Ekim Devrimi vesilesiyle darbe/devrim ilişkisi üzerinde düşünmek oldum olası ilgi çekici bir inceleme ve düşünme konusu oldu. Bu konuda gerek tarihçi ve siyasi analistler gerekse sol akımlar iki hurafe arasında savrulurlar: Bir taraf 7 Kasım 1917’deki eylemi tarihteki en mükemmel darbeler arasında görür, bu darbenin ardında “askeri dehaların” rolünü inceler. Diğer taraf ise 7 Kasımı var edenin bir ayaklanma olduğunu söyler ve devrim mücadelesini benzer bir ayaklanmanın çıkacağı güne erteler. Bu hurafelerin birincisi tarihte bireylerin rolünü çarpık bir mercekten gözlemenin sorunudur. İkincisi ise tarihte öznel faktörün, bu bağlamda devrimci/leninist partinin önemini ve belirleyici karakterini ihmal eden başka bir çarpık bakış açısının sonucudur. Oysa Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği koşullar ile esas olarak aynı nesnel koşulların hatta daha elverişli olanların bulunduğu başka yerlerde aynı şey olmadı. Zira kendisini nesnel koşulların bir parçası haline getirmiş olan bir öznel faktör olarak bolşevik parti sadece orada vardı; ve devrim sadece Bolşeviklerinin elinin yetiştiği yerlere yayılabildi. Bu hurafeleri çürütebilmek için her şeyden önce bu gerçekleri akılda tutarak başlamak gerekir.

Şimdi de sık sık devrimle birlikte anılan ayaklanma konusuna ve Babeuf’ten beri devrimcilerin silahlı ayaklanma derken neyi kastettiklerine gelmek lazım. Zaten kurulurken kendisini “Babeuf’ten Karl Liebknecht’e uzanan kızıl çizginin takipçisi” olarak tarif eden Komünist Enternasyonal’in mirasçısı olma iddiasını taşıyanların Babeuf’ü1 anıp onunla hesaplaşmaması düşünülemez.

1789 Fransız Devrimi’nin içinden çıkan Babeuf ve yoldaşları bu devrimin tamamlanması için hükümetin temsil ettiği siyasi iktidarın silahlı ve kararlı bir azınlığın bağımsız eylemiyle ele geçirilmesi hedefine kilitlenmiştiler. Muhtelif girişimleri de başarısızlıkla sonuçlandı. Onların izinden giden Blanqui ve taraftarları da aynı perspektife sahipti. Kitlelerin rolüne ve eylemine daha fazla önem veren Bakunin ve benzerlerinin hedefi de aynıydı2.
Bu ve benzeri akımların tasavvur ettiği eylemlere o zamandan itibaren «silahlı ayaklanma» dendi. Bunların rakipleri ve düşmanları olan ve genel olarak jakoben diye anılanlar ise kendi bağımsız eylemlerine değil, şu ya da bu şekilde başına geçtikleri devleti ve devletin araç ve imkânlarını kullanma hedefine kilitlenmiş olanlardır. Sadece “radikal” tutum ve uygulamalarına bakarak bunlara devrimci demek yaygın bir eğilim olsa da yerinde değildir. Zira bu suretle muhtelif askeri darbeler yoluyla olduğu gibi seçimler yoluyla iktidara gelme hedefini güden ve son tahlilde reformist olarak tanımlanması gereken bir çizgiye varılır.
Oysa söz konusu olan ve vurgulanması gereken işçilerin ve köylülerin siyasi iktidarı ele geçirmekle kalmayıp bunu mevcut devletin parçalanmasına vardırması gerektiğidir. Ama asıl unutulmaması gereken de bunun için kendini işçi sınıfı ve ezilenlerin kitlesi dahil tüm kesimlerden ve başka siyasi akımlardan titizlikle ayıran ve öncekilerin hepsinden daha sıkı örgütlenmiş bir profesyonel devrimciler örgütüne ihtiyaç olduğudur. Hatta bunun olmazsa olmaz bir koşul olduğudur.

