Bir süredir etkinliklerine katıldığımız Çağdaş Hukukçular Derneği öğrenci komisyonu, bu dönem “Türkiye’de Öğrencilik ve Gençlik Mücadelesi” başlıklı 4 atölye planlayarak etkinliklerine başladı.

Atölyenin ilk alt başlığı olan “12 Eylül Öncesi Gençlik Mücadelesi” başlığında KöZ’ün arkasında duran iki kişi olarak sunum yapmak için sorumluluk aldık.

İlk olarak sözü alan arkadaş, öğrenci hareketlerinin genel olarak hangi dinamikler tarafından harekete geçirildiği üzerinde durdu. Devlet içinde hâkim bloklar arasındaki siyasal çatışma ve gerilim dinamiklerinin toplumu politize ettiği ve bunun sonucu olarak çoğunlukla öğrencilerin mobilize olduğundan bahsetti. 1960’lar öncesi öğrenci hareketi diye tanımlayabileceğimiz ilk hareketlerden biri olan Tan gazetesini basan faşist öğrenci güruhunu da böyle ele alabileceğimizi söyledi. 1960’lara doğru gelindiğinde Menderes’e karşı harekete girişen öğrencilerin de hâkim sınıf içindeki bir kavgadan ötürü politize olduğuna değindi. Bu dönemde gençlik hareketinin düzeni koruma saikiyle harekete geçtiğini belirtti.

1960’dan sonra ise Türkiye’de yükselen bir toplumsal muhalefet olduğundan, Türkiye İşçi Partisi’nin kurulması ve parlamentoya girmesi ve aynı zamanda hükümet olan Adalet Partisi ve dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e karşı büyüyen bir öfkenin gençliği harekete geçirdiğinden söz etti. 1968’e gelindiğinde ise temelde düzen içi bir kapışmanın hareket ettirdiği gençliğin bu sınırlardan dışarı çıkmaya başladığını ve devrimci bir yönelim kazandığından bahsetti.

Gençlik eylemlerinde yer alan ve TİP üyesi olan bazı kesimlerin başta 71 kopuşunun önderleri olanların zamanla Türkiye İşçi Partisine karşı eleştirel bir tutum geliştirdikleri üzerinde duruldu. Dolmabahçe yürüyüşünde TİP üyesi Harun Karadeniz’in kitleyi durdurmak istediği ve Deniz Gezmiş ile olan tartışmasını örnek verdik. Türkiye İşçi Partisi’nin reformist ve parlamentarist perspektifine karşı devrimci bir parti arayışıyla gençlik hareketinin önderlerinin buradan koptuğu üzerinde durduk.

Bu sürecin kimi boyutlarıyla bugüne benzetilebileceğini vurguladık. HDP’nin aslında toplumsal destek ve parlamenter gücü itibariyle onu aşsa da TİP’e benzer bir parti olduğunu ve aynı şekilde bugün de daha şiddetli bir şekilde bir hükümet karşıtı öfkenin bulunduğunu söyledik.

Yine bu dönem gençliğin tartışmalarının yoğunlaştığı konunun öğrencilerin kısmi sorunları olmadığını, esas olarak siyasal iktidar ve devrim stratejisinin tartışıldığını söyledik. FKF’nin 1969 kurultayının buna bir örnek olduğunu, devrim stratejisi üzerinden kurultayda bir bölünme yaşandığından bahsettik.

Daha sonra, 71 kopuşunun; kitle hareketinin yüksek olduğu bir siyasi ortamda gerçekleştiğini ve bunun, 71 kopuşunun ardıllarının eleştirdiğinin aksine kitlelerden değil, bu kitlenin önüne set çeken TİP’ten bir kopuş olarak gerçekleştiğini vurguladık. Aynı zamanda 80 öncesi gençlik hareketinin salt bir gençlik hareketi olarak ele alınamayacağını, yükselen işçi hareketiyle yan yana durduğunu, 15-16 Haziran Ayaklanmasıyla Dev-Genç’in kurduğu bağın bunun bir örneği olduğunu söyledik. 15-16 Haziran olaylarında askerin işçilere kurşun sıkmasının; 71 kopuşunun önderlerinin sol bir cunta bekleyen Mihri Belli gibi kimselerden de kopmasına yol açtığını belirttik.

