Ekim Devrimi Tartışmaları’nın 2024 yılındaki ilk oturumu Ortadoğu’da Paylaşım Kavgası başlığı ile HDK’de gerçekleştirildi. Etkinlik moderatör yoldaşın açılış konuşması ve Enternasyonal’in okunmasının ardından Köz adına Ömer Yıldız’ın sunumuyla başladı.
İlk tur sunumunu gerçekleştiren yoldaş konuşmasında özetle, bugün Ortadoğu’daki paylaşım kavgasının herkesin gündeminde olduğu ve hatta kimi akımların bunu 3. Dünya Savaşı’nın habercisi olarak değerlendirdiğini belirtti. Aksa Tufanı operasyonunun İsrail’in iç işlerine bir müdahale olarak başladığını ancak İsrail’in savaşın boyutunu büyütmesiyle devletler arası bir kavgaya dönüştüğünün altını çizdi. Ortadoğu’da bu kavga büyürken Türkiye’deki devrimcilerin bakması gereken yerin dört gerici devlet tarafından işgal edilmiş Kürdistan olduğunu belirtti. Bugün normalleşme süreci olarak adlandırılan sürecin zikzaklı bir şekilde ilerlediğini, bir yandan Abdullah Öcalan’ın mecliste konuşması konuşulurken öte yandan da kayyımların atandığı bir atmosferden geçtiğimizi belirtti. Bu süreçte Erdoğan’ın tekrardan adaylığı ve genelinde rejim krizi etrafında bir yeni anayasa gündemi ve ihtiyacı olduğunu, ancak bunun da çıkışsız bir hatta ilerlediğini vurguladı.
Tüm bu sorunların karşısında karşımızda olan sorunun tüm bu sorunları kimin çözeceği olduğunu aktaran konuşmacı, burjuvazinin bu sorunların hiçbirini çözemeyeceğini belirtti. Burada emekçilerin nasıl bir çözüm sunacağının öne çıkarılması gerektiğini aktardı. Burada dünyadaki gelişmeleri ele almanın önemli olduğunu vurgulayarak Amerika’nın 80’lerden bugüne değin gerileyişine değindi. Amerika’nın Suriye, Irak, Afganistan, Ukrayna meselelerindeki durumunun gerileyişini açıkça gösterdiğini belirtti. Amerika’da halihazırda Harris ve Biden’ın temsil ettiği bir müesses nizamın, onun karşısında Obama’dan Trump’a uzanan bir geri çekilme temayülünü gösteren başka bir kanadın olduğunu aktardı. Obama-Trump çizgisinin geri çekilmeci çizgisinin sonucunda Amerika’nın karşısındaki rakiplerinin de vites yükselttiği bir dönemden geçtiğimizden bahsetti.
Ortadoğu’nun da Ekim Devrimi’nin ardından karşı devrimci cumhuriyetlerle tahkim edildiğini, Ekim Devrimi’nin yayılmasının önüne geçmek için emperyalistler tarafından dizayn edildiğinin altını çizdi. Bugün Ortadoğu’da barışın ön koşulunun üç parçaya bölünmüş Filistin ile dört parçaya bölünmüş Kürdistan’ın birleşik ve bağımsız devletler olarak kurulması olduğunu belirtti. Türkiye’deki normalleşme projesinin de yeni bir proje olmadığını, Erdoğan iktidara gelirken de Amerika’nın PKK’nin tasfiyesi ile öngördüğü bir normalleşme barış süreci olduğunu ancak Erdoğan’ın bu bileği bükemeyip masaya oturmak zorunda kaldığını sonunda geriledikçe masayı da devirmek zorunda kaldığını belirtti. Bugün de 2015’te başlayan içsavaşın bitirilmek zorunda kalındığı, hükümetin içsavaşın yükünü taşıyamadığı koşullarda rejim krizine çözüm ve içsavaşı sonlandırmak amacıyla bir normalleşme süreci başlatıldığını ancak Türkiye’deki yapısal sorunun karşısında hiçbir aktörün bu sorunu çözmeye mukadder olmadığını aktardı.
Barış meselesinde doktriner olarak “düzen değişmeden hiçbir şey değişmez” demenin ya da “bu anayasadan hiçbir şey olmaz” demenin hiçbir anlam ifade etmediğini belirten konuşmacı, bizden bağımsız olarak var olan bu soruna gözümüzü kapatmanın siyaseti burjuvaziye bırakmak olduğunu belirtti. Köz’ün barış, anayasa ve Kürdistan sorununa ilişkin görüşlerinin de özetle, yeni bir anayasanın ancak bir kurucu meclisle yapılabileceği, bu kurucu meclisin de ancak hükümetin süpürülmesi ile kurulabileceği, Kürdistan sorununda da Kürdistan’dakilere akıl vermek gibi bir hedefi olmadığını ancak Türkiye’deki devrimcilerin kendi hükümetine karşı mücadele etmesi yönünde olduğunu belirtti.
