Burjuva Sosyalizminin 1 Mayısı
Türkiye’nin dört bir yanındaki 1 Mayıslar birer seçim mitingi olarak gerçekleşti. Altılı Masa 1 Mayıslara damgasını vurdu. CHP bu sene her zamankinden kalabalıktı. Kimi mitinglerde, İzmir’de Tunç Soyer’in yaptığı gibi, açıktan Kılıçdaroğlu’na oy istendi ama yaygın olan İstanbul’daki havaydı. Kürsülerden açıktan CHP’ye oy istemeden güzel günler için “söz verildi”. Kimileri Taksim yasağının kalkacağının, kimleri ise iki hafta sonra işçi sınıfının açlık ve sefalet altında yaşamayacağı müjdesini verdi. İstanbul’da ise işçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma günü İmamoğlu’nun İBB’sine uzun bir teşekkür ile bitirildi. Alandan çıkanların duydukları son şey tertip komitesinin İmamoğlu’na olan ilgi ve sevgisi oldu.
1 Mayısları bir seçim karnavalına çeviren asıl etmen ise bu olgulardan çok alanın tümüne sirayet etmiş siyasi havaydı. Örneğin, alanlarda Kılıçdaroğlu’na açıktan oy isteyen pankartların sayısı tek tüktü, sloganlar için de aynı durum geçerliydi. Mitinge katılanlar Kılıçdaroğlu’na verdikleri desteği belirtmeye gerek dahi duymamışlardı. Zira alanın zaten bir bütün olarak Kılıçdaroğlu’nun destekçisi olduğu varsayılıyordu. Bu varsayım, alandaki ruh hâlini belirleyen ortak payda oldu.
“Cumhurbaşkanı seçiminde hepimiz CHPliyiz” 2023 1 Mayıs’taki ruh hâlinin tek cümlelik özetiydi. Ama bu ruh hâli aynı zamanda başka bir bekleyişi ve kavrayışı yansıtıyordu. Demokratik hak ve özgürlüklerin burjuvazinin, en azından bir kanadının, öncülüğü, desteği yahut aracılığıyla kazanılabileceğini uman bir kavrayışı. Bu kavrayışın sahipleri demokrasi savaşını burjuvazinin verdiği yahut verebileceği düşüncesiyle proletaryayı ve emekçi halk katmanlarını asıl işi beklemek olan destekçi konumuna itti. Böylelikle istenen demokrasi de ancak burjuvazinin ihtiyaç duyduğu ve izin verdiği sınırlarda bir demokrasi oldu. 1 Mayıs alanları da bu demokrasi beklentisine uygun şekillendi: Kürdistan sorununun sözünün edilmediği, göçmen işçilerin alana giremediği, Kaypakkaya’nın resmine yasak konan, çoğu yerde “Bıji Yêk Gûlan”ın dahi slogan listesinden çıkarıldığı bir 1 Mayıs’tı 2023 1 Mayısı. Burjuvaziyi tedirgin eden ne varsa 1 Mayıs alanının dışında kaldı. Bu anlamda 2023 1 Mayıs’ı burjuva sosyalizminin 1 Mayısı’ydı.
Hükümete Karşı İtirazla Bezeli Kısmi Talepler
1 Mayıs’taki tablo burjuvazinin aktif bir gayretiyle, 1 Mayıs’a özel bir planı ve propagandasıyla gerçekleşmedi. Siyaset boşluk tanımaz, devrimci siyasetin girmediği yere burjuva siyaseti girer. 1 Mayıs’ta da öyle oldu. İşçi sınıfının bağımsız siyasal çizgisinin damgasını vurmadığı mitinge, özel bir plana gerek kalmadan, ülkedeki siyasi atmosfer, burjuvazinin seçim hesapları damgasını vurdu. Bu bakımdan esas olarak üzerinde durulması gereken Kılıçdaroğlu’nun emekçi ve ezilen hareketini Altılı Masa’ya bağlamak için yaptığı ataklar değil, emekçi hareketine önderlik etme iddiasında olanların farklı kanallardan ve farklı yöntemlerle kah elbirliği ile, kah birbiriyle yarattığı boşluktur. Hepsinin ortak noktası siyasal mücadelenin gündemine ilişkin devrimci bir tutum alıp bu tutumu eylemli bir biçimde somutlamaktan kaçınmasıdır.
