22 Haziran Cumartesi günü Mecidiyeköy Gülbağ’da bir öğrenci arkadaşımızın evinde kahvaltı düzenledik. Güldes Önkoyun’un da katıldığı kahvaltımızda öğrenci arkadaşlarımızla 23 Haziran Seçimleri’ni konuştuk. Platformumuzun “Komünistlerin Birliği” çağrısının güncel anlamını değerlendirdik ve toplantıya katılan arkadaşları insanlığın ihtiyaç duyduğu devrimci partinin kuruluşu için sorumluluk almaya davet ettik.
Kahvaltıdan sonraki sohbetimizde ilk sözü Güldes Önkoyun aldı. 31 Mart seçimlerinde neden aday olduğundan bahsetti. Seçimlerin yenilenmesi kararıyla birlikte boykot tutumunu benimsediğimizi, zira tekrar seçimlere katılmanın Erdoğan’ın ekmeğine yağ süreceğini, ona can simidi uzatmak anlamına geleceğini, Erdoğan’ın seçimle gitmeyeceğini ifade etti. Bugün yapılması gerekenin bu seçim oyununa dahil olmayarak seçimleri boykot etmek olduğunun altını çizdi. Buna karşın adaylıktan çekilmediğini, zira adaylıktan çekilmenin İmamoğlu’na destek anlamını taşıyacağını anlattı.
Ardından bir yoldaşımız KöZ adına söz alarak 31 Mart seçimlerine gidilirken Türkiye’de bir rejim krizinin bulunduğundan, Erdoğan’ın 2009’dan beri gerilediğinden bahsettik. Bugün geldiğimiz noktada Erdoğan’ın Bahçeli’ye muhtaç ve onun çizgisine mahkûm olduğunu hatırlattık. Gerileyen Erdoğan’ın bir türlü gönderilememesinin rejim krizini derinleştirdiğini anlattık. Beri yandan devlet içerisindeki farklı kliklerin birbiriyle çatışma halinde bulunduğunu, bu çatışmanın en çıplak haliyle 15 Temmuz’da açığa çıktığını ve bunun da krizin diğer boyutları olduğunu anlattık. Kendi tutumlarından bağımsız olarak Kürtlerin parlamentodaki varlığının, Rojava Devrimi’nin krizi derinleştirdiğini ifade ettik. HDP’nin niyetinden bağımsız olarak Erdoğan’ın gönderilmesi için tasarlanan ittifakları bozan bir yapısı olduğunu değerlendirdik.
Bu koşullarda girilen 31 Mart seçimlerinde Millet İttifakı’nın ve bu ittifakı zafere taşımayı amaçlayan Amerikancı projenin HDP’den destek istediğini, ancak HDP’den bu desteği isterken HDP’ye “sus, konuşma, eylem yapma, sokağa çıkma” dediğini hatırlattık. Böylece Erdoğan kuşatılacak, burnu sürtülecek, 31 Mart sonrasında da burjuva siyasetinin başka enstrümanlarıyla, skandallarla, sandıkla vb. metodlarla gönderilmek istenecekti. “Neticede 31 Mart’ta HDP Millet İttifakı’na firesiz destek verdiğini gördük” dedik. AKP’nin ise geriletilmediğini ifade ettik. AKP, seçimlerin yeniletilmesi kararıyla aslında seçimle gitmeyeceğini göstermişti. Solda yaşanan bayram havasına inat, bizim “Tek yol devrim” şiarını haykırmayı, devrimle gideceklerini haykırmakta ısrar ettiğimizi anlattık.
Bu sözlerin ardından canlı tartışmalar yaşandı. 31 Mart’ta Güldes Önkoyun’a oy veren bir arkadaşımız bugün İmamoğlu’nun desteklenmesinin bize nefes aldıracağını ifade etti. Bu fikir üzerine bir miktar tartıştık. Buradan hareketle sohbetimizin ikinci turunda anlatmak istediklerimizi anlatmanın koşulu oluşmuştu.
Devrim İçin Devrimci Parti! Devrimci Parti’yi Yaratmak İçin Sorumluluk Al, Öne Çık!
