10 Kasım Cumartesi günü Kartal TMMOB’da gerçekleştirilen Ekim Devrimi Tartışmaları’nın ilk panelinin başlığı “Kriz Derinleşirken Ne Yapmalı?”ydı.  Panele SMF adına Erdal Ataş, KöZ adına Orhan Dilber katıldı. Panel duyurusunda ismi geçen Muhittin Karkın sağlık sorunlarından ötürü panele katılamadı. Yine davetlilerden Metin Çulhaoğlu panele katılamamakla birlikte katkı sunmak amacıyla Ne Yapmalı Üzerine İki Başlıkta 11 Not başlıklı bir metin gönderdi. Panel Ekim Devrimi’ne ilişkin “Buhar Makinası” adlı filmin izlenmesiyle başladı.

Panelde ilk olarak Metin Çulhaoğlu’nun gönderdiği, içeriği şu şekilde olan not okundu:

Lenin’in “Ne Yapmalı?”sı üzerine iki başlıkta 11 not

  1. A) Ne Yapmalı’nın tarihteki yerine oturtulması:
  1. Ne Yapmalı, belirli bir örgüt anlayışına ya da modeline yönelik vurgusuna rağmen bunu aşan bir teorik derinliğe ve perspektife sahiptir. Örgüt ve örgütlenme önerisi, ne yapmalı sorusuna verilen yanıtların ulaştığı sonuç olarak değerlendirilmelidir.
  2. Ne Yapmalı, dönemin Avrupa’sında önde gelen Marksist çevrelerde ağırlık kazanan Marksizm’in “materyalist” ya da “nesnelci” yorumuna karşı çubuğu öznellik-nesnellik bütünselliğine ve bu bütünsellikte öznel etmenin rolüne büken bir çalışmadır.
  3. Ne Yapmalı, Rusya’da kapitalist gelişme sürecinin geri dönüşsüz biçimde yol alacağı görüşünün Narodniklere karşı savunulmasında bir dönem başvurulan Bernstein’cı ve Legal Marksist kaynaklarla ipleri koparan bir çalışmadır.
  4. Ne yapmalı’nın teorik derinliğini oluşturan yönlerden biri, yasa olarak formüle edilmemiş olmakla birlikte kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişimi olgusunun nüvelerini barındırmasıdır. “Geriden gelen” Rusya’da proletaryanın kendi görevlerini başarması durumunda hem ülkenin hem de Rus proletaryasının ileriye sıçrayarak dünya sosyalist hareketinin öncüsü konumuna gelebileceği fikri doğrudan eşitsiz ve bileşik gelişme olgusuna ilişkin farkındalığın sonucudur.
  5. İşçi sınıfına siyasal bilincin ancak “dışarıdan” verilebileceği, Ne Yapmalı’nın temel vurgularından biridir. Ne var ki buradaki “dışardan” ifadesi daha sonra “işçi sınıfından olmayan” unsurlara indirgenmiş, böyle anlaşılmıştır. Oysa asıl kastedilen, sınıfın özellikle ekonomik alandaki gündelik sorunlarının dışında kalan, ülkede siyasetin seyrettiği genel mecradır. Başka bir deyişle, işçi sınıfının siyasal bilince kendisiyle doğrudan ilgili görünmeyen alanlarda da söyleyecek sözü olmasıyla ve bu alanlara da müdahale ederek ulaşabileceği söylenmektedir.
  6. Lenin kimilerinin iddia ettiği gibi Ne Yapmalı’da kendiliğinden hareketi küçümsememekte, onu gerçek devrimci hareketin önünde bir engel olarak görmemektedir; kendiliğinden hareketin kendi başına ileriye gidemeyeceğini, siyasal bilinci kendiliğinden getirmeyeceğini, bu hareketin kendisi için harekete taşınmak durumunda olduğunu söylemektedir.
  7. Ne Yapmalı’daki önemli noktalardan biri de hareket ile örgüt orasındaki diyalektik ilişkidir. “Hareket”, işçi sınıfının olsun başka toplumsal kesimlerin olsun mevcut düzene karşı tepkilerinin tetiklediği dinamizmdir. Bu anlamda hareket örgütü gereksiz kılmayacağı gibi örgüt de ne kadar gelişkin ve mükemmel olursa olsun hareketi ikame edemez. Sonuçta, teorik düzlemde ayrı ayrı değerlendirilmesi mümkün olan hareket ve örgüt pratikte mutlaka birlikte yürümeli, birbirini beslemelidir.
  1. B) Ne Yapmalı’dan hareketle güncele: Bugün ne yapmalı?
  2. Belirli bir örgüt modeli belirli bir dönemin ve o dönemin koşullarının ürünüdür; buna karşılık örgüt teorisi, modeli aşan bir tarihsel sürekliliğe ve geçerliliğe sahip olmalıdır. Lenin’in örgüt modelinin temelinde, kalıcı öz olarak, dışardan bilinç, öncülük ve devrim perspektifi vardır.
  3. Dışardan bilinç, öncülük ve devrim perspektifinin günümüz için de geçerlilik taşıması, Lenin’in örgüt modelinin tüm ayrıntıları ve özellikleriyle günümüzde de aynen yeniden üretilmesi gerektiğini ya da üretilebileceğini göstermez. Sonuç olarak, günümüzde dışardan bilinç ve öncülük zorunluluğu gözetildiği ve belirli bir devrim perspektifi geliştirildiği sürece bunların ürünü olan her örgütlenme Leninist özellikler taşıyacaktır.
  4. Günümüz dünyasının ve Türkiye’sinin en belirgin ve önemli özelliklerinden biri hem sınıfın aşırı parçalanmış, parçaları birbiriyle rekabet halinde olan dağınık durumu hem de düzenle çeşitli sorunları olan doğrudan sınıf dışı yönelim ve dinamiklerin daha da çeşitlenmiş olmasıdır.
  5. Bu, 1900’lerin başındaki Rusya’da yaşanan durumdan farklı bir durumdur; ama bu farklılık Leninist anlamda dışardan bilinç, öncülük ve devrim perspektifi gerekliliklerini gündemden düşürmek şöyle dursun daha da öne çıkarmaktadır. Yalnızca bu kez Leninist öncü örgütün daha da parçalanmış bir sınıfı ve daha da çeşitlenmiş toplumsal hareketleri kendi çatısı altında toplama elbette değil, ama bunların “paralel hareketler” olarak kendi haline bırakılmasına da izin vermeyecek bir kanal, bir mecra oluşturma görevi vardır.

