Köz’ün arkasında duran komünistler olarak 2009’dan beri her sene Ekim Devrimi Tartışmaları düzenliyoruz. Üzerinden yüz yedi yıl geçmesine rağmen hala güncel ve aşılamamış bir eşik olan Ekim Devrimi’ni, farklı sol akımları konuşmacı olarak davet ettiğimiz ve güncel siyasi konuları tartıştığımız etkinliklerle anıyoruz. Bu sene bu tartışmalarımızın ilkini 20 Ekim Pazar günü Bursa’da “Ortadoğu’da Paylaşım Savaşı” başlığıyla DEM Parti Yıldırım İlçe Örgütü’nde düzenledik.
Panelimizin çalışmalarına bir buçuk ay öncesinde başladık. Bursa’da yüz yüze görüşebildiğimiz çoğu sol akımı panele konuşmacı olarak davet ettik. DEM Parti ve SYKP Bursa il örgütleri davetimize olumlu yanıt verdiler. Sadece konuşmacı değil, aynı zamanda panelin örgütleyicisi de oldular. 20 Ekim gününe kadar Bursa’daki neredeyse tüm sol siyasetlere, sendikalara, derneklere ve cemevine panelimizin ilanlarını/davetlerini gazetemizin son sayısıyla birlikte ilettik.
Etkinlik başlamadan önce, “Kürdistan ve Filistin Özgür Olmadan Ortadoğu’ya Barış Gelmez!” ve “Bindestîya Kurdan, Bindestîya Karkeran E!” şiarlı ozalitlerimizi alana yaptık ve Köz standı açtık.
Yaklaşık kırk kişinin katıldığı etkinliğimiz, 20 Ekim Pazar günü DEM Parti Yıldırım İlçe Örgütü’nde devrim ve özgürlük davasında düşenler adına saygı duruşuyla başladı. Moderatör yoldaşın kısa bir giriş konuşmasının ardından Ekim Devrimi’ni anlatan “İlk Buharlı Makina” isimli filmimizi izledik.
Panel için ilk sözü Köz adına konuşan yoldaş aldı. Yoldaş, Aksa Tufanı ile başlayan bir yıllık sürecin yeni aktörleri de içine alarak boyutlandığını söyledi. Türkiye’deki sol hareketin temelde bu savaşı ya dizginsiz bir ABD emperyalizminin karşısında duran Hamas ve Hizbullah gibi aktörleri destekleyerek ya da üçüncü dünya savaşının işareti olarak yorumlayıp bu savaşta taraf olmamak gerektiğini vurgulayarak değerlendirdiğini anlattı. İkinci tutumun Hamas ve Hizbullah’ın haklı olduğunu söylememek ve yaşadığımız topraklarda da hükümete karşı bağımsız bir çizgiyi yükseltmemek için bir kaçış noktası olduğunu belirtti. Ortadoğu’daki savaşı anlayabilmemiz için Ortadoğu’da çöken dört farklı cepheden dört farklı aktöre bakmanız gerektiğini açıkladı:
“Bugün olanlar şiddetin doğrusal olarak arttığına değil, tersinden, planları çöktükçe şiddetten, savaştan, çatışmadan başka bir çözüm yolu olmadığına işaret ediyor. Kimlerinin planlarının Ortadoğu’da çöktüğünü görmemiz için dört cephede dört farklı aktöre bakmamız gerekir:
İlk olarak, SSCB’nin yıkılışından itibaren ABD’nin planlarının çöktüğünü ifade etmek gerekir. Bugün ABD emperyalizminin gerileyişinden bahsedilse de bu bizce yeni bir olgu değil. Hatta ilk evresi, SSCB’nin yıkılışıyla birlikte, Ortadoğu’yu silahlandırarak agresif bir şekilde asker yığan, içinde bulunduğu iktisadi krizi böyle bir asker yığma taktiğiyle örtmeye çalışan ve esas oyun kurucunun kendisi olduğunu söyleyen bir ABD vardı. Ortadoğu’ya pervasızca giren ABD de, Oslo sürecinin bir parçası olan ABD de bunun ürünleriydi. Bu evre 2008’le beraber kapandı çünkü iki gelişme net bir şekilde ayyuka çıktı: ABD’nin içinde bulunduğu iktisadi kriz bir dünya iktisadi krizine dönüştü ve artık askeri müdahalelerin dahi sürdürülmesi zor hale geldi. Irak ve İran’daki ABD müdahalesinin başarısız olması, ABD’yi ikinci bir evreye götürdü: Obama’yla net bir şekilde gördüğümüz, Trump’la da devam eden bu evrede ABD, artık askeri olarak olmanın çok pahalıya patlaması nedeniyle Ortadoğu’dan çıkmaya yönelik bir tutum takındı. ABD, kimi zaman başka kesimleri silahlandırarak, kimi zaman Arap Baharı denilen renkli devrimleri destekleyerek bunu yapmaya başladı. Bu planın da gelinen noktada başarılı olmadığını görüyoruz.
