciyle hareket ettiler. Burada “kendini kitleden ayırma”nın ne anlama geldiğini anlamak için parti veya örgüt kavrayışına bakmak gerekir.

Parti liberal anlamda benzer politik fikirlere sahip insanların bir araya gelip bu fikirlerin propagandasını yürüttükleri siyasal bir organizasyon olarak tarif edilebilir. Fakat komünistler açısından parti en başta bu kavramsallaştırmadan ayrılır ve “savaş aygıtı” niteliği kazanır. Komünistler siyasi hedeflerine ancak ve ancak bir devrimle ulaşacaklarını bildikleri için örgütlenme pratiklerini de bu anlayışla yürütürler. Bu nedenle de komünistler açısından parti aynı siyasi hedeflere sahip olmanın yanında bu siyasi hedefleri gerçekleştirmek için konspiratif bir silahlı eylemi örgütleme üzerine buluşan kararlı ve disiplinli militanların örgütüdür. İşçi sınıfının bağrından çıkıp kendini ona iktidarı vermek için ondan ayıran parti de bu anlama gelir. Bu nedenle salt kendini kitleden ayırmaya getirilen küçük burjuva devrimciliği eleştirisi hatalı olacaktır. Kitleden ayrılmada esas olan ona önderlik edecek olan partinin komünizm davası yolunda sınanmış, çelik disiplinli militanlardan oluşacağı gerçeğidir. Bu yüzden kitleden kendini özenle ayırmak kitleyle bağını koparmak anlamına gelmez. Zira komünistler açısından buz gibi karşılarında duran gerçek şudur ki böyle bir parti, devrimi ancak kitlelerin öncülüğünü alarak yapacaktır.

Kitleden ayrılma ve kitleyle bağ meselesindeki karışıklık çözüldüğü oranda 71-72 kopuşunu yaratanların yenilmesinden sonra olanların doğru bir şekilde değerlendirilmesi de kolaylaşacaktır. Öncelikle 1974’ten sonraki kitleselleşmenin 71 kopuşunun kitleyle buluşturulması olarak tarif edilmesi 71 kopuşunu yaratanların kitleyle bağının olmadığı, adeta ağaç kovuğundan çıkan devrimciler olduğu yanılmasına neden olur. Oysa kopuşu gerçekleştirenlerin esas olarak saptadıkları şey de kitleselleşmenin tek başına yeterli olmayacağıdır. Zira THKO’yu, THKP’yi, TKP-ML’yi kuranlar, devrimci kopuşlarından evvel uzun bir dönem kitle arasında faaliyetler yürütmüş ve kitle ile aralarında büyük bir bağ kurmuş unsurlardı. Fakat bunun kendisinin salt olarak başarılı olmayacağın anladıkları için devrimi gerçekleştirecek olan örgütü kurmak için sorumluluk alıp öne çıktılar. Zaten onlardan sonra “mirasçıları” oldukları iddia eden hareketler de onların kitleler nezdindeki etkisine yaslanarak yükseldiler. İşin doğrusu, 74’ten sonra “Biz Deniz’lerin takipçisiyiz” diyerek kitleselleşenlerin, “Mahir’in yolundan gidiyoruz” diyerek kitlelere gidenlerin, Kaypakkaya’nın fotoğrafını taşıyarak binlere seslenenlerin olduğu bir dönemde THKO’yu, THKP’yi, TKP-ML’yi kitleyle bağı yoktu diyerek eleştirmek en sade haliyle politik körlüğe işaret eder. Bu unsurlar, kitleyle bağlarını kurdukları bir mücadele geçmişinin dersleriyle devrimci bir kopuşun ihtiyacını görmüşlerdir. Bu nedenle onlara yöneltilen “kitleyle bağları yoktu” eleştirisi tasfiyeciliğin bir bahanesi olarak görülmelidir. Nitekim ardılı hareketlerin de onların programlarında “revize” ettikleri şey kitleyle bağ kurmayı sağlayan bir değişiklik değil, devrimci örgütün revizyonudur. Bu bağlamda da 74 sonrası yükselen solu da 71-72 kopuşunu yaratanların mirası üzerine kurulan ve devrim fikrinden tasfiye olarak bunu yapan hareketlerin bütünü olarak görmek gerekir.

