Bu yazı Komünist KöZ gazetesinin 2009 Kasım özel sayısında yayımlanmıştır.
Mecliste Güya Demokrasi tartışıyorlar! Ezilenlerin ve emekçilerin azılı düşmanları yeni saldırılarını “demokrasi açılımı” adı altında pazarlıyorlar. Emekçilere ve Kürtlere öyle mi saldırmalı, böyle mi saldırmalı diye birbirlerine giriyorlar. Kimisi bu Cumhuriyeti kuranların izinden gitmek gerektiğini söylüyor. CHP’li Onur Öymen ve destekçileri “Dersim’de analar ağlamadı mı?” diye sorarken “Atatürk sizin gibi sinsi sinsi saldırmıyordu, Dersim’de yaptığı gibi gibi açıktan açığa eziyordu. Kürtleri de böyle açıktan açığa ezmeliyiz” diyor…
Kılavuzu ABD emperyalizmi olan rakipleri de : “Değişen şartlarda öyle değil böyle saldırılır” diyorlar. Alevilerle -önemli bir kısmı da alevi olan- Kürtleri birbirlerine kırdırmak ve ezilenlerin hareketini bölmek için yeni tezgahlar tertipliyorlar. Bu it dalaşının tozu dumanı arasında Alevileri, CHP’ye yedeklemek, Kürtleri de kurulduğu günden beri Kürtlere saldırmakta olan AKP’ye muhtaç etmek istiyorlar.
İt dalaşı sürerken Dersim’i Tartışıyorlar! Ama Dersim’i kana bulamanın yanlış olduğunu düşünen bir taraf yok. Oysa Dersim’i vuran gerici Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bugün bu Cumhuriyeti koruyanlar da yeni Dersim isyanlarıyla karşılaşmamak için tüm güçleriyle çalışıyorlar.
“Dersim” Alevilere yönelik ilk saldırı değil! Daha Kuvayı Milliye bile kurulmadan önce, 1917 Devrimi’ne katılan Rus birliklerinin bulunduğu Erzincan’da bir Ermeni-Kürt Şurası kurulmuştu. Ermenilerin yanı sıra kimi Dersim aşiretlerinin de bizzat katıldıkları bu şura, bölgede yaşayan Ermeni ve Kürt olmayanların da ilgisini ve desteğini çekmişti. O zaman Ermenilerle alevi Kürtlerin birlikte oluşturduğu bu hükümete karşı şimdiki gibi “vatan bölünüyor” çığlıkları yükseliyordu. Bu çığlıkların nedeni ezilenler arasında yayılan ve Erzincan Şurası ile somut bir olgu haline gelen özgürlük arayışıydı.
Cumhuriyetin temelleri bu özgürlük arayışını önleyerek atıldı. Harcı on binlerce Kürdün ve Alevi’nin kanı oldu. Cumhuriyetin sahipleri ayaklananların mülklerine el koyanlardı. Kadınlara tecavüz edip çocukları kurşunlayanlar da onlardı… Zeylan ve Laş derelerini özgürlük mücadelesi verenlerin kanıyla onlar buladı.
Cumhuriyeti kuranlar Dersim’de “özgürlük” diye haykıranları da kurşuna dizdiler. Erzincan Şurası Koçgiri’deki direnmenin kırılmasının ardında Batı Dersim’deki Yeşilyazı’da 1921 yılında kendini feshetti. Kemalistlerse Erzincan şurasından başlayıp Koçgiri’den geçerek bu hareketin izini sürdü 1938’de Dersim’de, Koçgiri’den sağ kalanlar, Seyit Rıza’nın önderliğinde baş kaldırdıklarında, “biz size boyun eğmeyeceğiz, önünüzde diz çökmeyeceğiz” dediklerinde karşılarında yine kemalistleri buldular. On binlerce Dersimli katledildi.
Dersim’in Adına Bile Katlanamadılar. Dersim’i de, tarihini de belleklerden kazımaya çalıştılar. 1935’te çıkardıkları yasalarda Dersim’in coğrafyasını da, adını da değiştirdiler. Aleviler devletin tüm silahlı güçlerini, devletin o “tunç elini” unutmasınlar bir daha isyan etmesinler diye Dersim’e Tunceli dediler. “Sizi Türkleştireceğiz, bir daha bu tarihi hatırlamayacaksınız” dediler, kendi ideolojilerini yerleştiren okullar açtılar, Alevilerin Kürtlerin dillerini, inançlarını yasakladılar.
Dersim’i el birliğiyle vurdular. Planı Mustafa Kemal yaptı raporunu İnönü hazırladı uygulamak Bayar’a düştü. Mustafa Kemal’in kızı Sabiha Gökçen uçaklarıyla bombaladı. Polisi, jandarması, silahlı kuvetleri, hakimleri, savcılarıya bu planın tereddütsüz arkasındaydı. Sonrasında bunu yanlış bulduğunu söyleyen, eleştiren kimseler de çıkmadı… Çıkması mümkün de değildi!
Dersim münferit bir vaka değildir. Bu Cumhuriyetin temel politikasıdır. Bu gerici cumhuriyet, ezilenlerin kanı üzerine kurulmuştur. Kurulduğu günden bu yana bu Cumhuriyet, özgürlük için savaşanları, demokrasi için başkaldıranları imha etmeye, onların varlığını inkar etmeye yeminlidir.
