8 Mart’ın Dünya Kadınlar günü olarak kutlanmasının yarattığı rüzgâr kendini önce New York’ta yirmi binlerin grevinde gösterdi. Grev kazanımla sonuçlandı. Ancak ilerleyen yıllarda 8 Mart tüm dünyayı yerinden oynatacak bir başka devrimci gelişme ile anılacaktı: 1917 Şubat Devrimi.

Rus Çarlığı Avrupa gericiliğinin kalesiydi. Tüm siyasi güç 300 yıldır
Romanov ailesinin elindeydi. Halklar hapishanesinde onlarca halk esirdi. Çarlık rejimi altında işçiler ve köylüler en basit demokratik haklardan bile mahrumdu. Kadınlar ise Rus toplumundaki feodal ilişkiler nedeniyle bir kat daha fazla ezilmekteydi. Fakat 1917 8 Martı’nda kadınlar tüm bu yapıyı kökten sarsacaklardı.

8 Mart kutlamaları Rusya’da Bolşeviklerle başlamıştı. 1913’te Gregoryen takviminde 8 Mart’a denk gelen 23 Şubat’ta Bolşeviklerin öncülük etmesiyle Kadınlar Günü Rusya’da ilk defa kutlandı. Bolşevikler 8 Mart kutlamalarını kadını erkeği ile tüm işçileri bir araya getirip mücadeleyi büyütecek bir kaldıraç olarak görüyorlardı. Bolşeviklerin ardından Menşevikler de bu kutlamaları önemsemeye başladı. Ancak Menşevikler kutlamalara sadece kadınların katılması gerektiğini savunuyor, kadınlarla diğer ezilenler arasına bir duvar örüyorlardı.

1917 8 Martı, paylaşım savaşının yükünün iyiden iyiye ağırlaştığı bir yılda yaklaşıyordu. Milyonlarca emekçi cephelere gitmişti, cepheye giden erkeklerin fabrikalardaki yerini ise kadınlar doldurmaya başladı. Petrograd’ta işgücünün yarısı kadınlardan oluşuyordu. Kadınlar her gün ekmek kuyruğundaydı. Bir kilometreye varan kuyruklar gösterilere, gösteriler dükkân yağmalarına dönüşüyordu.

Rusya 1917 yılına büyük bir grev dalgasıyla girdi. Petrograd’ta yüz
seksen bin işçi grevdeydi. 22 Şubat’ta fabrika patronları Putilov silah fabrikasının 20 bin işçisinin grevine işyerini kapatarak karşılık verdi. Sokağa dökülen binlerce işçinin öfkesi, buz gibi havada ekmek için kuyruklarda bekleyen kadın emekçilerle buluştu. Ortak öfkenin Putilov’da üretilen bombalardan daha patlayıcı olduğu ertesi gün anlaşıldı.

23 Şubat Dünya Kadınlar günüydü. Bütün sol partiler Kadınlar gününü alışılagelmiş bir şekilde, yürüyüşlerle kutlama niyetindeydi. Greve çağrı yapan bir örgüt yoktu. Hiçbir eylemden geri durmayan Bolşevikler bile kadınlara, yalıtık eylemlerden kaçınmalarını ve parti kararlarına uymalarını öğütlediler. Kadın tekstil işçileri uyarılara aldırış etmeyip bir günlük genel grev ilan etti.

Grevci kadınlar, metal fabrikalarında çalışan erkek işçileri kendilerine katılmaya ikna etmek için yürüyüşe geçtiler. Bir metal işçisi o günü şöyle hatırlayacaktı: “Binlerce kadın işçi militan bir ruh haliyle fabrikamızın önündeki boşluğu doldurdu. Bizi görenler kollarını sallıyor, ‘Dışarı Gelin! Çalışmayı Bırakın!’ diye sesleniyorlardı. Açık camlardan kartopları üzerimize yağıyordu. Eyleme katılmaya karar verdik.”

Grevciler, Viborg varoşundan şehrin merkezine aktılar. “Ekmek!’’ diye bağırıyorlardı, “Barış!”, “Kahrolsun otokrasi!” Petrograd’ın yarısı sokaktaydı. Devrim başlamıştı. Fransız Devrimi’nde, Komün’de olduğu gibi kadınlar yine en öndeydiler.