Bu kapsamda Köz’ün Türkiye’de bir devrimci parti kurmak amacıyla hareket ettiğinin altını çizerek, Köz bu amaçla ilerlese de bu süreçte kendisini emekten ve ezilenlerden yana gören kesimlerle hükümete karşı eylem birliklerini örmeyi hedeflediğini, paneli de bu amaçla örgütlediklerini aktardı.
Ardından ilk tur sunumu için Sol Parti konuşmacısı Alper Taş söz aldı. Feuerbach’ın 11. tezine atıfla dünyayı anlamak için değiştirmek, değiştirmek için de anlamak gerektiğinin altını çizdi. Bugünkü dünyayı , bölgeyi ve Türkiye’yi anlamak ve kavramak açısından “kriz” ve “geçiş” kavramlarının yeterli olacağını belirtti. “Kriz” kavramının anlamının 2008’de açığa çıkan emperyalizmin krizinin finansal olarak ortaya çıkıp uygarlık krizine evrildiğini, halen de aşılamadığını ve derinleştiğini belirtti. Bu krizden çıkışın yolunun emperyalist-kapitalist sistemden çıkış olduğunu aktardı. Bu yüzden yeniden ve yeni bir sosyalizme, Ekimlere ihtiyacımız olduğunu söyledi. Rosa’nın ya sosyalizm ya barbarlık sözünün bugün anlamını ya sosyalizm ya ölüm olarak bulduğunu belirterek uygarlığın yok olma aşamasına geldiğini, bunun önüne geçmenin de ekolojist, özyönetimci, feminist bir sosyalizme ihtiyacımız olduğunu aktardı. Bugünkü savaşların da krizin bir ürünü olduğunu, emperyalist-kapitalistlerin de krizin yarattığı pazar kavgasıyla savaşları gündeme aldığını belirtti. Daha önce bu krizlerde 1 ve 2. Dünya Savaşları’nın yaşandığını, bugün de adına tam olarak 3. Dünya Savaşı demeyebilsek de bir 3. Dünya Savaşı içerisinde olduğumuzu vurguladı. Bu savaşın 1 ve 2. Dünya Savaşı gibi bir noktada başlayıp cephelerde ilerleyen değil, uzun süren, çok geniş bir alanda farklı taraflar arasında cereyan eden bir savaş olduğunu İsrail-Filistin ve Ukrayna-Rusya örnekleri ile açıkladı.
Bugün Leninistlere düşen dersin de insanlığı 1. Dünya Savaşı’ndan Ekim Devrimi’nin çıkardığı, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra da sosyalizmin geliştiği ve yayıldığını ancak 89’dan sonra reel sosyalizmin çöküşüyle bir karşı devrim sürecine girdiğimiz olduğunu kavrayarak sosyalizmi yeniden düşünmek, yeniden üretmek olduğunu belirtti. Tarihsel olanı akılda tutarak güncel olanı da ıskalamadan sürece birleşik bir muhalefet olarak müdahale etmek gerektiğinin altını çizdi.
Türkiye’de hem dünyada emperyalist-kapitalistlerin yaşadığı krizin etkisinin olduğu hem de bir rejim krizi, başkanlık rejimi krizi olduğunu belirtti. Sol Parti olarak bu sorunlara yeni bir sosyalizm ve demokratik cumhuriyet şiarlarıyla yanıt verdiklerini aktardı. Bugünün en acil görevinin siyasal islamcı-faşist bu iktidarın gönderilmesi olduğunu vurguladı. Türkiye’de AKP-MHP iktidarının ölmüş bitmiş olduğunu fakat yeninin doğmadığını; bu sebeple Gramsci’nin ifade ettiği şekliyle bir canavarlar çağında olduğumuzu, neo-liberalizmin krizinden neo-faşizm çıktığını belirtti. Bizim de bu krizden bir neo-sosyalizm çıkartmamız gerektiğini belirtti. Türkiye’de devrimci bir muhalefet hattı olmadığını, restorasyoncu bir muhalefetin olduğunu saptadıktan sonra ihtiyacımızın da hem rejimi hem düzeni -öncelikle rejimi- karşısına alan birleşik devrimci bir muhalefet yaratmak olduğunu belirtti. Bu muhalefetin ana amacının siyasal islamcı-faşist AKP rejimini yenmek olmalı dedikten sonra Gezi’nin bize bu muhalefetin geçiş programını sunduğunu belirtti. Burjuvaziye ait formlar ve örgütlenme tarzının tıkandığını aktararak devrimcilere ait formların öne çıkacağı bir dönemde olduğumuzu söyledi. Bugün solda da ne yazık ki birçok örgütlenme modelinin insanı özne yapmayan burjuva tipi örgütlenme modelleri olduğunu, Sovyetlerin çöküşünün de aynı tip örgütlenmeden kaynaklandığını belirtti.
