Düğüm Noktası Erdoğan. Türkiye’de Erdoğan ile ilişkili olmayan tek bir sorun bile yok. Kayyımlar da, Suriye’deki, Libya’daki maceracı hamleler de, Gezi Davası’nda beraat eden Osman Kavala’nın aynı gün 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden gözaltına alınması da Erdoğan’la ilgilidir. Türk-Metal’deki satış sözleşmesi de taraftarı “Damat İstifa” sloganı atan Fenerbahçe’nin ligdeki durumu da, Taksim’deki kavuşma anıtının yasaklanması da Erdoğan’ın siyasi ikbal kavgasıyla yakından bağlantılıdır.

Erdoğan Sorunu Bir Rejim Sorunudur. Pek çokları Erdoğan’ın rejimi değiştirdiği iddiasıyla bir rejim sorunundan söz ediyor. Halbuki Erdoğan’ın devlet içindeki tüm kurumların yetkilerini gasp etmeye, bu kurumları atama ve soruşturmalarla kendisine bağlı kılmaya çalışması aslında onun eski rejim içinde debelenip durduğunun en açık kanıtı. Karşımızda ilerleyen, güçlenen, devlet üzerinde hakimiyetini arttıran bir Erdoğan yok. Tersine kendi partisine, mahkemelere atadığı yargıçlara, komutanlara hakim olamayan bir Erdoğan var. Siyasi olarak Devlet Bahçeli’ye teslim olmuş, Suriye macerasında kapana kısılmış, manevra kabiliyetini yitirmiş bir Erdoğan var. Asıl sorulması gereken bunca gerilemeye, yıpranmaya karşın Erdoğan’ın nasıl olup da ayakta durduğudur. Yanıtı açıktır: Rejim halihazırda Erdoğan’dan daha perişan vaziyettedir. Mahkemesinden, ordusuna, siyasi partilerinden gazetelerine televizyonlarına rejimin hiçbir kurumu işlemediği için Erdoğan hala ayaktadır. Erdoğan’ın bunca sene ayakta kalmasının sebebi egemenlerin Türkiye’yi eskisi gibi yönetememesidir. Türkiye’deki rejim krizidir.

12 EYLÜL REJİMİ KRİZDE

Çünkü Kürde Deli Gömleğini Giydiremedi. 12 Eylül Kürdü toptan inkâr etmeyi, devrimci hareketi bir bütün olarak ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Yapılan mağdur edebiyatının aksine 12 Eylül amacına ulaşamadı, Kürtlere boyun eğdiremedi. Kürdistan’da güçlenen devrimci dinamikler, Türkiye’de solun tümüyle düzene entegre olmasına engel oldu. Kürtlerin bitmeyen başkaldırısı devrimci dinamikleri güçlendirdiği gibi Kürdü yok sayan 12 Eylül Anayasası’nın değiştirilmesini dayattı.

Çünkü Askeri ve Sivil Bürokrasi Devre Dışı Kaldı. Rejimin temel payandası askeri ve sivil bürokrasiydi. 12 Eylül Rejimi’nin işlemesi için Milli Güvenlik Kurulu’nun siyaseti dizayn etmesi, yargının sürekli durumdan vazife çıkarması gerekiyordu, cumhurbaşkanının askerlerin onayladığı isimler arasından seçilmesi gerekiyordu. Gelgelelim doksanların ortasından sonra özellikle Amerikan emperyalizminin öncelikleri değişti. ABD Sovyetler Birliği’ne karşı ileri karakol olarak kullandığı Türkiye’yi Avrupa Birliği’nin içine Truva atı olarak sokmak, Orta Doğu’da bir sıçrama tahtası olarak kullanmak istedi. Bunun için askeri ve sivil bürokrasinin, imtiyazları törpülenerek, siyaset sahnesinin dışına çıkarılması, iktidarsızlaştırılması gerekiyordu. Doksanların sonundan itibaren on yıldan fazla süren operasyonlar bu amaca hizmet etti. Böylelikle reform diye bastıran ABD 12 Eylül rejiminin payandalarını adım adım zayıflattı.

Çünkü Reformlar Meseleyi İyice İçinden Çıkılmaz Hale Getirdi.  Farklı kesimler peşpeşe birbiriyle çelişen düzenlemeler yaptı. Kürtlerin ağzına bir parmak bal çalmak için yapılan reformlar Kürt hareketini tasfiye etmek şöyle dursun, onun Türkiyelileşmesine ve Türkiye siyasetinde çok daha etkin bir güç haline gelmesine yol açtı. Askeri ve sivil bürokrasinin saha dışına alınması yıpranan Erdoğan’ı emekli etmeyi imkansızlaştırdı. FETÖ Operasyonu adıyla başlayan temizlik, devlet bürokrasisini hallaç pamuğu gibi dağıttı. Nihayetinde Bahçeli’nin iteklemesiyle yapılan anayasa değişikliği yeni bir rejim kuramadığı gibi Erdoğan’ı iyiden iyiye MHP’ye bağımlı kıldı. Zaten yamalı bohça olan Anayasa geri dönüşü imkansız bir şekilde çelişkili bir karakter kazandı.

İşlemeyen Rejim Erdoğan’ı ayakta tutuyor. Erdoğan’ın ayakta kalma gayreti ise rejimi iyiden iyiye işlemez kılıyor. Tam da bu nedenle Erdoğan’dan kurtulma sorunu krizdeki 12 Eylül Rejimi’nin kesin olarak tasfiyesi ve yeni bir rejimin kurulması sorunuyla ayrılmaz bir biçimde iç içe geçmiştir.