Lenin “Ne yapmalı?”da bunu hiçbir ikircime düşmeden hatta Pyotr Tkaçev üzerinden Babeuf-Blanqui çizgisinin Rusya’daki uzantısı sayılabilecek olan Narodnya Volya’ya açıkça gönderme yaparak savunduğu için onu “Blankist” diye suçlayanlar bu suçlamayı bu benzerlikten ötürü yapıyordu. Ama söz konusu olan sadece zahiri bir benzerlikten ibarettir ve farklılık daha önemlidir.

Silah ve silahlanma tekelini temsil eden devlet aygıtını ve bunu idare eden hükümeti devirmek için bağımsız bir silahlı eylemin (silahlı ayaklanmadan kastedilen budur) gerekliliği bakımından benzerlik olduğu besbellidir. Bu bakımdan altı çizilmesi gereken devleti idare eden hükümeti devirmenin her devrimin şartı olduğudur. Aynı zamanda da herhangi bir nedenle hükümetleri alaşağı eden her tür eyleme darbe demek de adettendir. Besbellidir ki bir devrim buna indirgenemeyecek olsa da bunun için mevcut nizamın temsilcisi yürütücüsü olan hükümeti alaşağı etmek elbette şarttır. Ama bu sadece bir devrimin yolunu açmak için olmazsa olmaz bir koşullardan biridir. Bir proleter devrimi için de gerekir. Nitekim Geçici Hükümet’in devrildiği 7 Kasım 1917 gününün “Ekim Devrimi” diye anılması tesadüf değildir.

“Devrim kitlelerin eseri olacaktır”, “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” saptamalarını tekerleme hâline getirenler ise sapla samanı karıştırır. Zira mevcut hükümeti devirmek her devrim diye anılabilecek olay gibi proleter devrimi için de şarttır. Bu münhasıran bu eylem için hazırlanmış ve ilk işi bunu sağlamak olan bir devrimci partiyi şart koşar. Sınıfsız topluma giden yolu açmak için böyle bir eylemin gerçekleştirilmesi de kaçınılmazdır. Buna hazırlıklı olan ve bunun için uzun bir hazırlığın muhtelif evrelerinden ve sınavlarından geçmiş olan bir profesyonel devrimciler örgütünün bağımsız eylemi belirleyici koşuldur. Bunun aksi burjuvazinin egemenliğinin bekçiliğini yapmak üzere görevli hükümetin, sınıfsız topluma giden yolu açma iddiasıyla öne çıkan bir diğeriyle el sıkışarak iktidarı teslim etmesini beklemek anlamına gelir. Bunlara sosyalist olduklarına yemin etseler de kısaca reformist denir.

Bolşeviklerin 7 Kasım 1917’de gerçekleştirdikleri eylem de işçi sınıfının ve köylülerin çıkarlarını temsil etme iddiasını taşıyan ve kendilerine sosyalist ve devrimci etiketlerini dahi yakıştıran hükümeti devirmek üzere gerçekleştirdikleri bağımsız bir eylemdi. Burada önemli olan bu eylemi bu partinin tasarlayıp ve sovyetlerden dahi icazet almayı beklemeden kendi planına uygun olarak kendi bağımsız güç ve imkânlarıyla bütün sorumluluğunu kendi üstüne alarak cüretli bir eyleme kalkışmasıdır.

7 Kasım’daki eylem tastamam böyle olmuştur. Aurora zırhlısının Geçici Hükümet’in ısrarlarına rağmen Neva Nehrini terk etmemesini sağlamak üzere gemideki gemicilerin önceden örgütlenip hazırlanmış olmaları; Sovyete bağlı Askeri Devrimci Komite’nin işinin ehli profesyonel devrimciler olmanın yanısıra askeri eylemlerde deneyimli (Stalin, Antonov-Ovseenko vb. gibi) bolşeviklerden teşkil etmesi bir teferruat değildir. Bu komitenin planlarına uygun olarak hangi köprülerin, posta teşkilatının vb. hangi birliklerle tutulacağı vb. ayrıntılı bir hazırlık vardır. Bu kadarıyla bile Malaparte’den3 başka pek çoklarının söz konusu olanın bir bolşevik darbesi olduğuna hükmetmesi tesadüf değildir. Olayın teknik boyutuna odaklanarak bu yorumu yapmak zor değildir. Zaten Dünya’daki pek çok yayın organında bu gelişme o zaman “Rusya’da Bolşevik Darbe” manşetleriyle duyurulmuştu. Ayrıca hükümetleri deviren her eyleme darbe etiketi takmaya alışkın olanlar için bu gayet tabii idi. Bu tarz bir eyleme hacet olmadan sosyalistlerin hükümete gelmesini hayal edenlerin de böyle bakması şaşırtıcı değildir. Reformist olanlarla devrimcilerin ayırdedilmesi için bu boyuta ve buna ilişkin tutuma bakmak da isabetlidir.
Ama elbette bir proleter devrimi için de böyle bir eyleme ihtiyaç olması proleter devrimini bu noktaya indirgemeyi gerektirmez. Sadece proleter devriminin başarısı için de mutlaka hükümeti hedef alan ve ilk elde onu devirmeye kilitlenmiş bir bakış açısına ihtiyaç olduğunu anlatır.