Neticede TİP ve gençliğin içinden gelen kesimlerin 1971’e gelindiğinde düzen içi siyasal öznelerden koptuğunu, bağımsız ve doğrudan siyasal iktidarı hedefleyen örgütler kurduğunu söyledik. En basit demokratik bir kazanımın dahi devrim sorunu olduğu saptamasıyla hareket ettiklerini vurguladık.

Dönemin dünyadaki devrimci hareketlerinin etkisiyle bu akımların esas olarak gerillacılık ve silahlı propagandanın etkisi altında kaldıklarını fakat bundan önce aslında devrimci bir partide yer alma  amacında olduklarını bunun için Mihri Belli ile olan görüşmelerinden bahsettik.

Ardıllarının ise 1974’ten sonra verdikleri muhasebeyle farklı bir yola girdiğini, 71 kopuşunun yenilgisini kitlelere gidilmediği, işçi sınıfıyla yeteri kadar güçlü bağlar kurulmadığı gibi nedenlerde aradığını söyledik. Böyle bir muhasebenin de merkezi siyasal iktidarı devirme fikrinden bu akımları uzaklaştırdığını, yerelci, rekabetçi, dar ve ekonomist bir siyasal pratiğe hapsettiğini vurguladık. Mustafa Suphi TKP’sinin programını esas almadan yapılacak her türlü muhasebenin de kaçınılmaz olarak yanlış sonuçlara gideceğini söyledik.

Sunumun ardından yapılan sohbette 71 kopuşunu gerçekleştirenlerin ardıllarının onların mirasına sahip çıkıp çıkmadığına dair sorular geldi. Dev-Yol’un 80 darbesi sonrasında gerilla hareketine giriştiği gibi örnekler verildi. Biz ise Dev-Yol’un bu konuda son akla gelebilecek örnek olduğunu söyledik. Merkezi siyasal bir örgüt ve hat örmeyip esas olarak yerel faaliyetlere odaklandığını, 80 darbesinden sonra verdikleri savunmaların da buna örnek teşkil ettiğini söyledik.

Söz alan başka bir arkadaş ise bugün Rojava’ya gidenlerin 71 kopuşunu gerçekleştirenlerle kıyaslanıp kıyaslanamayacaklarına dair olarak, o gün Filistin’e gidenlerin silahlı mücadeleyi öğrenmek amacıyla gittiğini söyledi. Esas hedeflerinin bu mücadeleyi bu topraklarda vermek olduğunu, bugün Rojava’ya gidenlerin ise enternasyonal dayanışma söylemiyle hareket ettiklerini, 71 kopuşunu gerçekleştirenlerden bu boyutuyla da farklı olduklarını belirtti.

Başkaca bir tartışma ise 80 öncesi dönemle bugünkü koşulların, HDP–TİP, hükümet karşıtı öfke, hakim güçler arasındaki kavga ve toplumsal muhalefet başlıklarından yola çıkarak ne derece benzeştiğine ilişkin oldu. Biz bugün toplumsal öfkenin 60’lar ve 70’lerden daha fazla olduğunu; Gezi Ayaklanması, Kobane Serhildanı gibi örneklerin buna delil teşkil ettiğini söyledik. Yine HDP’nin özü itibariyle TİP’den farklı olmayan bir reformist parti olduğunu ve çok daha güçlü bir etkiye sahip olduğunu belirttik. Hükümetin ise gerileyen fakat 71 Muhtırası örneğinde olduğu gibi düzen güçleri tarafından indirilemeyen bir hükümet olduğunu ve 12 Eylül rejiminin en ceberut temsilcisi haline geldiğini söyledik. Bu koşullarda 71’de olduğu gibi bir devrimci kopuşun daha mümkün hale geldiğini bunun ilk şartının da reformist siyasal tutumları teşhir edip ayrım çizgilerini belirginleştirmek olduğunu söyledik.

İstanbul’dan KöZ Okurları