Ortadoğu’da Kürt sorunu ve Filistin sorununun çözülemeyen iki ulus sorununu teşkil ettiğini, birinin 1. diğerinin ise 2. Paylaşım Savaşı ardından emperyalistlerin müdahalesi ile yaratıldığını söyledi. Halen çözülemeyen bu sorunların bugünkü paylaşım kavgası içerisinde tekrardan şekillendiğini, boyut değiştirdiğini belirtti. Bugün esasen emperyalistler arası paylaşım kavgasının Atlantik-Avrasyacı bloklar arasında sürdüğünü, doğal olarak yükselen bir Çin’in karşısında hegemonyasını yitiren bir ABD olduğunu söyledi. Dünyadaki gelişmelerin de bu ana kavganın bir parçası olarak şekillendiğini, İsrail’deki hamlenin ABD’nin İran’ı kuşatma planı, daha büyük ve esas olarak da Çin’in çevrelenmesi olduğunu saptadı. Trump’ın ise başka bir hat ile direkt olarak Çinle ilgilenmek gerektiğini, Rusya’yı da Çin’e karşı yanına almayı amaçladığını; bu kapsamda da Ortadoğu’dan çekilerek tüm enerjisini bu ana hatta vermeye çalıştığını söyledi.
Kürt meselesinin de bu gelişmelerden hayli etkinlendiğini, burada da en can alıcı noktanın Rojava olduğunu söyledi. ABD’nin Rojava’da İran ve Rusya’ya karşı bir hat tutmayı amaçladığını, Kürtler’in Suriye’de iç savaşa dahil olmayarak üçüncü bir bağımsız yolla Rojava’yı ortaya çıkarttıklarını aktardı. Rojava ve Güney Kürdistan’ın Kürtlerin bu süreçteki kazanımları olduğunu vurgulayarak Kürtlerin Türkiye’de herhangi bir kazanımı olmaması için hükümetin bugün normalleşme sürecini başlattığını, Kürtleri Öcalan üzerinden yanına alarak bölgedeki ve içerideki sıkışmışlığına çare bulmaya çalıştığını aktardı.
DEM Parti adına söz alan Cengiz Çiçek sunumunda özetle; Türkiye’de, Filistin’de, Kürdistan’da gerçekleşen olayları kavramak için sistematik bir okuma yapmak gerektiğini, ABD-Çin ilişkilerine bakmak gerektiğini belirtti. Sovyetlerin dağılışından bugüne ve özellikle Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgali ardından ABD’nin müdahalesi ile 3. Dünya Savaşı’nın başladığını ve tüm gelişmeleri de bu kapsamda okuduklarını belirtti. Bu savaşın ilk adımında ABD’nin Irak’a ve aynı zamanda Kürtlere müdahalesi olduğunu, Öcalan’ın rehin alınmasına giden komplonun burada başladığını, sürecin bu tarihten itibaren örgütlenmeye başladığını; dolayısıyla 3. Dünya Savaşı’nın ilk müdahalesinin Kürt Özgürlük Hareketi ve Abdullah Öcalan’a yapıldığını belirtti. Bunun sebebinin Kürt Özgürlük Hareketi’nin devrimci ve sosyalist potansiyeli olduğunu aktardı. Sovyetler’den sonra tek kutuplu bir dünya yaratıldığı iddia edilse de bugün emperyalistler arası kavganın görünür olduğunu aktardı.
Ardından Hitler’in Sovyetler’e saldırısı ile IŞİD’in Kürtlere saldırısının aynı kaynağa dayandığını , birisinin olan diğerinin ise muhtemel, potansiyel bir sisteme karşı yapıldığını aktardı. Kürdistan sorununun bir devrim sorunu olarak ele alınmadığı koşullarda görevlerimizi layıkıyla yerine getiremeyeceğimizi söyledi.