7 Kasım’a gelirken hiç kuşkusuz o sırada başkentte olduğu gibi Rusya’nın başka yerlerinde ve bilhassa orduyu teşkil eden askerler arasında örgütlenmiş devrimcilerin bulunduğu da başlıbaşına önem taşıyan bir etkendir. Komünist Enternasyonal’e katılmanın şartları arasında ordu içinde bozguncu faaliyet yürütülmesinin de bulunması rastgele değildir. Ne var ki askerlerden başka işçilerin de şu ya da bu yoldan silahlanmış ve hükümeti devirmek üzere motive olması da önemli bir şarttı. Sovyetler içinde Bolşeviklerin çoğunluk haline gelmiş olması da başlı başına önemli bir etkendi. Ama zaten 1900’lü yılların başından beri işçi sınıfına dışarıdan bilinç taşımak üzere idman almış ve türlü badirelerden geçerek ve oportünizmin muhtelif türlerine karşı mücadele içinde deneyim ve güven kazanmış olan Bolşeviklerin bunu sağlamış olması bir sürpriz veya tesadüf değildi.

Yine de bütün bu şartlar ve başkaları yerli yerindeyken Bolşevik Partinin Merkez Komitesi’nde Petrograd’da en itibarlı bolşevik olan Zinovyev’in, askeri işleri yıllarca sevk ve idare etmiş Kamenev’in ve Sovyet başkanı Troçki’nin tereddütlerinin olması şaşırtıcı olmamalı. Zira bu tereddütler zaten oldukça yaygın ve egemen bir bakış açısını ifade etmekteydi. Zira Temmuz ayında yüzbinlerce emekçinin kısmen silahlı olarak hükümet kuvvetlerine karşı ağır bedeller vermeyi göze alarak ayaklanmış ve ezilmiş olması da başlıbaşına önem taşır.

Bunu bir tür hezimet gibi görüp maneviyatları bozulanların sayısının da az olmadığını tahmin etmek ve bu halet-i ruhiyenin kitlelerle sıkı bağları olan Bolşevik Parti içinde de kendini göstermesini anlamak zor değildir. Ama Temmuz Ayaklanması’na bakarken ayaklanmanın bir başka yönüne dikkat çekmek daha önemlidir. Çünkü bu deneyim aynı zamanda başka bir gerçeğin görülmesini de sağlamıştır: 8 Mart’ta (Şubat Devrimi) olduğu gibi, bunun ardından Geçici Hükümet’in Çar’ın tahtını bırakması gibi hükümeti bırakmayacağının görülmesini de sağlamıştır. Paradoksal gibi görünse de Temmuz Ayaklanması Geçici Hükümeti devirmek için bir başka eyleme mutlak surette ihtiyaç olduğunu göstermiştir. İşte tam bu noktada daha sovyetlerde azınlıktayken bile “Bütün İktidar Sovyetlere” şiarını atmış olan Bolşeviklerin cüret edip “hükümeti biz deviririz devirmeliyiz” kararlılığını ortaya koyması tayin edici bir önem taşır; belirleyici olmuştur. Ama bunun için zaten böyle bir gelişmeyi düşünüp buna hazırlanmış olmak da önemsiz değildir.