 

Metin Çulhaoğlu’nun gönderdiği notun okunmasının ardından SMF adına panele katılan Erdal Ataş’a söz verildi:

“Yakıcı gündemlerimizi esas hedefimize yürürken çözümlerine yönelik tutumlarımızın üzerinden duracağım.

Lenin’in ve dünya üzerinde devrimcilerin ortaya koyduğu çözüm bugün de sosyalistlerin benimsedikleridir.

Dünyanın analizi kısmından başlayalım. Kapitalist düzenin alternatifi ve bu alternatifin nasıl gerçekleşeceğine dair ortaya koyduklarıdır. Bunu da ne yapmalıda ortaya koyar. Ana mesele örgüttür. Reformizme, mevşevizme vs. karşı Bolşevik örgütlenmeyi savunan ve sendika yayın gibi bunun araçlarını ifade ettiği kitaptır. Ne yapmalı kitabı alternatif olarak sunduğumuzu hangi araçla hangi koşulda hangi ittifaklarla gerçekleşeceğine dairdir.

Buhar Makinası filmindedenildiği gibi emperyalizmin özü değişmemiş bizim de önemli bir tecrübemiz olmasına rağmen gerilediğimiz mevziler var. Bunlarıaşarak ilerleyebiliriz.Bugün  siyasi krizekonomik krizle beraber ilerliyor.

