5 Kasım Pazar günü Enternasyonal Komünist İşçi Birliği ile Bursa’da BAMİS’de Ekim Devrimi Işığında Ulusal Sorun: Filistin ve Rojava’da Savaş başlıklı, 2023 Ekim Devrimi Tartışmaları’nın Bursa ayağını gerçekleştirdik.

EKİB adına söz alan arkadaşın konuşmasının içeriği şöyleydi:

“Ulusların Kendi kaderini tayin hakkı derken, kendi kelimesinin yadsındığını düşünüyoruz.
Bizim topraklarımızda bu sorunun olması ayrı bir trajedi konusu, Kürdistan ve Filistin ile aynı coğrafyadayız. Farklı sol akımlarda ulusal sorunlara yaklaşımda farklı görüş ayrılıkları ve yaklaşımlar oluyor. Bir noktada turnusol görevi de görüyor bu yaklaşımlar.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı dediğimizde, devrimcilerin sorumluluğunu ve reflekslerinin ne olması gerektiğini bize sunuluyor. Bu konuda eveleyip, geveleyip azınlık hareketlerinde akil adamı oynamak yanlış bir tavırdır. Zira Filistin ve Kürdistan değerlendirilirken bazı akımlar çelişki içerisinde oluyor. Filistin’deki mücadele selamlanırken Kürdistan es geçilmeye çalışıyor. Esasında UKKTH meselesi yerellik tarif etmez. Sosyal şovenizme bulaşmadan takınmamız gereken tavır, orada gelişen mücadelenin hangi önderlik altında geliştiğine dikkat etmektir. Komünistler bu meseleye eleştirel de yaklaşabilir. Fakat dünyanın neresinde olursa olsun, azınlık hakları meselesi yadsınabilir bir olgu değildir. Birçok sol akım Filistin mücadelesini selamlıyor ve değerli buluyor. Bazı noktalarda Hamasla olan ilişkiyi de gözümüzün önüne getiriyor. FHKC dahi kayıtsız şartsız Hamas’ın yanında olmak gerektiğini söyledi. Hamas devrimcilerin selamlayacağı veya yadsınabilir bir oluşum mudur?

Yine UKKTH’yi önümüze alıp bu mevzuya yaklaşmak gerekiyor. Sırf HAMAS’tan dolayı, İsrail ile işbirlikçi olacak teorik söylemlerde bulunmamak gerekiyor.

Ekim Devrimi’nin kazanımlar, Stalin’den sonra Rus devriminin mezar kazıyıcıları ile devam etmiştir. Filistin Komünist Partisi’nin de mücadelesinin ne olacağına bozuk ve çürümüş olan enternasyonal yapı karar vermiştir.   Ekim Devrimi kazanımları ne zaman terk edilmiştir, ve gün yüzüne ne zaman çıkmıştır?

Sovyetler gibi bir devlet varken ve enternasyonal varken neden yanlış anlaşılmıştır. Özellikle Beşinci kongreden sonra bozulan o ivmede, Stalinci parti anlayışının tarumar ettiği durumda kişilere özgü bir bozukluktan bahsetmemek gerekiyor. SSCB, Lenin’den sonra yozlaşmış bir işçi devletine dönmüştü.

SSCB’nin yanlış tutumu ve Enternasyonal’in aldığı yanlış kararların ceremesini bu şekilde çekiyoruz. Filistin’de gelişen direniş hiçbir zaman dinci gericilik bağlamında gelişmemişti. Enternasyonal’in bozulması, dünyadaki komünist partilerin yörüngesinden çıkması demektir. İsrail gibi bir devletin meşruiyetini tanıyan bir yapıdan bahsediyoruz. İsrail’in orada olması en başından terör unsuru. Komünistlerin İsrail’i varsayan uzlaşmacı bir anlayışı terk etmesi gerekir.

Enternasyonalin bozulması ve SSCB’nin Ortadoğu projeleri Kürdistan meselesini de etkilemiştir.
Ortadoğu’daki bu karmaşık ortamda SSCB’nin tutumu, yozlaşmış bir işçi devleti olarak, NATO ve ABD’nin karşısısnda ne varsa destek vermek olmuştur. Hal böyle olunca BAAS partisine destek verildi.
BAAS partisi, hiçbir komünist partinin destek veremeyeceği bir yapıdır. Arap milliyetçiliği ve sol sosların eklendiği bir hareket olarak tanımlanabilir. BAAS partisi hüküm sürdüğü her yerde yerel halkına korkunç eylemlerde bulunmuştur. Kaddafi’nin kendi halkını tehdit etmesi bu bağlamda şekillenmiştir.

