8 Eylül Cumartesi günü İzmir Basmane’de bulunan Deri Kundura Tekstil İşçileri Derneği’nde “71 Kopuşuna Kim Sahip Çıkıyor?” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdik. Şehir dışından gelip Karaburun Bilim Kongresi’ne katılmış olan arkadaşların da söyleşiye katılmasıyla birlikte yaklaşık 20 kişiden oluşan bir kitle bir araya gelmiş oldu. 3 turdan oluşan söyleşi canlı tartışmalara sahne oldu.

Açılışta konuşan yoldaş şunları ifade etti: “Seçim sürecine kadar 5-6 yıldır böyle bir etkinlik gerçekleştirmemiştik. Bugün burada başka bir formatta konuşacağız. Bu etkinliğin amacı bizim, yani uzun süredir birbirini az çok bilen politik unsurların birbirini daha yakından tanımasıdır. Bu sayede yan yana gelerek, birbirimize görüşlerimizi anlatmış olacağız. Bugün burada TİP’ten kopan 71 kopuşçularını ve Mustafa Suphi ve yoldaşlarını anarken, bunların mirasına kimin sahip çıktığını konuşacağız. Şimdi sizleri onların anısına bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum” Saygı duruşu ve Enternasyonal marşının okunmasının ardındanKöZ adına konuşan yoldaş özetle şunları söyledi:

“71 Kopuşu genelde bizim başlıkta ifade ettiğimiz biçimde konuşulmuyor. Genelde 71-72 kopuşu, bu kopuşun önderlerinin anılarına değinilmesi, bunların yad edilmesi bağlamında ele alınıyor. Ancak biz 71-72 Kopuşu derken devrimci hareketimizin yıldızları diyebileceğimiz Deniz’leri, Mahir’leri, İbo’ları anlamıyoruz. Bizler 9 Mart 1972’de kurulan THKO’yu, THKP-C’yi, şafak revizyonizminden kopan TKP-ML’yi anlıyoruz. Yani, revizyonizmden koparak devrimci yöntemle mücadele etmek gerekliliğinin altını çizen devrimci örgütleri anıyoruz.

12 Eylül öncesinde siyaset yapanlar hatırlarlar. Eskiden Deniz’i, Mahir’i, İbo’yu ananlar bu kadar fazla değildi. Şimdilerde herkes bunları anıyor. Oysa bu devrimcileri yalnızca cesaretleriyle, ataklıklarıyla, gözü peklikleriyle anarsak; devrimci hareketin içerisinde bir hücrenin içerisinde çalışmış, bir ev baskınında, ölüm orucu direnişinde yitirdiğimiz ve ismini bile bilmediğimiz, en az Deniz’ler kadar cesur, onlar kadar atak başka devrimcilere haksızlık ederiz. Lenin Devlet ve Devrim’in girişinde Marks ile ilgili, ‘burjuvazi büyük devrimcileri önce katleder, ardından da onları birer azize, ikona, zararsız birer figüre dönüştürür’ biçiminde ifade etmektedir. Bugün yaşanan da yaklaşık olarak böyledir. Eğer 71 devrimci kopuşuna sahip çıkmak istiyorsak bu tutumdan kaçınmalı, onların eyleminin politik içeriğini kavrayarak buna sahip çıkmalıyız. Biz öyle yapmaya çalışacağız.

Önce ‘neden TİP’ten koptular?’ sorusuna yanıt vermeye çalışalım. 71-72 kopuşçuları da aslında sınıf içerisinde çalışmıyor değillerdi. Kopuşlarından önce bir kısmı FKF’lilerdi. Mahir Çayan Kartal’da işçilere bildiri dağıtıyordu. Ardından 12 Mart’a giden süreçte ve 12 Mart sürecinde Türkiye’de bir faşizmin varlığını ya da tehlikesini gördüler ve “bu karanlığı yarmak için iktidarı alalım” dediler. İyi ama TİP de, Mihri Belli de bunu söylüyordu. Ancak ’71-’72 devrimcileri TİP gibi önce muhalefet olmak gerektiğini söylemediler. Yahut Mihri Belli gibi sırtlarını ‘zinde kuvvetlere’ yaslamadılar. Bu yönüyle hem parlamentodan, hem de Türk Silahlı Kuvvetleri’nden, yani tüm kurumlarıyla burjuvaziden koptular. Böyle bakınca Denizler’e Kemalist demek de güçleşiyor. Kemalist olan biri, Türk ordusunun karşısına Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu kurmaz. Mihri Belli gibi TSK’ya yaslanarak iktidara gelmeye çalışır.

