Köz’ün arkasında duran komünistler olarak 9 Kasım Çarşamba günü, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Kulübü ve Tarih İncelemeleri Kulübü’nün düzenlemiş olduğu “Siyonist İşgal ve Filistin” başlıklı sunum/siyaset tartışması etkinliğine katıldık. Filistin ve Mısır’dan Türkiye’ye göç eden arkadaşların yanında, öğrencilerden ve farklı sol siyasetlerden (İDP, TİP, Komün, Kaldıraç, Emek ve Adalet Platformu, DGB) gelen arkadaşların da olduğu etkinliğe katılım fazlaydı.

Etkinlik, 19 yıl boyunca kampta yaşamış Filistinli bir arkadaşımızın yaptığı bir sunumla başladı. Sunumda, İngiliz emperyalizminin 1917’de Filistin’i işgali, Nakba ve Oslo Anlaşması’nın imzalanmasına kadar Filistin’de yaşanan intifadalar anlatıldı. Yaşanan direnişin yeni olmadığını ve yıllar öncesinden başladığını söyleyen arkadaşımız, işçilerin yaptığı grevlerden, açlık grevlerinden ve cezaevlerindeki grevlerden bahsetti. Bugün Starbucks gibi İsrail’i direkt olarak fonlayan markaların boykot edilmesinin de önemli olduğunu anlattı. Daha sonra kampta kaldığı süreci ve sonrasındaki kişisel deneyimlerini aktararak sunumunu sonlandırdı. Filistin ve Mısır’dan gelmiş diğer arkadaşlar da Filistin’in açık hava hapishanesi olduğunu vurguladılar. İki devletli çözümü tamamen reddettiklerini, İsrail’in yaşama hakkı olmadığını söylediler. Şu anda internet, para, ziyaret, eğitim ve gıdaya erişimin olmadığını, Filistin’e dönmek istediklerinde de işgalci İsrail otoritelerinin girişleri reddedebildiğini ifade ettiler. Gazze’de 75 yıldır yaşanan şeyin bir etnik temizleme ve katliam olduğunu belirttiler. Türkiye’de Müslümanların Filistin’i önemsediklerini ancak İsrail’in sadece Müslümanları değil, kilise ve hastaneleri de bombaladığını söyleyerek insanlık uğruna Türkiye’deki herkesin konfor alanından çıkarak mücadele etmesi gerektiğini vurguladılar.

Bu sunumlar ardından verilen aradan sonra soru ve görüşlerin ifade edileceği tartışma kısmına geçildi.

Emek ve Adalet Platformu’ndan bir arkadaş, direnişin 7 Ekim’de başlamadığını, uzun süredir sürdüğünü ve özellikle 67’den beri örgütlü bir mücadele verildiğini belirterek sözlerine başladı. Filistin’de 2019’da ortak operasyon odasının kurulduğunu, Türkiye solunda Hamas’ı desteklemeyip FHKC’yi öne çıkaranların olduğunu ancak bu akımların da kol kola bir mücadele verdiğini söyledi. Filistinli ve Mısırlı arkadaşların bu örgütlerin önderlikleri hakkında ne düşündüklerini ve sokakta farklı örgütlerin militanlarının ayırt edilip edilmediğini sordu.

Sunum yapan arkadaş, her örgütün farklı ideolojileri, direnişleri ve amaçları olduğunu söyledi. Hangi partiyi desteklediğini söylemeyeceğini, sokakta bu farklı hareketlerin ayırt edilmediğini çünkü Gazze’de örgütlerin bayraklarını açmanın bir tutuklama nedeni olduğunu belirtti. 1. ve 2. intifadadaki gibi birleşik bir mücadelenin verilmesinden yana olduğunu ifade etti. Mısırlı bir arkadaş ise, Hamas’ın silahlı bir direniş gerçekleştiren tek örgüt olmadığını ve Filistin’deki herkesin ideolojilerinden bağımsız silahlı bir mücadelenin şart olduğunu düşündüğünü ekledi. İşgal edilen topraklardaki partilerin ideolojilerinin bu noktada önemli olmadığını; ancak özgür bir Filistin kurulduğunda bu partilerin amaçlarını ve ideolojilerini eleştirebileceğimizi belirtti.

