19 Ağustos Cumartesi günü, saat 12.00’da HDP Bursa İl Örgütü’nde “Komintern’e Katılmanın 21 Koşulu ve Suphi TKP’sinin Programı” başlıklı söyleşimizi 8 katılımcıyla gerçekleştirdik. İki konuşmacılı söyleşimizde ilk yoldaş 21 koşulun bugünkü anlamı, ikinci yoldaş ise Mustafa Suphi TKP’sinin programı üzerinde durdu.

İlk oturumda yoldaş, üzerinden 106 yıl geçmiş olmasına rağmen Ekim Devrimi’ni dünyanın her yerinde anarak sahiplenenlerin olmasının yanı sıra, içinde bulunduğumuz iktisadi, siyasi ve toplumsal koşulların Ekim Devrimi öncesi dönemine benzemesinden ötürü hâkim sınıfların ideologlarının da endişeli olduğundan ve dünyada Ekim Devrimi’nin hayaletinin dolaştığından bahsetti.

Avrupa’da bir komünizm hayaleti dolaştığını söyleyerek başlayan Komünist Parti Manifestosu’nun bu cümleyle kast ettiği şeyin, egemen sınıflardaki komünizm korkusu olduğunu, komünizm hakkındaki kafa karışıklığını ise ortadan kaldırmayı amaçladığını açıkladı. Yoldaş, bugün de dünyada Ekim Devrimi’nin hayaletinin dolaştığını söylemenin emperyalistler arası çekişmelerden, finans kapitalin yaklaşan krizinden, dünyada ve özellikle Ortadoğu’da tutmayan dikişlerden, büyüyen içsavaş ve yaklaşan emperyalist savaş tehdidine bakıldığında dost ve düşman nazarında da güncel oluşunu, ama aynı zamanda da bu konuda var olan bir kafa karışıklığını yansıttığını söyledi. Ekim Devrimi’nin hayalet olmasının ötesine geçmek için dünyada bir devrimci dalganın ürünü ve aralarında tek başarılı olan devrim olmasının nedenlerini sormak gerektiğini vurguladı. “Yeni Ekimler Yaratacağız!” şiarını somutlamak için önce Bolşevik tipte bir parti olup olmadığını, eğer yoksa da bu partinin nasıl yaratılması gerektiğini cevaplamak gerektiğini, 21 Koşul’un da bu işe yaradığını açıkladı.

Yoldaş, Köz olarak siyaset sahnesine çıkarken Bütün Ülkelerin Komünistleri Birleşin broşüründe de belirttiğimiz “devrimci önderlik boşluğu” tespitimizin asıl olarak komünist bir enternasyonal eksikliği olduğunu ancak Türkiye’de de bir devrimci parti olmadığını, enternasyonalin bu coğrafyada bir ulusal seksiyonunu yaratmanın ise enternasyonal olmadan da mümkün olabileceğini yazdığımızı hatırlattı. Devrimci partiyi yaratmak ile partinin sınıfın önderliğini kazanmasının birbirine sıklıkla karıştırıldığını belirten yoldaş, yaratacağımız devrimci partinin küçük de olabileceğini; ancak önemli olanın komünist siyasi çizgiyi kararlı bir şekilde uygulama ve çapını geliştirerek sınıfa önderlik etme beceresini kazanma iddiası olduğunu vurguladı.