Kuşkusuz siyasal mücadele vermekten kaçınmanın en bildik ve alışılageldik yolu emekçi ve ezilen hareketi içindeki muhtelif kesimlerin kısmi taleplerini öne çıkarmaktır. 2023 1 Mayısı’nda da böyle oldu. Genellikle sendikaların üstlendiği bu rolü bu sefer muhtelif hareketlerin işçi ve gençlik çalışmalarını yansıtan kortejler üstlendi. Mitinge “kendi talepleri”yle katılan deri işçilerinden lise öğrencilerine uzanan bu kesimler kimi zaman aforizmalarla da bezeli bir biçimde hükümete dair hoşnutsuzluklarını dile getirdiler. Hepsi hükümetin şu ya da bu uygulamalarına “Hayır” diyordu. Ama 1 Mayıs’a katılan tüm bu kortejlerin ya da onların içinde yer aldığı ana kortejlerin pankart ya da dövizlerinde emekçilerin bu hükümetten nasıl kurtulacağına, nasıl kurtulması gerektiğine dair bir ipucu verilmiyordu. Tam da seçimlerden iki hafta önce kendi kısmi mücadelelerini öne çıkararak hükümete karşı “Hayır” diyen bu kortejler hangi mücadeleye “Evet” dediklerini açıklamadıkları için, daha doğrusu açıklamaya gerek duymadıkları için, halihazırda hükümete karşı verilen tek mücadeleye “Evet” dediler. Hükümete itirazlarıyla Kılıçdaroğlu’nun “Halil İbrahim Sofrası”nın bir parçası oldular.
En Sosyalist Vekil Bizim Vekil Yarışı
Devrimci siyasetten kaçmanın ikinci ve daha siyasi görünen yolu milletvekilleri seçimleri oldu. Seçimde bağımsız tutum alamayan akımların büyük çoğunluğu, rejimin değiştiğini, meclisin önemini yitirdiğini ve bir tek adam rejiminin kurulduğunu savunanlar da dahil olmak üzere, birden hiç olmadığı kadar milletvekili seçimlerini önemsemeye başladılar. 1 Mayıs’a da YSP’sinden TİP’ine bu seçim rekabeti damgasını vurdu. Sol akımlar Cumhurbaşkanı seçiminde gösteremediği bağımsız tutumu milletvekili seçimlerinde takındığını göstermeye çalıştı.
Halbuki milletvekilliği seçimleri HDP öncellerinin seçim çalışmalarıyla da solun gündemine çok kez girmişti. 2007’de DTP vekilleri, 2011’de bağımsız Bin Umut Adayları, 2015’te HDP vekilleri seçim barajını aşmak için geniş kesimlerin destek verdiği etkili seçim kampanyaları yürüttüler. Özellikle 2011’e dek süren seçim kampanyalarının AKP’yi karşısına alan, bağımsız siyasi bir hattı ön plana çıkaran kampanyalar olmasından ötürü kitlesel eylemlerin de önünü açan bir etkisi oldu. 2010’da Taksim’in 1 Mayıs’a açılması, 2011’de kürsüdeki Kürtçe ambargosunun kaldırılması, odağında DTP-BDP sonrasında da HDP’nin olduğu bu emekçi muhalefetinin sonucu olarak görülmelidir.
Buna rağmen geçtiğimiz yıllardaki milletvekili seçimleri bugünkü kadar ön plana çıkmamıştı. Yaklaşan seçimlerde HDP’nin veya Emek ve Özgürlük İttifakı’nın içinden tüm akımlar çeşitli illerden aday listelerine girdi. Sadece Emek ve Özgürlük İttifakı’nın parçası olanlar değil onları yeterince sosyalist bulmayan sol akımlar da kendi bağımsız milletvekili adaylarıyla daha önce görülmemiş bir coşku ve özveriyle milletvekili çalışması yürütmekte. Bu kampanyaların ortak özelliği ise adayların “devrimci, sosyalist, emekten yana”niteliklerinin ön plana çıkarılması. Bundan önce ancak parlamentodan istifade edileceğini söyleyen geleneklerden gelenler dahil olmak üzere herkes AKP karşısında sosyalistlerin de olduğu bir parlamentonun neden daha iyi bir parlamento olacağını anlatmaya koyuldu.
Tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı seçimlerine kilitlendiği bir dönemde sol akımların milletvekilliği seçimlerine bu kadar yoğunlaşması tesadüf değildir. Aksine cumhurbaşkanı seçiminde Altılı Masa’ya destek sunan tutumun üzerini örtme yahut bu tutumu dengeleme gayretinin bir parçasıdır. Siyasal mücadelenin asıl gündemini burjuvaziye terk edenler, elbette hükümete ve burjuva düzene karşı nasıl mücadele edileceği konusunda sessiz kalıp birbirlerine şeklî ve rekabetçi bir biçimde ayrım çizgisi çekmeye çalıştılar. Bu dar grupçu rekabet, 1 Mayıs alanında bir kez daha görüldüğü üzere, emekçilerin birleşik mücadelesinin verilmesinin önünde başlı başına bir etkendir.
“Kurtuluş devrim ve sosyalizmde”
1 Mayıs’ta hükümete karşı genel itirazlarla bezeli kısmi mücadele vurgularını yapanların tam tersi bir eğilimi de gözledik. Döne döne kurtuluşun işçi sınıfının kendi kollarında, devrimde ve sosyalizmde olduğunu vurgulayanlar da vardı. Kuşkusuz bu yaklaşım, en azından doğrudan Altılı Masa destekçiliği yapmadığı için, hatta Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığını “nefes alacağız” diye pazarlayanlara en genel ve soyut çerçevede itiraz ettiği, ve bu yaklaşıma ortak olmayacağını en azından ima ettiği için öncekilerden farklı bir düzlemde değerlendirilmeli. Nitekim Köz’ün arkasında duran komünistler İstanbul ve İzmir’de bu yaklaşımları benimseyen akımlarla ortak bir platformda yer aldı.
Gelgelelim burjuvaziyle işbirliği yapmak için “somut sorunları” ve “somut çözümleri” bahane eden reformizmin karşısına genel ve soyut bir devrimci söylemle karşı çıkmak alanda karşıt bir siyasi duruş elbette yaratmazdı. Devrim ve sosyalizm vurgusu, genelgeçer doğruların tekrarlanmasının ötesine geçmediği, soyut ve siyaset dışı bir muhteva taşıdığı sürece reformistleri rahatsız etmez bile. İstanbul mitinginde Komünist Militanlar Birliği ile Köz’ün ortak pankartının sansürlenmesi bu durumun örneğidir. “Cumhurbaşkanı seçiminde düzen ittifaklarına iki turda da oy yok!” pankartı, kürsüye yazılı bir biçimde iletilmesine rağmen, “Kurtuluş Devrimde ve Sosyalizmde” olarak okundu. Bu, Köz’e yönelik özel bir antipatiden ziyade burjuva sosyalizminin hangi türden bir siyasi müdahalenin önünü kesmeye çalıştığını gösteriyordu.
Taksim
İstanbul 1 Mayısı’nda reformist teslimiyete karşı Taksim vurgusu yapanlar, Taksim ısrarını devrimciliğin turnusol kağıdı olarak gösterenler, sabahın erken saatlerinden itibaren Taksim’e çıkma girişiminde bulunanlar da vardı. Bu kesimler kadrolarını neden “genç” ve “yaşlı”, “kadro” ve “kitle” diye ikiye böldüklerini, neden “yaşlı”ları ve “kitleleri” “Maltepe teslimiyetine” mahkûm ettiklerini, İstanbul dışında kalan yerlerde 1 Mayıs’a devletin izin verdiği alanlarda katılmanın neden teslimiyet olmadığını izah etmemişlerdir. İstanbul dışında kendilerini reformistlerden nasıl ayırt ettiklerini de açıklamamışlardır.
1 Mayıs günü İstanbul’da hem Taksim’de hem de Maltepe’de düzen kuvvetleriyle çatışmalar yaşandı. Aslına bakılırsa iki çatışma da sembollere ilişkindi. Sembollerden biri Taksim, diğeri Kaypakkaya idi. Bu sembollerin taşıdığı siyasi anlamlar arasndaki farkı bir kenara bıraksak bile, 2023 1 Mayısı somutluğunda iki çatışmanın farklı sınırlar ve potansiyeller taşıdığını görmek mümkün olsa gerek. Taksim’deki 1 Mayıs’a katılanlar, bu eyleme, zaten Taksim’de bir 1 Mayıs kutlamasının gerçekleşemeyeceğinin, zaten gözaltına alınacaklarının ve zaten bu eyleme herhangi bir kitle ilişkisinin çağrılamayacağının bilinciyle tümüyle sembolik olarak katılmışlardır. Katılanlar için asıl maksat, Taksim iradesini taşıdıklarını kayıt altına almaktı.