Kapitalist sistemin özünden dolayı ortaya çıkan krizin dönem dönem yönetilemez hale geldiğini görüyoruz. Krizler sonrasında siyasal nüfus alanlarında saldırganlaşarak krizi aşmaya çalışıyor. Pazar kavgasıyla sıkışmışlıklarını aşmaya çalışıyorlar. Ekonomik ve siyasal krizin yönetememe durumu gitgide ortaya çıkmış oluyor. Bugünkü aşamada Lenin’in ortaya koymuş olduğu koşullara göre yenilikler var, ulusal tekeller çokuluslu tekellere döndü mücadeleyi de dünya çapına taşımak gibi bir yeni görevi de doğurmuş oluyor. Bizim önderlerimizin mücadeleye atıldığı dönemle bugün arasında bir takım farklar var.

Dünyadaki bütün tekellere savaş açmayan bir mücadelenin başarısı söz konusu olmaz. Bunların tümüne yönelik örgütlenmelerin de bu doğrultuda düzenlenmeli. Coğrafyamız da bu tablonun bir parçası. Dünyanın olanakları onların arasındaki çatışmalara göre paylaşılıyor. Buna yöneltilen tepkiler de, demokratik kesimlerde bastırılmaya çalışılıyor.

Dünya üzerinde büyük bir yoksulluk işçiye emekçilere yönelik saldırı ve hak gaspı vardır. Bu yönteme başvurmak da zorundalardır bu itirazları durdurmanın tek yolu olarak. Bu topraklardaki durum da budur.  Zengin kaynaklara sahip ülkenin çalışkan emekçilerin yarattıklarının çok ufak bir azınlığın paylaşması. Enflasyon, işsizlik yoğun olarak artmış, üretim yok haldedir. Bizim ülkemizde siyasal kriz de bulunmaktadır. Toplumu birbirine düşürerek sınıf gerçekliğinin üzerine örtmeye çalışarak bir çatışma siyaseti yürütülmeye çalışıyor. İtibarsız bir dış politika sürdürülüyor. Hepsi de iç politikadan kaynaklı siyasal sorunların çözülmemesinden hareketle ilerliyor. Teslimiyet siyaseti söz konusudur dünya emperyalizmine. Eğitim sağlık çiftçiye yönelik tüm meseleler ülkedeki kriz gerçekliğinin devrimciler için de fırsat sunduğu gerçekliğini ortaya çıkarıyor. Bizim ülkemizde hem ekonomik hem siyasal kriz söz konusudur.

Biz bu aşamada ne yapabiliriz?

Hep iki şey sayarız: örgüt ve ittifak politikası. Lenin’in de diğerlerinin de ifade ettiği bu. İnsanları nasıl örgütleyeceğiz ya da nasıl bu şartlarda biz hala yüzde 10’lardayız? Kadın ulusal sorun vs gibi tüm sorunların çözümü bizim tarafımızdan verilmesine rağmen biz tüm bu doğruları nasıl insanlara anlatamıyoruz? Bu kadar ileri fikirlere rağmen neden ileri gidemiyoruz?

Muhafazakar örgüt olmamalı, bugünkü sorunlara dünün cevaplarını veremeyiz. Yüz yıl öncesi savunularla bugünkü gerçekliği kitlelere gidemeyiz. Dünya üzerindeki en ileri toplum o dönemki Rusya’nın yüz yıl gerisindeydi. Bugün de 8 saat iş günü değil 6 saat iş günü talebi öne sürmeliyiz örneğin. Emperyalist ülkerlerde 6 saat çalışılıyor. Bunun ilerisinde bir şey söylediğin zaman insanlar harekete geçebilir. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı  zaten anca  yüz – yüzelli milyon insanın sorunu bugün, büyük oranda  çözülmüş sayılır. Bir aylık gazete çıkarıyorz mesela. Bugünkü koşullarda olabilir mi bu? Marx zamanında haftalık, Lenin 1912’de günlük gazete çıkarıyordu. Sen günlük gündemi takip edipideolojik olarak bunlara kafa tutamıyorsan olmuyor.

