Deprem bölgesindeki emekçilerle dayanışmak için neredeyse her boydan sol akım hızlı bir biçimde yardım toplamaya başladı ve ekipler halinde deprem bölgesine giderek yardımlarını dağıttılar. Gerek organizasyon kapasitesi gerekse devletten icazet almama alışkanlığıyla bölgedeki ihtiyaçlara ilk onlar yanıt verdi. Bu akımların, gittikleri ve ilk günlerde aslında fiili olarak devletin bulunmadığı yerlerde koordinasyonlar kurarak etkili bir biçimde yardımları ulaştırdıklarına şahit olduk. Hatta kitle ile bağın olmadığı düşünülen bir zamanda bile kendi kitlelerini dayanışma için seferber ettiler. Bu olumlu dayanışma tablosunda neredeyse istinasız olarak dikkat çeken bir diğer detay da bu sol akımların yardımlaşma faaliyetlerinin tamamını üzerinde parti veya örgüt isimleri yazan önlükleriyle yapmış olmalarıydı.
Deprem bölgesindeki emekçilerle yardımlaşma sınıf dayanışmasının en ilkel ve geri biçimlerinden biri olabilir. Ama bu tür bir çalışmaya burun kıvıranların sınıf mücadelesinin içinde ileri bir rol oynayamayacağı da açıktır. Yanlış olan bu çalışmaların içinde yer almak değil, onları yüceltmek ve işçi sınıfı içindeki yürütülecek siyasal mücadeleyi bu dayanışma faaliyetiyle bir tutmaktır. Sol akımların neredeyse tümü devrimci siyasete gerek duymayan bu dayanışmacı paydada buluşmuştur.
Komünistler kuşkusuz “kıyafet özgürlüğü” yanlısıdırlar. Emekçilerin ezilenlerin temsilcisi olma iddiasındaki tüm akımlar dilediği sembollerle siyaset yapabilmeli, ajitasyon ve propaganda özgürlüğüne sahip olmalıdır. Eylemlerde “kargaşa olmasın” diye pankart, slogan, hatta kimi zaman döviz yasağının bizzat sol akımlar tarafından önerildiğini biliyoruz. Ajitasyon ve propaganda özgürlüğünü, buna bağlı olarak sol akımların kendi sembolleriyle siyaset yapma hürriyeti tartışmaya dahi açılmamalıdır.
Ama yine de sormamız gerekli: “Önlük neyi örtüyor?”
Devrimcilerin Ayrım Çizgileri Nerededir?
Bugün kendini ister kitle partisi isterse de leninist diye tanımlasın soldaki çoğu akımın örgütlenme yahut saflarına yeni üyeler katma stratejisini “ne olursan ol gel” olarak adlandırmak mümkün. Kimileri “Gel Kardeşim!” diyor, kimileri “işçiler partiye” diye başlayan sloganlar atıyor, kimileri üyelerine rozet takma törenleri düzenliyor, kimileri ise sosyal medyadan “Partimize üye olun!” çağrısı yapıyor. Yakın zamanda kriterini “iyi insan” olmak diye tarif eden üye kampanyalarını dahi gördük. Bu tabloyu salt bir kampanyaya indirgemek de yanlış olur. Aslında uzunca bir süredir devrimci olmanın, “haksızlıklara boyun eğmeyen, vicdanlı” gibi sıfatlarla eş anlamlı kullanıldığını görüyoruz. Devrimciler de insanlar daha iyi yaşasın diye mücadele eden bireylere dönüşüyor böylelikle.
Nasıl devrimcilerin dayanışma faaliyetine katılmasında sakınca yoksa, devrimcilerin kendilerini iyi, vicdanlı insanlar olarak görmeleri de veya insanlık için daha iyi bir hayat arzulamaları da normaldir. Anormal olan ise bu kriterler arasında politik iddianın ortadan kaybolmuş olmasıdır.
Politika ideolojik bir faaliyet değildir, politik mücadele ideolojik mücadelenin diliyle ve yöntemleriyle yürütülmez. Bu anlamda programatik sorunları, stratejileri ve taktikleri tarif edip, tartışması imkânsız kimi kavramların gündelik mücadele içinde kullanılması mümkündür. Hatta eşitlik, vicdan, umut, onur, iyilik gibi kimileri burjuva toplumuyla gündeme gelmiş, kimileri de sınıflı toplumların önyargıları ve değer yargılarıyla yoğrulmuş kavramları devrimci bir mücadele içinde mülk edinmek, ciddi bir siyasi güce ve başarıya işaret eder. Ama bugün iyilikten ve vicdandan söz edenlerin böyle bir güçleri olmadığı gibi yaptıkları şey de bu değildir. Bugün iyilikten, kardeşlikten, vicdandan, hatta eşitlikten söz edenler, bunu hâkim sınıfın içindeki ideolojik değerlerden güç kazanma umuduyla, kendi devrimci programını, ajitasyonunu ve eylem çizgisini terk ederek yapmaktadır. İyilik ve vicdan temelli siyasete yelken açanlar devrimci siyasetle vedalaşmaktadır.