71-72 Kopuşunun değerlendirilmesi gereken bir başka boyutu da ideolojik-programatik boyutudur. Kopuşu yaratan örgütlerin hiçbirinin yüzünü muzaffer Ekim Devrimi’ni gerçekleştirenlerin referanslarına dönmediği açıktır. Bu da onların dar siyasi ufuklarından kaynaklanmaz. Onların eksikliklerini “genç” olmalarına, o dönem için Marksist külliyatının çevrilmemesi sorunuyla açıklamak, devrimci parti eksikliğinin üzerinden atlamak anlamına gelir. Bir şekilde yaşadıkları coğrafyada hakim parlamentarist, reformist çizgiyle hesaplaşıp ondan devrimci bir kopuş yapanlar kafalarını kaldırdıklarında proleter devrim dersleriyle kuşanmış bir dünya komünist partisi görememişlerdir. 70’lere gelindiğinde çoktan tasfiye edilmiş Komintern’in öznel bir müdahelesi olmaksızın 71 kopuşunun kadrolarının da kopuşun komünist bir örgütle buluşturamaması salt onların marifetsizliği olarak görülmemelidir. Bu bağlamda özenle incelenip ders çıkarılması gereken, Türkiye solunda yalnızca Kemalizme getirdiği özgün çözümlemeleriyle hatırlanan İbrahim Kaypakkaya ve TKP-ML’dir. Zira, Türkiye’deki devrim mücadelesinin en ileri ve ideolojik olarak aşılmamış örneği, 71 kopuşunu yaratanlar değil, Ekim Devrimi’ni muzaffer kılanların yarattığı Komünist Enternasyonal’in kurdurduğu Mustafa Suphi TKP’sidir. Bu nedenledir ki, TKP-ML ismi bir tesadüf değil, TKP’ye dönüş çabasının bir göstergesidir. Ne yazık ki revizyonist 1928 programının çelmesine takılan İbrahim Kaypakkaya da devrimci kopuşunu komünist bir çizgiyle buluşturamamıştır. Onların takipçisi olabilmek de eksik kalan bu buluşmayı tamamlamak, Türkiye’de bir proleter devrimi gerçekleştirecek devrimci partinin yaratılması için “Önce Komünistlerin Birliği” şiarını yükseltip mücadele etmekle mümkündür.

Bugün 71-72 kopuşu konuşulurken akılda tutulması gereken de budur. İçinde bulundukları parlamentarist reformist siyasi iklimin karşısında çelik gibi iradeleriyle dikilen ve hiçbir koşulu gözetmeksizin “kurtuluş ancak devrimcilerin silahlı eylemiyle gerçekleştireceği bir devrimle mümkün olur” diyerek o devrimi mümkün kılma fikriyle hedefine iktidarı koyan örgütleri yaratmışlardır. Programatik eksikliklerini ise, üstüne yeni bir şey ekleme, programlarını tamamlama olarak değil, proleter devrim mücadelesini bu coğrafyada yükseltmiş olan Mustafa Suphi TKP’sine bakarak değerlendirmek gerekir.

Bugünün devrimcilerine düşen görev THKO, THKP, ve TKP-ML’nin güdük kaldığı, öyle ya da böyle başaramadığı işleri tamamlamak değil, onların devrimci kopuşlarındaki cesaretten örnek olarak yaşadıkları coğrafyada proleter bir devrimi mümkün kılacak olan devrimci partiyi yaratma mücadelesini vermektir.

Örgütlü Devrimcilerdi Devrim İçin Öldüler!
Devrim İçin Devrimci Parti!
Parti İçin Komünistlerin Birliği!

Üniversitelerden Komünistler