Hükümetin Kaypakkaya yasağı ise bilinmeyen bir şey olmadığı gibi Maltepe’de Kaypakkaya flamalarıyla ilgili bir çatışmanın yaşanacağı da öngörülemez değildi. Bununla birlikte Maltepe’de, somut çatışmaların gösterdiği gibi, bu çatışmada düzen kuvvetleriyle karşı karşıya gelebilecek, devrimcileri savunabilecek bir kitle vardı. Nitekim Kaypakkaya’yı savunanlar “çatışmaya müsait” gençlerle yahut kadrolarla sınırlı değildi. Bu kesimler alandaki liberal dalgaya boyun eğmeyen ve altı çizilmesi gereken bir şekilde polisin karşısında durdular. Bu çatışmanın polis lehine sonuçlanması mukadder değildi. Eğer o bölgede yer alan devrimciler daha örgütlü ve hazırlıklı olsalardı Partizan’a ve Kaldıraç’a yönelik saldırı düzen kuvvetlerini hüsrana uğratabilir, İstanbul 1 Mayısı’nın çehresini değiştirebilirdi. Taksim’e sembolik bir biçimde çıkanlar da Maltepe’ye bütünlüklü kortejleriyle gelseler ve Kaypakkaya ambargosuna karşı ortak bir devrimci duruşun parçası olsalardı bu devrimci çıkışı engellemek daha da zor olurdu.
Dahası Maltepe’de kürsüden seslenenler, 2023 1 Mayısı’nın Kaypakkaya flamasının yasaklandığı yahut göçmenlerin sınırdışı edilme korkusuyla mitinge katılamadıkları son 1 Mayıs olacağı müjdesini vermemiş olsalar da, 14 Mayıs zaferiyle birlikte Taksim yasağının son bulacağının sözünü vermişlerdir. Taksim’e çıkanların devrimci bir siyasi müdahalede bulunması için en azından bu konuda konuşması, emekçileri Cumhurbaşkanı seçimlerinde düzen ittifaklarına oy vermemeye kekelemeden çağırması gerekirdi. Gelgelelim, Mücadele Birliği gibi Taksim’e çıkmayı adeta bir ilke sorunu olarak gören akımların dışındakiler esas olarak tam da bu siyasi sorumluluktan kaçmak için Taksim çağrısında bulunmuşlardır.
1 Mayıs’ta Burjuva Sosyalizmine Karşı Devrimci Sınıf Çizgisini Temsil Edenler
Seçimlerden iki hafta önce gerçekleşen 2023 1 Mayısı’nda yapılması gereken devrimci müdahalenin önkoşulu Cumhurbaşkanı seçimlerine dair tutumunu açık seçik bir şekilde ifade etmekti. Alana tam aksi bir tutumun damgasını vurduğunu görmek zor değil. Ancak İstanbul, İzmir ve Bursa’da 1 Mayıs alanlarında devrimci bir siyasal tutumun temsilcileri de vardı. Enternasyonal Komünist İşçi Birliği, Komünist Militanlar Birliği ve Köz 1 Mayıs öncesinde çıkardıkları ortak bildiriyle “Sınıf İşbirliği Değil Sınıf Savaşı!”, “Düzen İttifaklarına Her İki Turda Da Oy Yok!” dediler. 1 Mayıs günü Bursa, İstanbul ve İzmir’de aynı tutumu pankartlarına taşıdılar. Burjuva sosyalizminin dışarıda tutmaya gayret ettiği her şeyi kendi kortejlerinde bayraklaştırdılar. Demokrasinin sermaye ile değil devrimle geleceğini, başkasını ezen ulusun özgür olamayacağını, Kürtler özgürleşmeden Ortadoğu’ya barış gelmeyeceğini ifade ettiler. Tüm göçmenlere vatandaşlık hakkı talep ettiler. Bu kuşkusuz 1 Mayıs alanına damgasını vurması, ruhunu vermesi gereken bir çizgiydi.