Kimisi de ‘Deniz Kemalist idi, asıl fark İbrahim Kaypakkaya’da ortaya çıktı’ diyor. Buna da katılmak mümkün değil. Deniz Kemalistlerden kopuşun bayrağını ilk yükseltenimizdi. İlk ileri atılan oydu. Çayan çizgisi bir partinin yaratılması gerekliliğini ortaya koydu. Kaypakkaya ise bu partinin komünist olması ve Komünist Enternasyonal çizgisine bağlanmak gerektiğini ifade etti.

Başlarken ‘önce öldürürler, sonra azizleştirirler’ dedik. Peki 71 kopuşçuları siyaseten ne zaman öldürüldüler? 12 Mart yenilgisinin ardından Denizlerle birlikte hareket edenler cezaevlerinde yenilginin muhasebesini yapmaya koyuldular ve sonuçta bu yenilgiyi bu kopuşun önderlerinin kitlelerle yeterince bağ kuramamasına bağladılar. Böyle yapınca öncelikle 71’in önderlerine kitlelerle bağları olmadığını yanlış tespiti ile haksızlık ettiler, hem de onların hatalarını örgütlerinin niteliklerinde aramadılar. Dolayısıyla onlar cezaevinden çıkınca 71 kopuşçularının yaptığını yaparak silahlara sarılarak iktidar mücadelesine koyulmadılar. Onun yerine kitlelere yöneldiler, kitlesel işçi örgütleri kurmaya yöneldiler ve kitlesel muhalefet hareketleri yaratmayı önlerine koydular. İşte 71 kopuşunu yapanların mirasınaburacıkta ihanet edilmiş oldu.

Bugün de devrimci mücadelemizin yıldızlarının mirasına sahip çıkmak istiyorsak onların kopuşuna tam da bu noktadan yaklaşacağız. Yani parlamento yoluyla iktidarın geriletileceğine, zayıflatılacağına ya da kazanılacağına dair yaygın propaganda karşısında, tam da bu çizgiden koparak yola çıkanların mücadelesini öne çıkarmalıyız. Maalesef bugün Denizler’in fotoğraflarını ellerinden düşürmeyenler onların değil, onların koptuklarının yolundan gidiyorlar. Biz ise bugün onların devrimci kopuşuna bizim sahip çıktığımızı iddia ediyoruz. Bu iddiayı taşıyan başkaları da varsa onları da Denizler’in atılımını sahiplenerek bu mücadeleyi bir devrimci partinin yaratılması mücadelesine dönüştürmeye çağırıyoruz.”

Ardından şu soru ve görüşler dile getirildi:

-“Ekonomi konuşuyoruz, ancak siyaset meselesini es geçiyoruz gibi geliyor. Güzel anlatıyorsunuz ama bugün ne yapmak gerekir. Bana göre devrimci grupların tümü, ideolojik farklılıklarını bir kenara bırakarak tek bir bayrak altında toplanmalıdır.”

-“12 Eylül öncesinde pek çok devrimci örgüt vardı, ancak 12 Eylül geldiğinde biz hala SSCB’nin sosyal emperyalist olup olmadığını tartışıyorduk. Bu, 12 Eylül darbecilerinin işini kolaylaştırdı. Bugün de bu parçalı yapının varlığı ortadan kalkmalı, bir birlik sağlanmalıdır.”

-“71 kopuşunu gerçekleştirenler Marksist-Leninist miydi? Bana göre değildiler. Biz onların yollarından gitmemeliyiz. Ben de bir komünistim ve bir komünist olarak örneğin Narodniklere sahip çıkmam”

-“Biz yıllardır alanlara çıkıyoruz. Sıklıkla “yaşasın devrimci dayanışma” sloganı atıyoruz. Bu slogan ne kadar somutlanıyor? Biz grevlere gitmeli, işçi sınıfıyla dayanışma göstermeliyiz.”

-“Sorular kısmında alınan sözlerde arkadaşlar genelde soldaki rekabetten bahsettiler. 71 kopuşuna baktığımızda ise birbirleri için ölen, canlarını feda eden devrimciler görüyoruz. Bugünkü tablonun o dönemden farklı olmasının konuşmacının çizdiği tabloyla, yani onların mirasına sahip çıkılmaması ile ilgisi olabilir mi?”