CHP bu siyasi çizginin kurucusu, en azılı savunucudur.
Onur Öymen Doğru Söylüyor. Bu devleti kuranlar ne Şeyh Sait Ayaklanmasında ne de Dersim’de “analar ağlamasın” demiştir. Ezilenler ne zaman özgürlük, demokrasi ve barış istemişse, bu devlet kafa kesmiş, kurşuna dizmiştir.
Bugün Kürtler de özgürlük, demokrasi ve barış istiyor. Demek ki, bugün Kürtlere de aynı şeyi yapmak zorundayız diyor Onur Öymen. Faşist olduğu için değil, CHP’nin politikalarına sahip çıktığı için. “Siz de benim gibi Atatürk’ün yolundan gitmiyor musunuz?” diyor… Açık sözlü bir Kemalist olduğu için… CHP’deki “cesur” Kemalistler de destek veriyorlar.
Kılıçdaroğlu iki yüzlüdür çünkü ne CHP’nin geçmişiyle yüzleşmektedir, ne gerçekleri halka anlatmaktadır. Öymen’e “gereğini yapsın” derken, “Öymen artık sussun, kafaları karştırmasın” demektedir. Dersim’e gittiğinde “Dersim’de bir katliam oldu” derken, bu katliamı yapanların partisinde, bu katliamı savunanların yanında durmaktan, aynı yolu yürümekten hiç gocunmamaktadır. Baykal’In açıklamalarından hemen sonra çark etmesi de bunun kanıtıdır.
Kılıçdaroğlu da Kemalisttir! Gocunamaz da, çünkü o da Kemal’in ve partisinin izinden gitmektedir. Sivas kongresinde halifeyi koruyacağına, halifenin izinden yürüyeceğine yeminler edip “aslında ben laikliği savunuyorum” diyen, Kürtlerin özgürlük hareketini bastırıp “birlikte kurtuluş mücadelesi verdik” diyen, Kürtlere kıyıp, dillerini, adlarını yasaklayıp “hepimiz kardeşiz, bu vatanın evladıyız” diyen, faşistleri alevilere saldırtıp, tüm katliamların zeminini hazırlayıp “Aleviler bu toplumun gözbebeğidir” diyen iki yüzlü Kemalizmin, iki yüzlü CHP’nin iki yüzlü sözcüsüdür Kılıçdaroğlu. Hem katliamlara destek vereyim hem de imzam olmasın demektedir.
Ne AKP ne CHP Çözüm Birleşik Mücadelede! Bu topraklardaki katliamların, kırımların hesabı sorulmadan bu topraklara demokrasi gelemez. Ancak AKP de CHP de bu kanın hesabını soramaz. Hesabı soracak emekçilerin, ezilenlerin, birleşik kitlesel mücadelesidir. Demokrasi ancak bu mücadele sonunda, tüm düzen partileri ve onların savundukları bu gerici düzen tepe taklak edildiğinde kazanılabilir.
Bu it dalaşını istismar edip, ezilenlerin emekçilerin bağımsız mücadelesini yükseltmek bugünün en acil görevi! Onur Öymen’e sözüm ona tepki göstererek AKP ise rakiplerini tahrik ederek rakiplerini saldırganlaştırmak ve bu şartlarda emekçilerin ve ezilenlerin bir kesimini kendine yedekleyerek etkisizleştirmek istiyor. CHP ise aynı hedefe tersi bir yöntemi uygulayarak ulaşmak istiyor.
“Demokratik açılım” tartışmaları ve bu yönde atılan adımlar yahut buna karşı geliştirilen tutumlar emekçileri ve ezilenleri yakından ilgilendirmeli. Tam da bu yüzden bugün hükümetin “Demokratik Açılım” adı altında yapmak istediği düzenlemelere “devletin temellerine saldırılıyor” diye karşı çıkanlar emekçilerin ve ezilenlerin bu süreçten yararlanarak güç kazanmasından ürkmekte ve bu korkuyla en azgın saldırıları kışkırtmak istemektedirler. Onların saldırılarını geri püskürtmek de korktuklarını başlarına getirmek de imkansız değil.
Düzen karşıtı tüm güçler, bu mücadeleyi yükseltmek için birlikte durmalı, bu mücadeleyi örgütlemeli. 2007 seçimlerinden beri elde edilen mevziler ve biriktirilen deneyimler bu it dalaşının iki tarafının oyunlarını da bozup, emekçilerin ve ezilenlerin demokratik haklar alanını genişletmek üzere “demokratik açılım” sürecinin istismar edilmesine imkan sunmaktadır.
Tam da bu nedenle bugün DTP’li vekillerin mecliste AKP ve CHP karşısında emekçilerin ve ezilenlerin hak ve özgürlük alanlarını genişletmek için verdiği mücadelenin meclis dışında takipçisi olmak gerekli.Demokratik hak ve özgürlükler alanını genişletmek, onurlu bir barışı mümkün kılmak için ezilenlerin DTP’nin etrafından güç birliği yapması gerekir.
Emekçilerin ve ezilenlerin birleşik kitlesel mücadelesini yükselterek “demokratik açılım” süreci istismar edildiği takdirde, işte o zaman emekçileri ve ezilenleri bölüp birbirlerine kırdırmak isteyenlerin gerici düzeninin tepe taklak edilmesi doğrultusunda bir hamle yapmanın koşulları yaratılacaktır