Diyelim ki devrimciler iyi insandır, peki nasıl bir disiplinle örgütlerine bağlıdırlar? İnsanlar için iyi bir gelecek isterler, ancak buna nasıl ulaşmayı hedeflemektedirler? Devrim stratejileri ne olacaktır? İktidarı alma konusunda ne düşünmektedirler? Ve en önemlisi, dönüm noktalarında ve kriz zamanlarında, örneğin seçim döneminde veya şimdiki gibi depremin yol açtığı bir kriz sırasında emekçilere bu fikirleri nasıl taşıyacaklardır, onları iktidar yolunda nasıl hareket ettireceklerdir? Bu mücadeleyi “hemen şimdi” nasıl bir eylem çizgisiyle büyüteceklerdir?
Depremdeki “örgütlü iyiliğe” bakarak bu soruların hiçbirine net olarak yanıt vermek mümkün değil. Ancak önlüklerden yola çıkarak sol akımların tamamını deprem bölgesinde ayırt etmek mümkün. Önlüklerle bezeli bu tablo ise deprem ardından net biçimde görünür olsa da yeni değil.
Silinen Ayrım Çizgileri Yerini Sembollere Bırakıyor
Depremde belirginleşen tablo neden değil, bir sonuçtur. Bunun ilk nedeni kapıldıkları liberal/tasfiyeci girdap nedeniyle sol akımların emekçi yığınlara devrimci siyaset taşıma/ siyasi gerçekleri söyleme gibi bir gündeminin bulunmamasıdır. Avrupa Birliği normlarıyla uyumlu hareket edenlerin, siyaset deyince aklına gelenin “sivil toplum örgütlerini” ikame etmek olması şaşırtıcı değildir.
Sol, artık AKP’den kurtulmak istediği için seçimlere dört elle sarılan emekçilere; rejim krizinin bir sonucu olarak işinden, yerinden edilenlere; depremde ailesini, sevdiklerini günlerce enkazdan çıkaramamış emekçilere sadece genel geçer doğruları eksik bir biçimde taşımaktadır. Zaten AKP’den sıtkı sıyrılmış ve ne olursa olsun ondan kurtulmalıyız diyenlere AKP’nin ne kadar kötü olduğunu anlatmak, depremin ardından devlet yardımının ulaşmadığını en kötü şekilde deneyimleyerek görenlere devlet yok demek bugün bu “sol siyasetin” temelini oluşturmaktadır. Kitlelere siyaset götürmek adına bu felaket tablosunun devrimci çözümü hakkında konuşan, bu çözüm için atılacak adımların propagandasını yapan ise yoktur.
Bu durumun tarihsel olduğu kadar konjonktürel de sebepleri vardır, üstelik doğrudan seçimlerle ilgilidir. Deprem bölgesinde devrimci yönde atılacak her adımın sadece hükümeti değil Altılı Masa’yı da karşısına alması kaçınılmazdır. Örneğin Antakya’da depremin hesabını sormaya, emekçileri devrimci temelde örgütlendirmeye yönelik her adımın karşısına hükümetten önce CHP karşı çıkacaktır. Seçimlerde CHP’ye açık ya da mahcup destek sunanların devrimci bir yönelimi benimsemesi imkânsızdır.
Devrimci siyasetten uzak durmaksa elbette siyasetten uzak durmak anlamına gelmez. Siyaset boşluk tanımaz, devrimci siyasetin bulunmadığı zeminlerde burjuva siyaseti hüküm sürer. Deprem bölgesinde yaşanan tam da budur.
Önlük siyasetinin ikinci nedeni de akımlar arasındaki ayrım çizgilerinin tamamen ortadan kalkmasıdır. Son on yılda uzun süredir zaten silikleşmekte olan sol içi ayrım çizgileri neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır. Artık eylemlerde slogan ve döviz yasağı bir norm hâline gelmiş, siyasetsizlikte ortaklaşılmıştır. Hem örgütlerin politik iddiaların ve ayrım çizgilerinin silikleştiği oranda başka araçlarla ve sembollerle kendini ifade etme eğilimi de artmakta. Deprem bölgesine de, gündemdeki eylemlere de önlükle gitmenin bu denli artmasını da böyle anlamak gerekir.
