İkinci Enternasyonal sosyalizmi “ulusal sorunu“ devrimci mücadelenin bir kaldıracı olarak görmedi. Tam tersine onu sosyalizm mücadelesinin önünde duran bir engel, bir sorun saydı. İkinci Enternasyonal sosyalizminin kimi varyantları ezilen uluslar sorunu devletsiz ulusların egemenlik sorunu olarak kavramak yerine onu etnik ve kültürel bir içeriğe indirgedi. Ulusal sorunu bağımsızlık ve devlet kurma sorunuyla ilişkilendiren diğer varyantları ise bir yandan ulusal sorunun ancak sosyalizm kurulduğunda çözüleceğini ileri sürüyor diğer yandan da sosyalizm kurulduktan sonra ulusal bağımsızlık talebinin gereksiz ve gerici bir karakter kazanacağını iddia ediyorlardı.
Sömürge sorununa karşı da net bir tutumu olmayan İkinci Enternasyonal çizgisinin takipçileri, sömürgelerin bağımsızlığını da tok bir şekilde savunamıyorlardı.
Ekim Devrimi’yle birlikte, bu tablo baştan aşağı değişti. Ulusal devrimci hareketleri müttefik ve devrim mücadelesinin kaldıracı olarak kabul eden Ekim Devrimi, kendini ezilen ulusların kurtuluşunu sınıf mücadelesiyle ilişkisiz gören ve ulusal sorunun çözümünü sosyalizmin kurtuluşuna erteleyen anlayışın karşısında ayrı bir kutup olarak tarif etti.
Ekim Devrimi’ne yönünü veren Bolşevikler, ezilen ulusların etnik ve kültürel haklarını tanımakla birlikte, asıl olarak ulusların kendi kaderini tayin hakkını ezilen ulusların kendi devletlerini kurma hakkı olarak ele aldı. Ezilen ulusların devlet kurma hakkını kayıtsız şartsız tanıyan olşevikler, ezilen uluslar için tam anlamıyla özgürlüğe ve kurtuluşa giden yolun sovyet cumhuriyetinden geçtiğini savunuyorlardı.
Devrimden bir hafta sonra yayınlanan ve “Altında işçilerin ve köylülerin imzalarının bulunduğu Ekim Devrimi, kurtuluş denilen o ortak bayrak altında gerçekleşti.” cümlesiyle başlayan, “Rusya Halklarının Hakları Bildirgesi” bolşeviklerin bu yaklaşımını özetliyordu:
Birinci Sovyetler Kongresi, bu yılın Haziran ayı içerisinde Rusya halklarının kendi kaderini özgürce tayin etme hakkını ilân etmiştir.
Bu yılın Ekim ayı içerisinde toplanan İkinci Sovyetler Kongresi ise Rusya halklarının bu asla vazgeçilemeyecek hakkını yeniden, bu sefer daha kararlı ve daha kesin bir dille tasdik etmiştir.
Bu kongrelerin birleşik iradesi olan Halk Komiserleri Konseyleri, faaliyetlerini, aşağıda dile getirilen ilkelerde ifade edildiği biçimiyle, Rusya’daki milliyetler meselesi üzerine kurmaya karar vermiştir:
1. Rusya halkları eşittir ve her biri kendi egemenliğine sahiptir;
2. Rusya halkları, kendi kaderini özgürce tayin etme hakkına sahiptirler, hatta bu hak, ayrılma ve bağımsız devlet kurma hakkını da kapsar;
3. Tüm millî-dinî imtiyazlar ve engeller kaldırılmıştır;
4. Rusya topraklarında ikamet eden milli azınlıklar ve etnografik gruplar özgürce gelişme imkânına sahip olacaklardır.
Bu ilkeler uyarınca alınan somut kararlar, Milliyet İşleri Komisyonu’nun kurulması sonrası, bir an önce detaylandırılacaktır.
Rusya Cumhuriyeti adına,
Halk Komiserleri Konseyi Başkanı V. Ulyanov (Lenin)
Halkın Milliyet İşleri Komiseri Josef Dzhugashvili (Stalin)
31 Aralık 1917’de yine Stalin’in imzasıyla yayınlanan Türkiye Ermenistanı hakkındaki bildiride, Ermenilere sorunlarının çözümünü sovyetler temelinde aramaları yönünde bir çağrı yapılıyordu. Ezilen ulusları kurtuluşa götürecek yegâne yolun, Ekim’de Rusya’da başlamış olan proleter devrim ile kader birliğinden geçtiği vurgulanıyordu. Bolşevikler, emperyalistlerin ve burjuva diktatörlüklerinin yürüttüğü zulüm ve baskı siyasetinin aksine, ulusların kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız tanıyacaklarını ilan ediyorlardı. Bolşeviklerin Ekim Devrimi’nin deneyiminden süzdükleri bu dersler kristalleşmiş ifadelerini Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi’de Ulusal Soruna Dair Tezler’de bulacaktı.