-Söz ve Eylem adına söz alan Münir Köymen şunları söyledi: “Ben arkadaşa büyük oranda katılıyorum. Ama 71 kopuşunun nasıl bir kopuş olduğunu anlamak gerekir. Bu kopuş örgütsel bir kopuş mudur, yoksa ideolojik bir kopuş mudur? Örneğin arkadaş biz onların devamcısıyız dedi, bu kısmını anlamadım. Evet 71 kopuşu bir devrimci kopuştur, ancak ideolojik hattı bulanıktır. Bu yüzden bu kopuş yarıda kalmıştır.”

-“71 kopuşçularının dayanışmasının d’si bugün ortada değildir. Parlamento meselesi ise bir amaç değil, araçtır. Parlamento uygun kullanılırsa işe yarayabilir. Oysa Cizre cayır cayır yanarken bir vekil oraya gitti ve vekil olmasının hiçbir önemi kalmadı. Bu noktada parlamentodan o dakikada kopulmalıdır. Ben bugün 71 kopuşçularının devamcısı bir hareketin bulunduğunu görmüyorum. Eğer o devrimcilerin devamcısı olan hareketler mevcutsa, bu insanlar kır gerillası, şehir gerillası stratejileri önermişlerdi, işte kır da oradadır, şehir de oradadır, buyursunlar savaşsınlar. Yapılması gereken faşizme karşı sokakta, omuz omuza durmaktır, böyle salonlarda değil. Bir de bir soru sormak istiyorum: Arkadaş devrimci hareket iktidar olmalıdır dedi. İktidar demek sömürü demektir. Biz iktidardan önce özgürlüğü hedeflemeliyiz.”

-“Bugünden geriye dönerek 71 kopuşunu anlatabilen birçok arkadaşımız var. Oysa bunların kendilerine sorunca hiçbir yerde çalışma yürütmediklerini görüyoruz. Bizim bugün yapmamız gereken o mücadelenin tüm sloganlarını bire bir tekrar etmek midir? O gün o insanlar o imkanlarla sokaklara çıkmışken bugün tüm imkanlar gelişmişken neden kimse sokağa çıkmıyor? Biz birbirimize mi ajitasyon çekeceğiz?”

– “Bugün bir ideolojik savrulma var. Esas sorun budur. Yoksa pratikte eylem birlikleri, dayanışma pratik faaliyet içerisinde bir şekilde gerçekleşir.”

İkinci turda yoldaş şunları söyledi: “Biz Bugün 12 Eylül’ü eleştirenler oradaki devrimci mirastan kurtulmak isteyenlerdir, dedik. Bir soruda ‘darbe oldu biz hala sosyal emperyalizm tartışıyorduk’ dendi. 12 Eylül’ün yenilgisi kadroların sosyal emperyalizm tartışmasıyla ilgili değildi. Bunlar birbirlerine en ağır eleştirileri yapıyorlardı, ama gidip faşistleri birlikte dövüyorlardı. Şimdi ise tam tersidir. Herkes herkesin düşüncesine saygı gösteriyor, kimse birbiriyle bir şey tartışmıyor, senin görüşün sana, benimki bana diyor; ama en basit seçim çalışması bile birlikte yürütülemiyor. Bunu reddetmeliyiz. Birbirimizi eleştirmeli, birbirimizle tartışmalıyız.

Bizim geleneğimiz nedir diye soruldu. Bunu çok geriye götürüp Balkanlar’daki devrimcileri miras kabul edenler dahi mevcut. Bunların hepsi 2. Enternasyonal sosyalistleridir arkadaşlar. Bizim kendimize şu soruyu sormamız lazım: Rusya’da devrim oluyor da Osmanlı’da neden olmuyor? Osmanlı’da ayaklanma yok mu, bilakis! Yugoslavya’da devrim olmuş, Bulgaristan’da olmuş, Irak’ta direkten dönmüş, Yunanistan kaynıyor, Kürdistan kaynıyor, Ermenistan kaynıyor. Oysa burada devrim olmuyor. Sebebi de nesnel koşullar değil, buradaki sosyalistlerin tutumlarıdır. O yüzden de bu tartışmalar geçmişte kalmamıştır, bilakis buralara bakıp bu yenilgilerden de ders almalıyız.

