2023 Cumhurbaşkanı seçimlerinde solun ezici bölümü “eleştirel” bir biçimde CHP’nin peşine takılır, daha sınırlı bir kesimi kah şikayetçi kah doktriner bir şekilde köşesine çekilirken bu tablonun parçası olmayı reddeden bir odak daha vardı: Emekçilerin Seferberliği İçin Bağımsız Aday kampanyası. Çetin Eren’i cumhurbaşkanı adayı gösterdikleri bu kampanyada Köz ve Enternasyonal Komünist İşçi Birliği sınıf işbirlikçiliğini de lafazanlığı da reddetti, üç ay boyunca devrimci bir seçim çalışması yürüttü. Cumhurbaşkanı adaylarının YSK tarafından netleştirilmesinin ardından yeni bir eylem birliğini bu sefer Komünist Militanlar Birliği’nin de dahil olduğu “Düzen Partilerine Oy Yok!” şiarıyla yürütülen bir seçim çalışmasıyla oluşturdular. İstanbul ve Bursa 1 Mayıslarına ortak pankart ve bildiriyle çıktılar. Eylem birliklerini yokuşa sürmek için programa ve geleneğe dair farklılıkları bahane edenlere, eylem birlikleriyle çatı partilerinin yolunu döşemeyi umanlara inat Köz ve Enternasyonal Komünist İşçi Birliği programa ve komünist hareketin geleneğine dair farklılıklarına karşın devrimci bir çizgide “ayrı dur, birlikte vur!” şiarıyla hareket etti.
Biz, Köz’ün arkasında duran komünistler açısından, 2023 Cumhurbaşkanı seçim kampanyası sadece gerisine düşülmemesi gereken bir eşik ve genişletilmesi gereken bir eylem birliği zemini tarif etmedi, aynı zamanda önümüze bu eylem birliğinin arkasında duran Enternasyonal Komünist İşçi Birliği’nin programa, geleneğe ve siyaset yapma tarzına ilişkin temel görüşlerini gazetemizin sayfalarından duyurma görevini de koydu. Okuyacağınız röportaj bu doğrultuda attığımız ilk adım olarak görülmelidir.
1) Bize EKİB’in kuruluş öyküsünü anlatabilir misiniz? EKİB ne zaman ve hangi iddiayla kuruldu?
Grup olarak ilk siyasi faaliyetlerimize 2016 yılının Haziran ayında “Tarih Yargıçsa İşçi Sınıfı İnfaz Memurudur” şiarıyla Patronsuz Dünya bültenlerini çıkartarak başladık. Yola çıkarken dönemsel olarak kendimize iki görev somutlamıştık. Birincisi işçi sınıfı ve gençlik içinde bolşevik-leninist fikirleri yaymak, sistematik ajitasyon, propaganda ve örgütlenme faaliyeti yürütmekti. İkincisi ise programatik ve teorik olarak kendimizi tanımlamak, gerek ulusal düzeyde gerekse de uluslararası düzeyde mevcut sosyalist, komünist akımlarla ayırt edici yönlerimizi tanımlamaktı. Program, teorik üretim ve örgütsel inşanın ilk çekirdeklerini oluşturmak için hazırlık sürecine girmekti. 2017 1 Mayıs’ında ilk kez Patronsuz Dünya pankartıyla alanlara çıktık. Yola çıktığımız ilk günden enternasyonal akımlarla bağ kurmaya, programatik teorik tartışmalar yapmaya başladık. Bizim için uluslararası bir örgütlenmenin parçası olmak hayati önemdeydi. İnsanlığın ve tüm canlı türlerinin kurtuluşunun sosyalist dünya devriminden geçtiğine bunun aracınında bolşevik-leninist tipte dünya partisi olduğuna inanmaktayız. Bizim için bolşevik-leninist tipte bir dünya partisinin inşası sorunu emekçiler ve ezilenler cephesinin en önemli ve acil sorunudur.