Enternasyonal programını soyut olarak kabul etmenin yetersiz bir ölçüt olduğunu, sadece programla oportünistlerin maskesinin düşürülemeyeceğini söyleyen yoldaş, oportünistlerin devrimci eylemden uzak durduğunu göstermek ve onlarla Komintern’in ilk dört kongre esasları arasında karşıtlığı sergilemek için 21 Koşul’un gerekli olduğunu anlattı. Bolşeviklerin Komintern’in 2. Kongresi’nde “Kim komünist, kim değil?” sorunuyla yüz yüze kaldıklarını ve 21 Koşul’undan bu soruna yanıt veren, ilkesiz oportünistlerle enternasyonalist devrimcileri ayrıştıran ve sınıf mücadeleleri tarihinden süzülen derslerin bir ürünü olduğunu açıkladı. 21 Koşul’un etkili olduğunu söyleyen yoldaş Sovyet devriminin güçlülüğü ve sosyal demokrasinin ihanetinin ise savaşa karşı tutumla sınırlı kalmayan büyüklüğünü görenlerin 2. Enternasyonal ve çevresindeki akımlardan kopuşlar yarattığını söyledi. Örnek olarak 7. Koşul’u gösteren yoldaş, burada isim isim kimin oportünist olduğu ve Komintern’e üye olamayacağı söylenirken bireyleri değil, örgütleri hedef alan komünistlerin, kendini ayrı bir politik kimlikle ifade etmeyen oportünizmin bu şahıslar nezdinde bir eğilim olarak tanımlamaya zorlayarak komünistlerle ayrım çizgisi çekmesi anlamına geldiğini vurguladı. Yoldaş, sendika ve kooperatiflerde komünistlerin faaliyet yürütmesini söyleyen 9. Koşul’un ise yalnızca merkezci ve oportünist akımlardan değil, sol oportünistlerden de kendini ayrıştırma amacı çizdiğini açıkladı. 19-21 arasındaki koşulların ise merkezci örgütlenmeleri oportünistlerle bir bütün olarak içine almayı değil, onları bölerek devrimci kanatta olanların üye olmasını sağlamaya yönelik olduğunu açıklayan yoldaş, 21 Koşul ardından merkezci akımların parçalanmasıyla başarılı olduğuna dikkat çekti. Komünistlerin 21 Koşul ile program düzeyinde teşhisi zor ve zaman alacak ayrılıkları ortaya koymak için partilerin eyleminin içeriğine bakan kıstaslar ortaya koyduğunun altını çizdi.

Böylelikle devrimci parti olmadığını söylerken de programın bizim için tek ve yeterli bir kriter olmadığını söyleyen yoldaş, Komintern’in kriterlerinin hala oportünist ve merkezci akımların teşhisi için gerekli olduğunu ve bu koşulları hiçbir akım yerine getirmediği için devrimci bir partiden söz edemeyeceğimizi açıkladı.

Bu koşullara eskidiği gerekçesiyle itiraz edenlerin de çok olduğunu söyleyen yoldaş, Fransız Devrimi’nden Ekim Devrimi’ne 130 yıllık sınıf mücadelesinin ürünü olan kavramları terk etmenin proletaryayı silahsızlandırmak anlamına geldiğini, bunun tersine ilk dört kongredeki esasların güçsüzlüğüne değil, güçlülüğüne işaret etmek gerektiğini vurguladı. “Bugün Türkiye’de 21 Koşul’un gereklerini yerine getiren bir parti yok ve en acil görev bu partiyi yaratmaktır” iddiamızın sınanabilir ve çürütmeye açık bir iddia olduğunu, aksini iddia edenlerin de böyle bir partinin var olduğunu göstermesi gerektiğini belirterek konuşmasını sonlandırdı.

Söz alan ikinci yoldaş, konuşmasına 21 Koşul ile Mustafa Suphi TKP’sinin doğrudan bağlantılı olduğunu ve aynı partinin yani dünya komünist partisinin birer ürünü olduğunu belirterek başladı. Bu yüzden de Mustafa Suphi TKP’sinden söz edilirken Komünist Enternasyonal’den bağımsız ele alınamayacağının altını çizdi. Komünist Enternasyonal’in 2. Kongresi’nde kabul edilen Komintern’e katılmanın 21 Koşulu ile aynı yıl 10 Eylül 1920’de kurulan Mustafa Suphi TKP’sinin programının Komintern tarafından onaylandığı akılda tutulursa, bu programın doğrudan 21 Koşulu uygulamayı hedefleyen bir program olmak zorunda olduğunu da baştan tespit etmek gerektiğini ifade etti.