Bugün NATO’nun en temel tehdit olarak Çin’i ele aldığını, İsrail ve ABD karşıtı tüm oluşumların terörist olarak nitelendirildiğini belirtti. İki bloğun da ekonomik-ticari hegemonyasını ayakta tutmak için bir ticari işbirliği arayışında olduğunu, kuşak ve yola karşı ABD’nin de bunun önünü almak, alternatifini yaratmak için ticaret ve enerji yolları açmaya çalıştığını söyledi. Bunun hibrit-karma bir savaş olduğunu, iki bloğun vekalet savaşları, ekonomik çekişmelerle doğrudan karşı karşıya gelmeden savaşı sürdürdüğünü belirtti. Çin’in Pakistan üzerinden açtığı yola karşı ABD’nin Pakistan üzerinden açtığı bir yol olduğunu ve bunun çatışmalar ve çelişkiler yarattığını aktardı.
Ortadoğu’da ABD’nin hegemonyasının ve planının da İsrail’in güvenliği üzerine kurulduğunu belirterek bu planda Türkiye’nin yeri olmadığını aktardı. Türkiye’nin burada devre dışı kaldığı, ancak Çin ile bir koridor oluşturma fırsatı yakaladığını belirtti. Kürt Özgürlük Hareketi’nin İsrail’in soykırıma varan müdahalesini bu gelişmeler bağlamında okuduğunu belirtti.ABD’nin bu yolu açılırken bir yandan da İsrail ile kavgalı olan birçok Arap ulus devletinin Abraham Protokolü ile İsrail ile normalleşmeye başladığını aktardı. Türkiye’deki normalleşmeyi de bu kapsamda ele almak gerektiğini aktardı.
Üçüncü yolun, emperyalistlerin kaos aralığında halkaların devrimci yolunu teşkil ettiğini, bu kapsamda örnek olarak Rojava devriminin bir tesadüf eseri değil, çözümlenmiş, analiz ve müdahale edilmiş bir üçüncü yol devrimi olduğunu söyledi. Bugün ya statükonun yanında olan yapıların yanında kalacağımızı ya da bir değişim yaratacağımızı belirtti. Burada değişimin ne yöne olması gerektiğinin irdelenmesi gerektiğini vurguladı. Bu noktada İran, Irak, Türkiye ve Suriye’de gelişmelerin birbirinden farklılık arz ettiğini, hepsinin bu süreçten etkilendiğini aktardı. Güney Kürdistan’daki statü ve Rojava’nın Türkiye’de rejim tarafından tehdit olarak görüldüğünü aktardı. Türkiye’nin buradaki yolunun da bu tehditten kaynaklandığını, çatırdamasından ötürü Kudüs paktına dahil olduğunu söyledi.
Türkiye’nin temel İsrail ve ABD karşıtlığının güvenlik sorunu olduğunu belirtti. Bugün batı bloğunun Ortadoğu’daki dengeleri İsrail lehine tamamen değiştirmek ihtiyacını hissettiğini söyledi. 7 Ekim’e karşı ortaya çıkan karşı-soykırım hamlesinin İsrail’in bölgede tamamen güvende olacağı yeni bir kurucu şiddete yol açtığını aktardı. İsrail’in İran’ı kuşattığı, İran’a bağlı tüm kollara (Hizbullah, Husiler vd.) saldırırken kendisini bölgede her türlü tehditten uzak hakim bir pozisyona getirmeye çalışan bir şiddet uyguladığını aktardı. Türkiye Cumhuriyeti ile İsral’in uluslararası hukuk ihlalleri bakımından teşkil ettiği benzerliği aktaran konuşmacı, halkların kazanımı artsa da tehditlerin de daha ağır olduğunu söyledi. Mevcut uluslararası hukukun egemenlik kaygılarıyla bu ihlalleri sümenaltı ettiğini belirtti.
Türkiye’nin uzun dönemdir sürdürdüğü neo-osmanlıcı hedeflerinin bugüne değin genel olarak kürt karşıtlığı, imparatorluk özlemi olarak ele alındığını aktardı. Türkiye ve Yunanistan’ın kuruluşunun ve amacının benzer olduğunu, Sovyetler’in etkisinin kırılması amacıyla karşı devrimci olarak kurulduklarını aktardı. Bugün neo-osmanlıcılığı, süren emperyalistler arası iktisadi ve siyasi kavgada Türk ulus devletinin jeopolitik olarak önem kazanma ve denklemde kalma çabası olarak anlamak gerektiğini savundu. Normalleşme sürecinin de bir ulus devlet, bütünleşik devlet tedirginliği olarak anlaşılması gerektiğini aktardı. Bu süreçte DEM’e uzatılan buyurgan dilli elin “ya buraya gelirsin, ya da ben öyle bir tehdit altındayım ki gözünüzün yaşına bakmam” anlamına geldiğini söyledi. Bu kapsamda yeni çözüm süreci tartışmalarının beyhude olduğunu belirtti. Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin temel sebebinin de bu dayatma olduğunu aktardı. Buradan hareketle bu savaş ortamında halkların birleşik mücadelesini, üçüncü yol mücadelesini bir slogan olmaktan çıkartarak pratik boyutuna getirmek gerektiğini belirterek sunumunu noktaladı.
