Enternasyonal Komünist İşçi Birliği ile cumhurbaşkanı seçim sürecinden bu yana eylem birliği çerçevesinde yürüttüğümüz faaliyetlerin yanı sıra çeşitli siyasi gündemlere ilişkin farklı illerde iki akımın kendi görüşlerini tartıştığı panel, söyleşi vb etkinliklerini sürdürüyoruz. Son olarak 4 Mart’ta Çanakkale’de “31 Mart Yerel Seçimleri ve Solun Görevleri” başlıklı bir panel düzenledik.

Panelde ilk sözü olan EKİB şu vurguları öne çıkardı:

2023 cumhurbaşkanı seçimi solun neredeyse tamamının Millet İttifakı’na yedeklendiği Türkiye’nin en politik seçimiyken, 31 Mart seçimleri çok daha apolitik bir süreçte gerçekleşiyor. Solun bir dizi aday çıkardığı, aday enflasyonunun ve rekabetin arttığı bir süreçteyiz. Bir yandan da ortak adayların olmaması solun birleşmemesi eleştiriliyor. Ancak tek bir soldan bahsetmek mümkün değil. Sol homojen bir toplam değil, her sınıfın ayrı bir sol kanadı var. Burjuvazinin sol kanadı, işçi sınıfının solu var, bunun gibi birçok kavram kullanılabilir. Seçimlere yaklaşımımızı şöyle ifade edebiliriz: Parlamentarizmin ne olduğunu, burjuvazinin ne olduğunu teşhir etmek. Seçimler demokrasinin koşulu olarak gösterilmek istenir ve kitlelerin pasifizmine dayanır. Demokrasi mücadelesi her sınıfın kendi yöntemleri ile yürütülür. İşçi sınıfının demokrasisi ise parlamentarizme sığmaz. Önümüze bir sandık dayatılır. Burjuva diktatörlüğünü meşrulaştırma yoludur aynı zamanda. Burjuva demokrasisinin kurumlarından biridir seçimler. Devlet sanki sınıf diktatörlüğü değil, iki sınıfa da eşit mesafedeymiş gibi gösterilmek istenir. İşçi sınıfının demokrasi mücadelesi burjuvazinin sınırlarını aşmaya başladığı zaman zafere ulaşır. Seçimlerde bizim hedefimiz burjuvazinin demokrasisi ile bizim demokrasi anlayışımızı anlatmak, ayırt etmektir. Türkiye’de yerel seçimlere değerlendirirken önce dünyadaki siyasi tabloyu anlamak gerekir. Dünyadaki yapısal birleşik krizlerin Türkiye’ye yansıması olarak ortaya çıkar tablo. Pandemiden sonra kapitalizm için geri dönülmez bir süreç başladı. Kapitalizm eskisi gibi gelişemiyor, korumacı önlemler alıyor. Devletler otoriterleşti, aşırı sağ partiler iktidara geliyor, göçmen düşmanlığı artıyor. Burjuva demokrasisinin klasik partileri devre dışı kalırken radikal unsurlar devreye giriyor. Tükiye’de 31 Mart seçimlerine giderken derin bir siyasi kriz, tel tel dökülen bir devlet aygıtı var. 2023 seçimleri Erdoğan için hayati bir seçimken buradan zaferle çıktı. Ancak tek adam rejimi demek de mümkün değil, bir koalisyon hükümeti söz konusu. İktidarıyla muhalefetiyle düzen cephesi krizden başka bir şey vadetmiyor. Geçtiğimiz 2019 seçimlerini Erdoğan özellikle İstanbul’da bir referanduma çevirmişti. 2024 seçimlerinde öyle bir atmosfer yok. Bilinçli olarak Erdoğan bu seçimleri referanduma çevirmek istemiyor. Kürdistan’da ise seçimler daha politik bir atmosferde geçiyor. Kayyum pratiği sömürgecilik pratiğidir. Bu sorunu sadece demokrasi sorunu olarak görmemek gerekir. Öyle görürsek sömürgeci imha savaşına karşı anti sömürgeci bir programla dikilemeyiz.