Kürdistan ve Filistin mücadelesindeki bozulmaların orta kavşakta buluşması, enternasyonalin bozulması, yozlaşmış işçi devleti olarak SSCB’nin varlığıyla ilintilidir.

Bu bağlamda bizim yaklaşımımız şudur: Rojava’da, Filistin’de de failler ortak. Ne İsrail’in var sayıldığı ne de TC’nin karşımıza alınmadığı eylem anlayışı, çözüm getirmeyecek. Çözüm, Ortadoğu coğrafyasında verilen enternasyonal bir mücadeledir. Ekim devrimi sonucunda inşa edilmiş enternasyonalin ilkeleri ışığında yaklaşırsak, barışı getireceğimiz günlerin temellerini atmışız demektir.”

EKİB konuşmacısının ardından Köz adına söz alan yoldaş, ilk tur konuşmasında şu noktalara değindi:

“Komünistlerin birliğini savunanlar olarak Ekim Devrimini tarihsel bir anıydı diyip ruh çağırmak gibi bir yerden okumuyoruz. Ekim Devrimi’nin, dünya işçi sınıfının ve ezilen ulusların sorunlarını çözecek bir pusula olduğu için tartışıyoruz. Ekim Devrimi’nin yarattığı SSCB ve Enternasyonal’in ulusal soruna bakışı bu anlamda önemlidir.

Ekim Devrimi’nin bizim açımızdan ayırt edici olan güncel olmasıdır. Ekim Devrimi’nini kazanımını, SSCB’nin halklara verdiği sosyal haklar, o dönemki en ilerici burjuva devletlerin yapamadığı sosyal hakları türünden olgularda aramamak gerekiyor.

Ekim devrimini bizim açımızdan ayırt eden şey, Ekim devriminin o güne kadar düşünülmeyen ve inanılmayan bir şeyi yapmış olmasıdır. O güne kadar başlarında patronun, komutanın olması gerektiğinin düşüne, beceriksiz, cahil denilen bir toplamın, işçi sınıfının basbaya bir devleti yöneteceğini göstermiş olmasıdır. Bununla birlikte, Rusya ile sınırlanmayan bir nitelik taşıması da aynı öneme sahiptir.

Ekim Devrimi’nin Filistin ve Kürdistan ile ilişkisine baktığımızda şunu görmek gerekiyor:

Ekim devrimi olduğu dönemde 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı var. Bununla birlikte her yerde ikinci enternasyonal çizgisinde partiler var. Ne oldu da devrim Rusya’da oldu diye sormalıyız. Ekim Devrimini yapanların çizgisi ‘asıl düşman kendi yurdunda!’ çizgisidir. Bu dendiği için Ekim Devrimi gerçekleşiyor. Sonrasında Ekim’in yarattığı SSCB’ de barışı gerçekleştirmiş oluyor. Ekim Devrimi’ni yapanların olmadığı coğrafyadaki emperyalistler kendi düğümlerini atabiliyorlar. 1916’daki Balfur deklarasyonunun yayınlandığını görüyoruz. Bir dizi Arap ayaklanmasının olduğu yerde, bunun olması tesadüf değil.

Günün sonunda Filistin ve Kürdistan’ın Ekim Devrimi ile ortak olmasının sebebi, emperyalistler arasındaki kavganın izdüşümü olması ile ilgilidir. Emperyalistlerin o coğrafyadaki kendi siyasi planlarını hayata geçirip geçirememeleri ile ilintili şeyler.

Ekim Devrimi Filistin ve Kürdistan için ne anlatıyor? Orak Çekiç meselesiyle bu anlaşılabilir. Orak, sadece köylülüğü temsil etmiyor. Komintern’in ikinci kongresinde herkesçe bilinen bir şiar var: ‘Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen ulusları birleşin!’ Ekim Devrmi olduktan bir hafta sonra, Rusya Hakları Hakları bildirgesi yayınlanıyor: ‘Rusya sınırları içerisinde yaşayan bütün halklar kendi devletlerini kurabilir.’ gibi bir çizgi söz konusu.