İlk tur sunumlarının ardından soru ve görüş bölümüne geçildi. Katılımcılardan gelen soru ve görüşleri takiben ikinci tur sunumlarıyla etkinlik devam etti.
İkinci turun ilk konuşmasını DEM Parti adına yapan Cengiz Çiçek sunumunda, üçüncü yolun bir tarafsızlık değil bir müdahale, devrimci çıkış anlamına geldiğini belirtti. Rojava devriminin gerek Kürt Özgürlük Hareketi gerekirse de Abdullah Öcalan’ın Arap Baharı sürecinde yaptıkları okumalarla müdahale ettikleri, ilmek ilmek örülen bir devrim olduğunu belirtti. Türkiye’de üçüncü yolu AKP’nin temsil ettiği islamcılık ve CHP’nin temsil ettiği ulusçuluğa karşı ördüklerini vurguladı. CHP ile AKP’nin kavgasının bir demokratikleşme kavgası olmadığını ancak üçüncü yol sebebiyle CHP’nin demokrasi ile daha yakın durmak zorunda kaldığını aktardı. Üçüncü yolun reel politiği okumak olduğunun altını çizerek, ezen ve ezilenlerin tarihsel mücadelesini irdeleyen bir genel duruş değil, somut sorunlara ilişkin bir tutumu temsil ettiğini belirtti. Kürdistan meselesinin de emperyalistlerin paylaşım kavgası ile bağlantılı olduğunu, anti-kapitalist, anti-emperyalist reçete olmadan bir kurtuluş olmayacağını belirtti. Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı saldırıların da sebebinin tam olarak bu duruşu olduğunu söyledi. Üçüncü yolun yalnızca bir direniş değil aynı zamanda bir inşa hareketi olduğunu, bugüne kadar bize dayatılan direnişe karşı kuruculuk olduğunu, hem direniş hem inşayı barındırdığını söyledi. Bugün yaşadığımız kapitalist-emperyalist çağda bir çoban ateşi nispetinde de olsa dünyanın her tarafında bir direniş, değiştirme iradesini olduğunu vurgulayarak bunu bir dönüşüme evirecek uluslararası bir akla ihtiyaç olduğunu aktardı. Rojava Toplum Sözleşmesi’nin 42. maddesinde herkesin emeğine göre, ihtiyacına göre alabildiği, birikimi, stoklaşmayı gaspı yasaklayan bir sistemin tarif edildiğini belirtti. Burada özel mülkiyeti tamamen ortadan kaldırmasa da sosyalist bir izlekle kapitalist çağda bir geçiş programı olarak ele alınabileceğini söyledi. Rojava devrimi ardından inşa sürecinde de burjuva alışkanlıklar, üretim yapıları, ve zihniyete karşı toplumla diyalog halinde bir sürecin inşasının üçüncü yolun reel politik bir okuma olarak görünümü olduğunu söyledi.
Rojava devriminin sadece bir anayurt savunması değil, demokratik uygarlık savunması olduğunu aktararak devam eden konuşmacı, bugün Türkiye’de yürütülen mücadelenin de yalnız AKP-MHP iktidarı ile değil esasında ulus devletin kendisiyle mücadele olduğunu belirtti. Türk devletinin bugün ABD-İsrail ile işbirliği içerisinde İran’ın kuşatılması, Kürt Özgürlük Hareketinin bitirilmesi ve dört parçada Kürdistan’ın esir tutulmasının sorumluluğunu üstlendiğini ve bu sebeple ayakta tutulduğunu belirtti. ABD’nin Rojava’da üslenmesine karşı Güney Kürdistan’a yönelik saldırılara karşı duyarsızlığının da temelinin Türk devletine biçtiği bu rol olduğunu iletti. Bu sebeple de Kürt Özgürlük Hareketinin de yalnız ulusal değil, bölgesel ve uluslararası bir niteliği olduğunu; kapitalist sistem karşısında bir kamp potansiyeli taşıdığını aktardı.