İkinci çöküş, Ortadoğu’da demokratik barışçıl devletler projesinin çökmesiydi. Bu da SSCB’nin yıkılışıyla başladı; birinci ve ikinci evreye denk gelen gelişmelerle ilerledi. Yasir Arafat, İsrail başkanıyla el sıkışan bir pozisyona geldi. Baba Esad’ın Suriye ile barışma projesini oğlu devam ettirdi. Hizbullah çok katı ABD karşıtlığı tutumunu bırakarak daha ılımlı, ABD askerlerine imtiyaz tanıyan bir tutum takınmaya başladı. İran’ın ambargoları yıktığı ve kendine alan açtığı bir evreye gelindi. Çin, İran ve Rusya’nın Ortadoğu’da bir arada yaşama projesi devreye girse de bugün gelinen noktada bu proje de çöktü.
2008’den sonra ise çöken başka bir proje daha vardı. Uluslararası çapta Kürtleri imha çabası başladı. Daha ilerleyen süreçte Türkiye’nin Hendekler süreci ve Afrin’in işgali; Suriye’nin Rojava devrimini bitirmeye yönelik girişimleri; Irak’ta Kürtlere yaşam hakkı tanımayan yönetim de bu imha çabası çerçevesinde değerlendirilebilir. Bugün bunların hepsi başarısızlığa uğradı. Ne Türkiye’nin Afrin’i işgali devletin arzu ettiği şekilde sonuçlandı, ne Suriye gerçekten Rojava’yı bitirdi. Suriye, tersinden, Rojava’yla barışarak kendine eklemlendirmeye çalışıyor; Irak ise anlaşmaya daha açık hale geldi. Kısacası, Kürtleri imha stratejileri de çöktü.
Son olarak, Türkiye’de 2015’ten itibaren bir içsavaş sürecinin başladığını ifade etmiştik. Bu içsavaş süreci ne pervasızca sürdürülebilen ve sonunda galibi olunacağı söylenen, ne de artık bırakılabilen, barışa gidilebilen bir sürece işaret ediyor. Bugün Türkiye’de de bu içsavaşla başlatılan süreçteki çabaların da çöktüğünü söylememiz gerek. Bütün ABD’nin Ortadoğu’da normalleşme çabası, diğer ülkelerin kendilerine açılan alanda ‘demokratik ve kardeşçe’ yaşam yürütme çabaları, ABD emperyalizminin ve kurduğu düzenin zayıflığından kaynaklanan bir çözüm ihtiyacına işaret ediyor. ABD emperyalizmi gerilerken, kendine alan açmaya çalışanlara ‘fırsat’lar çıksa da, onların da planlarının çöktü. Çünkü bu statükonun kurucuları çatırdadığı noktada onların da bunu sürdüremeyecekleri daha açık hale geliyor.”