Denizlere sahip çıkmakla ilgili soruldu. Biz esas olarak Mustafa Suphi’lere de sahip çıkıyoruz. Bunların gerisine düşmeyen bir mücadeleyi öneriyoruz. Proletarya diktatörlüğü kurmak için Anadolu’ya gelene, mücadele etmek için Vartınik’e gidene neden gidiyorsunuz demeyiz. Nurhak’a gidene neden gidiyorsunuz demeyiz. Bir devrimci kriz olduğunda bilfiil mücadelenin içinde olacaksın ve çalışacaksın! Biz bekleyeceğiz, teorik çalışma yapacağız diyenle işimiz yok. “Biz iktidarı alacağız” demeyenle işimiz yok. Bunlarla aynı partide yer almayız. Muhalefet olacak olan gitsin kendi partisini kursun. 71 devrimcilerinin de iktidar hedefiyle yola çıkışını sahipleniyoruz. Onların çizgisini sahiplenmiyoruz. Biz esas olarak ayaklanmacı bir devrimi öneriyoruz. Onlar suni dengeden, kızıl siyasi iktidarlardan bahsediyorlar. Bu çizgiyi sahiplenmek tabi ki mümkün değil. Ancak bir siyasi mücadele olduğu zaman bunun içinde bulunmak lazım, burjuvazinin kurumlarından kopmak lazım, bağımsız bir devrimci örgüt içerisinde iktidar mücadelesine girişmek lazım. Böyle bakınca bugün seçimlerde CHP ile ittifak yapmayı önerenler bu mirasa sahip çıkamazlar.

Sınıfla ilgili değerlendirmeler yapılıyor. 71 Devrimcileriyle ilgili yapılacak en büyük haksızlık onların sınıfla bağlantısı yoktu demek. Türkiye devrimci hareketinin hiçbir döneminde Dev-Genç kadar işçi sınıfıyla bağı yoktur.“

Bu konuşmanın akabinde söz yine salona bırakıldı:

-“Konuşmanızda iktidarı hedeflemeyene devrimci denmez dediniz. İktidarı hedeflemeyenin devrimci olmadığı doğrudur, ancak iktidarı hedeflemesi bir hareketi kendi başına komünist yapmaz. Bunun altını çizmek zorundayız. Denizlerin Mahirlerin İboların hareketi bir sınıf hareketi denebilir. Ancak hangi sınıfların hareketidir? Bunu bu hareketin hangi sınıflarla bağlantılı olduğuna bakarak anlayamayız. Öyle bakarsak Adalet Partisi de köylü hareketidir demeniz lazım. Oysa cevaplamamız gereken bu hareketlerin hangi sınıfın hareketleri olduklarıdır. Bunlar acaba işçi sınıfı hareketleri midir, küçük burjuva hareketleri midir?”

“Sovyet örgütlenme biçimi tabandan tavana bir örgütlenme biçimidir. Bu yanlış örgütlenme sonucunda devrim ancak 70 yıl dayanabildi. Bu yanlış örgütlenme sebebiyle parti yöneticiliği dahi babadan oğula geçer hale geldi. Oysa günümüzde Rojava’da ortaya çıkan yerinden yönetim emperyalizme alternatif, yeni Dünya’ya ait yönetim biçimleridir.”

“Sürekli olarak devrimden bahsediyoruz. Madem devrimi bu kadar istiyoruz neden bu kadar bölündük? Eğer nihai hedef devrimse bir kere birleşik devrimci cephenin kurulması gerekir. Bugün Flormar işçilerinin direnişi var, devrimcilerin haberi yok, ayakkabı işçileri sendikasız sigortasız çalışıyor, burada devrimciler yok. Köylülükten haberimiz yok, böyle devrim olmaz.”

“Bazı işçi arkadaşlar ‘bugün ne yapmamız gerekir’ sorusunu yükselttiler. Bu soruyu yanıtlamak için önce sermayenin egemenlik biçimlerini ve Türkiye’deki ekonomik tabloyu detaylı olarak analiz etmeye ihtiyaç var. Bunun dışında bir de politik mücadele yürütmek gerekiyor. Bu mücadeleyi yürütmek için de bir parti gerekir. Böyle bir parti var mıdır? Bir sürü komünist parti var. Peki bunlar bizi nereye götürmek istiyorlar? Bunların bir bölümü bizi parlamentoya yöneltmek istiyorlar. Bizim bu konuda kafamız net değil. Kimin kafası net? İşçi sınıfı önderlerinin ya da aydınlarının kafaları nispeten daha nettir. O halde bu unsurların bu partilerle birleşmesi gerekir.”