Burjuvazi ve proletarya arasındaki iki yüz küsur senedir süren modern sınıf mücadelesinin elbette inişleri ve çıkışları vardır, bundan sonra da olacaktır. Bu mücadele içinde koşullar her zaman devrimcilerden yana değildir. Kimi zaman düşman bütün gücüyle yekpâre bir biçimde saldırır ve devrimci güçleri ezer, kimi zaman dinamikler istikrara işaret eder ve sınıf hareketi bir geri çekilme dönemindedir. Geçelim devrimcileri, onlara kulak verenlerin bir avuç kaldığı dönemler olur. Böyle dönemlerde devrimcilerin siyasal süreçlere dair takındığı tutumlar politik bir anlamdan çok “tarihe not düşme” olarak tanımlanabilecek sembolik anlamlar taşır. Bugün sorulması gereken soru 2023 1 Mayısı’nda Köz’ün de bir parçası olduğu bu devrimci tutumun bundan öte bir anlamının olup olmadığıdır. Bu soruyu yanıtlamak içinse Türkiye’de sol içinde liberalizm ve reformizmi hakim kılma yönündeki girişimlerin seyrine ve nesnel imkanlarına bakmak gerekir.
Burjuva Sosyalizminin Önündeki Engeller Neydi?
Yaşadığımız topraklara burjuva sosyalizminin girişiyle komünizmin girişi neredeyse eş zamanlı oldu. İkinci Enternasyonal çizgisindeki sosyalist akımlar 1908 Burjuva Devrimi’nden sonra yaygınlaşmaya başlarken, komünist siyaset bundan yaklaşık on sene sonra Ekim Devrimi’nin etkisiyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden Türkiye’ye güçlü bir biçimde girdi. Gelgelelim Komünist Enternasyonal’in tasfiyesine paralel bir biçimde Türkiye’deki komünist hareket de tasfiye oldu, Mustafa Suphi TKP’si yerini burjuva sosyalizminin temsilcisi Şefik Hüsnü TKP’si aldı. Ancak bu süreç içerisinde kemalist rejim reformist sosyalist hareketleri de ezip fiziken tasfiye ettiği için, komünist siyasetten önce de köklü bir varlığı bulunmayan burjuva sosyalizmi komünist hareketten sonra da varlığını koruyup yaygınlaşamadı.
Burjuva sosyalizminin ikinci yükselişi 27 Mayıs 1960’tan sonra gerçekleşti. Taşıyıcıları 27 Mayıs’ın yarıda kaldığını savunan işçi ve öğrenci hareketiydi. İster yasal işçi partisi TİP’in isterse de MDDci cuntacıların peşine takılsınlar bu kesimler Demokrat Parti’nin takipçilerinin siyaset sahnesinden silinmediğini, 27 Mayıs’la vaat edilen emek yanlısı reformların yapılmadığını, dış politikada bağımsız bir çizginin benimsenmediğini savunuyorlardı. Hüseyin İnanlar’ın, İbrahim Öztaşlar’ın THKO’su ile başlayıp Kaypakkayalar’ın, Ali Haydar Yıldızlar’ın TKP-ML’sine uzanan ’71-’72 kopuşu, komünist bir programatik hatta ve örgütsel forma kavuşmamış olsa da, bu burjuva sosyalizminden devrimci bir kopuştu. Yaydığı devrimci enerji ile yeni yeni yerleşmeye çalışan burjuva sosyalizmini alt üst etti, açıktan reformist tüm legalist akımların ve cuntacıların itibarını yerle bir etti.
Bununla birlikte ’71-’72 Kopuşu’nu gerçekleştiren örgütlerin merkezleri de 12 Mart cuntası tarafından, tıpkı kemalistlerin On Beşler’e yaptığı gibi, imha edildi. 1973 sonrasında takipçilerinin bu akımlara benzerliği ve sadakati, ardıllarının Suphi TKP’sine olanınkinden fazla değildi. Emekçi hareketini “Karaoğlan” Ecevit’in peşine takma niyetleri bugünkünden zayıf değildi. Gelgelelim ’71-’72 kopuşunun şiddeti bu sürecin bir çırpıda ve 28 Kanunisani sonrasındaki gibi gerçekleşmesine engel oldu. Düzen güçleri sol hareketi de emekçi hareketi de devletle ve devletin kurumlarıyla barıştıramadılar. Sol hareketlerin ana gövdesi, tüm “devrim kitlelerin eseri olacaktır” lakırdılarına karşın pratikte faşistlere karşı çetin bir kavganın tarafı olmak, anti-faşist mücadele içinde emekçileri örgütlemek zorunda kaldı. 1974-80 arasında da liberalizm hakim akım hâline gelemedi.