İlk günden bugüne kadar tüm siyasi faaliyetlerimizin merkezinde bu vardır. İlk siyasi faaliyetlerimize başladığımızda, bağ kurduğumuz, tartışmalar yürütüğümüz enternasyonal akımlarla bir uzlaşmaya varamadık. 2016 yılının sonlarında CoReP (Sürekli Devrim Kolektifi) ile Suriye’deki siyasal durum ve savaşla ilgili yayınlanan uluslararası bir beyannameye imzacı olarak ilişkimiz başladı. Bu süreçte CoReP ile ilişkimiz düzenli olarak işçi sınıfının uluslararası gündemiyle ilgili konularda tartışmalar yürütmek, ortak beyanameler ve bültenler çıkartmak şeklinde ilerledi. 2017 yılında CoReP’in manifestosunu tartışma sürecimiz başladı. 2018 yılında CoReP’in sempatizan grubu olarak organizasyonun bir parçası olma sürecimiz başladı. Yaklaşık bir yıllık aday üyelik sürecinden sonra CoReP’in Türkiye seksiyonu olduk. CoReP’i tercih etmemizin asli nedeni programatik görüşlerinin netliği, gündeme müdahil oluş sürecindeki ilkeselliği, örgütsel konularda bolşevik-leninist tutum almaktaki ısrarıydı. Reformizme, legalizme, tasfiyeciliğe karşı uzlaşmaz duruşuydu.
2020 yılına geldiğimizde gençlik içinde yürütmüş olduğumuz çalışmalara alan açmak için gençlik grubunuz EMG’yi (Enternasyonal Marksist Gençlik) kurduk.
2021 yılında kabuğumuzu kırmak, propaganda grubundan çıkıp organları oluşmuş, demokratik merkeziyetçilik ilkesi doğrultusunda faaliyet yürüten politik bir platforma dönüşme ihtiyacının ürünü olarak manifestomuzu yayınlayarak EKİB’in kuruluşunu deklare ettik.
EKİB, bolşevik-leninist tipte bir dünya partisi kurmak için ayak bastığı coğrafyada onun seksiyonu olacak partinin inşası için enternasyonal komünist bir odak yaratma iddiasıyla kurulmuştur.
2) İkinci Enternasyonal’in çöktüğü ve Komünist Enternasyonal’in kurulduğu dönemde devrimci ve reformist akımlar arasındaki temel ayrım savaş ve devrimci parti konusundaydı. Bugünün dünyasında ve Türkiye’de devrimcilik ve reformizm arasındaki temel politik ayrımlar nedir?
Devlet, savaş, parti, enternasyonalizm diyebiliriz. Reformistler devleti mutlak ve gerekli bir aygıt olarak görürler. Yalnızca onun reforme edilmesini, demokratikleştirilmesini savunurlar. Bunun aracı olarak da devleti ilga etmeden o devlet mekanizması içinde iktidar olmayı savunurlar. Bunun için de emekçi kitlelerden destek isterler. Onlar adına en iyi yönetimin kendilerinin olacağını savunurlar. Devrimciler ise devleti burjuvazinin kanlı diktatörlüğü olarak görürler. Emekçilerin asli özne olduğu militan mücadeleyle burjuva devletin imha edilmesi gerektiğini yerine daha baştan sönümlenmeye yüz tutmuş sovyet organlarına dayalı işçi devleti kurmak için savaşırlar. Devrimciler devleti imha edilmesi gereken bir aygıt olarak görürler, reformistler ise tamir edilmesi gereken zorunlu bir aygıt olarak görürler. Reformistler savaş karşısında sosyal şoven veya sosyal pasifist bir tutum içinde yer alırlar. Devrimciler ise “savaşa karşı sınıf savaşı, esas düşman içeride, silahı kendi burjuva devletine çevir” şiarıyla özetleyeceğimiz devrimci yenilgicilik tutumunu takınırlar.