Demek ki Ekim Devrimi’nin temelinde her şeyden önce, bu hakkı verebilecek bir iktidarın olması önemli. ‘Tüm iktidar Sovyetlere!’ sloganına da bu açıdan bakmak gerekiyor. Bir ulus, kendi kaderini çeyrek, yarım tayin edemez. Bir ulusun kendi kaderini tayin etmesi, ancak kendi iktidar organlarını ve devletini kurduğunda tayin edebilir demek gerekiyor.

Peki bugün Kürdistan ve Filisin sorununu bu açıdan nasıl ele almak gerekiyor?

Nehirden Denize Özgür Filistin deniyor. Filistin, İsrail’i de Ürdün Krallığı’nı da kapsayan bir ülke esasında. Laik, birleşik bir Filistin kurulmasıyla Filistin’in kendi hakkını tayin etmesi gerekiyor. Kürdistan sorununun çözümü ve kurtuluşu da, Kürdistanlıların kendi iktidar organlarını ve devletini kurmasıyla çözülebilir. Peki Türkiyeli komünistlerin ne yapması gerekiyor? Biz öncelikle trafik polisi değiliz. Türkiyeli bir hareket olarak baktığımızda, oradaki bir hareketi destekleyip desteklememizin belli başlı kuralları olmalı. Kimse uluslararası örgüt kuralım Filistin ve Kürdistan’da mücadele edelim demiyor. Buradan birtakım analiz yapmakla sınırlı belli başlı tutumlar alınıyor, somut siyasal bir adım atılmıyor. Komünist Enternasyonal gibi bir dünya partisini kurma yönünde atılacak siyasal adım, en somut adım olacaktır.

Filistin’de de Türkiye’de verdiğimiz gibi bir mücadele vermek istiyoruz diyorsanız, kimlerle işbirliği yapacağız gibi bir soru olması gerekiyor aklınızda. Biz öyle bir coğrafyaya gittiğimizde bu hareketleri nasıl değerlendireceğiz?

Misal, Komintern çok net bir çizgi koymuş. Ulusal hareketlerin 3 temel unsur açısından değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiş

1. Halkı silahlandıracağız
2. Komünistlerin siyasi faaliyetler yürütmesine engel olmaması gerekir.
3. Kendi dışındaki herhangi bir ulusal azınlığa, baskı ve zulüm uygulamaması gerekir.

O zaman bizim değerlendirme ölçütümüz belirlenmiş oluyor. HAMAS’ı bu kriterlerle değerlendirdiğimizde, bu kriterlere uymadığını görmek zor değildir. Biz, kendi bağımsız devletini kurmak isteyen, özgür cumhuriyetini kurmak isteyen, kitleleri siyasete katan ve başka komünist yapıların örgütlenmesine alan açan etnik ve azınlık grupları baskılamayan akımları destekleriz.

Filistin ve Ukrayna söz konusu olunca, işgalci devletler kınanabiliyor. Fakat kimse bu rahatlıkta, aynı cümleleri Kürdistan için kuramıyor. Bugün bağımsız birleşik Kürdistan kurulmasın, TC devleti yıkılmasın diyen herkes sosyal şovendir. Bizim açımızdan bu kadar net. Ekim devriminin ezilen uluslara meselesine dair önümüze koyduğu bir dizi ilke ve esas var. Biz bugün, Komünistlerin Birliği’ni savunanlar olarak, dünya üzerindeki tüm burjuva devletlerin yıkacak, işçi-köylü şuraları kuracak bir enternasyonali yaratmak için uğraşıyoruz.

Bizim Türkiyeli komünistler olarak görevimiz, Filistin ve Kürdistan sorununu gündeme getirirken, hükümete karşı mücadele yürütmekten geçer.”

Soru ve görüşler:

1. Rojava ve Filistin’e dair belli tespitler yapıldı ve Ortadoğu’da kanın durması için TC ve İsrail’in yıkılması gerekir dedi. Birleşik Kürdistan devleti ve Filistin devletinin kurulması aynı şekilde elzem değil midir?
2. Balık baştan kokmuş, Lenin’den sonra Komünist Enternasyonal bozulmuş dedi. Bunu anlatırken, Stalinist bürokrasiden dem vurdu. Koskoca dünya komünist partisi nasıl oluyor da, Stalin’de teslim oluyor?
3. Köz, yaptığı bu tespitler ışığında neyi önüne koyuyor, nasıl bir mücadele veriyor?
4. Komintern olmadığı koşullarda ulusal kurtuluş hareketleri yenilmeye, boğulmaya mahkum mudur?