TKP programının platformumuzun referansları arasında yer almasının doğrudan bu tespitle ilgili olduğunu belirten yoldaş, bu programın, bu toprakların devrimci mücadelesinde gerisine düşülmemesi ve yürütülen politik çalışmalara dair geliştirilecek olan taktiksel hamlelerin de bu programa bağlı olarak yapılması gerektiğinin altını çizdi. Suphi TKP’si programının uygulamaya koyulup koyulamadığından bağımsız, bu topraklarda amele rençber şuraları yani Sovyet iktidarını hedeflediğini, bunu hedefleyen bir programın da karşı devrimci bir hareket olan Kuvayı Milliye hareketine destek olan değil, doğrudan onu da karşısına alan bir program olduğunu teslim etmek gerektiğini vurguladı. Yine, Suphi TKP’sinin programının ulusal soruna dair de ulusların kendi kaderini tayin hakkını baz aldığını ve bunu ayrı bir idari ve siyasi bir erk üzerinden yapılması gerektiğinin açıkça belirtildiğini öne çıkardı. Bu anlam itibarıyla, Suphi TKP’sinin Kürtleri ve Ermenileri yok etmeye, Kürdistan’ı ilhak etmeye çalışan bir harekete destek olamayacağını, aksine onu alt etmek üzere mücadele yürüteceğini görmemenin tek sebebinin Kemalizm kuyrukçuluğu ve sosyal şovenizmden öte geldiğini belirtti. TKP mirasına sahip çıkma iddiasında olan tüm akımların da, en baştan Kuvayı Milliye hareketine, Kemalizme ve sonrasında kurulan ve karşı devrimci olan Türkiye Cumhuriyeti’ne “emperyalizme ve saltanata karşı” fikriyatıyla bırakalım açıktan desteği, eleştirel bir destek dahi sunamayacağını belirtti.

Bu anlamda, Mustafa Suphi TKP’si ile Şefik Hüsnü TKP’sini de birbirinden ayırt etmek gerektiğini, TKP programının rafa kaldırıldığını, bunun kendisinin de tıpkı en başta Komintern’le nasıl doğrudan bağlantılıysa yine onunla bağlantılı olduğunu öne çıkardı. Şefik Hüsnü TKP’sinin de hala Komintern üyesi olmasından kaynaklı, TKP programına uygun hareket etmemesinin, kendi ilke ve esaslarını 5. Kongre’den itibaren tasfiye etmeye başlayan Komintern’le doğrudan bağlantılı olduğunu ve bu tasfiyeci çizgiye uygun hareket ettiğini söyledi. Bu sebepten ötürü de, Şefik Hüsnü TKP’siyle hesaplaşmayı önüne koyanların asıl olarak Komintern’in 4. Kongresi’nden sonra ortaya çıkan tasfiyeci çizgisiyle hesaplaşması gerektiğini belirtti. Komintern ile hesaplaşmadan Şefik Hüsnü TKP’sini mahkum etmenin, tam olarak turpun büyüğünü çuvalda bırakmaktan öteye geçmeyeceğini ifade etti.

Komünistlerin referansları arasında Suphi TKP’sinin programı olmasının Marksizm/Leninizm + TKP programı olarak anlaşılmasının doğru olmayacağını vurguladı. Dünyada hakim olan Marksizm/Leninizm +Maoizm ya da + Troçkizm vs. gibi ele alınamayacağını, zaten bunun da baştan aşağı yanlış olduğunu tespit etti. Soyut bir Marksizm/Leninizmden söz edilemeyeceğini, bu çizginin Komünist Enternasyonal’de somutlanıp programatik bir çerçeveye kavuşturulduğunu ve devrimci çizginin esaslarının ilk dört kongrede belirlendiğini vurguladı. Bu programatik çerçeve ve esaslara yeni bir ilke ve esasın yahut programın eklenebilmesinin yolunun da Komintern’i aşan bir dünya komünist partisinin kurulmasına bağlı olduğunu belirtti. Bu itibarla, ne bu topraklarda ne de dünyanın herhangi bir coğrafyasında tasfiye oluşundan beri komünist bir partinin kurulmamış olmasından ve dünya komünist partisinin var olmamasından kaynaklı bu tez ve esaslara yeni bir rota ya da çizgi eklenmesinin revizyonizmden başka bir muhtevasının olamayacağını söyledi.

Komünistlerin Birliği Platformu’nun referansları olan; Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinin ilke ve esaslarını, Komünist Enternasyonal’e katılmanın 21 Koşulunu ve Mustafa Suphi TKP’sinin program ve tüzüğünü, tek ve aynı örgütün yani Komünist Entarnasyonal’in ortaya koyduğu esaslar ve program olarak ele almak gerektiğini vurguladı.