Reformistler burjuvazinin ortaya koyduğu hudutlu dünyanın aşılmaz bir engel olduğunu varsayarlar. Tüm mücadele ufukları, dünya tasavvurları bu hudutlu dünyaya göre şekillenir. Enternasyonalizmden anladıkları soyut bir halkların kardeşliğidir. Enternasyonal partiden anladıkları kendilerine benzer akımlarla irtibat kurmak için oluşturulmuş platformdan öte bir şey değildir. Devrimcilerin enternasyonalizmden anladıkları ise kapitalizmi dünyadan kazıyıp komünist bir dünyaya ulaşma yürüyüşüdür. Ayak bastığı ülkenin devriminin kaderinin dünya devrimine bağlı olduğunun bilinciyle hareket eder. Kendi ayak bastığı ülkedeki burjuvazinin iktidardan devrilişini dünya devrimine karşı sorumluluğu olarak görür. Mücadelesini enternasyonalist devrimci program ve partiyle yürütür.
3) 71-72 Kopuşuna, bu kopuşun Türkiye solu üzerindeki etkilerine ilişkin değerlendirmeniz ve yaklaşımınız nedir?
71-72 kopuşun tek bir cümleyle özetlersek “hedefine ulaşmamış bir mermidir”.
60’lı yıllar Türkiye’de sosyalist fikirlerin kitleselleştiği dönemlerdi. Devrimin nasıl olacağı, yöntem, program ve stratejilerinin yoğun şekilde tartışıldığı dönemdi. Kendisini sosyalist olarak tanımlayanların toplandığı kitle partisi olarak TİP vardı. TİP’in çizgisi parlamenterist, reformist, legalist bir eksendeydi. 71-72 kopuşu tam da bu arayışların sonucu olarak hayat buldu. Bu kopuş her ne kadar militan bir pratik hattın önünü açmış olsa da, programatik ve teorik olarak marksizme uzak bir hattaydı. 15-16 Haziran büyük işçi direnişi gerçekleşmesine rağmen, Türkiye’de işçi sınıfının olmadığını, devrimi gerçekleştirme gücüne sahip bir sınıftan bahsedilemeyeceği anlayışı hâkimdi. O yüzden işçi sınıfına alternatif arayışlar vardı. Devrim programı olarak Milli Demokratik Devrim çizgisi hâkimdi. Türkiye’nin sömürge olduğu o yüzden önce ulusal bağımsızlığın ve ulusal kalkınmanın, ulusal ekonominin vs. sağlanması gerektiğini öne süren sosyalist devrimi çıkmaz ayın son çarşambasına erteleyen, kemalizmle resmî ideolojiyle barışık bir hatta gitmekteydi. TİP’in reformist çizgisinden kopuş iradesi olabildiğince ileri ve değerli bir atılımdı. Fakat buna alternatif olarak savunulan geliştirilen program 71-72 kopuşunun sınırlarını daha baştan daraltmakla birlikte, konulması gereken yeni bir çizgiyi beraberinde getirmekteydi.
Bu kopuşun Türkiye solu üzerindeki etkilerini iki başlıkta değerlendirebiliriz. Birincisi olumlu etkileri, ikincisi olumsuz etkileri…
Olumlu etkisini şu şekilde tarifleyebiliriz: Düzenle, düzenin kurumlarıyla çatışmaya girmekten sakınmayan militan kuşakların yetişmesinde kendisine örnek aldığı tarihsel figürler olmuşlardır.
Olumsuz etkileri ise, emperyalizmi dışsal bir olgu olarak gören çarpık bir anti-emperyalizm anlayışının doğmasına neden olmuştur.
Küçük burjuva ulusalcılığı ekseninde hayat bulan anti-emperyalizm anlayışının kök salmasına, kemalizmle, resmî ideolojiyle barışık bir Türkiye solunun gelişmesinin nesneliğini oluşturmuştur.