Şiddeti ve “karıştır barıştır” yönelimiyle 12 Eylül cuntası, 12 Mart’taki seleflerinin ve Karaoğlan’ın yarım bıraktığı işi tamamlamaya soyundu. SSCB’den esen Glasnost rüzgarlarının da buna katkıda bulunacağı umuluyordu. Ama bu beklentiler de yetmişlerin ortasından itibaren Kürdistan’dan yükselişe geçen başkaldırıyla birlikte suya düştü. Kürt Baharı sadece 12 Eylül rejiminin insicamını bozmadı, Türkiye solundaki liberalleşme yolunu da engebeli hâle getirdi. Dahası Kürdistan’dan Türkiye’ye göçen, varoşlarda bir patlayıcı madde gibi biriken emekçiler dinamizmleriyle devrimci iddiaları olan akımlar açısından nefes borusu ve taze kan oldu.
Tasfiyeciliğin En Karanlık Dönemi: Avrupa Birliği Uyumlu Solculuk
Yaşadığımız topraklarda, önce ’71-’72 Kopuşu’nun, sonra da Kürdistan’ın kuzeyindeki başkaldırının etkisiyle oluşan devrimci dinamikleri ortadan kaldırmaya yönelik en köklü girişim doksanların sonunda başladı. Önce temiz toplum kampanyalarıyla sonra da “yükselen şeriat” umacısıyla emekçi hareketi düzen güçlerinin peşine takıldı. 28 Şubat darbesinin ardından Öcalan’ın rehin alınmasıyla birlikte bu sefer Kürdistan’ın kuzeyinden Türkiye’ye doğru “Demokratik Cumhuriyet” ve “Türkiyelileşme” rüzgarları esmeye başladı. Devlet bu sırada devrimci güçlerin üzerine önce seçmeli terör uygulamalarıyla ardından da F-Tipi hamlesiyle yüklenmeye başladı. Tüm bunlar gerçekleşirken Türkiye’de Avrupa Birliği sürecinde demokratikleşme hayalleri yaygınlaşmaya başladı. Solda, bugünkü TİP’in atası ve orjinali olan, kendini “inadına aşk” sloganıyla ifade eden ÖDP burjuva kurumlar tarafından yeni dönemin makul sosyalist partisi olarak pazarlanmaya başladı. 19 Aralık operasyonlarından sonra meydanı boş bulup Türk Ceza Kanunu’nun Avrupa Birliği ile uyumlu hâle getirilmesinden cesaret alan yavuz hırsızlar TKP ismini el çabukluğu ile üzerlerine geçirdiler.
Böylelikle altmışlarda yeni bir perdesi açılan sınıf mücadelesi kendi dip noktasına gelmiş oldu. Devrimcilerin her gün beş on kişiyle cenaze kaldırdıkları bir dönem böylelikle başladı. Bu karanlık dönem içinde, döneme uyumlanarak Avrupa Birliği normlarına uygun bir çizgide hareket eden akımların sayısı her geçen gün arttı. Bu kulvarda aşık atamayacağını anlayan kimileri ise “teorik-programatik görevlere”, “ideolojik mücadeleye” yoğunlaşmayı tercih ettiler.
Komünistlerin Birliği’ni savunanlar tam da bu dönemde siyaset sahnesine girdi. Siyaset sahnesindeki adımlarını, bir geri çekilme döneminin içinde olduğunun, liberal tasfiyeci karanlığın bir dönem daha süreceğinin, ama bu liberal dalganın da sonuçsuz kalacağının da bilincinde olarak atmaya başladı. Tam da bu nedenle Köz sayfalarında o dönem ısrarla vurgulanan şiar: “Yeni bir yükselişin mimarı olmak için savunmayı örgütle!” idi.