Ekim Devrimi’yle Rusya’da proleter devrimin zaferi ilan edildiğinde, kurulan yeni devletin neye benzeyeceği Şubat Devrimi’yle beraber yeniden örgütlenen sovyetlerin ortaya çıktığı 1917 Martı’ndan itibaren biliniyordu. Yasama ve yürütme kuvvetleriyle tüm iktidarın Sovyetlerin elinde toplandığı bir cumhuriyet olacaktı proletarya diktatörlüğü. Ama adı ve sınırlarının nereye kadar uzanacağı belli değildi. Bu genç proletarya devletinin ismi ilk kez Ocak 1918’de konuldu. Tüm Rusya Sovyetleri Üçüncü̈ Kongresi’nde, “Rusya Cumhuriyeti’nin Federal Kurumları Hakkında” bir karar benimsendi. Bu kararda, “Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Rusya halklarının gönüllü birliği temelinde, bu halkların Sovyet cumhuriyetlerinin bir federasyonu olarak kurulmuştur” deniyordu. Aynı yılın yazında (Temmuz 1918) yine Tüm Rusya Sovyetlerinin Kongresi’nde benimsenen anayasa metniyle, “Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti” (RSFSC) ilan edildi.
İç savaşın sona erdiği 1920 yılının sonlarına doğru, eski Çarlık Rusyası topraklarının yeni siyasal coğrafyası da şekilleniyordu. Polonya’nın savaşın başında Çarlık egemenliği altında olan bölümü, Finlandiya, Estonya, Lituanya, Letonya, Besarabya, Moldova, Kars-Ardahan artık bu sınırların dışındaydı. Bu gelişme Bolşeviklerin ayrılma hakkını içerme vurgusuyla savundukları ulusların kendi kaderini tayin hakkına ilkeli bir biçimde sahip çıkışlarının çarpıcı bir ifadesiydi. Bu tarihte RSFSC, geri kalan toprakların yüzde doksan ikisini, nüfusun yüzde yetmişini kaplayan yirmiye yakın federe veya özerk cumhuriyeti içeriyordu. Ama ulusların kendi kaderini tayin hakkının sadece ayrılmayla sonuçlanmayacağı, bu hakkın kabulünün farklı uluslara bölünmüş emekçilerin gönüllü birliğinin harcı olduğu da bu süreçte görülmüş oldu.
1923 yılının sonuna kadar uzanan süreçte, RSFSC peyderpey 1918’de Türkistan’ın, 1919’da Başkurdistan’ın 1920’de Tataristan’ın, 1921’de Dağıstan’ın Kamelya ve Yakutistan’ın, 1923’te birer özerk Cumhuriyet olarak katılmasıyla genişledi. Ama bunların yanı sıra, Ukrayna Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti (Aralık 1919), Beyaz Rusya Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti (Ocak 1921), Ermenistan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti (Aralık 1920), Gürcistan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti (Şubat 1921), Azerbaycan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti (Eylül 1920) peş peşe kurulmuştu. Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan Sovyet cumhuriyetleri, 1922’de Trans Kafkasya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti’ni (TSFSC) oluşturdular. Daha sonra bazı özerk cumhuriyetler, somut olarak Türkmenistan ve Özbekistan RSFSC’den ayrılırken, başkaları da özerk cumhuriyet olarak bu federasyona katılacaktı. Sovyet cumhuriyetlerinin var olan burjuva üniter veya federal cumhuriyetlerinden ayrıldığı başlıca yönlerden biri de bu dinamik gelişmelere açık yapısıydı.
28 Aralık 1922’de RSFSC, Transkafkasya Federatif Sosyalist Cumhuriyeti, Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ve Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden delegeler bir konferansta bir araya gelerek Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kurulmasına karar veren antlaşmaya ve bildirgeye imza attılar. Böylelikle farklı sovyet cumhuriyetleri, herhangi bir ulusal karakter taşımayan bir çerçevede birleşmiş oldular.
Ekim Devrimi’nin rüzgarıyla birlikte dünyada Hindistan’dan Afganistan’a, Afrika’dan Endonezya’ya bir dizi sömürge karşıtı bağımsızlık hareketleri yükseldi ve yaygınlaştı. Bunun önünü kesmek adına ortaya konan Wilson prensipleri ise ulusların kendi kaderini tayin hakkını bir referanduma indirgiyordu. Özellikle Kuzey ve Batı Afrika’daki Fransız ve İngiliz sömürgelerindeki gelişmeler Wilson’un rakip emperyalist devletleri zayıflatmak adına kendi kaderini tayini ikiyüzlüce ve ilhakları örten bir kılıf olarak savunmaya itiyordu. Nitekim, Wilson’un bu yaklaşımı dünyanın hiçbir yerinde ulusal soruna kalıcı ve köklü bir çözüm de getirmedi.