Yerel seçimlere dair solun ana eğilimi bir aday çıkarma yönünde. Tüm bu seçim çalışmaları da sosyal belediyecilik programının ötesine geçemiyor. Bu aynı zamanda ideolojik bir deformasyon. Bizim seçime dair perspektifimizse şu: Seçimlerde kitleleri harekete geçirmek üzere siyasal gerçekleri anlatmak, hükümete karşı eylemli bir seferberliği örmek. Herkesin kendi adayıyla seçime katılmasını değil, ortak bir blokla, bir eylem birliği ile seçimlere katılmak gerektiğini öneriyoruz. Somut bir eylem programı gerekir, seçimle sınırlı bir program burjuva demokrasisinin sınırını aşmayan bir rekabeti doğurur. Kayyumlar, savaş, ezilenlerin mücadele taleplerinin yükseltilmesini içeren bir eylem programına ihtiyaç var.

Köz adına yapılan konuşmada şunlar ifade edildi:

Türkiye’de uzun bir süredir rejim krizi var. Devlet aygıtı bir bütün olarak hareket edemiyor. Rejimin kendi kurallarına uygun hareket edemediği bir tablodan bahsediyoruz kriz derken. Bu kriz 15 Temmuz darbe girişiminin ardından belirginleşmiştir. Dünyadaki kriz ile de üst üste bindi. Efendilerin köleleri doyuramadığı bir dönem. Türkiye’ye özel olarak ise kriz bir rejim krizine dönüşmüş durumda. Rojava’nın varlığı TC’nin temellerini sarsıyor durumda. Erdoğan MHP ile ittifak içinde ve 2015’ten bu yana koalisyon hükümeti var. Ancak bugün MHP’den kurtulmak istiyor, MHP ile kavgası var. Yargıtay krizi, operasyonlar ile görünür bir kavgaya dönüşmüş durumda. Rejim krizinin değişik veçheleri bu durum. Millet İttifakı dağılmış, pespaye durumda. Ancak Amerikancı projenin çöktüğü anlamına gelmez. Cumhur İttifakı’nın da bir bütün halinde olduğunu söylemek mümkün değil. Erdoğan yerel seçimlerde şu ya da bu büyükşehir belediyesini almaktan ziyade zaman kazanmak istiyor. Emekçilerin mücadelesinin zayıf olduğu, sokağın sessiz olduğu bir sürece ihtiyacı var. 2028 seçimlerinde yeniden aday olmanın yolunu açmak, yeni anayasayı yapmak istiyor. Anayasa değişikliği için ise CHP’ye muhtaç. CHP’nin meşrebi ise buna uygun. Seçimlerde hodri meydan, Erdoğan’ı seçimle yeneceğiz dediği için anayasa değişikliğinde destek verebilecek meşrepte, bunu yaparlar diyemesek de. Seçimlere dağılmış biçimde gidiyor olsa da Amerikancı muhalefetin hesabı 2028’de Erdoğan’ın karşısına İmamoğlu ile çıkmak. Sol her yerde adaylar çıkararak yerel seçimlere katılıyor olsa da burjuva partileri saf dışı bırakacak bir tutum almıyor. Seçimler bizim açımızdan siyaset taşımanın aracı, emekçilere siyaset taşımanın kolaylaştığı bir süreç. 2007-2015 sürecinde emekçilerin sesi olabilecek bir tablo vardı seçimlerde. Gezi’nin dinamikleri de böyle oluştu. 2015’te Erdoğan’ın yenilmesi de böyle oldu. Bizim mevzilerimiz vardı. O dönemde bir dizi kitle örgütü vardı, bugün kitle örgütlenmeleri o döneme kıyasla çok az. 2018’de Muharrem İnce’ye verilen örtük destek ve ardından gelen seçimlerde CHP’ye verilen destek ile birlikte solun bağımsız güç olma kapasitesi zayıfladı. 2019 ve 2023’te sol ortak bir davaya uygun hareket etti, CHP’ye destek verdi. Biz 2019’da, 2023’te ve 2024’te aday çıkardık. Bizim yerel seçimlerde kriterimiz sadece solun bir adayının çıkmasıydı. DEM aday çıkarınca ise DEM lehine çekildik. İzmir’de Kaldıraç ile birlikte aday çıkardık. Biz emekçilerin hükümete karşı seferber edilmesi gerektiğini seçimleri bunun için kullanmak gerektiğini söylüyoruz. Ancak sol akımların bir ilçede dahi çok sayıda aday çıkardığı bir tablo var. Her akım ortak bir davayla değil, kendini tanıtmak amacıyla ve dar hesaplarla seçimlere giriyor. Biz bu rekabetçi tablonun bir parçası olmadık. Solun ortak hareket etmesini, ortak ve burjuvaziden bağımsız adaylar çıkarmasını savunuyorduk. DEM’i desteklememiz de DEM’in en ideal ve olması gerekeni yapan bir parti olduğunu düşünmemizden kaynaklanmıyor. DEM bugün 2015 öncesi süreçte aldığı bağımsız tutumu almıyor. Kent uzlaşısı adına altında birçok kentte aday çıkarmayarak CHP’yi destekliyor. Bizim hiçbir ilçede destek çağrısı yaptığımız bir aday yok. Sol adayların hepsine eşit mesafedeyiz. CHP’nin kesin kazanacağı ilçelerde aday çıkarma, CHP’ye zarar vermeme tutumu var sol açısından. DEM de 2015 öncesinde olduğu gibi güçlü bir çalışma da yürütmüyor. Bizim önceden DEM’e verdiğimiz desteğin nedeni başkaydı. Çünkü 2000’li yıllarda ölüm oruçlarının ardından sol cenaze kaldırıyordu, böyle bir tablo hâkimdi sokağa. DTP’nin 2007’den itibaren tutumu emekçilerin kitlesel mücadelesini büyütmeye ve sokağın hareketlenmesine pozitif etki ediyordu. O zaman ki adıyla DTP/BDP’yi mecliste CHP’den AKP’den bağımsız tutum alan bir parti olduğu için destekledik. Bugün ise emekçilerin demokrasi mücadelesinin figüranı değil öncüsü olması gerektiğini vurgulayan bir çizgide DEM çalışmasını destekliyoruz. DEM’in adaylarını destekleyerek bu ajitasyonu yapmayı tercih etmemizin nedeni ise esas olarak bu çalışmanın bizim kendi propaganda ve ajitasyonumuzla katılmamıza en müsait seçim çalışması olması.