Eski Rejimin Anayasal Sınırları İçinde Yeni Anayasa Yapılamaz. 1987’den beri yapılan anayasa değişikliklerinin tümü yeni bir anayasaya duyulan ihtiyacı arttırdı. 2011’den 2015’e kadar uzanan süreçteki anayasa yapım komisyonun faaliyeti ise mevcut meclise ve siyasi partilere dayanarak yeni bir anayasa yapmanın neden mümkün olmadığını tüm somutluğuyla gösterdi. Yeni bir anayasa ise hiçbir yasa tarafından kısıtlanmayan bir kurucu meclisle yapılabilir. Böyle bir kurucu meclis ise ancak, Türkiye’de bugüne kadar olduğu gibi, bir darbeyle ya da bir devrimle, en azından hükümeti devirecek bir halk ayaklanmasıyla kurulabilir.

KöZ 2007’den Beri “Demokratik Anayasa İçin Kurucu Meclis” Tespitini Yapıyor. Yeni anayasa konusu ilk kez 2007 yılında AKP’nin ve TÜSİAD’la birlikte Ergun Özbudun’a hazırlattığı anayasa taslağıyla gündeme geldi. Yeni anayasa hayalleri yayanlara inat KöZ mevcut anayasanın bu şekilde değişemeyeceğini vurguladı.

Amerikancı Muhalefetin Devrim Korkusu Onun Açmazıdır. Odağında CHP’nin olduğu Amerikancı muhalefet Erdoğan’dan kurtulmak istiyor ama devrimci dinamiklerden ölesiye korkuyor. Dolayısıyla kendisiyle işbirliğine girecek her harekete Erdoğan’a karşı parlamenter zeminde muhalefet etmeyi şart koşuyor. Mevcut Anayasanın yasalarını tanımayan yeni ve egemen bir meclis fikri bu nedenle Amerikancı muhalefete uzak. Devrimci dinamikleri kışkırtmaktan ürkenler Erdoğan’dan parlamenter yollarla kurtulma hayali kuruyor. Parlamenter sisteme geri dönüşten söz eden muhalefet yeni bir anayasa yapmak yerine 2017’deki tüm değişiklikleri iptal ederek parlamenter sisteme geri dönülebileceği yanılsamasını yaratıyor.

Amerikancı Muhalefet Hayal Kuruyor. Erdoğan’ı parlamenter yolla süpürmek mümkün değil. İstanbul’da, Diyarbakır’da mahalli seçimlerdeki yenilgiyi tersine çevirmek için kırk türlü dalavere çeviren, kayyım üstüne kayyım atayanların Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybedince iktidarı muhalefete vereceğini düşünmek benzersiz bir saflık olur. Yine seçimle sözümona parlamenter rejime dönülebileceğini savunmaksa daha büyük saflık olur. Rejimin çatlaklarından beslenen Erdoğan’ın buna var gücüyle direneceği, Amerikancı muhalefetin anayasa değişikliği için gerekli olan 360 milletvekilini hiçbir zaman bulamayacağı gerçeği bir yana, hangi düzenlemeler geri alınırsa “parlamenter sisteme dönüleceği” meçhuldür. 2007 referandumunda Saadet Partisi’nin ve Akşener’in de oyuyla geçen “Cumhurbaşkanı’nı halk seçsin” maddesine dokunmadan eski rejime dönmek mümkün müdür mesela? Devrimci dinamiklerden ürktüğü için Kurucu Meclis yolunu seçmeyen Amerikancı Muhalefet bir kez daha emekçileri Erdoğan’a karşı çıkmaz yollara sürüklüyor.

Biraz Nefes Almak İçin… Türkiye’de Amerikancı muhalefetin kuyruğuna takılanların en sık kullandığı kalıp bu. Nefes almak için İmamoğlu ve Millet İttifakı desteklendi, nefes almak için CHP’nin herşeyi seçimlere endeksleyen stratejisi benimsendi. Oysa işçiler, emekçiler, Kürtler, kadınlar, Aleviler ancak hak ve özgürlüklerini güvence altına alacak yeni bir anayasa ile, yeni bir rejim ile nefes alabilir. Rejimin zaafından ve çatlaklarından beslenen Erdoğan’dan kurtulmanın tek yolu da yeni bir rejimden ve yeni bir anayasadan geçer. Kurucu bir meclis olmaksızın böyle bir anayasa yapılamaz, Cumhur İttifakı kitlesel bir seferberlikle süpürülmeden böyle bir Kurucu Meclis toplanamaz.

Bugünün devrimci görevi Cumhur İttifakı’na karşı kurucu meclisi toplayacak bir kitle seferberliğini örmektir.

Emekçilerin ve ezilenlerin herşeyden önce CHP’de ifadesini bulan Amerikancı muhalefetten bağımsız, siyasal çizgisi benimsenmeden bu seferberlik elbette örülemez. Devrimci bir partiyi yaratmadan da böyle bir bağımsız çizgi güvence altına alınamaz. Tam da bu nedenle Köz arkasında duran komünistlerin acil görevi değişmemiştir: İşçilere ve ezilenlere önderlik edecek devrimci partiyi yaratmak. KöZ’ün rejim krizinin ve Erdoğan sorunun ancak kitlesel bir seferberlik sonucu kurulacak bir kurucu meclisle çözüleceğini döne döne vurgulaması, bu seferberliğe öncülük edecek devrimci partiyi yaratma görevinin altını çizmek içindir.