Reformizmin İşini Kolaylaştıran Koşullar Geride Kaldı
Son yirmi beş yılda yaşananlar o dönemki öngörümüzü haksız çıkarmadı: Emperyalistler arası paylaşım kavgasının keskinleşmesi önce Avrupa Birliği hayallerini darmadağın etti, aynı zamanda emperyalistlerin Türkiye’deki uzantıları olan burjuva fraksiyonlarının bir rejim kriziyle sonuçlanacak keskin bir kavgaya tutuşmasına yol açtı. Emperyalist paylaşım kavgası Irak devletini çökertti, sonra Arap Baharı ile Suriye’de bir içsavaşın yolunu döşedi. Kuzey’de demokratik cumhuriyet yanılsaması yayılıp Kürdistan’ın güneyinde bir bölgesel yönetim kurulurken, batısında kantonlar iktidarı ele aldı. “Türkiyelileşme süreci” ise Türkiye’deki işçi hareketinde bir toparlanmaya yol açarken, odağında HDP’nin durduğu sol hareketi Türkiye’deki tarihinin en güçlü konumuna soktu; bu durumun kendisi Türkiye’de başlı başına istikrarsızlık üreten bir faktör hâline geldi. Nihayetinde rejim krizi bir içsavaşa evrildi. Tüm bu süreçte Türkiye’deki devrimci dinamikler tasfiye edilemedi, bilakis güçlendi. Avrupa Birliği normlarına uyumlu bir burjuva sosyalizmi, sol akımların merkezlerindeki tüm sınıf uzlaşmacı yönelim ve gayretlere karşın, tam da bu nedenle yaşadığımız topraklarda bir türlü hâkim ve belirleyici olamadı.
2023 seçimlerine girerken ABD emperyalizminin şekillendirdiği Millet İttifakı ve onun dümen suyuna girmeye çalışan sol akımlar 1 Mayıs’a damgalarını vuruyorlar. Bu yeni bir süreç değil, hatta ’99 1 Mayısı’ndan bugüne tüm 1 Mayıslara ve siyasi süreçlere esas olarak AB uyumlu sol hayalleri kuran kesimlerin damgasını vurduğunu söylemek de mümkündür. Gezi’den yahut 7 Haziran sonrasında başlayan içsavaştan bugüne emekçi hareketin önünü kesen temel etmenin yine bu sol akımlar olduğunu söylemek de doğrudur. Ancak gerçeğin tamamı ancak tarihsel süreç içinde anlaşılabilir. Yirmi beş yıllık tarihsel gelişimi içinde incelendiğinde burjuva sosyalizmini yaymaya çalışan akımların ayaklarının bastığı zeminin zayıfladığı görülür. Bugün solun Kılıçdaroğlu’na bel bağlaması kimseyi aldatmasın, yirmi beş yıl öncesine kıyasla bugün sınıf işbirlikçisi bir çizgiyi kalıcı ve istikrarlı bir şekilde savunmak, emekçi hareketini bu temelde frenlemek çok daha zordur. Benzer bir biçimde sol hareketlerin dümeni tam kadro reformizme kırması bu akımların içinde devrimci arayışları olan kesimlerle bu hareketlerin resmî ve bağlayıcı çizgisi arasındaki çatışmayı da arttırmaktadır.
Devrimci Bir Çıkış İçin Devrimci Eylem Birliği!
Tam da bu nedenle 1 Mayıs 2023’e damgasını vuran eğilim için reformist projenin peşinden davul ve zurnayla koşturanların marifetlerine değil sınıf mücadelesini yükseltme iddiasını taşıyanların eksikliklerine bakmak gereklidir. 1 Mayıs’taki reformist hâkimiyet mukadder değildi. Devrimci iddialar taşıyanların sorumluluk alıp net bir siyasi iddiayla öne çıktıkları koşullarda bu tablo kökten değişecektir.
Enternasyonal Komünist İşçi Birliği’nin, Komünist Militanlar Birliği’nin ve Köz’ün arkasında duran komünistlerin tutumu tarihe not düşme maksadı taşıyan sembolik bir tutum olarak tanımlanamaz. 1 Mayıs öncesinde hayata geçirdiğimiz tutum aslında devrimci güçlerin tümüne yönelik bir eylem birliği çağrısıdır. 1 Mayıs öncesinde başlamış ve 14 Mayıs’a kadar sürecek bu eylem birliği, Köz’ün arkasında duran komünistler olarak gerisine düşmeyeceğimiz ve muhatabı liberal dalgaya karşı devrimci bir çıkışın ihtiyacını duyan tüm güçler olan bir çağrıdır. Liberal projelerin zeminsiz ve geleceksiz olduğu açık. 1 Mayıs’taki tabloyu tersine çevirmek ise devrimcilerin eylem birliğine bağlı. Köz en geniş devrimci eylem birliğinin söylediğini yapan yaptığını söyleyen savunucusu olmayı sürdürecek.