KöZ olarak Suruç katliamının 7. yılında AKP’nin ilk seçim yenilgisi olan 7 Haziran 2015’i anlatıp, onu takip eden süreci değerlendirdiğimiz söyleşimizi Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüsü’nde 29 Haziran Çarşamba günü gerçekleştirdik.
Moderatörün girişinden sonra konuşmacı yoldaş söyleşiyi KöZ sayfalarına yansıyan iki tespitten, yani Erdoğan’ın başlattığı iç savaş ve içinde bulunduğu rejim krizi tespitlerinden yola çıkarak anlatacağını belirterek başladı. Nitekim bugün eğer, Erdoğan’ı göndermek, ondan seçimlerle kurtulmak gündemi varsa, önce Erdoğan’ın içinde sıkıştığı siyasal gerçekliği doğru analiz etmek ve bir seçim yenilgisinde nasıl davrandığından dersler çıkarmak gerekir.
Konuşmacı yoldaş da bu sebeple öncelikle Erdoğan’ın rejim krizini doğru ortaya koyabilmek için bugün de halen hüküm süren 12 Eylül rejiminin nasıl tesis edildiğine, neyi murat edip neyi başardığına/başaramadığına bakmak gerektiğini vurguladı.
Yoldaş 12 Eylül’ün Kürdistan’daki ve Türkiye’deki devrimci dinamikleri ortadan kaldıramadığı için bu anlamıyla başarısız bir darbe olduğu tespitini yaptıktan sonra. Kürt Baharının hiçbir zaman bitirilemediğinin -Erdoğan’ı ilgilendiren yönleriyle- bir resmi olarak 2007’de DTP’nin Bin Umut Adayları ile %10 barajını geçerek meclise girmesini ve 2011’deki tecrit karşıtı kitlesel protestoları hatırlattı. Bir yandan bunlar olurken Ergenekon, Balyoz süreçleri gibi burjuva klikleri arasındaki çatışmalarla iyice sıkışan ve kendi iktidarını korumak için çözüm sürecinde zorla kendini masada bulan bir Erdoğan olduğunun altını çizdi. 2015’e kadar geçen zamanda Erdoğan’ın çözüm sürecinin kendine yaramadığını ve bu yüzden masayı dağıttığını, ardından ise tam tersi yönde hareket ederek saldırıya geçtiğini söyleyen yoldaş, 7 Haziran sonrasına da bu perspektifle bakmak gerektiğini dile getirdi. 7 Haziran’da AKP’nin karşısında kendini bağımsız bir şekilde ve kendi kimliğiyle ortaya koyan, başkalarına yedeklenmeden çözüm sürecinden de aldığı güç ile “Seni Başkan Yaptırmayacağız” diyerek seçime giren bir HDP olduğunu ve bu siyasetin sonucu olarak AKP’nin yenilip tek başına iktidarı alamadığını hatırlattı. Yoldaş, Erdoğan’ın 7 Haziran’dan sonra seçimler yoluyla tek başına iktidara gelebilecek gücü olmadığını anlamasıyla MHP’yi yanına alarak saldırganlığa ve toplumun tüm muhalif kesimlerine karşı bir iç savaş başlatmaya mecbur kaldığını söyledi. Türkiye solunun Erdoğan’ın çok güçlü olmasına ilişkin vaveylalarının aksine gerçeğin Erdoğan’ın köşeye sıkışmışlığı ve güçsüzlüğü yüzünden mecburi olarak bu iç savaşı başlattığı ve devam ettirdiği olduğunu vurguladı.
Konuşmacı yoldaş, iç savaşın genelde toplumun birkaç kesimi arasında yaşanan veya sürekli olarak sıcak çatışmaların yaşandığı bir ortam olarak tahayyül edildiğini ancak Erdoğan’ın başlattığı iç savaşı daha iyi anlamlandırabilmek için Paris Komünü deneyimine bakmak gerektiğinden bahsetti. O dönem yaşananın Başbakan Thiers’in Prusya ile anlaşabilmek ve kendi iktidarını koruyabilmek adına Paris’i silahsızlandırmak için bir iç savaş başlatarak Paris’te Montmarte tepelerine asker göndermesiyle başlayan bir süreç olduğunun altını çizdi. O gün Thiers’in kendi iktidarı için yaptığını dün de Erdoğan’ın yaptığını belirten yoldaş, Montmarte’a birlik gönderen Thiers ile Sur’a asker gönderen Erdoğan’ın bu bağlamdaki benzerliklerini ortaya koydu. Aynı zamanda, bu iki benzer saldırıya verilen tepkinin de aynı benzerlik oranında ters olduğuna değinen yoldaş Paris’te proletarya diktatörlüğüne götüren siyasi perspektifin ne olduğunu anlamının önemini belirtti.
