Üniversitelerden Komünistler olarak Doğuş Üniversitesi’nde eğitim ücretlerine gelen zamlara karşı 12 Ağustos ve 18 Ağustos günü Dudullu Kampüsü önünde yapılan eylemlere katıldık. Eylemden ve öncesinde yaşananlardan bahsetmek gerekirse, kontratlarda eğitim ücretlerine en fazla %10 zam yapacağını belirten Doğuş Üniversitesi sonrasında enflasyonu bahane ederek bu karardan dönmüş, 2022-2023 eğitim öğretim yılı ücretlerine ortalama %200 civarında zamlar yaptığını duyurmuştu. Bunun üzerine, Dudullu Kampüsü önünde gerçekleşen basın açıklamasında da sık sık vurgulandığı gibi “Doğuş Üniversitesi hukuksuzluk yapıyor”, “Hukuk yollarına başvuracağız”, “Eğitim ücretlerini indireceğiz, haklarımızı alacağız” şiarını yükselten öğrencilerin ailelerinin de katıldığı Doğuş Üniversitesi Öğrencileri imzalı bir eylem gerçekleşti. Eylemde “Doğuş Hukuğa Uy!”, “Müşteri Değil Öğrenciyiz!”, “Direne Direne Kazanacağız!” gibi sloganlar bolca atıldı. Döviz, pankart, flama ve slogan yasağı vardı.

Dudullu Kampüsü’nün önünde gerçekleşen basın açıklaması sırasında ve öncesinde HKP, TKH ile Halkevleri’nden arkadaşlarla tanışma şansımız oldu. Genel olarak bu örgütlü arkadaşlarda siyasi kimliklerini gizleme eğilimi, “provokatör” damgası yiyerek haklılığını ve meşruiyetini kaybetme, eylemliliğin kapsamını küçültme korkusu hakimdi. Dolayısıyla dışarıdan desteğe gelen üniversite inisiyatiflerine, kurumlara, siyasetlere basın açıklamasında söz hakkı vermeyi geçelim imzalı dövizlerin bile açılmasını istemiyorlardı. Bunun Doğuş Üniversitesi’ni ilgilendiren bir sorun olduğu, dolayısıyla dayanışmaya gelen diğer üniversite öğrencileriyle birlikte Doğuş Üniversitesi öğrencileri ve hukuk yolları tarafında çözüleceği fikrindeydiler. Bu sebeple de basın açıklamalarında da belirttikleri gibi, YÖK’e ve rektöre bu meşru talepleri için dilekçe yazmayı öneriyorlardı. Doğuş Üniversitesi’nde kitlenin geri olduğunu vurguluyorlardı. Dolayısıyla okul içerisinde kulüpleri ve öğrenci konseyinde yöneticilikleri bulunan, ülkücü öğrencilerle de ortaklaşmanın gerekli olduğu düşüncesindeydiler. Fakat bu ülkücüler açısından eylem boyunca durum tam tersiydi, en başında eylem saatinden farklı bir saatte farklı bir konuma çağrı çıkmışlar, sonrasında eylem boyunca kitlenin içinde provokatör solcular olduğunu vurgulamışlar, kitleyi dağıtmaya ve eylem birlikteliğini bölmeye çalışmışlardı.

Örgütlü arkadaşlara Doğuş Üniversitesi’nde yaşanan bu zamların Türkiye’nin genel siyasi atmosferinden bağımsız düşünülemeyeceğinden, desteğe gelen inisiyatiflere ve sol siyasetlere siyaset yasağı koymamak gerektiğinden, eylemin hedefine de sefaletin sorumlusu hükümeti oturtmanın yerinde olacağından bahsettik. Kalıcı kazanımlar için burjuvazinin çizdiği sınırlara, kısmi ve yerel sorunlara hapsolmanın tersinden eylemin kapsamını sınırlayacağını ve ortak birleşik bir mücadeleden de uzak olduğunu belirttik ve bu bağlamda 2021 yılında kayyım atamaları sonucunda başlayan Boğaziçi direnişi örneğini verdik. Siyaset yasakçılığı yapmanın ancak kendisine karşı mücadele verilen tarafın işine geleceğini, mücadele verenleri güçsüzleştireceğini anlattık.

Eylemin ilerleyen saatlerinde de aynı eylem şiarı ve sloganlarla okul içerisine yüründü. Sonrasında ülkücü öğrenciler tarafından eylemcilerin içindeki örgütlü kişilere fiziksel bir saldırı gerçekleşti. Saldıranların saldırma gerekçesi ise “Basın açıklamasında 1 Mayıs dendi, 1 Mayıs’ın ne alakası var okula gelen zam ile?” oldu. Doğuş Üniversitesi’ndeki örgütlü arkadaşlar ise kitleye dönerek 1 Mayıs demediklerini, basın açıklamasında böyle bir şeyin yer almadığını savundular. Hatta “1 Mayıs dedik mi?” – “Hayır!” şeklinde kitleye slogan attırdılar. Gerçekten de basın açıklamasında 1 Mayıs’tan bahsedilmemişti, fakat basın açıklamasında 1 Mayıs’tan bahsedilmesinin örgütlü arkadaşlar açısından da bu kadar büyük bir sorun olarak görülmesi ve adeta bir kara leke gibi temizlenmeye çalışılması şaşırtıcıydı. Bu saldırının özel olarak örgütlü kişilere yapılmasının ve olmayan “1 Mayıs” içeriğinin bahane edilmesinin bize bir şeyi gösterdiğini, bu saldırının “okul zamlarına karşı direnen öğrenci” kimliğine değil, “devrimci” kimliğine karşı yapıldığını vurguladık.

Eylem sonrasında HKP’liler oturdukları masaya davet ettiler, yazılarımızı okuduklarını ve sohbet etmek istediklerini söylediler. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Mustafa Kemal üzerine konuşmak istediler. Mustafa Kemal’in bir “ulusal kurtuluş kahramanı” olduğundan ve komünistler tarafından desteklenmesi gerektiğinden bahsettiler. Komünist Enternasyonal’in bir ulusal kurtuluş mücadelesini destekleme kararı olan üç kriterden: başka bir ulus üzerinde tahakküm kurmamak, komünistlere örgütlenme özgürlüğü tanımak ve kitleleri silahlandırmaktan bahsettik. Bu düzenin kuruluşunun ise tam aksine Kürtlerin en büyük toprak parçası olan Bakur’un ilhakı, azınlıkların katledilmesi, Erzincan Şurası’nın yok edilmesi ve Mustafa Suphi ile yoldaşlarının öldürülmesi üzerine kurulu olduğunu vurguladık. Bunu “Kurtuluş Savaşı” diye anmanın ve sahiplenmenin komünist bir tutum olmadığını ekledik. Bugün Türkiye’de devrimci bir parti yaratmak için buraya çizgileri net çizmek gerektiğinden, Mustafa Suphilerin yolundan gitmek gerektiğinden bahsettik. Türkiye’de bir devrim için Türkiye’de bir devrimci partinin, dünya devrimi için ise bir enternasyonal dünya partisinin bugün en acil ihtiyaçlar olduğunu vurguladık.

Üniversite Siyaseti Değil, Üniversitede Siyaset!
Üniversitelerden Komünistler