Somut durumu açıklayan yoldaş, ardından, anti-emperyalist mücadelenin nasıl verileceğini açıkladı. Sol hareketlerin “ABD vs. herkes” diye bir ikilem koyarak ABD karşısında savaşan herkesi anti-emperyalist olarak nitelendirdiğini ancak bunun yeni bir tutum olmadığını Irak savaşında Saddam’ı destekleyen sol akımlar olduğunu hatırlatarak açıkladı. Bugün de Ortadoğu’da ezilen Filistin halkını katleden İsrail’in karşısında Hamas ve Hizbullah’ı anti-emperyalist mücadelenin bir aktörü olarak görerek desteklemenin söz konusu olduğunu; bizim ise bunları ezilen ulus mücadeleleri olarak değerlendirmediğimizi vurguladı. Ezilen ulus mücadelesinin, ilk olarak, emekçi kitleleri silahlandırma ve onların önünü açma niyetinin ve devrimci mücadelenin düşmanı değil, müttefiki olması gerektiğini söyledi. İran’da ve Lübnan’da sosyalist hareketin tasfiyesinin doğrudan aktörü olan, 2006’da ABD’nin karşısında durmayacağını söyleyen Hizbullah’ın anti-emperyalist mücadelenin aktörü olmadığını ifade etti.
Yoldaş, ilk tur konuşmasının sonunda, anti-emperyalist mücadeleyi yaşadığımız topraklarda nasıl büyütmemiz gerektiğini açıkladı:
“Bugün Türkiye’nin Kürdistan’daki ilhakını ve Kürtlerin ezilen ulus, Türkiye’nin ise ezen ulus devleti olduğunu anlatmadan, Kürdistan’ın dört parçadaki bağımsızlık ve özgürlüğünü savunmadan anti- emperyalist bir mücadele verildiği iddia edilemez. Asıl düşmanın kendi yurdunda olduğunu söylemek soyut bir temenni olarak kalır. Bunu somutlamamız bugün Filistin’e destek eylemlerine de giderek, NATO’nun ordusu, İsrail’in işbirlikçisi olan hükümetle mücadele etmedikçe ezilen Filistin halkının yanında olunamayacağını ve anti-emperyalist bir mücadele verilemeyeceğini anlatmaktır.”
İlk turun ikinci konuşmasını yapmak üzere sözü DEM Parti Bursa İl Örgütü aldı. Ortadoğu’daki savaş gerçekliğini anlamak için önce bölgenin tarihsel ve toplumsal mirasının ne olduğuna bakmak gerektiğini söyledi. DEM konuşmacısı, sapiensin Afrika’dan çıkıp ilk kez yerleşik hayata geçişinden başlayarak kapitalizmin doğduğu şehir devletlerine insanlık tarihini özetledi. Tarım toplumu kapitalizmi, sanayi toplumu kapitalizmi ve içinde bulunduğumuz dönemi de dijital kapitalizm olarak üçe ayırdı ve tek tek bu evreleri anlattı. İnsan olduğu sürece ezen-ezilen ilişkisinin devam ettiğini ve edeceğini söyleyen konuşmacı, bu bağlamda Ortadoğu’ya bakmak gerektiğini söyledi. Ulus devletlerin kuruluş amacının sanayi devriminin ihtiyacı olan pazar ve hammadde ihtiyacını karşılamak olduğunu belirten konuşmacı, sözlerine şöyle devam etti:
“Her ne kadar Kurtuluş Savaşı toplumun tüm kesimlerini içine alsa da, Türkiye Cumhuriyeti devleti de tekçi bir anlayıştır, bir ulus devlettir. Burada Kürt meselesi büyük oranda sorunlu bırakılmıştır. Atatürk, Havza’dan sonra Kürdistan’a geçip direniş örgütlüyor ki Kürtler, tarih boyunca, özsavunması olan bir toplumdur. Kürdistan’da Birinci Dünya Savaşı, gerek Rus devriminden dolayı gerek Kürtlerin silahlı olmasından dolayı, erken bitmiştir. Kurtuluş Savaşı ise Erzurum ve Sivas Kongreleri ile birlikte Kürdistan’da başlamıştır. Savaştan sonra büyük ihanet masada olmuştur. Kürdistan dört parçaya bölünmüş, Türkiye Cumhuriyeti dediğimiz ve aslında hiçbir zaman cumhuriyet temeline oturmayan devlet, sadece Kürtler için değil herkes için bir sıkıntı yaratmıştır. Yeni bir Türk kimliğinin oluşturulmaya çalışılması, yüz yıl boyunca hiç çözülemeyen sorunların eksenine oturmuştur.