71-72 kopuşunda tüm bunlardan ayrı bir yerde tutacağımız, bu kopuşun en devrimci halkasını oluşturan İbrahim Kaypakkaya önderliğinde cisimleşen çizgidir. Kemalizmle resmî ideolojiyle hesaplama içinde olan, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını savunan, Türk sermaye devletiyle açık bir devrimci savaş içinde olan çizgiydi.
O yüzdendir ki bugün CHP’li Belediyeler Deniz Gezmiş’in ismini parklara, sokaklara, meydanlara verebilmektedir. Türkiye televizyonlarda yayınlanan bu yılları anlatan dizilerde Deniz Gezmiş, Mahir Çayan karakterleri canlandırılmıştır. Fakat İbrahim Kaypakkaya’nın adını dahi anmak bugün hâlâ suç unsurudur. Hedefine ulaşamayan bir mermi olan 71-72 kopuşunun hedefine doğru yürümenin koşullarından birisi İbrahim Kaypakkaya’nın gerisine düşmemekten geçmektedir.
4) Kürt ulusal sorunu hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Bir sorunu nasıl tanımlıyorsanız, öne sürdüğünüz çözüm önerileri, program ve izlenmesi gereken yol da o eksende şekillenir. Öncelikle Kürt sorunu yalnızca barış, insan hakları, demokrasi sorunu değildir. Kürtler ulusal ve demokratik hakları tanınmayan Türkiye’nin bir azınlık grubu değildir. Biz sorunu Kürt sorunu olarak değil, Kürdistan sorunu olarak tanımlamaktayız. Yani sömürgeleştirilmiş bir ülkenin özgürlük ve bağımsızlık sorunu olarak görmekteyiz.
Emperyalizmin önemli ve vazgeçilmez faaliyet alanlarından biri olan Ortadoğu’nun ortasında yer alan Kürdistan dört devletin (Türkiye, Irak, İran, Suriye) işgali altında yaşayan enternasyonal bir sömürgedir. Kürtler bugüne dek ne zaman ulusal, demokratik hürriyetleri için harekete geçse karşılarında kendilerini ezen ulus şovenizmi üzerinden örgütlenmiş dört sömürgeci devlet ve onların emperyalist müttefikleri çıkmaktadır. Bu özelliği itibarıyla Kürdistan sorunu her yönüyle uluslararası bir sorundur. Kürt halkının içinde bulunduğu esaret aynı zamanda ezen ulus emekçilerinin ve tüm Ortadoğu emekçi halklarının da esaretidir. Bu yüzden özgür birleşik Kürdistan sorunu tüm Ortadoğu emekçilerinin ve ezilenlerinin de asli sorunudur. Özü itibariyle Kürdistan sorunu karşımıza ulusal bir sorun olarak dikilse de politik sonuçları ve onun etkileri göz önüne alındığında karşımıza uluslararası bir sorun olarak çıkmaktadır.
Kürdistan sorununu uluslararası bir sorun olarak tanımlamak sorunun çözümüne dair ihtiyacımız olan şeyleri de net şekilde somutlamamızda yardımcı olmaktadır. Bu noktada ihtiyacımız olan enternasyonalist devrimci bir program ve enternasyonalist devrimci bir partidir.
Enternasyonal komünistler bütün dünyada ulusların sovyet cumhuriyetleri olarak birleşmesini hedeflerler. Tüm ezme ezilme ilişkilerinin yok edildiği, sınıfsız, sömürüsüz, hudutsuz, patriyarkasız, patronsuz bir dünyaya, komünist dünyaya ulaşmanın vazgeçilmez adımıdır. Enternasyonal komünist devrimcilerin ödevi de bu adımın atılması ve bu yoldaki yürüyüşün sonuçlanmasına önderlik etmektir. Bu ödevi yerine getirmenin önemli bir koşulu da, her zaman ve her yerde ezen ulus şovenizmine karşı militanca ideolojik savaş vermektir. Burjuva ideolojisi olan milliyetçiliğin, şovenizmin ana fonksiyonu emekçileri ve ezilenleri burjuva saflara yedeklemek, emekçileri ezilenleri kendi içlerinde bölmek, kölelik zincirlerinin prangalarına yenilerini eklemektir.