İlk tur konuşmalarının ardından soru-görüş kısmına geçildi. Rejim krizini nasıl tarif etmek gerektiği, Türkiye’de rejimin değiştiği, savaş, AKP-MHP ilişkisi, Almanya KPD dönemi, sosyalist belediyecilik, Tunahan Dursun kampanyasının amacı ve ESİBA ile farkı, Maçoğlu adaylığı vb konularda sorular soruldu. İkinci tur için konuşmacılara tekrar söz verildi.

Köz: DEM Parti’nin iddiası demokrasi getirmek ve demokratik cumhuriyet kurmak, devrim iddiası yok. İddiaları üzerinden bir partiyi akımı eleştirebiliriz. Kürdistan sorunu Kürtlerin ulusal olarak devletlerinin olmaması sorunu, DEM’in bağımsız Kürdistan iddiası yok. Kürt sorunu ise Kürtlerin demokratik sorunlarını kapsıyor ve DEM’in hükümetle bu konularda görüşmesi doğal. Ancak hükümete can suyu olmaması gerekir, “çözüm süreci” DTP’yi güçlendiren bir süreç oldu. Erdoğan bu nedenle masayı devirdi.

Türkiye’deki tabloyu bir klik kavgası olarak görmek doğru değil. Kendi yasalarına uygun hareket edemeyen, kilitlenmiş bir devlet işleyişi var. Mahkemelerden ne karar çıkacağını kestirmek mümkün değil. Amerika’da bir klik kavgası var mesela. Türkiye’deki durumu bir rejim krizi olarak tarif ediyoruz. Kriz durumu devrimciler için olumsuz bir tablo değil. Düzenin olduğu yerde devrimin gerçekleşmesi daha zor olur. Kriz, kaos durumu devrim için daha uygun koşulları yaratır.

İkinci cumhuriyet meselesinde ise, yeni rejim kurulması için darbe ya da devrim gerekir. Bir halk seferberliği ile kurucu meclisin kurulması gerekir. Yeni anayasa da böyle yapılır. O yüzden ikinci cumhuriyet kurulmadı.

Örgütlenme meselesinde seçimleri bir fırsat olarak görmek gerekir. Örgütlenmek gerekir vurgusu DEM’de değil ama genel olarak solda var. Ama ne için örgütlenmek, düzen güçlerinden bağımsız örgütlenmek önemli. Siyasi olarak CHP’den bağını koparmadan örgütlenemezsin.