Buradan çıkışın yolu yeniden toplumsal ortaklıktır. Egemen devletin değil, halkların ortaklığıdır. Ortadoğu, Batı’dan dayatılan sistematikten çıkmalı, kendi düşünce sistematiğini yeniden üretmek zorundadır. Kürt Özgürlük Hareketi ve bütün yoldaşlarımızın ortak oluşturduğu bir çizgi mevcut: Üçüncü Yol. Halkların yolu. Bu sadece Türkiye ekseninde gelişen bir siyasi düşünce değil; düşünsel, felsefi, sosyolojik, tarihsel ayakları olan bir yapıdır.”
DEM konuşmacısı Filistin sorununa da değinerek konuşmasını sonlandırdı:
“İsrail Filistin savaşında çözüm İsrail’e dayanarak da, Hamas veya Hizbullah’la da olamaz. Burada Filistin ve Kürt halkının seçeneğini konuşarak hareket etmek gerekir. Yüz yıldır ağır bir sömürü altında olan Kürt halkı bugün kendi çıkış eksenini, düşünsel yapısını oluşturmuştur ve bir seçenek olarak masadadır. Ki emperyalist güçler ve yerel işbirlikçileri olan ulus devletler de bunun farkındadır. Kürtler tek başlarına kendileri adına bir çıkış aramıyorlar. Bölgedeki tüm halklar adına çözüm istiyorlar çünkü bir halkın tek başına kurtuluşu, kurtuluş değildir. Barışı getirecek olan bütün halkların birlikte hareket etmesidir.”
Ardından, ilk turun üçüncü ve son konuşmacısı olan SYKP Bursa İl Örgütü sözü alarak Ortadoğu’daki paylaşım savaşını iyi anlayabilmek için emperyalizme bakmak gerektiğini vurguladı. Başta izlediğimiz “İlk Buhar Makinası” filmindeki süreçten farklı, platform ekonomilerinin olduğu bir süreçte olduğumuzu anlattı. Bu zamana kadar gelişen devrimlerin işçi sınıfına dayandığını, ancak uzun zamandır emperyalistlerin ideolojik, politik ve iktisadi hegemonyası altında olduğumuzu ifade etti. Eskisi kadar sınıf arasında örgütlenemediğimizi, istediklerimizi topluma söyleyemediğimizi ve politik şeyler geliştiremediğimizi söyledi ve bunların hepsinin nedenlerini anlatacağını belirtti. Bütün dünyada artık eskinin yeniye dönemediğini, dönemeyince de Trump ve Putinler gibi gerici faşist iktidarların yer aldığını söyleyen konuşmacı sözlerine şöyle devam etti:
“Biz emperyalist savaşları hep Lenin üzerinden şu şekilde tanımladık: Uluslararası ilişkilerde eşitsiz gelişme yasası nedeniyle birileri büyür, güçlenir, onun yerini alır. Esas savaş dünya savaşı dediğimiz paylaşım savaşı, İkinci Dünya Savaşı ile ABD’nin İngiltere’nin yerini almasıydı. Şimdi de Çin, Rusya, Hindistan gibi güçlerin ABD’yi sıkıştırdığını görüyoruz. Ama bu süreçte başka bir şey de oldu: SSCB yıkıldı ve iki kutuplu dünya yerine tek kutuplu dünya oluştu. Böyle olunca da Ortadoğu’yu egemenlik altına alabilecekleri işler yapmak zorunda kaldılar. İsrail de Ortadoğu’da bu çelik çekirdeği oluşturdu. Sadece orada değil, Ermenistan’la olan savaşta Azerbaycan yanına TSK’yi de İsrail’i de aldı. İşin içine ulusal sorun, Kürt meselesi girdiğinde ise feleği şaştı. KDP en son kararını İsrail’e, ABD’ye, AB’ye göre verir. Ama aynı zamanda Türkiye, Güney Kürdistan’ın hemen hemen her tarafına girerken, ABD