Pek çokları silahlı ayaklanma dendiğinde Temmuz’daki gibi bir eylemi tasavvur eder, hayalini kurar. Ama pek çok örnek gibi Temmuz 1917’deki ayaklanma da bunun hedefe ulaşmak için beyhude olduğuna delalet eder. Zira burjuva diktatörlüğünün son hükümetinin bu tür gelişmeler sonucunda kendi kendine, hâkim sınıf kadar emperyalist güçlerin de kendisine tevdi ettiği bu misyonu bırakmasını beklemek en az parlamentoda çoğunluğu elde ederek bunu sağlamak kadar hayaldir. Hükümeti devrimci partinin bağımsız eylemiyle yıkmak gerekir. Bolşeviklerin yıllardır hazırlandığı eylemin özü de bundan ibaretti. Bir gün bile gecikmeden bu işe kalkışma iradesi de mevcuttu.

O zamandan beri bu gerçeği görüp aynısını yapmak üzere hareket edenler az değildir. Bunlara Lenin “Komünizmin Çocukluk Hastalığı Solculuk” kitabında ve Komünist Enternasyonal’deki konuşmalarında yanıt verdi. Sadece nihai eylemin nasıl olması gerektiğine kilitlenerek bunun sağlanamayacağını söyledi. Tıpatıp aynı biçimde ve aynı yollardan geçerek olmasa da oportünizmin bütün türlerine karşı bir mücadeleyi kararlılıkla sürdürüp bunu aynı zamanda işçi sınıfı içinde güven sağlamak üzere bir gündelik mücadele yürüterek yapmak gerektiğini vurguladı.

Zaten “Nereden Başlamalı?” broşürünün son cümlelerinden itibaren bunun için hazırlanmıştı Bolşevikler:

“Sonuç olarak muhtemel bir yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için iki cümle daha kuralım. Durmadan sistemli ve derli toplu bir hazırlıktan söz ettik; ama asla, istibdadın ancak düzenli bir kuşatmayla ya da örgütlü bir saldırıyla yıkılabileceğini kastetmedik. Böyle bir düşünüş saçma sapan bir doktrinere müstehak olur. Tam tersine, istibdadın, kendisini sürekli olarak ve dört bir yandan tehdit eden siyasi karışıklıkların öngörülemeyen etkisi sonucunda veyahut kendiliğinden bir patlamayla çökmesi tarihsel bakımdan son derece mümkün ve kuvvetle muhtemeldir. Ama böyle patlamalara ve kargaşa varsayımlarına bel bağlayarak faaliyetini sürdüren bir parti maceracı bir ruh hâline kapılmaktan sakınamaz. Biz kendi yolumuzda ilerlemeli ve düzenli çalışmamızı sebatla sürdürmeliyiz. Beklenmedik olaylara ne kadar az bel bağlarsak, herhangi bir ‘tarihi dönemeç’ karşısında hazırlıksız yakalanma tehlikesinden o kadar uzaklaşırız.” (“Nereden Başlamalı?” TE. c. 5 s. 20)

İşte muhtelif kitle ayaklanmalarına kitlelerin kendiliğinden eylemlerine bel bağlayan ve buna teslim olma alışkanlığından kurtulamayanlara inat, Bolşeviklerin izinden gitme azminde olan komünistler, “ayaklanma mı, darbe mi?” istifhamının çengeline takılmadan bir proleter devriminin başarıya ulaşmasının belirleyici koşulunu sağlamak için mücadeleyle mükelleftir. Çünkü kılavuzları ve yegâne ahlak saydıkları, proleter devriminin ahlakıdır. Burjuva ahlakının ayıp saydığı yasaların yasakladığı pek çok başka eyleme girişmekten çekinmedikleri gibi hükümeti devirme işine de böyle mülahazalarla tereddütlü yaklaşamazlar.

Sınıfsız topluma giden yolun açılması için tayin edici noktada kimseye kulak asmadan kimseden icazet beklemeden burjuva diktatörlüğünün son hükümetini kendi bağımsız ve silahlı eylemiyle devirme kararlılığını temsil edecek; emekçilerin güvenini kazanmak üzere gündelik siyasi mücadeleden kopmadan bu hazırlığı yürütecek komünist partiyi yaratmak üzere mücadele etmelidir.