İki burjuva klik arasındaki savaşta bağımsız bir hareketi yaratan Parisli silahlanmı işçilerin kendilerini savaşın muhattabı belleyip kendi yollarını çizerek komünü yarattıklarını hatırlatan yoldaş, bugün Erdoğan’ın savaşında kendini bağımsız olarak savaşa muhattap kılacak bir siyasal öznenin eksikliğinin altını çizdi.
İç savaş ve rejim krizi tespitlerinin bir çelişki değil aksine birbirini tamamladığına da değinen yoldaş, Erdoğan’ın bu savaşı öyle ya da böyle devam ettiriyor oluşunun 7 Haziran’dan sonra Erdoğan’ın karşısında Paris Komünü’ndekilerin yaptığını yapamayan bir muhalefetin varlığı olduğunu vurguladı. Erdoğan’ın karşısında eylemli kitlesel bir karşı duruş sergilenmedikçe Erdoğan’ın savaşın dozunu arttırdığını belirten yoldaş, Sur’da da, 10 Ekim’de de, Suruç’ta da böyle olduğunu ifade etti.
“Provokasyona gelmeyelim, iç savaş olmasın” diyen ve kendini iç savaşın muhatabı olarak görmeyen bir muhalefet karşısında Erdoğan’ın başlattığı iç savaşı güçsüzlüğüne ve istikrarlı bir şekilde sürdürememesine rağmen karşı taraftan cevap gelmediği için daha da özgüvenli bir şekilde saldırılarına devam ettiğini söyleyen yoldaş ilk tur konuşmasını noktaladı.
Soru ve görüşler şu şekildeydi: “Suruç’u nasıl değerlendiriyorsunuz?”, “Paris Komünü ve Sur’u kıyasladın. Buradaki iç savaşta aslında hükümeti topyekün karşısına almak yerine muhatap olan kesim bir barış talebi dillendirmişti. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir?”, “İç savaşın yanında Erdoğan’ın içinde bulunduğu bir rejim krizi var. Rejim krizine dair iç savaşın muhataplarının önerdiği şeyler nedir? Erdoğan’ın rejim krizini çözme kabiliyeti var mı ya da seçim bağlamında karşısında duran Millet İttifakının rejim krizini çözmeye yönelik bir planı var mı? Rejimi tadil mi etmek istiyor ya da yeni bir rejim mi getirmek istiyor?” İç savaşı hangi somut duruma göre koyuyorsunuz ve Kürt hareketini hangi sınıfsal bağlamda değerlendiriyorsunuz? 10 Ekim sonrası sessizlikten bahsettin, burada HDP’nin düzen içileşmesiyle ilişkisi nedir?”
Sorulardan sonra ikinci tura geçildi.
Yoldaş ikinci tur konuşmasına iç savaşa dair konuşmayla başladı. İç savaş tespitinin altında yatanın kendi burjuva hukukunun dahi dışına çıkarak, kendi çıkarlarını için bunları yok sayan hamlelerle karşısındaki güçlere saldıran bir Erdoğan’ın oluşu olduğu vurgulayan yoldaş, bu tespitin Erdoğan’a karşı mücadelede de ipuçları verdiğinin altını çizdi.
Saldıranın herhangi bir düzen içi hukuka uymadığı bir savaş halinde, burjuva hukukuna sıkışan düzen muhalafetiyle birlikte saldırılara karşı mücadele edilemeyeceğini ifade eden yoldaş, barış temennileri sorusuna da bu bağlamda bakmak gerektiğini ifade etti. Yoldaş karşıda köşeye sıkıştıkça pervasızlaşıp saldıran hükümet varken, ne soyut barış çağrılarının ne de “provokasyona gelmeyelim” çizgisiyle ilerleyen bir hareketin bu savaşa son verebileceğini söyledi.