İlk oturumun ardından soru ve görüş bölümüne geçildi. Gelen soru ve görüşler şu şekildeydi:

1. Söyledikleriniz beni 70’lerde Türkiye solunda konuşulanlara geri götürdü. O zamanlar silah olmadan devrim olmayacağını söyleyen akımlar vardı. Türkiye ve Kürdistan’da birleşik bir devrimin ardından Kürdistan’ın bağımsız olacağını savunan akımlar vardı. Ancak Kürdistan’da olan savaşı Türkiye görmedi. Aynı zamanda sizin dediğiniz gibi çarpıtarak umutsuzluk yaratmayı amaçlayan örgütler de vardı. Biz devrimcilikle geçmişi olanlar olarak bu dediklerinizi öğrenebiliriz ama bunları sıradan bir tarım, fabrika işçisine nasıl anlatacağız? Bugünün koşullarındaki Türkiye’de bunları nasıl halka indirebiliriz? Kritik soru çalışanın emekçi olduğunun farkındalığına kavuşması. Bence onun anlayacağı dilden yavaş yavaş olabilir ancak. Aynı zamanda dediğiniz gibi, 4 parçada Kürdistan sorunu çözülmeden bu ülkeye demokrasi gelmez. O yüzden 1993’ten beri HDP’liyim.

2. Şefik Hüsnü TKP’sinin revizyonist olması doğrudan Mustafa Suphilerin Karadeniz’de karşı devrimciler tarafından katledilmesi gerçeğiyle açıklanabilir mi?

3. Komintern’in tasfiyesinde Bolşevik Parti’nin rolü neydi? Bolşevik Parti’nin yozlaşmasından sonra SSCB’nin Birleşmiş Milletler’e katıldığını savunanlar da var.

4. Ezilen ulusların mücadelesini tanımlarken neden o toprakların hepsinde birleşik ve bağımsız bir ulus devletin yaratılması gerektiğini Komintern’in söylemesinin temeli nedir? Parçacı anlayışları savunanlar ile ayrım noktalarımız nelerdir?

5. Marksizm-Leninizm+Troçkizm veya Maoizmin olmayacağını söylediniz. Troçkizm tam da oportünizme karşı görüşün tenkidi üzerine kurulmuştur. Leninizmi yenileyerek farklı bir yorumu geliştiren Troçkist akımlar da mevcut. Bu fraksiyonlar arasındaki farklılıkları açarak yorumlayabilir misiniz?

İkinci oturumda ilk sözü alan yoldaş, 21 Koşulun bugünkü güncelliği üzerine durdu.

6. Koşul’da komünistlerin savaşa karşı sosyal-pasifist ve açıktan sosyal-yurtsever yaklaşımları her yerde teşhir etmesi gerektiğini, kapitalizm devrimci bir yoldan yıkılmadıkça Milletler Cemiyeti gibi uluslararası mahkeme ve anlaşmaların ise emperyalist savaşları önleyemeyeceğini işçilere sistematik olarak anlatmak gerektiğini yazdığını söyledi. Egemen devletlerin yıkılmadığı bir statükoyu koruyarak barış çağrısı yapanların sosyal pasifist olduğunu, Suriye’deki iç savaşın bitmesi için Esad diktatörlüğünün devrilmesi gerektiğini söyleyen kimsenin olmadığını açıkladı.

Türkiye’de ise savaşın daha farklı ve önemli bir boyutu olduğunu belirten yoldaş, 2015’ten beri Kürdistan merkezli bir içsavaş içinde olduğumuzu söyledi. Şehir savaşları boyunca uzlaşma ve barış çağrısı yapanların sosyal pasifist olduğunu, TAK’ın askerlere, polislere, sivillere yönelik eylemlerini, Mersin’deki Tece saldırısını kınama yarışına girenlerin bu koşula göre nereye düştüğünü sordu. 1 Eylül Barış Günü’nde soyut barış talepleriyle beyaz bayraklarla katılanların başka bir kategoride değerlendirilemeyeceğini söyledi.