Söz alan yoldaş şunları ifade etti: “Biz zaten kitlelerin İmamoğlu’na oy vermesinde anlaşılmayacak bir şey görmüyoruz. Rahatlamak, nefes almak, barışmak, kucaklaşmak isteyenler, istikrar isteyenler, yaşanası bir ülke arzu edenler, siyasete seçmen olarak katılanların bir bölümü İmamoğlu’nu destekleyeceklerdir, ona bel bağlayacaklardır. Bunu öngörmek zor değil, CHP’nin propagandası da kitleleri buna inandırmaya dönüktür. Bizim eleştirimiz İmamoğlu’na oy veren kitlelere değil, bu düzeni yıkmak istediğini iddia eden devrimcilerin bu katara katılmasınadır.
Gelgelelim sen 31 Mart’ta Güldes’e oy vermişsin. Yani aslında İmamoğlu ve AKP arasında esaslı bir fark bulunmadığını bilen, esen rüzgara karşı durabilmiş bir arkadaşımızsın. Dolayısıyla sen zaten yalnızca bir seçmen olarak davranmamalısın, örgütlü devrimcilik yapmalısın.
Peki ne demek örgütlü devrimcilik? Az önce konuşurken İstanbul 1 Mayısı’ndan önce yaptığımız pikniğin sözü geçti. Burada söz alan bir yoldaşımız evrimcilik ve devrimcilik arasındaki farklardan bahsetmişti. O konuşmayı anımsatmak istiyorum. Aslında konuya evrimci bir yaklaşımla baksak, İmamoğlu’nu destekleyelim, rahatlayalım, örgütlenmemizin önü açılsın, üniversitelerde yine yuvalanalım, büyüyelim, çalışmamızı ilmek ilmek örelim ve halkı sosyalizm fikrine kazanalım diyebiliriz. Bu İmamoğlu’nun desteklenmesinin bir gerekçesi olabilir.
Oysa siyaset böyle lineer olarak ilerleyen bir süreç değildir. Türkiye tarihine bakın: neredeyse 20 yılda, 30 yılda bir büyük ayaklanmalar, isyanlar, kırılmalar yaşanmış. Bu kırılmalar da devrimcilerin müdahalesiyle, zorlamasıyla değil, kendiliğinden yaşanmış. İşte devrimci partinin rolü bu kırılma anlarında siyasete müdahale edebilmek, zor yoluyla iktidarı ele geçirmektir. Devrimcilik budur. Bugün bunu yapabilecek bir devrimci örgüt yoksa da bunu yaratmaya çalışmaktır. Biz de bunu yapıyoruz.
Peki bunu nasıl yapıyoruz? Biz bunun için bir strateji öneriyoruz. Türkiye’de 71-72 kopuşu yaşanmış. Bununla birlikte ortaya çıkan bir dizi gelenek var. Bugün Türkiye’de devrimcilik reformizm karşısında daha az taraftar buluyor olsa da halen devrim için çalışan, çalıştığını düşünen, devrimin düşünü gören unsurlar mevcut. İşte önce bunları birleştirerek bir parti kuruluş kongresini toplamak gerekir diyoruz. Bunu da siyasal mücadele içerisinde yapıyoruz. Bugün yaptığımız her şey, yürüttüğümüz faaliyet de bunu gerçekleştirme amacı doğrultusunda yapılıyor. Boykot çalışması da böyledir, bizim burada bu kahvaltı etkinliğini yapmamız da bu amaç doğrultusundadır. Bu amaca yönelen faaliyet bizim için devrimcidir. Sizleri de devrimcilik yapmaya, dolayısıyla devrimci partiyi yaratmak üzere sorumluluk almaya, öne çıkmaya çağırıyoruz.”
Bu sözlerin ardından, aynı çerçevede sorular ve cevaplarla tartışma boyutlandı. Bu aşamada bizim daha önceleri HDP’yi desteklemiş olmamızın bu strateji bakımından nereye düştüğü soruldu. Ayrıca bizim başka kurumları boykot toplantısına çağırmamızın onların sahiden boykot çalışmasına katılması beklentisiyle mi olduğunu yoksa onlar bu sorumluluktan kaçtığında onları teşhir etmek için mi bu çağrıyı yaptığımız soruldu. Biz de HDP’nin bir düzen partisi olduğunu, ne var ki bir burjuva partisi olmadığını, ayrıca bizim güçlü bir boykot çalışmasını örgütlemek için sahiden çabaladığımızı, bununla birlikte kimi kurumlarla ortak çalışmalar yapmamızın ve bu yolla temas kanallarımızı arttırmamızın stratejimiz açısından da yararlı olduğunu ifade ettik. Kahvaltı, hazırlık gibi süreçlerle birlikte yaklaşık dört saat süren verimli bir toplantı gerçekleştirdik.
İstanbul’dan Komünistler