ile bir bakıma bunu anlaşarak yapsa da çelişkileri de var. İşte bu çelişkili durumda Türkiye, Suriye ve İran üzerinden Kürtleri halledebileceğini düşünüyor ve KDP’yi de bunun için yanına almaya çalışıyor. Ama İran’la yaptığı ve Suriye ile de yapmaya çalıştığı bu ittifak da Kürtlerle baş etme gücünü Türkiye’ye havale etti. Bu aynı zamanda İran’ın İsrail’le ilişkisinin de problemidir ve Türkiye’nin arafta olmasının da nedenidir. Türkiye genel sistemin içinde de zayıf, ne sisteme entegre olabiliyor ne de sistemin dışına çıkabiliyor.”
Uzun süredir emperyalizmin artık bir iç olgu olduğunu da söyleyen SYKP konuşmacısı, finans kapitalin, borç verdiği sermaye arttığı oranda, artık Türkiye’ye çelme takmasının yahut yarı sömürge olarak bırakmasının illa ki işgal etmek anlamına gelmediğini, zaten bir borç krizi içinde bıraktığını anlattı. SYKP konuşmacısı daha sonra sosyalistlerin UKKTH’ye dair tutumunu vurguladı:
“Aslında savaş İsrail-Hamas savaşı değildir. Biz sosyalistler olarak hiç koşulsuz UKKTH’yi, kim yapıyormuş diye değil, Hamas’la hiçbir bağlantımız olmamasına rağmen – hatta tam tersine, Hamas sosyalistlere saldırıyor olmasına rağmen – böyle bir savaşta Hamas’ın yanında oluruz. UKKTH sosyalist olmanın değil, demokrat olmanın koşuludur. Bir sosyalist için ise UKKTH, kendi ülkesinde anti- emperyalist, anti-faşist, anti-sömürgeci, anti-feodal mücadeledir.”
Panelin ilk tur konuşmaları tamamlandıktan sonra soru-görüş bölümüne geçildi.
Soru ve görüş bölümünde, ilk olarak sözü DEM Parti temsilcisi alarak Ekim Devrimi’nin hangi koşullar altında olduğunu hatırlamak gerektiğini vurguladı. Dünya savaşlarının paylaşım ve bölüşüm savaşları olduğunu, ilk olarak işçilerin, ezilenlerin ve köylülerin ezilmesine karşı bir mücadeleyi simgelediği için Bolşevik Devrimi’ni anarak söze başlamak gerektiğini söyledi. Bolşevik Devrimi’nin ulusların kurtuluş mücadelelerine somut katkıları olduğunu, iç ve dış saldırılarla akamete uğradığını ancak önümüzdeki süreçte Paris Komünü ve Ekim Devrimi’nin ezilenler, halklar, emekçiler için önemli kaynaklar olduğunu söyledi. Üçüncü paylaşım savaşının merkezinin Ortadoğu ve Kürdistan olacağını söyleyen dinleyici, bunun bir boyutunun da çift kutupludan tek kutuplu dünyaya geçiş olduğunu açıkladı. Kürt hareketinin dünyayı yenecek gücü olsa da saldırmayacağını ve saldırılara karşı da özgücüyle direneceğini söyledi. Rojava’da halklarla birlikte inşa edilen, kapitalizm ve emperyalizme karşı demokratik modernite denilen örgütlenme modelinin bugün ciddi bir güç haline geldiğini; temel tez ve önerisinin ise “Demokratik Konfederal Ortadoğu” olduğunu belirtti. Aynı zamanda Filistin halkının özgür olmasını ve kendi topraklarında ezilmemesini istediklerini söyleyen DEM temsilcisi, bunun Hamas veya Hizbullah’ı desteklemek anlamına gelmediğinin altını çizdi. Ekim Devrimi’nin savaş koşullarında geliştiğini, şu anda da dünyada Üçüncü Paylaşım Savaşı olduğunu ve bu paylaşım