8. Koşul’da sömürge sahibi olan veya ezen ulus devletlerindeki komünistlerin ezilen ulus sorununda özellikle belirgin ve açık bir eylem çizgisine sahip olması zorunluluğunun vurgulandığını söyleyen yoldaş, Türk devletinin Diyarbakır’dan çıkması gerektiğini savunan, programında Kürt ulusunun kendi kaderini tayın hakkından, yani devlet hakkından, bahseden kaç parti/örgüt olup olmadığını sordu.

10 Kasım’da Kemal Paşa’yı ananları, 30 Ağustos’u antiemperyalist bir gün olarak görenleri, 29 Ekim’i sınırlı olsa da ileri bir adım olarak görenleri bir kenara bırakıp, Kürtlerin boynuna ulus devlet ilmeğinin geçirilmesinde ilk hamle olan 1920 Meclisi’ni ilerici ve antiemperyalist bir meclis, Kürtleri inkâr eden 1921 Anayasası’nın ise nispeten ileri bir anayasa olarak görmeyenin olup olmadığını sordu.

21 Koşulun orduya paralel bir ordu kurmak değil, ordu içerisinde bozguncu bir çalışma yürütmek gerektiğini söylediğini vurgulayan yoldaş, 15 Temmuz’da “Her türlü darbeye karşıyız” diyenlerin, vicdani retçilerin bunu yapamayacağını açıkladı.

21 Koşulun sendikalarda ve kooperatiflerde mücadeleyi şart koştuğu gibi aynı zamanda da sarı sendikalara karşı açıktan mücadeleyi zorunlu kıldığını söyleyen yoldaş, Türkiye’de herkesin sendika bürokrasisine çattığını ancak solcu görünen sendikaları kimsenin hedef tahtasına oturtmadığını belirtti. DİSK ve KESK’in CHP ile bağlantılarının sergilenmediğini, 1 Mayısları örgütlemenin ise sendikalara bırakıldığını söyledi. Sendika içindeki faaliyeti 21 Koşulun bugün anlaşılan şekilde taban örgütlenmeleriyle sendikaları ele geçirmeyi veya onları ileri sendikalara dönüştürmeyi kastetmediğini, tersine işçilerin birleşmesi önünde engel olan sendikaları parçalayıp işçilerin güçlü birliğini sağlamayı hedeflediğini açıkladı. Kızıl ve sarı sendika arasındaki farkın da sendikal mücadeleyi yürütmeye dair görüş ayrılıkları değil, devrim ve karşı devrime dair siyasi ayrılıklar olduğunu anlattı. Türkiye’de örneğin şehir savaşları konusundaki görüşü nedeniyle bir sendikal hareketi parçalamaya, ayrı bir sendikal hareket oluşturmaya yönelik hiçbir girişim olmadığını belirtti.

Yoldaş, Köz olarak Amaçlarımız ve İlkelerimiz, Mustafa Suphi TKP’sinin programı ve 21 Koşulu referans alarak siyaset sahnesine çıktığımızı, doğrudan yürütülen siyasi eylemin içeriğiyle bağlantılı olan 21 Koşulun komünistlerin birliğinin nasıl sağlanacağına ışık tuttuğunu açıkladı. Komünist partiyi kuracak güçlerin programatik ilkelerde anlaşıp bu ilkeleri devrimci bir eylem çizgisiyle harekete geçiren güçlerin birliği olduğunu açıkladı. Türkiye’de de reformistler ile devrimciler arasında ayrım çizgisi çekenin 21 Koşul olduğunu belirten yoldaş, bu referanslarımızın ışık tuttuğu çerçevede devrimci bir partiyi yaratmak amacıyla siyasi mücadele yürüttüğümüzü vurgulayarak sözlerini noktaladı.

Söz alan diğer yoldaş, gelen soruları cevaplayarak sunumunda şu noktalara değindi:

Öncelikli olarak Şefik Hüsnü TKP’sinin tasfiyeci olmasını, Suphilerin katledilmesiyle değil, doğrudan Komünist Enternasyonal’in tasfiyesiyle bağlantılı olduğunu vurguladı. Komintern’e bağlı olan bir partinin, onun siyasi çizgisinden de bağımsız hareket edemeyeceği, ettiği takdirde Komintern’den atılacağı akılda tutulursa, Şefik Hüsnü TKP’sinin de merkeziyetçi bir dünya komünist partisi olan Komünist Enternasyonal’den bağımsız hareket edemeyeceğinin gayet açık olduğunu belirtti. Bu itibarla, tasfiyeciliğin günahını Şefik Hüsnü’de değil, Komünist Enternasyonal’in dört kongresinden sonrasında aramak gerektiğini belirtti.