Sosyalist belediyecilik ise merkezi iktidarı almadan belediyeleri değiştirebileceğine dair bir yalandır. Kürdistan’da bunu yapabilirsin ama devlet gelir kayyum atar. Emekçilerin seferberliğini örmeden parlamentoda 20 milletvekili ile hiçbir şeyi değiştiremezsin, parlamentarist hayaldir bu. Sosyalist belediyecilik Proudhoncu küçük burjuva sosyalizminin bir varyantıdır. Belediye bir şirket İmamoğlu da bu şirketin başında. Erkan Baş patronlarla fotoğraf verince eleştirildi ama, İBB’nin başkanı İmamoğlu DİSK ile 1 Mayıs kürsüsüne çıkarılıyor.

Bizim seçimlerde komünist aday gibi yaklaşımımız yok. Aday çıkarma basıncı parlamentarist bir basınç. Bizim aday çıkarmaktaki kaygımız, emekçilerin sesinin kısılmış olmasıydı. Biz parlamentarist olmadığımız için aday göstermemiz ya da çekmemiz bizim açımızdan sorun değil. Tunahan Dursun neden çekildi meselesine gelecek olursak; biz komünist aday çalışması koymadık önümüze. 2019’da Kürtlerin, emekçilerin sesi yok deyip aday olduk. Tunahan Dursun adaylığında ise bir sessizlik vardı. Kimse aday çıkaracağını duyurmadı. Biz kimse bu tutumu almadığı koşullarda Tunahan Dursun adaylığını destekledik. DEM reform yapmayı önüne koyan bir parti, devrimci bir parti değil. Ancak tabanı devrimci dinamikler barındıran, marksizme en yakın taban. Yürüttüğü seçim çalışması bizim yürüteceğimizden çok daha güçlü bir çalışma olur. Ancak biz komünist görüşlerin propagandasını yapacak değil, sermaye partilerinden bağımsız bir aday çıkmasını savunduk ve önerdik. Dolayısıyla DEM’in adayını desteklememiz de bu gerekçeyle. DEM’in aday çıkarmadığı yerde TKP’nin adayını da destekleyebilirdik, ikisi arasında esasa dair bir fark gördüğümüz için değil, bizim kendi propagandamızla yer almamıza daha mümkün bir seçim çalışması olacağı için DEM’in adayını destekliyoruz. Kadıköy Dayanışması’ndan da sol içi rekabetin bir parçası olması ve Maçoğlu’nun İmamoğlu’na destek açıklaması yapması gerekçesiyle çekildik.

EKİB: Sosyalist belediyecilik, proudhonculuğa dayanır, kooperatifçiliğe dayanır. Merkezi iktidarı almadan, küçük yerel sosyalist adacıklar kurmayı kapsayan bir yapı. Onda bile halkın doğrudan yönetime katılması örnekleri vardır. Fatsa örneği daha çok buna benzer. Solun bugün tasavvur ettiği şey sivil toplumculuk daha çok. Sosyalist iktidar kavramını daha çok TKP kullanıyor. Tek partili bürokratik bir iktidarı kastediyorlar. Bir komünist parti varsa sosyalist iktidar vardır. Lenin sonrası Stalin dönemine dayanan bir modeldir.

Laiklik sorusu geldi, sosyalistlerin laiklik diye bir gündemi mutlaka olmalı, ama laikliğe nasıl yaklaştığı önemli. TC’nin hiçbir zaman laik olmadığını savunmak gerekir. Tek bir dini tanıyan bir devlet yapısı olduğunu vurgulamak gerekir. Sadece laiklik dediğimiz zaman 28 Şubatçılarla aynı pozisyona düşeriz. Laikliği savunmak için Diyanet’in kapatılmasını, dini inanç grupları üzerindeki baskının kaldırılmasını, azınlık dinlerinin özgürleşmesini savunmak gerekir. Devletin dinden elini eteğini çekmesi gerekir. Diyanet halifeliğin adı değişmiş biçimidir. Yıllarca TSK’yı laikliğin garantörü olarak gördüler, ancak TSK mensubu biri öldüğünde şehit ilan edilir ve cenazesi sadece camiden kaldırılır. Diğer azınlık dinlerinden olanların ise TSK’da eline silah bile verilmez. Hiçbir zaman laiklik olmadığı için elden gitmesi de söz konusu olamaz. İkinci cumhuriyet Türkiye’de liberallerin kemalistlerin dile getirdiği bir tezdir. Erdoğan’ın ifade ettiği tek din, tek millet kavramları, cinsiyetçilik TC’nin genetik kodlarında var.