Petrograd’taki taburlarına güvenen Çar II. Nikola ise tasalanmıyordu. Çar, ayaklanmanın bastırılmasını emredince, generallerinin kitlenin üzerine ilk olarak sürdüğü Kazak birlikleri kadınlara vahşice saldırdı. Kadınlarsa geri çekilmedi ve askerlerin etrafını sarıp, neden sokağa döküldüklerini anlattılar. İşte tam bu anda süvariler, komutanlarının emirlerine itaat etmediler. Silahlarını indirip kışlalarına döndüler.

Bu itaatsizlik karşısında afallayan komutanlar askerleri emekçilerin
üzerine sürmeye devam ettiler. 26 Şubat’ta kitlenin üzerine ateş açıp 169 işçiyi katlettiler. Ancak emir komuta zinciri kırılmıştı bir kere. Önce katliam haberi erler arasında hızla yayıldı. Bu sırada kadınlar, erleri ateş etmemeye, kendilerine katılmaya çağırıyorlardı. Bir gün geçmeden, Petrograd’taki tüm askeri birlikler ayaklanmıştı. Silahlar işçilere değil komutanlara doğrultulmuştu. İşçiler ele geçirdikleri cephanelerle silahlanıyorlardı. Artık başkentte kontrol kadın-erkek işçilerde ve erlerdeydi.

3 Mart’ta Petrograd Sovyeti’nin emriyle çar tutuklandı. İşçilerin proleter kadınların öncülüğündeki silahlı ayaklanması çarı devirmişti ama bir işçi-köylü ittifakının somut biçimi olan Sovyetler egemen olamamıştı. Şubat’ın bir proletarya diktatörlüğüyle taçlanmaması Bolşeviklerin hazırlıksızlığından kaynaklanıyordu. Bolşeviklerin Geçici Hükümeti devirip iktidarı Sovyetlere bırakması için aynı yılın Ekim ayını beklemek gerekecekti.

Ekim Devrimi’nde kadınlar yine en ön saftaydılar. Silah kullanamayanları sıhhiyeci olarak örgütleyen ebe Fortunatova’dan, Geçici Hükümet’ten gizli onlarca silah taşıyan tramvay sürücüsü Rodionova’ya kadınlar devrimin kaderinde belirleyici oldular. Devrim sonrasında iki sene sürecek iç savaşta da yetmiş bin kadın zorunlu olmamasına rağmen Kızıl Ordu cephesinde savaştı.

Devrim, binlerce yıllık kadın-erkek eşitsizliğinin sonu anlamına gelmiyordu. Ancak, ücretsiz kürtaj, boşanma, doğum izni, eşit işe eşit ücret gibi haklar devrimden çok kısa bir süre sonra tanınmıştı. Ekim’in proleter kadınlar açısından bu sosyal haklardan da daha önemli kazanımı ise, tarihte ilk defa bir sovyet cumhuriyetinin muzaffer olmasıydı. Öteden beri ezilen, hor görülen kadınlar artık iktidarın doğrudan bir parçasıydılar.

Ekim Devrimi ona önderlik eden Bolşeviklerin eksiklikleri nedeniyle yenildi ama Ekim Devrimi’nin yenilgisi kadınların mücadelesinin bittiği anlamına gelmedi. Çin’de, Vietnam’da, Küba’da, Nikaragua’da dünyanın dört bir yanındaki devrim mücadelelerinde hep kadınlar yer aldı.

Bugün de kadınların mücadelesi büyüdüğünde,
Kadınlar kendilerini sadece kadınların sorunlarına hapsedenlerin ördükleri duvarları yıktığında,
Kadınlar, kadını erkeğiyle tüm ezilenlerin mücadelelerinin başını çektiğinde,
İşte o zaman Çarı Deviren Kadınlar bir kez daha sahneye çıkacak;
Kendini çar sanan parlamenter çar taslaklarını da tarihin çöplüğüne süpürecek.