Elbette örgütsel kimliğin ifadesi anlamına gelecek her türlü ajitasyon veya propaganda malzemesinin kullanılması olumludur. Ancak örgütsel kimliği en iyi ifade edebilecek ajitasyon da propaganda da siyasi içerik ve söylem olacaktır. Bir partinin ya da örgütün adının veya ambleminin kendisi değil, arkasında durduğu politik iddialar veya fikirler olacaktır. İçinden geçtiğimiz dönemde politik iddialar azaldıkça ters orantılı biçimde muhtelif örgütlerin bu durumu kapatmak istercesine örgütsel kimliği ifade eden sembolleri kullandığı görülüyor.
Sol akımların önlük ve flama kullanımının, eylemlerde kısıtlanan ajitasyon ve propaganda özgürlüğünün bir parçası olarak yaygınlaştığı da sır değildir. Ortak eylemlerde ajitasyon ve propaganda özgürlüğünden vazgeçen sol akımlar, kendilerini var edebilmek, görünür kılabilmek için var güçleriyle önlüklere ve flamalara yüklenmektedirler. Bu bakımdan önlükler ve flamalar aslında siyasetsizlik dayatmasına karşı bir direnişten çok, bu yasakları meşrulaştırmak için sığınılan bir limanı anlatmaktadır. Eylemlerdeki, pankart, döviz ve slogan yasağı dayatmasına karşı çıkanlara verilen yanıt hep aynıdır: “Kendinizi flama ve önlüklerle de gösterebilirsiniz”.
Daha Geniş Koordinasyon Yerine Daha Fazla Rekabet
Komünist bir perspektife göre politik ayrım çizgileri katı olmalıdır ancak taktiksel eylem birlikleri, çeşitli konularda koordinasyon hâlinde hareket etmek mümkün ve gereklidir. Ancak solda hâkim olan kavrayışa göre taktiksel eylem birlikleri “benzerlerin ittifakı” hâline gelmiştir. Öyle ise farkların bu denli ortadan kalkmasının, özellikle deprem gibi büyük kriz anlarının ardından, sola bir arada hareket edebilmek adına da fırsatlar da doğurması beklenirdi. Örneğin mütevazı bir şekilde de olsa kurulan Armutlu Koordinasyon Merkezi’nin benzerlerini kurmak veya var olan koordinasyon merkezlerini genişletmek mümkün olabilirdi. Dahası bölgenin büyük bir kısmında zaten örgütlü biçimde var olan ve en etkili dayanışmayı organize edebilecek – üstelik son derece politik nedenlerle yardımlarının önü kesilen – HDP ile ortak hareket etmek üzerine bir karar alınabilirdi. Böyle bir kararın şu an büyük bir özveriyle yürütülen dayanışma faaliyetlerini de büyüten bir etkisi olurdu.
Karşı karşıya kaldığımız tablo ise büyük bir dayanışma ve koordinasyona değil apolitik bir rekabete kendini bırakıyor. Siyasi farklarını ortaya koyamayanlar kazananı olmayan bir yardım yarışına giriyorlar. Kimin ne kadar koli götürdüğü, kimin ne kadar çorba taşıdığı, kimin kaç kişiye ulaştığı gündemi meşgul ediyor. Tabii ki çok sayıda emekçi ile dayanışmak önemli, ama bu sefer de neden HDP ile ortak hareket edilmediği sorusu gündeme yeniden geliyor.
Rekabet burada da sınırlı kalmıyor. Kadınların ihtiyaçlarını önce düşünmek, enkaz altında kalan hayvanları önce düşünmek hepsi birer nitelik hâline geliyor. Hatta öyle ki sol akımlar birbirlerine “hak geçmesin” diye azami bir hassasiyet göstererek kolilere parti-örgüt adlarını özenle, hatasız şekilde yazıyorlar. Bugün belki 80’ler öncesinde olduğu gibi akımları birbirlerinden sloganlarına, eylemlerine ve anti-faşist mücadeledeki tutumlarına göre ayıramıyoruz ama neyse ki kimsenin dayanışma kolisi birbirine karışmıyor.
Dayanışma Ayırt Edici Bir Anahtar Kelime Değildir
Sol akımların önlük giyerek dayanışma faaliyeti yürütmesini eleştirenlerin bir kısmı da bu eleştirileri sol akımlara, örgütlere düşmanca bir pozisyondan yapmakta. Bu tarz eleştiriler özellikle sosyal medyada sık sık ön plana çıkmaya başladı. Bu eleştirilere yanıt olarak ise hayırseverlik ile dayanışma arasındaki farkları ortaya koymak için ciddi bir çaba içine girildi. Özeliikle televizyonlarda parababalarının dostlar alışverişte görsün diye topladığı deprem yardımlarının ardından tüm sol akımlar bir yandan sadaka kültürü diye adlandırdıkları bu tavrı eleştiri yağmuruna tuttu diğer yandan emekçilerle beraber örülen dayanışma faaliyetlerinin bu hayırsever faaliyetlerden farklı olduğu vurgulandı. Sol akımlar için deprem bölgesinde yaptıkları çalışmanın ayırt edici özelliği hayırseverlik değil dayanışma çalışması olarak adlandırılmasıydı.