Erdoğan’ın 7 Haziran yenilgisiyle başlattığı iç savaşı takip eden tüm saldırıların ve provokasyonların bu iç savaşın bir parçası olarak kabul edilmesi gerektiğini ve bu bağlamda değerlendirerek ne yapılması gerektiğini konuşmak gerektiğini ifade etti. “Devletin izniyle gittiler, katilleri bulunsun”, “IŞİD’in mahvettiği bir kenti inşa etmeye, oyuncak götürmeye gittiler bağlamında bir Suruç anlatısının da siyasi olarak yanlış bir perspektif olduğunu ifade eden yoldaş, esas olarak orada yapılması gereken vurgunun Türkiye’nin diğer ilhakçı kuvvetlerle boğmaya çalıştığı Rojava Devrimi ve kantonlarına olan saldırıya karşılık yüzünü Kürdistan’a dönenlerin katledildiğini ifade etmek olduğunun altını çizdi.
İç savaşın parçası olan saldırıların önünü kesmenin tek yolu iç savaşın sorumlusu Erdoğan hükümetine karşın kitlesel, eylemli, siyasal bir mücadele yürütmekten; seçimleri beklemeyi ve evde oturmayı vaaz eden Millet İttifakı’nın emekçi kitlelere ve solun önemli bir kısmına vurduğu prangayı kırmaktan geçtiğini belirten yoldaş, Rojava’yı savunmaya gidenler için Rojava’nın düşmanı muhalefetle hesap sorulup sorulamayacağını sordu. Bu nedenle de tıpkı Paris Komünü’nü kuranların yaptığı gibi o ya da bu burjuva kanada yedeklenmeden bağımsız bir emekçi hareketi yaratmanın mücadelesini vermek gerektiğinin altını çizdi. Bunun da ancak her politik meselede amasız fakatsız ezilenlerin ve emekçilerin mücadelesini yükseltecek bir siyasi hattın takip edilmesinin ihtiyacının yakıcılığını ifade etti.
Bugün de emekçilerin gündeminde buz gibi bir Erdoğan’dan kurtulma sorunu varken yapılması gereken; iç savaşı yok sayan, düzen sınırlarına sıkışmış bir muhalefete açık veya gizli destek vererek Erdoğan’dan kurtulmayı beklemek, adeta devrimciliği 2023’e kadar tatil etmek değil, kitlelere aksini taşımak olduğunun altını çizen yoldaş, bunu da herkesin gözünü diktiği seçimlerde göstermek gerektiğini vurguladı.
Devrimcilerin doğaları gereği seçimlerden bir beklentisi olmadığını belirten yoldaş;
“Tabii ki de seçimler bir derde deva olmayacak. Fakat bugün kitleler Erdoğan’ı göndermeye muktedir bir tek Millet İttifakı görürken ona destek vermek sınıf işbirlikçiliğidir. Bunun yerine, seçimleri bağımsız bir emekçi hareketi yaratmak için kaldıraç olarak kullanmak gerekir. Bunun için de dayatılan “Ya Cumhur Ya Millet”e karşı “Düzen İttifaklarına İki Turda da Oy Yok” diyerek emekçilerin ezilenlerin yegane politik dayanağı olan devrimci siyaseti seçimlerde de göstermek gerekir. Biz KöZ olarak bağımsız bir Cumhurbaşkanı adayı çıkarıp bunun çalışmasını yaparak seçimlere müdahele etmek gerektiğini düşünüyoruz. Rojava’nın düşmanlarına, NATO’culara oy yok diyenlerle de bir araya gelip bu süreci birlikte örgütlemek istiyoruz. Millet İttifakı’na ehvenişer diyerek kuyruğuna takılmak yerine seçimlerde bağımsız bir tutumla sokak hareketini yükseltmek gerektiğine inanıyoruz. Bu şiarı sahiplenen herkesle de amasız fakatsız bir arada olmaya hazırız.” diyerek sözlerini noktaladı.
İkinci tur konuşmasının da tamamlanmasıyla söyleşimiz sona erdi.
ADALET İÇİN TEK YOL DEVRİM!
SEÇİMLERDE İKİ TURDA DA DÜZEN İTTİFAKLARINA OY YOK!
Üniversitelerden Komünistler