Burada tartışmamız gerekenin bizim buradaki üçüncü yol siyasetini sadece AKP-MHP faşizmine karşı bir mücadele olarak mı okuyacağımız yoksa dünyayı değiştirecek bir siyasi sorumluluğu mu üstleneceğimiz sorusu olduğunu söyledi. AKP-MHP’nin uzattığı elin hem güç hem de güçsüzlük alameti olduğunu ama neticede uzatılan elin Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin savaşının sonucunda bir zorunluluktan uzatıldığını belirtti. Teklif edilen barışın ezenlerin barışı olduğunu, onurlu bir barış olmadığını söyledi. Türkiye’de toplumsal barışın sağlanmasının Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin önünün açılması ile mümkün olduğunun altını çizdi. Bu sağlanamadığı koşullarda da savaşın derinleştiğini, karşımızdaki güçlerin de sadece Kürt halkının sorunu olarak değil, taşıdığı potansiyel olarak emperyalist güçlerin sorunu olarak ele aldığını aktardı.
Normalleşme meselesinde de devleti yönetenlerin ya gerçekten toplumsal muhalefetin tazyiki karşısında geri adım atmak zorunda kalacaklarını ya da topyekun bir toplumsal kıyamın bizi beklediğini, kayyım meselesini de bu kapsamda bir devrimi boğma, bir potansiyeli boğma girişimi olarak ele alarak karşısında durmak, mücadele etmek gerektiğini belirtti. Türkiye’de 71 devrimci çıkışından bugüne örülen toplumsal muhalefet sayesinde sol-sosyalist örgütler daralmış olsa da ceberrut sisteme baş eğmeyen bir toplumsal damarın örüldüğünü ve bugün de bu damarı, bu çizgiyi açığa çıkartmak gerektiğini söyleyerek sunumunu tamamladı.
DEM Parti’nin ardından Sol Parti adına ikinci tur konuşmasını gerçekleştiren Alper Taş, ilk turda burjuva tipi örgütlenme sorununa ilişkin belirttiği hususa ilişkin olarak devrimcilerin siyaseti ‘siyaseti ortadan kaldırmak’ olarak tarif ettiğini, herkesin sözünün, fikrinin anlamlı olduğu, örgütlü ve disiplinli bir biçimde karar alabildiği bir örgütlenmeyi gerçekleştirdiklerini belirtti. Devamında, gücümüz ne olursa olsun yarına dair nasıl bir ilişkiler ağı, nasıl bir demokrasi istiyorsak ona uygun bir örgütlenme gerçekleştirmek gerektiğini, sosyalizmin bugünden inşa edilmesinin esas olduğunu vurguladı. Bugün demokratik kitle örgütlerinden siyasetlere insanların kendilerini değersiz hissetmesi, dinlenilmediğinin hissetmesinin sebebinin de bahsettiği burjuva örgütlenme anlayışı olduğunu aktardı. Bugünden örnek pratikler ortaya koymamız gerektiğini belirtti.
Yeni sosyalizm derken de elimizde 70 yıllık bir sosyalizm deneyimi olduğunu, süreçte pek çok şey olmakla beraber büyük bir kazanım olan Ekim Devrimi’nin bugün gerisine düştüğümüzü söyledi. Bugün insanlığa yeni bir sosyalizm sunmamız gerektiğini belirterek, bunun da geçmiştekini eleştirerek mümkün olacağını söyledi. Burada temel noktanın Sovyetler Birliği’ndeki bürokratik sosyalizm, enternasyonalist olamama, doğayla barışık olmama olduğunu belirtti. 21. yüzyılın sosyalizminin de 20. yüzyılınkinin yenilgisi ve hatalarıyla yüzleşerek kurulabileceğini aktardı. Bugün de sosyalizmin yeniden insanlar için sahici ve güçlü bir alternatif hale getirilmesinde yeterince yol alınamadığını aktardı.
Şu an emperyalizm çağında olduğumuz fakat proleter devrimler çağında olmadığımızı söyleyerek sözüne devam eden konuşmacı, bunu olumsuz bir tablo yaratmak için ifade etmediğini, ideolojik sorunlar ve özne sorunlarının olduğunu aktardı. Bugün dünyayı anlamanın Çin’i anlamaktan geçtiğini tekrardan dile getirerek Çin’i sosyalist görmediğini söyledi.
İki emperyalist kamp olduğunu ortaya koyan ortaya koyan konuşmacı, bunun iki emperyalist bloğun eşit olduğu anlamına gelmediğini söyledi. Bizim ufkumuzun bunun daha ötesinde olduğunu ancak sonuçta saldırganlaşan bir ABD olduğunu belirtti. Suriye, Afganistan ve İran konularındaki duruşlarının da ABD emperyalizmi ve AKP iktidarına karşıtlıklarından kaynaklandığını, ABD emperyalizminin saldırılarına karşı sahiplenmeseler de bu devletleri savunmak gerektiğini söyledi.