kavgasının ezilen ve emekçilerin lehine önemli fırsatlar sunduğunu; kendi öz gücümüzle ve örgütlülüğümüzle bunları kazanabileceğimizi belirterek sözlerini sonlandırdı. Gelen diğer sorular ise ekseriyetle güncel durumda Ortadoğu’daki devrimcilerin, demokratların, ezilenlerden yana olanların somut görevlerinin ne olması gerektiğine dairdi. Ekim Devrimi’nin niye sadece Rusya’da olduğu ve bugün AKP-MHP iktidarına karşı asıl takınılması gereken pozisyon da soruldu.
Aranın ardından ikinci tur konuşmalarını yapmak için kurumlara yeniden söz verildi.
İlk sözü SYKP Bursa İl Örgütü aldı. Gelen “Ne yapmalı?” sorularına dair önce Kürt Özgürlük Hareketi’nin kadın örgütü, kadın kotası ve kadın sorununa dair sosyalistlerin ufkunu açtığını belirterek söze başladı. Esas çelişkinin emek-sermaye çelişkisi olduğunu söyleyen konuşmacı, herhangi bir işçinin cinsini, dinini, ırkını, milliyetini tartışmayacaklarını çünkü soruna sınıfsal baktıklarını söyledi. Özellikle son yirmi yılda emeğin anlamının kalmaması, her şeyin meta olması, toplumun çürümesine karşı emek- sermaye çelişkisinin üzerini örten örtüyü kaldırmak gerektiğini belirtti. Bunun için ise okun sivri ucunu iktidara yöneltmek gerektiğini, bu doğrultuda kimle anti-faşist mücadele temelinde beraber olabiliyorsak bu iktidarla kavga etmek gerektiğini vurguladı. İktidarla savaşın esas çelişkiyi açığa çıkaracağını söyleyen SYKP konuşmacısı, eğer böyle giderse gelecek on yılda Türkiye ve dünya açısından sınıf mücadelesinin serpileceği ve marksizmin daha güçlü tartışılacağı bir döneme gireceğimizi ifade etti. Son olarak, DEM Parti’nin prototipleri olduğunu, yeni dönemin iktidarının biçiminin de bu şekilde olduğunu belirten SYKP konuşmacısı, ne yapılması gerektiğini de DEM’le birlikte karar vereceklerini belirtti.
Ardından sözü alan DEM Parti Bursa İl Örgütü, sanayi kapitalizminin düşünce yapısı ile dijital kapitalizmin düşünce yapısı arasındaki farklara işaret ederek konuşmaya başladı. Buradan çıkışın yolunun önce düşüncenin özgürlüğünü sağlamak gerektiğini, bunu da kısmen gerillaların yaptığını belirtti. “Ne yapmalı?” sorusunun cevabının ancak diyalektik mantıktan sıyrılıp toplumun çok farklı yapılardan oluştuğunu kavrayarak ve çelişkilerin de o kadar az olmadığını, bu çelişkilerden toplumu nasıl inşa edeceğimizi düşünerek verilebileceğini söyledi. Kapitalizmin dijital mantığının bireyi çözdüğünü söyleyen konuşmacı, insanları bu döngüden çıkartıp kolektif bir düşünce yapısı ve mücadele yönteminin gerekliliğini vurguladı. Bugün bu bütünlüğü sağlayabildiklerini, bunlara dair toplumsal ve yönetsel modellerinin olduğunu, böylece de düz ve çizgisel yaklaşımdan ziyade oluş halinde bir bütünselliği kavradıklarını dile getirdi. Gerçekten ciddi bir devrim yaratabilecek bir ortamın mevcut olduğunu ancak örgütlülük zayıf olduğundan dolayı buna hazır olmadığımızı söyleyen DEM konuşmacısı, oluşacak dalgaya hazır olmak gerektiğinin altını çizdi.