Maçoğlu sorusu gelmişti. Dersim belediyesindeki pratiğe bakacak olursak, sosyalist belediyeciliğe benzer bir çalışma yapmaya çalıştılar. Belli bir sınırı var bunun. İş kazasında hayatını kaybeden belediye işçisinin sorumluluğunun taşerona atılmaya çalışılması belediyelerdeki sınırı da gösteriyor. Sosyalist belediyecilik iddiasında bulunuyorsun ama taşerondan kurtulamıyorsun. Herkese AB’ci foncu diyen TKP’nin adayı Dersim’de AB fonu ile termal tesis yapıyor. Burada esas sorun kitlelerin toplumsal muhalefetin ana bileşeni olmaktan çıkarılıp bu çalışmaların nesnesi haline getirilmesi. Maçoğlu aynı zamanda kemalizmin Türkiye’deki truva atı olan TKP listesinden seçime giriyor.

Faşizm olağanüstü durumlarda, burjuvazinin kendi iktidarını kaybetme noktasına girdiği devrimin yaklaştığı durumlarda devreye girer. Türkiye’de güçlü bir devrimci hareket, güçlü bir işçi hareketi yok. Klasik bir burjuva demokrasisi de yok. Erdoğan’ın rejimi otoriter bonapartist bir rejime yakın olarak tarif edebiliriz. Türkiye’de kurucu meclisi birçok Troçkist savunuyor. Ama onların savunusu utangaç bir demokratik devrimcilikten başka bir şey değil. Sistem krizde, emekçilerin seferberliğiyle tüm siyasal odakların buluştuğu bir kurucu bir meclis önerisi. Bu mücadelelerin radikalleştiği dönemlerde kitleleri düzen içinde tutmaya yarar. Mücadelenin zayıf olduğu zamanlarda da burjuvazinin meclisinden yeni bir anayasa yaratılabileceği yanılsaması yaratır. Yeni bir anayasa ve rejim için iktidarın yıkılması gerekir. Bugün bunu savunmak yanılsama yaratır. Tüm sınıfların bir arada olduğu bir kurucu meclis mümkün olmaz. Troçki’nin Dördüncü Enternasyonal geçiş programında bu talep var. Ama bu serbest seçimlerin olmadığı, köylülüğün ağır bastığı, işçi sınıfının gelişmediği sömürge-yarı sömürge ülkelerde bağımsızlığı kazanmak için demokratik bir talep olarak görülmeli.

EKİB’in konuşmasının ardından panel sona erdi. Panelde özellikle seçim çalışmasında Köz’ün tutumu ve Tunahan Dursun adaylığına yönelik soruların doğrudan Köz’e yöneltilmesi Tunahan Dursun’un Köz’ün adayı, Köz’ün görüşlerini ifade etmek üzere çıkmış bir aday olarak görülmesinden kaynaklanıyor. Adayın çekilmesine dair soruların da yine Köz’e yöneltilmesi bu konudaki görüşlerimizi daha fazla anlatmaya ihtiyaç olduğunu gösteriyor.

Adayı Köz çıkarıyor olsa da bu kampanyayı esas olarak Köz’ün burjuvaziden bağımsız bir eylem birliği çağrısı olarak görmek gerekir. Böyle bir eylem birliği için yürütülecek olan seçim kampanyasını kurgulayan, tüm demokrasi güçlerini kapsamayı hedefleyen ve ona uygun bir çağrı yapan elbette Köz’dür. 2019-2023-2024 seçimlerindeki adaylar böyle bir kampanyanın adayları olarak çıkmış ve Köz de bu kampanyanın bir bileşeni olarak bu adayların çalışmalarını sürdürmüştür. Köz’ün kendi siyasal görüşleri elbette bu kampanyanın sınırlarına sığamayacağı için bu adaylar Köz’ün adayları değil, eylem birliği önerisiyle ortaya koyduğu seçim kampanyasının adayları olarak görülmelidir.

İstanbul’dan Komünistler