Bunun üzerine toplantıyı yöneten yoldaş söz aldı: “Buradaki tartışmalar ekseninden zaman zaman çıkıyor. Bu yüzden başka toplantıların da yapılması zorunluluğu görülüyor. Örneğin ısrarla ‘işçiler ne yapmalıdır’ sorusunu soran arkadaşlar var. Belki burada bir ‘Ne Yapmalı’ toplantısı yapabiliriz.

Ardından yine KöZ adına konuşan yoldaş söz aldı:

“Bu toplantıdaki bileşenlerin çoğu hayatında bir ya da birkaç kez düşmanın eline geçmiştir. Eline düştüğünüzde ne yapar düşman? ‘siz kimsiniz ulan’ der, ‘sana mı kalmış’ der. Biz de buna direnmeye çalışırız. Şimdi düşmanın bize yaptığını biz birbirimize yaparsak kendi kendimizi kırarız. O da ‘ölmüşüz ağlayanımız yok’ demeye gelir. Ben ise başka bir şey söylüyorum. Biz kötü durumda değiliz. Bilakis, devrim bu topraklarda olacak! Bunu gaza getirmek için söylemiyorum. Bugün Erdoğan sıkışmış durumda. Karşısında da devrimciler var. Dünyanın başka yerlerinde de bu topraklarda olduğu kadar devrimciler yok. Hem sayısal olarak yok, hem de gözü karalık olarak yok.

Şimdi gelelim devrimci-komünist ayrımına: ben de tam bunu diyorum. Bunlar komünist değiller. Ancak başka bir şey söylüyoruz: bunlar devrimci bir çıkış yaptılar ve bunların ardılları bu çıkışı sürdüremedi. Halk Kurtuluş Ordusu’nu kuranlar bugün Emek Partisi, İşçi Partisi kuruyorlar. Kastımız budur.

Bunu diyoruz ama bunu derken biz de Halk Kurtuluş Ordusu kuracağız demiyoruz. Biz ‘Kemalizm karşı devrimcidir’ diyen bir parti kuracağız. Biz proletaryaya önderlik edecek bir parti kuracağız. Biz hükümeti devirecek, ama hükümeti devirmekle yetinmeyecek bir parti kuracağız. Bu devrimci irade bakımından bu geleneği benimsiyoruz. O yüzden de onları kapsayarak aşacağız.

Biz bir hareketin komünist olup olmadığını sınıflarla arasındaki ilişkiye göre tanımlamayız. Biz onun programına ve siyasi mücadelesine göre bu tarifi yaparız. Böyle olunca programında Sovyet iktidarı yazmayan partiye komünist denmez. Denizlere de bu yüzden komünist demeyiz.

Son olarak Rojava sorusuna geliyoruz. Rojava devriminin yeni bir sistem önerdiği çok açık. Ancak bu ileri midir, geri midir, bunu tartışalım. Rojava Devrimi’ni pek çokları, biz de dâhil, Paris Komünü’ne benzetiyor. Marx Parisli komünarları merkez bankasına el koymadıkları gerekçesiyle eleştiriyor. Bu da yanlış anlaşılıyor. Burada kast edilen, merkez bankasına el konmayarak tüm Fransız Devleti’ni kilitleme fırsatı kaçırılmıştır ve devrim bu yüzden yenilmiştir. Yani merkeziyetçi olmadığı ve merkezi bir iktidar fikri olmadığı için yenilmiştir. O yüzden Rojava Devrimi’nin yaşaması için bunun merkezileşmesi gerekir. Bu yönüyle de Paris Komünü’ne benzer.

Konu çok yaygın olarak tartışılıyor, bazı görüşlerimizi çok dar olarak ifade etme imkânı bulduk. Bu yüzden bu sohbetleri bazı konulara teker teker yoğunlaşarak yinelemeyi öneriyorum. Teşekkür ederim.” Akabinde daha düzensiz, karşılıklı konuşmalarla ilerleyen bir tartışma yaşandı. Bu tartışmada da yoldaş genel olarak rejim krizine ilişkin görüşlerimizi anlatarak niçin devrimin güncel olduğunu anlattı. Bu tartışmanın ardından toplantı sona erdi.

İzmir’den Komünistler