Son olarak ise sözü Köz adına konuşan yoldaş aldı. ABD emperyalizmine karşı verilecek mücadelenin somut tarif edilen ve muhatabı olan bir mücadele olması gerektiğini ve ABD emperyalizminin kahrolması gerektiğini söylemenin somut bir mücadele planı olmadığını belirterek söze başladı. Bugün yaşadığımız topraklarda kurulmuş olan emperyalist statükonun bekçiliğini Birinci Paylaşım Savaşı ardından kurulan ve İkinci Paylaşım Savaşı’yla konsolide edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin yaptığını belirtti. Emperyalistlerin “böl parçala yönet” taktiğinin ezen ulus devletlerini değil, ezilen ulus mücadelelerini birbirinden koparmaya yönelik bir hamle olduğunu, bu taktiğin ise en net şekilde dört parçada Kürdistan’da görüldüğünü ifade etti. Bu sebeple, bugün Kürdistan’ın bölünmüşlüğünün bekçiliğini yapan hükümete karşı mücadeleyi, bir arada durarak ve halk toplantıları, eylem birlikleri yaparak yükseltmemiz gerektiğini vurguladı.
Yoldaş, bugün Ortadoğu’da emperyalist paylaşım kavgasını anlamamız için “Kurtuluş Savaşı”nı emperyalistlere karşı Türklerin verdiği anti-emperyalist bir savaş olarak değil, Birinci Paylaşım Savaşı’nın uzantısı olarak görmek gerektiğini söyledi. 1917 ve onu takip eden yıllarda Ekim Devrimi’nin rüzgarıyla ezilen ulusların kendi özgürlükleri yolundaki adımların nasıl bastırıldığını akılda tutmak gerektiğini belirten yoldaş, cumhuriyetin kuruluş yılından Mustafa Kemal’in ölümüne dek çıkan 19 ayaklanmadan 18’inin Kürdistan’da olmasının somut bir gerçek olduğunu ifade etti. Ancak Kürdistan’daki dinamiğin hâlâ yenilmediğini, Türkiyelileşme olarak anılan sürecin başarılı olmama sebebinin de bu olduğunu söyledi.
Ekim Devrimi’nin ortaya çıktığı nesnel koşullara benzer bir zamandan geçtiğimizi dile getiren yoldaş, emperyalistler arası paylaşım kavgasının gittikçe kızıştığını ancak o dönemden farklı olarak, kimsenin de savaşa her şeyini verip giremediğini anlattı. Türkiye’de ve Kürdistan’da nesnel olarak devrimci koşulların olduğunu söyleyerek, Köz’ün arkasında duran komünistlerin ne dünyada ne Türkiye’de var olan, Ekim Devrimi’ni yaratan o komünist partiyi yaratmak için mücadele ettiğini vurgulayarak konuşmasını sonlandırdı.
İkinci tur konuşmalarının tamamlanmasının ardından panelimiz sona erdi. Kalan katılımcılarla güncel siyasi duruma dair sohbet ettik. Böyle etkinliklerin birlikte yapılmasının önemli olduğunu ve sıklaştırılması gerektiğinde uzlaştık.
Ekim’in Işığı Taşınacak, Bolşevizm Kazanacak!
Lenin’in Partisini Yeniden Yaratacağız!
Bursa’dan Komünistler