Yapılan analizlerin genellikle 70-80’ler tarzında yapıldığını, Türkiye’nin emperyalistlerin sözünden ve hattından çıkamayacağı saptamalarının hatalı olduğunu ifade etti. Türkiye’nin de kimi meselelerde kendi çıkarları doğrultusunda emperyalistler arası çatlaklar ve çelişkilerden faydalanarak yer açmaya çalıştığını, pazar alanı elde etmek için gücü nispetinde yayılmacı bir siyaset izlediğini söyledi.
Bu kapsamda iki blok olsa da ittifakların kimi zaman değişebildiği, farklılaşabildiği, kimi aktörlerin iki tarafla da ilişkili olarak hareket ettiklerini belirtti. Türkiye’de Türk-İslam-Kürt sentezi teklifinin Kürtler tarafından kabul edilmediğini; Türkiye’de başkanlık rejimi, Suriye’de ise Esad’a karşı savaşmayı reddetmelerinin bu teklifi mümkün kılmadığını ortaya koydu.
Kürt sorununda barışı desteklediklerini, Kürt sorununun burjuva demokratik bir sorun olarak devrimsiz olarak da çözülebileceğini aktardı. AKP’nin Kürt sorununun çözümünde Kürtlerden istediklerinin öncesinde Özal’ın fikri olduğunu; Türkiye egemen güçlerinin Kürtleri de içerisine ele alarak bölgesel yayılmacılık siyasetini öteden beri savunduğunu belirtti. Kendilerinin Türkiye’de barışı desteklediklerini ancak Türk-İslam-Kürt sentezi ile yayılmacı bir devletin de karşısında durduklarını aktardı.
Abdullah Öcalan ve siyasi tutsaklar konusunda kendilerine yöneltilen eleştirilere ilişkin olarak; kendilerinin Kürtlerin ulusal ve demokratik taleplerinin destekçisi olduğunu belirtti. Abdullah Öcalan’ın ulus devletin gerçekliğinin kalmadığı, demokratik cumhuriyet konusundaki görüşlerine katıldıklarını, dört parçada bağımsız Kürdistan’ın mümkün olmadığının altını çizdi. Bugün medyada ortaya çıkan kişilerin bilinçli olarak sanki Kürtler bağımsız bir Kürdistan istiyormuş gibi davranmalarına karşın Kürtlerin bugün böyle bir talep ve isteği olmadığını aktardı.
Kendilerinin eleştirisinin ise birleşik muhalefet derken Kürt hareketi ile kurulması gereken ilişki konusunda farklı düşündüklerini söyledi. CHP ile de, DEM ile de ittifak yapılabileceğini ancak bunu bağımsız sosyalist kimliğin korunmasıyla yapılması gerektiğini ifade etti. CHP ile devrim için ittifak yapmadıklarını, AKP-MHP’nin gönderilmesi için yaptıklarını söyledi. Burada baş çelişki-temel çelişki meselesi olduğunu ortaya koyarak, bu siyasal islamcı rejimde Kürtlere bir yaşam hakkı olmadığını savundu. AKP’nin normalleşme şansı olmadığını, bu rejim yenilmeden Türkiye halklarının sorunlarının çözülemeyeceğini belirtti. AKP gittikten sonra da temel çelişkinin ortadan kalkmayacağını ancak siyasal islamcı bir rejimle mücadele etmekle bu rejim ortadan kalktıktan sonra mücadele etmek arasında fark olduğunu aktardı.
Kendilerinin sosyalistler olarak bir araya gelmeyi önerdiklerini ancak sosyalistlerin ısrarla Kürt hareketi ve HDK’de yan yana geldiğini belirtti. Kendilerinin Kürt hareketinin güçlenmesine yönelik bir itirazları olmadığını ancak HDP sosyalist bir hareket olmadığı için sosyalistlerin evvela sosyalistlerle bir araya gelmesi gerektiğini, birleşik devrimci bir muhalefet kurmayı önümüze koymak gerektiğini savundu. Bize Gezi’nin forumlara, meclislere dayanan; barışçıl ama militan çizgisinin lazım olduğunu, birleşik hareketler yaratmak gerektiğini hatırlatarak sunumunu tamamladı.