Sovyetlerin şimdiden kurulması kentlerin insanların kendi sıkıntılarına dair düşüncelerini ortaya koyabilmeleri lazım. Biz ise anma örgütleri gibiyiz. Böyle gidemeyiz.  Sadece anmak onların mücadelesinin gereğini yapmamaktır. Örneğin Dersim’de bizim bir etkimiz varve  şu kararı aldık. Dersimlilere Dersim’i yönettirmeye çalışalım. Parti diktatörlüğünü ortadan kaldırıp partiyi araç halinde bırakıp işçilerin kendilerini yönetmelerini sağlamamız lazım. Bizim elimizde büyük bir güç birikim deneyim var. Örgütün işi araç olmaktır işçi emekçi yerine yönetmemektir. Parti kitleden daha üstün değildir. Nerede bir avantaj elde ediyorsak kazandığımız tüm yerlerde tüm kitleyle beraber yönetmeyi çalışmamız lazım. Ekonomik anlamda kooperatiflerin siyaset alanında meclislerin temel olduğu yönetim modellerini beslememiz lazım.

SMF’nin ardından KöZ adına Orhan Dilber söz aldı ve şunları dile getirdi:

“İlk turda yaygın anlaşıylardan nerelerde ayrıştığımızı vurgulamak için konuşacağım. Kriz deynce yaygın bir anlayış var faiz enflasyon, iflaslar, döviz kurları tüketim mallarının satılamaması vesaire. Bunlar daha ziyade kapitalist üretim ilişkilerinin doğasıdır. Buna maruz kalanlar için kriz etkisi yaratıyor olsa da krizden bunu anlamamak gerekir. Kriz ve siyasal görevler tartışması yaptığımıza göre, burjuvazinin elinden iktidarı almaksa mesele bunun gerekli maddi ön koşulları 19. Yy’dan beri sayılmıştır. Bunun maddi önkoşulları arasında aşırı üretim bunalımı sayılmamıştır. Komünizmin maddi önkoşullarından kasıt kapitalist üretim ilişkilerinin dünya çapında egemen olması ve proletaryanın ortaya çıkmasıdır. Bu koşullar 19.yy’dan beri mevcuttur ve kapitalist üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması için pek çok girişim olmuştur başarısızlığa uğrasa bile.

Paris Komününden sonra Ekim Devrimi bir örnek olmuştur, bugüne kadar aşılamayan bir örnek olmuştur. Bir ekonomik kriz beklemek ve bundan ötürü yığınların başkaldırmasını beklemek yaygın bir anlayıştır. Bunun üzerine oturmuş devrim stratejileri de vardır, Ne Yapmalı’nın üzerinde durduğu kendiliğindenciliktir bu. Önce bu kavrayışla hesaplaşmaya ihtiyaç vardır. Lenin pek çok vesileyle devrim kertesine bizi götürecek sorunları sıralarken enflasyon , işsizlikgibi konulardan öte Greyfus skandalı gibi meselelerin bir devrime vesile olabileceğine işaret etmiştir. Ya da emperyalist savaşın yol açtığı ilk proleter devrim girişimi diye İrlanda’daki Paskalya Ayaklanması zikredilmiştir. Buradan da kasıt İrlanda’da enflasyonun tavana vurması değil, İrlandalıların kendi kaderini tayin etme sorununun emperyalist savaş ortasında ciddi bir siyasal sorun haline gelmesine işaret etmiştir.

Lenin’in devrimci duruma dair tahlilinde de ekonomik bir öğe yoktur. Yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilememesi tarifini yapmıştır. Bunun konjonktürel ekonomik gelişmelerle ilgisi yoktur.