İDP’li birkaç arkadaş söz aldı. Biri, boykotun nasıl yürütülmesi gerektiğini ve başarılı bir örneğinin olup olmadığını sordu. Konuk olarak gelen arkadaşlardan biri, Mısır’da İsrailli askerlere ücretsiz internet vs. sağlayan bir telekomünikasyon firmasını boykot ettikleri için bunu yapmayı durdurduğunu, bu basıncı yaratmak gerektiğini söyledi. HP gibi İsrail’le direkt bir bağlantısı olan şirketlerin öncelikli boykot edilmesi gereken yerler olduğunu ifade etti.

İDP’li başka bir arkadaş, 7 Ekim’de El Aksa Tufanı ile başlayan Filistin direnişinde kaybettiğimiz on binlerce şehidi anarak konuşmasına başladı. Türkiye solunda bu direnişin 75 yıldır olduğunu ve 7 Ekim ile başlamadığını söyleyen açıklamaların aslında 7 Ekim’deki direnişin meşruluğunu sorguladığını, bu bir doğru olsa da El Aksa Tufanı’nın meşruluğunu anlatmamız için bu açıklamaya gerek duymadığımızı anlattı. El Aksa Tufanı’nı maceracı ve halktan kopuk olarak değerlendirmemek gerektiğini söyledi. Sömürgeci ordunun askerleştirdiği bir sömürge olan Filistin’de haklı bir silahlı halk ayaklanması olduğunu, bu anlamıyla da 7 Ekim’in dünya tarihsel bir gün olduğunu vurguladı. Bu direnişin siyonizme ve emperyalizme ciddi bir kriz oluşturduğunu, bu yüzden de İngiltere, ABD ve Fransa gibi ülkelerin İsrail’i ziyaret ederek Filistin direnişinin nasıl yok edilebileceğini konuştuklarını ifade etti. 7 Ekim El Aksa’nın siyasi olarak haklı ve meşru olduğunu bir kez daha vurguladıktan sonra, İsrail’de sivillerin olmadığını, kadın erkek tüm vatandaşların asker ve yerleşmeci olduklarını söyledi. Bu anlamıyla İsrail’in Kennedy’nin de deyimiyle “bir büyük uçak gemisi” olan bir karakol olduğunu belirtti. Aynı zamanda, Filistin’deki halkın silahlı ayaklanmasını Hamas’a indirgeyerek buradaki hareketleri sekülerler ve dindarlar diye ayıranlar olduğunu, Türkiye’de FHKC’ye ayrı bir vurgu yapanların bu bakış açısında olduğunu dile getirdi. Bu direnişte 12 örgütün olduğunu söyleyerek bunlardan birinin de FDKC adlı solcu ve seküler bir örgüt olduğunu ancak iki devletli çözümü savunduğunu belirtti. Hamas’ın İslamcı olmasına rağmen “nehirden denize özgür Filistin”i savunduğunu, bu sebeple de FDKC’nin Hamas’tan çok daha geride olduğunu ifade etti. Nihayetinde, eşzamanlı olarak da Afrika’da Fransız emperyalizminin kovulduğunu; Afrika’dan Filistin’e anti-semitist, anti-emperyalist direnişlerin olduğunu vurguladı. Yakın bir zamanda başlatılmış “Filistin’de İşgale Son!” kampanyasının tanıtımını yaptı.

Ardından Kaldıraç’tan bir arkadaş söz alarak boykotun yanlış anlaşıldığını söyledi. Boykottaki asıl meselenin üretimi durdurmak olduğunu, İngiltere ve Barselona’da liman işçilerinin silahları geçirtmediğini ancak Türkiye’de bunu yapamadığımızı belirtti. Bugün sadece tekil markaların boykotunu yaparak değil, çeliği durdurursak eğer boykotun esaslı olacağını ifade etti.

Başka bir İDP’li söz alarak, Türkiye’de hükümetin ve ona yakın partilerin Filistin’e yakın mitingler düzenlediğini ancak bunların gerçekçi olmadığını dile getirdi. Türkiye’deki halkın İsrail’in gayrimeşruluğu konusunda Filistin’e karşı hassas olduklarını belirterek, Kaldıraç gibi boykotu pasif olarak anlamlandırmamak gerektiğini söyledi. “Filistin’de İşgale Son!” kampanyasının Ambarlı’da gemi rotasını tespit ederek yaptığı basın açıklamasında çıkan arbede sonrasında tersane işçilerinin de açıklamaya belli bir destek sunduğunu ifade etti. Türkiye’de Barselona’daki gibi boykotların sendikal örgütlerin sıkıntılarından dolayı olmadığını belirtti. Olduğumuz her yerde basınç uygulayacağımız eylemler yapmayı, Boğaziçi Üniversitesi’nde de İsrail ile akademik ilişkilerin kaldırılması gerektiğine dair mücadele etmek gerektiğini vurguladı.