Son olarak Köz adına Ömer Yıldız, yaşanan yenilginin üzerine teoriyi değiştirmenin hatalı olduğunu, savaşanların yenilebileceğini; hiç yenilmeyenlerin yalnızca savaşmayanlar olduğunu vurgulayarak sunumuna başladı. Dünya’da bir Enternasyonal olmadığını, Türkiye’de Gezi gibi bir ayaklanmayı yönlendirecek bir partinin olmadığını aktaran konuşmacı, bugün proletaryanın savaş aygıtının ihtiyaç olduğunu aktardı. Emperyalist savaş ile emperyalistler arası savaşı ayırmanın elzem olduğunu belirttikten sonra yaşanan gelişmeleri de farklı emperyalistler arası çıkar çatışmaların bir ürünü olduğunu aktardı.
Bugün Çin’i emperyalist olarak değerlendirmediğimizi aktardıktan sonra üçüncü bir dünya savaşına ilişkin okumalara karşı olarak da bir savaş çıkması için savaşı başlatacak bir iradenin gerektiğini, ikinci emperyalist savaşında bunu gerçekleştiren bir Almanya olduğunu ancak bugün henüz öyle bir adımın atılmadığını ifade etti. Dünyada mevcut düzenin işlemez kaldığını ancak buna karşın yeni bir sistemin de inşa edilemediği mevcut koşulların devrimciler için çok fazla imkan doğurduğunu belirtti.
Güncel olarak Türkiye’deki en güncel meselelerin başında anayasa sorununun geldiğini, bunun üzerinden atlayarak siyaset yapamayacağımızı vurguladı. Anayasa sorununu suni bir gündem olarak ele almanın karşısında emekçi ve ezilenlerin mücadelesi ile bu soruna devrimcilerin yaklaşımını buluşturmak gerektiğini aktardı.
Demokrasi mücadelesinin burjuvaziden bağımsız olarak yürütülmesi gerektiğini, burjuvazinin çözemediği bu sorunlara karşı emekçilerin iktidar mücadelesini örgütlemenin şart olduğunu ifade etti. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürtleri, emekçileri, ezilenleri tasfiye etmek üzerine kurulduğunu belirttikten sonra Kürt ve Kürdistan sorununun ayrımına değindi. Kürt sorununun Türkiye’de yaşanan Kürtlerin demokratik sorunları olduğunu, Kürdistan sorununun ise Kürdistan’ın bağımsızlık ve egemenliği sorunu olduğunu belirtti.
Bir toprak sorununun herhangi bir ara formla çözülemeyeceğini ortaya koyduktan sonra ezen ulus devletlerine karşı tek çözümün bu devletlerin yıkılması ve Kürdistan’ın bağımsızlığı yolunda asıl düşman kendi yurdunda şiarı ile siyaset yürütmek olduğunun altını çizdi. Ezen ulus devletinin asıl düşman olduğunu söylemedikten sonra siyaset yapılmadığını, Amerika, İsrail’e karşı mücadele vermek için NATO’nun en büyük ikinci ordusuna karşı çıkmak gerektiğini söyledi.
Burjuva muhalefete verilen desteğin demokrasi mücadelesinin önünü tıkayacağını, emekçilere bunların çözüm üretemeyeceğini aktarmadıktan sonra siyasi olarak önemli kararlarda emekçilerin burjuva muhalefete teslim edileceğini aktardı. Köz’ün bugünkü normalleşme sürecini devletin bekası için bir araya gelen aktörlerin birleşimi olarak değil, CHP ile anlaşmaya yanaşan Erdoğan’a karşı kendi dar çıkarını savunmak için öne çıkan MHP ile ele aldığını, bunun bir tarafının da Türkiye’nin iç savaşı zaferle sonlandıramamasının ve yürütecek kapasitesinin kalmamasının bir ürünü olarak ele alınması gerektiğini, bir aczin yansıması olduğunu belirtti. Bu kapsamda, bir beka krizi olsa da bugün devlet aklıyla hareket eden bir Türkiye Cumhuriyeti olmadığını, tekrar aday olmaya çalışan Erdoğan, seçimle Erdoğan’dan kurtulmayı amaçlayan CHP ve Erdoğan’ın kendisinden vazgeçmesinin önüne geçmeye çalışan MHP’den ibaret bir tablo olduğunu söyledi.
Önümüzde Erdoğan’ın kendi siyasi ömrünü uzatmak için gerçekleştiremeyeceği bir anayasa projesi olduğu ve CHP’nin buna el uzattığı noktada herhangi bir meseledeki tutum farklılıklarımız ne olursa olsun bu anayasa gündeminde emekçilerin hattını örmek için emekten, ezilenlerden yana olanların bir araya gelmesi çağrısını yükselttiklerini vurgulayarak sözlerine son verdi.