Komintern’in tasfiye olmasında Bolşeviklerin rolü kısmına gelindiğinde ise, bunun aslında Komintern’e üye Avrupalı partilerin taşıdıkları oportünist çizgiye karşı yeterince mücadele edememelerinden kaynaklı, Bolşevik çizgi yerine oportünizmin hakim olmaya başlamasına sebep olduklarını ifade etti. Geri dönüştürülemeyen bu oportünist çizginin, Bolşevik partisine de hakim olarak Sovyetlerin Birleşmiş Milletler’e üye olmasından tutalım da, 2. Dünya Savaşı’nda barışsever ülkeler adıyla farklı emperyalist ülkelerle ittifak kurmaya kadar gittiğini söyledi.

Komünist Enternasyonal’in ulusal soruna bakışının 2. Kongre’de netleştirildiğini, ulusların kendi kaderini tayin hakkının meşru ve savunulması gereken bir esas olduğunu belirtti. Ulusal kurtuluş hareketi yahut da devrimci ulusal kurutuluş hareketlerinin nasıl ayırt edileceğinin de yine bu kongrede netleştirildiğini, böyle bir hareketin desteklenmesinin de 3 temel şarta bağlandığını ifade etti. Bu şartların; komünistlere örgütlenme özgürlüğü sunması, kitleleri silahlandırması, başka bir ulusu tahakküm altında tutmaması olduğunu vurgulayan yoldaş, bu şartlara uyan bir hareketin ancak devrimci bir ulusal kurtuluş hareketi olacağını ve ancak bu takdirde somut bir desteğin komünistler tarafından verilebileceğini ortaya koydu. Bu bağlamda Kürdistan topraklarının hiçbir parçasında bu şartları yerine getirebilen bir hareketin olmadığını ifade etti. Bir diğer yandan, ulusal sorunun demokratik haklar sorunu olmadığını, bunun bir toprak sorunu yani bağımsız birleşik bir devlet sorunu olduğunu öne çıkardı. Kürdistan özeline gelindiğinde parçacı anlayışların hakim olduğunu ve bağımsız birleşik bir Kürdistan hedefiyle hareket eden devrimci bir siyasi öznenin Kürdistan topraklarında var olmadığını belirtti.

Yoldaş, Marksizm ve Leninizme ek olarak ele alınan siyasi görüşlerin, devrimci parti programından bağımsız ele alındığını, soyut bir Marksizm ve Leninizmden söz edilemeyeceğini, bu görüşlerin devrimci bir partinin programıyla somutlanacağını ifade etti. Komintern’in tam olarak bunu yaptığını vurgulayan yoldaş, sonrasında gerek Leninizmi tenkit amacıyla, gerek Leninizmi korumak ve yorumlamak amacıyla, gerekse de Marksizme ve Leninizme katkı amacıyla ortaya koyulan bütün çizgilerin Komintern’in ilk dört kongresinin tez ve esaslarında ifadesini bulan devrimci çizgisini tasfiye etmek ve revizyonizme kapı aralamaktan öteye geçmediğini ve geçemeyeceğini vurguladı. İlk dört kongrenin ilke ve esaslarına açıktan sahip çıkarak, onların gerektirdiği gibi politik bir hat çizerek gitmenin dışında başka bir devrimci çizginin olamayacağını ifade etti. Bugünkü ortaya atılan Troçkizm, Maoizm vs. gibi tüm ideolojilerin bu mihenk taşlarına vurularak değerlendirilmesi, eğer Komintern’in ilke ve esaslarına uygunsa kabul edilmesi, değilse de mahkum edilip hesaplaşılması gereken çizgiler olması gerektiğinin altını çizdi.

Yoldaşın konuşmasının ardından sonraki yapacağımız etkinlikler ve eylemliliklerde buluşmak üzere söyleşi bitirildi.

Bursa’dan Komünistler