Ardından biz söz alarak şunları ifade ettik:

“Ne yapabiliriz meselesi konuşulurken farklı biçimleriyle boykottan bahsediliyor. Zaten Barselona örneğinde gördüğümüz, işçilerin aksiyona geçtiği ve İsrail için üretimi engellediği biçim oldukça kıymetli. Bir de diğer biçimiyle boykot var ve bu da çok temel bir mantığa dayanıyor: ‘Bazı şirketler var, bunlar İsrail’i destekliyor, bu yüzden bu şirketlere karşı durmak ve onlara zarar verecek hamleler yapmak gerekir.’ Bu temel mantığı işlettiğimizde, İsrail devletinin varlığını savunan devletlere karşı mücadele etmek gerektiği sonucuna varmamak mümkün değil. İsrail’in saldırılarına karşı çıkıp çıkmadığı fark etmeksizin, bugün İsrailsiz bir Ortadoğu’yu savunan tek bir devlet yok. Başta emperyalistler olmak üzere tüm devletler bağımsız birleşik Filistin’in karşısında. Dolayısıyla bağımsız birleşik Filistin’i savunanların karşısında da bu devletler var. Bu emel için mücadele etmek yalnızca Filistin’dekilerin sorumluluğu değil. Bağımsız birleşik Filistin için Türkiye’dekilerin de, Almanya’dakilerin de, Mısır’dakilerin de sorumluluğu var. Kendi hükümetlerine karşı mücadeleyi büyütmeleri gerekiyor. ‘Filistin’in yanındayız’ demek bir anlam ifade etmiyor, çoğu zaman sorumluluktan kaçmanın ilanı oluyor. Sorumluluk almak ve bağımsız birleşik Filistin’in önünde engel olan devletleri yıkmak gerekiyor.

İsrail’in varlığını koruması için gayret eden emperyalist güçler, burjuva devletler bunları tekil inisiyatiflerle yapmıyorlar. BM, NATO gibi uluslararası örgütlenmeler vasıtasıyla birlikte hareket ediyorlar. Emperyalistler, burjuva diktatörlükleri böyle bir araya gelirken; ezilen uluslar, kadınlar, işçiler, emekçiler de böyle bir örgütlenmeye sahip olmalı. Uluslararası bir merkezi yaratma sorumluluğu, biz komünistlerin üzerinde duruyor ve biz de bu doğrultuda mücadele ediyoruz. Hükümetin Filistin meselesindeki sorumluluğundan bahsederken üzerinden atlanan bir husus, bunu söyleyenlerin içine düştüğü iki yüzlülük. Filistin konusunu gündeme taşıyanlar, desteklerini bildirenler, İsrail devleti hakkında atıp tutanlar, Kürdistan’da olup bitenlere kör sağırlar. Burada Filistinli arkadaşların anlattıkları başta olmak üzere anlatılan tüm anekdotlar, yaşadığımız topraklarda aynı şekilde vücut buluyor. Toprakları işgal ve ilhak edilen, bilfiil saldırı altında olan Kürt ulusu gündem edilmiyor, İsrail için söylenenler Türkiye için söylenmiyor. Sorumluluktan kaçmanın ve konforlu alana sığınmanın bir ifadesi bu durum. Kürdistan’a ve Filistin’e özgürlük için sorumluluğumuz var. Bağımsız birleşik Filistin’in önünde engel olan, Kürdistan topraklarını ilhak eden bu devlete, hükümete karşı mücadele etmek gerekiyor.”

Söz alan DGB’li arkadaş ise Siyonist işgal rejiminin hak iddia ettiği coğrafya içinde 90.000 işçinin çalışma iznini iptal ettiğini ifade etti. Görevimizin, boykotun bir diğer ayağı olan üretimin durdurulması veya sabote edilmesi olduğunu dile getirdi.