Dayanışma faaliyetinin hayırseverlik olmadığı doğrudur. Bu ikisini birbirinden ayırma konusundaki hassasiyet de boşuna değildir. Ancak asıl ayrım devrimci yahut sol akımların kitlelere, siyaset götürdüğü koşullarda net bir biçimde görülecektir. Ayırt edici nokta koordine olmuş biçimde depremzede emekçilere yardım götürmek diye tarif edildiğinde – ki depremin ilk şoku atlatıldığı ölçüde bunun hükümet veya hükümet tarafından desteklenen gerici kurumlar olması da kuvvetle muhtemeldir – bitmek bilmeyen, akla zarar dayanışma yarışının sonu gelmeyecektir. Çıkarsız bir dayanışma ağı kurabilen, ancak politik açıdan gerici bir kurum ile sol akımların farkı ne olacaktır? Herhalde böyle bir noktaya gelindiğinde önlük üzerinde yazan isimlerin yeterli olması beklenmektedir.
Oysa örgütlü mücadeleye düşman bu eleştirilere en iyi yanıt önlükle yapılan dayanışma faaliyetinin daha önemli olduğunu anlatmak değil, örgütlü kimliğimizle deprem bölgelerine, emekçi semtlerine, miting alanlarına taşıyacağımız devrimci siyasettir. Devrimcilerin kriz anlarında yapacağı şey onlardan başka kimsenin yapamayacağı devrimci siyaset olmalıdır.
Devrimci Siyaseti Her Zaman, Her Yere Taşıyarak Kimliğimizi Belli Edelim
Lenin Ne Yapmalı broşürünün “Ekonomistlerin İlkelliği ve Devrimciler Örgütü” başlıklı bölümünde “Her örgütün niteliği doğal ve kaçınılmaz olarak o örgütün eylemlerinin içeriğiyle belirlenir.” diyordu. Bu anlamda örgütsel faaliyetini “en etkili yardımlaşma ağını kurmak” olarak tanımlayan, örgütsel faaliyetleri sırasındaki verdikleri siyasi mesajı ise kudreti kendinden menkul bir parti /örgüt adını üzerinde taşımak olarak anlayan akımlar bir anlamda yaptıkları örgütlü siyaseti de bir isme, sembole, kerameti kendinden menkul bir parti logosuna indirgemektedirler, siyaset olsun veya olmasın bu sembollerin varlığından övünç duymaktadırlar.
Devrimcilikle övünç duyulabilir çünkü proletaryanın ve insanlığın kurtuluşu yolunda örgütlü mücadele etme iradesini göstermiş ve bu örgütlü mücadelenin başarıya ulaşması için her anına siyaseti taşıyan bir bilinci ifade eder. Bu muhteva olmaksızın devrimcilik övünç duyulacak, kerameti kendinden menkul bir kimlik değildir. Bugün kendinden menkul bir kimlik yaratıldıkça da gidilen yerlere siyasetin girmemesi sorun olmaktan çıkmıştır. Öyle ya her yerde, fotoğraflarda, videolarda önlüklerimiz görülmekte ise o zaman siyasete ne gerek vardır? Partimizin – örgütümüzün ismini söylemek yahut onun mensubu olmak tek başına bir nitelik ise siyasete ne gerek vardır?
Brecht “anladık dediğin dedik, ama dediğin ne?, doğrusun, söylersin düşündüğünü, ama düşündüğün ne?” satırlarını burjuva hayırseverler için yazmıştı, sol akımlar için değil. Bugünse gittikçe siyasetsizleşen bir ortamda önlük ile enkazlara girmek veya çorba dağıtmaya indirgenmiş bir devrimcilik anlayışına da “evet emekçilerle dayanışma içindesin, ama anlattığın ne?” sorusunu sormak pekala mümkün. Sorunun muhatabı elbette günlerdir fedakâr bir biçimde dayanışma çalışmasını örenler değil, onları bu çalışmanın sınırlarına hapseden akımların yönelimini belirleyenlerdir. Örgütünün önlüğünü bir devrimcilik nişanesi olarak gururla taşıyanlara söylenecek olan “önlüklerinizi çıkarın” değil “sizi düzen güçlerine değil devrimciliğe bağlayan görüşlere uygun bir siyasal mücadele yürütün” olur. Komünistlerin birliğini savunanlar bir parçası oldukları dayanışma faaliyetinde bu soruyu da soracaklar, bu çağrıda da bulunacaklar. Bizim dayanışma faaliyetinde emekçilere açıkladığımız siyasi gerçek “Devrim için devrimci parti” çağrısı, “Yaşasın Komünistlerin Birliği” ise çağrımızın somutlandığı zeminin adıdır.