Panelimizin ikinci turu EKİB konuşmacısının sunumu ile başladı:

“İsrail’in yıkılması kadar Kürdistan ve Filistin’in birleşmesi önemli değil midir? diye bir soru vardı.
TC ve İsrail’in yıkılmadığı bir senaryoda zaten Kürdistan ve Filistin’in birleşmesi mümkün değildir.
En başında İsrail ve Türkiye’ye karşı tutum almak gerekiyor.

Öncelikle Stalin’in başa geçme sürecine bakmak gerekiyor. Parti içi demokrasinin, proleter demokrasinin ilgası ile olan bir olgu Stalin’in başa geçmesi. Tabii ki bu konunun polemiklerle zenginleştirilmesi gerekir.”

Köz adına konuşan yoldaş, ikinci tur konuşmasında şu noktaları vurguladı:

“Anti-emperyalizm meselesi ve içinde bulunduğumuz koşulları anlatmak istiyorum. Ekim devrimini gerçekleştiren bir partiyi yaratmanın mücadelesini veriyoruz. Tüm yaptığımız faaliyetlerin yegane hedefi böyle bir partiyi yaratmak oluyor. Emperyalizm çağında proleter devrimler ve ulusal kurtuluş mücadeleleri güncel diyorsak, bu coğrafyalardaki hareketler ile temas kurmalı ve bu hareketleri davet edebileceğimiz bir yerin olması gerekir. SSCB dediğimiz esasında bu.

Bugün Türkiye’de soyut bir anti-emperyalizm yaklaşımı var. Anti-emperyalizm sabahtan akşama kadar Kahrolsun Amerika demek değildir. Anti-emperyalizm bununla ölçülmez. Kürdistan’da mücadele edenler neden Kahrolsun ABD desinler. Zaten Kürdistan kurmak istiyorlarsa anti-emperyalist olmuş oluyorlar.

Komünist Enternasyonal gibi bir dünya partisi olmadığı koşullarda, ulusal kurtuluş mücadeleleri boğulacaktır. Demek ki, ezilen ulusların mücadelelerini yalnızca kendi siyasi coğrafyaları ile değil, uluslararası mücadeleler ile ortak bir siyasi merkezle hareket etmesi gerekiyor. Misal Rojava’ya dönük bir saldırıda Türkiye’den engel olmak için işçileri yönlendiren bir enternasyonal olduğunu düşünelim. Ortak, eşgüdümlü bir siyasi plan yürütebilir. Bunun olduğu koşullarda zaten ilhakçıların, emperyalistlerin oyunları bozulabilir. Elbette komünistlerin, devrimcilerin bir araya gelip birliklerini sağlaması gerekiyor.

Biz de uluslararası biçimde mücadele etmediğimiz müddetçe elbette yapabildiklerimizin bir sınırı olacak. Devrimciler arasında uluslararası bir mücadeleyi yürütebilmeyi önümüze koymamız gerekiyor.

Bu söylemekle de olmaz. Bir önceki sayımızda Uluslararası Kürdistan Konferans çağrısı yer alıyor. Elbet biz de bu konferansa katılıp neyin yapılması gerektiğini söylemeliyiz.

Biz söylediğini yapan yaptığını söyleyen bir akımız. Söylediğimiz şeylerin karşılığı olan politik doğrultuda da mücadele ediyoruz. Biz uluslararası düzlemde de bir politika üretmeliyiz diyoruz. Bunun için de bizim de komutası altına gireceğimiz uluslararası bir merkez gerekir diyoruz. Ekim Devrimi’ni anlatırken de böyle bir politik bir dert ve dava doğrultusunda anlatıyoruz. Ekim Devrimi’nin yarattığı, SSCB’nin önüne koyduğu ulusal soruna bakışın da bu anlamda, bu tezleri de sahiplenerek, siyasi mücadelemize devam ediyoruz. Yaşasın Komünistlerin Birliği!”

Yoldaşın ikinci tur konuşmasının ardından panelimiz sona erdi.

Bursa’dan Komünistler