Ekim Devrimi’nin doğrudan etkilediği topraklarda yer alan, Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti’nde ise zaten bir ulusal kurtuluş mücadelesi verilmediği gibi, Osmanlı’nın boyunduruk altına aldığı halklar da iç savaştan galip çıkan karşı devrimci paşalar tarafından katledilmiştir. Genel kanının aksine, Kürtlerin, Rumların, Ermenilerin katli üzerinde yükselen Türkiye’deki sözde ulusal kurtuluş hareketinin galip gelmesi, Sovyetlerin Ankara hükümetiyle yaptığı şu veya bu anlaşmanın neticesinde ezilen ulusların mücadelesine ihanet etmesi değildir. Tersinden, bu eksikliğin sebebini Ekim Devrimi’nin rüzgarını komünistlerin bu topraklara taşıyamamasında aramak gerekir. Türkiye Komünist Partisi bağımsız siyasi bir çizgide yaşatılamamış, Kürdistan’da bir komünist parti kurulamamıştır. Bunun neticesinde bu topraklarda yayılamayan Ekim Devrimi’nin iktidar organı olan Sovyetler Birliği, ne yazık ki bugün hala ulusal kurtuluş mücadelesi olarak yüceltilen karşı devrimci hükümet ile anlaşma yapmak durumunda kalmıştır.
Oysa kendisini, altında Sovyetler Birliği’nin imzası bile bulunsa, hiçbir devletlerarası anlaşmayla bağlamayan Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi’nde benimsenen tüzüğün amaç maddesinde tarif edilen hedef açık ve netti: Kapitalizmi yıkmak, sınıfların tamamen ortadan kaldırılmasının ve komünist toplumun ilk evresi olan sosyalizmin gerçekleşmesini mümkün kılacak olan bir proletarya diktatörlüğü kurmak ve sovyet cumhuriyetlerinin uluslarası birliğini sağlamak.
Başlangıçta hiçbir şekilde ulusal bir devlet niteliği taşımayan SSCB, Ekim Devrimi’nden sonra kurulan devrimci cumhuriyetleri kendi çatısı altında birleştiremedi. Dahası SSCB, Birleşmiş Milletler’de tek oyla temsil edilmeyi doğru ve yerinde buldu, Enternasyonal Marşı’nı yeni bir milli marşla değiştirdi, adım adım ulusal bir karakter kazandı.
SBKP’nin yanı sıra Çin, Arnavutluk gibi devrim gerçekleşen topraklardaki partilerin de tutumu devrimci cumhuriyetlerin birliğini sağlamayı amaçlayan Ekim Devrimi’nin yolundan saptığı için bu devrimlerin kendisi de ulusal bir çerçeveyi aşamadı, hüsrana uğrayan milli sosyalizm girişimlerinin diğer örneklerini oluşturdular.
Emperyalizm çağında ulusal kurtuluş mücadeleleri halen günceldir, devrim dinamiklerini şiddetlendirdiği için halen dünya politikasındaki patlayıcı maddedir. Dört parçaya bölünmüş Kürdistan bu maddenin en yoğun biriktiği toprakların başında gelir. Ekim Devrimi’nin yolundan gidenler Kürdistan’ın bağımsızlığı için verilecek mücadelenin dünya devrimi açısından taşıdığı önemi akıllarından çıkarmamalıdır. Bağımsız ve birleşik Kürdistan kurulmadıkça Kürt ulusal sorunu çözüme kavuşmayacaktır. Bağımsız ve birleşik bir Kürdistan bölgedeki bütün ezen ulus devletlerinin sadece sınırlarını değiştirmeyecek tüm payandalarının altını oyacaktır. Bu bakımdan “bölücülük” Türkiyeli devrimcilerin utanacakları bir itham değil, coğrafyamızda devrimci olmanın olmazsa olmaz koşullarından biridir.
Oportünist tutumları gizleyerek enternasyonalist görevlerden kaçınmanın bir kılıfı olarak kullanılagelen “halkların kardeşliği” sloganı, ancak ezen ulus devletlerinin boyunduruğu parçalandığı takdirde, Türkiyeli emekçilerle Kürdistanlı emekçilerin Sovyet cumhuriyetleri olarak özgür iradeleriyle birleşmesi sayesinde sağlanabilir. Ekim Devrimi’nin gösterdiği bu yol dışındaki bütün girişimler iflas etmeye mahkûm girişimlerdir. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin emperyalistlerin elinde oyuncak olduğunu söyleyenler İkinci Enternasyonal çizgisinde salınadursunlar; KöZ’ün arkasında duran komünistler ulusal kurtuluş mücadelelerinin dinamizmini dünya devrimi davasına kazanmak için Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren Bolşeviklerin hala geçerli olan şu çağrısını benimsiyorlar: Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar, birleşin!