Ulusların kendi kaderlerinin tayin hakkını kayıtsız şartsız tutarlı bir şekilde savunmak ezen ulus şovenizmine karşı saplanan hançer işlevi görmektedir. Bu durumun bir diğer ayağı ise hem ezen ulusların hem ezilen ulusların işçi sınıfı içinde kök salmış örgütlerin demokratik merkeziyetçi birliğini ifade eden bayrağında sosyalist dünya devrimi yazan devrimci bir enternasyonal parti inşa etmektir. Kürdistan sorununu da sosyalist dünya devrimi yolculuğunun önemli ve hayati bir bölümü olarak görmekteyiz. Çünkü birleşik özgür Kürdistan’ın yolu dört sömürgeci devletin ilgasından geçer. Özgür, birleşik Kürdistan’ın kalıcı hâle gelmesinin yolu aynı zamanda Kürdistan’ın kendisine müttefikler bulma sorununu da beraberinde getirmektedir. Tüm Ortadoğu’daki diktatörlüklükler ve gerici rejimler, emperyalist güçler dört sömürgeci devletin tarihsel müttefikidir. Onların yıkılması emperyalizminin ve Ortadoğu’daki gerici rejimlerin yaşamsal fonksiyonlarına öldürücü darbeler vurmak anlamına gelmektedir. Özgür birleşik Kürdistan’a ulaşma sorunu emperyalizmle savaş sorunudur.
Kısacası özgür, birleşik Kürdistan sorunu Ortadoğu sosyalist devrimi sorunudur. Özgür, birleşik Kürdistan’ın yolu Ortadoğu sosyalist federasyonundan geçmektedir. Kürdistan devrimi Ortadoğu devriminin lokomotif motorudur. Kürdistan devriminin yolunu burjuva milliyetçi, küçük burjuva reformist Kürt siyasal önderlikleri açamaz, tam tersine bu yolun önünde aşılması gereken engeller olarak durmaktadır.
5) Bugün Türkiye’de sosyal şovenizm ve sınıf işbirliği kendisini nasıl belli ediyor?
Sosyal şovenizm ve sınıf işbirliği iç içe geçmiş iki olgudur. İkisi de birbirini tamamlayan madalyonun iki farklı yüzüdür. Sosyal şovenizmin en belirgin özelliği resmî ideolojiyle kurulan ilişkidir. Türk-sermaye devletinin kurucusu ideolojisiyle radikal bir hesaplamaya girmekten kaçınarak, Türk-sermaye devletinin inşa sürecinin bir kısmında ilericilik ve meşruiyet aramak sosyal şovenizmi beraberinde getirmektedir. Türk-sermaye devleti ırkçı, mezhepçi, cinsiyetçi, kanlı bir burjuva diktatörlüğüdür. Osmanlı despotizmiyle arasında bir kopuş yoktur, süreklilik vardır. Harcı soykırımlar, etnik kırımlarla karılmış, Anadolu halklarının hapishanesinden başka bir şey değildir. Resmî ideolojiyle radikal bir hesaplaşmaya girmekten kaçınmak, Türk-sermaye devletinin varlığını meşru görmeyi beraberinde getirmektedir. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak başta Kürdistan sorunu olmak üzere her alanda sosyal şovenizm ve sınıf işbirlikçiliği boy vermektedir.
Sorunun esası şudur: Merkezi, bürokatik, ırkçı, mezhepçi, cinsiyetçi burjuva devleti devrimci yöntemlerle yıkılması gereken hasım olarak mı görülmekte, yoksa restore edilecek, demokratikleştirilecek, emekçiler ve ezilenler için daha faydalı çalışabilecek bir kurum olarak mı görülmekte?
Sosyal şovenizmin, sınıf uzlaşmacılığının, reformizmin kendisini net şekilde ortaya koyduğu ana unsur burjuva devlete karşı almış olduğu tutumdur.