Konuşmaların ardından biz de son olarak tekrar söz aldık ve şunları ifade ettik:

“106 yıl önce bugün, Ekim Devrimi ile birlikte ezen ulus devletleri yıkıldı, ezilen ulusların özgür cumhuriyetlerinin gönüllü birliği sağlandı. Ekim Devrimi’ni tarihsel bir olgu değil, günümüze de ışık tutan politik bir pusula olarak görenleriz. Emperyalizm çağı hala sürüyorsa, proleter devrimler ve ulusal kurtuluş mücadeleleri de hala güncel demektir. Bugün Kürdistan ve Filistin sorunu karşımızda duruyor. Yapmamız gereken, ‘nehirden denize özgür Filistin’ demek değildir. Filistin için sadece Siyonist İsrail devletinin değil, aynı zamanda İngiliz emperyalizminin çekilmesiyle kurulmuş gerici Ürdün Krallığı’nın da yıkılmasını ve bağımsız birleşik laik bir Filistin devleti kurulmasını savunmaktır. Bugün biz de bir ezen ulus devletinde yaşıyoruz. Ortadoğu’da gericiliğin bekçisi Türkiye Cumhuriyeti, Kürdistan’ın en büyük parçasını işgal ve ilhak ediyor. Bugün sadece Filistin değil, aynı zamanda Kürdistan’ın da kendi kaderini tayin hakkını savunmak için Türkiye’nin, İran’ın, Irak’ın ve Suriye’nin yıkılması gerektiğini ve yerine bağımsız birleşik bir Kürdistan devleti kurulması gerektiğini savunmamız gerekir. Filistin hamaseti yapan ancak İsrail’le ilişkilerini kesmeye cüret edemeyen bu hükümetin Filistinliler ve Kürtler üzerine yürümesine ses çıkarmazsak hükümet ile aynı hizaya gelmiş oluruz. En başta ve açık bir şekilde, Orta Doğu’ya barışın gelebilmesini savunmamız için Filistin ve Kürdistan’ın özgürlüğünü savunmamız gerekir. Emperyalistler Balfour ile Filistin’i, Lozan ile ise Kürdistan’daki ulusu böldüler, işgal ve ilhaklarını bu anlaşmalarla tescillediler. Bizim baştan itibaren bölücü olmadan, bu emperyalist anlaşmaları yırtıp atmadan anti-emperyalist olunamayacağını söylememiz gerekiyor. Eğer bu bakış açısından bakmazsak, emperyalistler arası paylaşım kavgasını görmezsek, Afrika’daki darbelerden Fransız emperyalizminin kovulduğu ve oradaki ulusların özgürlüklerine kavuştukları yanılsamasına kapılırız. Dünyayı yorumlarken emperyalistler arası paylaşım kavgası perspektifiyle bakmazsak, bir emperyalist devletin çıktığı yerin boşluğunu öbür bir emperyalist devletin, Rus emperyalizminin doldurduğunu göremeyiz.”

Sözümüzden sonra Filistinli bir arkadaş dediklerimize tamamen katıldığını ve çok doğru bulduğunu belirtti. Bir buçuk saatlik soru-görüş bölümünün ardından etkinlik sona erdi. Çıkışında dediklerimize katılan Filistinli arkadaş ile birlikte, Filistin’de bağımsız birleşik laik bir Filistin devletini savunacak ve dinini gözetmeksizin emekçileri bu amaç uğrunda seferber ve onlara önderlik edecek bir komünist partinin olmadığını ve yaratılması gerektiğini söyledik. Türkiye’de mücadele eden komünistler olarak görevimizin Ortadoğu’da gericiliğin bekçisi bu hükümete karşı mücadele etmek olduğunu, Filistin’e ancak bu şekilde gerçekten destek verebileceğimizi vurguladık. Bu dünya komünist partisi ihtiyacını tamamlamak için ve T.C. hükümetine karşı mücadele etmeden yapılan her açıklamanın soyut bir şekilde hakemlik yapmak olduğunu anlattık. Olumlu geçen ve mutabık olduğumuz konuşmamız sonucunda kendisine gazetemizin Ekim sayısını verdik. Aynı zamanda bu konuda gazetemize bir yazı göndermek için de kendisiyle sözleştik.

Etkinlik bitişinde katılan arkadaşlardan da ifade ettiğimiz görüşlere tamamen katıldığını, etkinlik boyunca yapılan tek somut ve doğru tutumu ifade ettiğimizi söyleyenler oldu. Biz de katılan arkadaşlarımızla bu konu hakkındaki görüşlerimize dair daha fazla konuşma fırsatı bulduk.

Katılımcılar açısından yapılan etkinliğin ilgiyle takip edildiğini ve sonucundan da memnun kalındığını gözlemledik. Bizim açımızdan da etkinlik oldukça olumluydu. Hem ulusal soruna ve diğer birçok meseleye dair görüşlerimize katılan arkadaşlarla konuşma ve tartışma fırsatı bulduğumuzu, hem de diğer sol akımlarla proleter devrimcilerin ulusal soruna bakışındaki ayrımını net bir şekilde gösterdiğimizi düşünüyoruz.

Üniversitelerden Komünistler