Ekonomik krizde ciddi bir  siyasi kriz yaratabilir ve bu da devrimci ayaklanmayı tetikleyebilir. Dışlamamak gerekir. Ama krizi ekonomik boyuta indirgediğimiz zaman, siyasi krize vurgu yapmadığımız takdirde baltayı taşa vuruyoruz.

Kesinlikle küçümsememek gerekiyor ama sadece bunun arkasınada sığınmamak gerekiyor.

Nitekim 1929 bunalımı kapitalizmin en büyük bunalımlarından biridir ve yıkıcı etkilerini ABD’de göstermiştir ama bu nedenle ABD’de devrim meydana gelmediği aşikardır. Almanya’yı sarsmıştır kriz, enflasyon ve işsizlik muazzam ölçektedir ve bu krizin sonucunda Nazi partisi iktidara gelmiştir. Demek ki bu gelişmelerin otomatik sonucunun bir devrimci kalkışma olmayacağını anlamak kolaydır.

Buradan Ne Yapmalı’ya gelirsek altı çizilmesi gereken şeyler tam da bununla ilgilidir. Ne Yapmalı’nın sonunda 3. Döneme son verelim derken bu döneme damgasını vuran siyasal eğilimi temizleyelim çağrısı yükseltilmektedir ve Ne Yapmalı’nın vurgusu da budur.

Kimse açık açık bu Ne Yapmalı eskidi artık demeye cesaret edemiyor. Metin Çulhaoğlu’nun gönderdiği metinde de yollarını ayırdığı Kemal Okuyan’ın Ne Yapmalıcılar kitabından farklı bir şekilde NE Yapmalı’nın örgüt modeli ortaya koyduğu belirtiliyor. Ama bugünkü koşulların Rusya’nınkinden farklı olduğu, bu şartlara uydurulmalıdır manasına gelecek bir takım şeyler söyleniyor. Kemal Okuyan ise bu bir model değildir biz kendi bildiğimize göre örgütlenmeye gitmeliyiz demeye getiriyor Okuyan. Çulhaoğlu böyle bir vurgu yapmıyor, uzun süre aynı parti çatısı altında kalmalarının şaşırtıcı olmayacağı şekilde aynı revizyon gereğini ortaya koyuyor. Halbuki Ne Yapmalı sonunda ekonomizm geleneğiyle hesaplaşalım derken başta da eleştiri özgürlüğü adı altında revizyonizmle hesaplaşmayla işe başlar.

Ne Yapmalı’ya cepheden karşı çıkmayıp hem de bunu bir model olarak ele almamak adını koymadan revizyonizm demek olur. Eğer Ne Yapmalı’nın yazarıyla aynı dilden konuşuyorsak uzunca bir zaman Ne Yapmalı’da önerilen modeli Lenin ve yoldaşları da kitaptaki modeli Rusya’ya özgü saymışlardır bir süre boyunca. Ama Ekim Devrimi ve Komünist Enternasyonal’in 2. Kongresiyle eş zamanlı olarak yazılan Solculuk Komünizmin Çocukluk Hastalığı kitabının başında şunu dile getirmiştir: Bugün artık sahip olduğumuz uluslararası tecrübe bize göstermektedir ki, bizim devrimimizin temel değil bir çok ikincil özelliklerinin de uluslararası bir kapsamı vardır.

Lenin Rusya’ya ayak bastığında iktidara talip bir parti var demiştir Şubat ile Ekim arasındaki yönetilememezlik durumuna aykırı olarak.  Sovyetlerde küçük bir azınlık olan Bolşeviklerin iktidara talip olması alay konusu edilmişti.Herkes devrim deyince silahlı kitlelerin sokaklara dökülmesini anlar. Evet Rusya’da böyle olmuştur. Özellikle 8 Mart 1917 vesilesiyle ortaya çıkan eylemler buna benzer eylemlerdir. Çarın tahtını terketmesine vardığı kitlesel ayaklanma hali olduğu açıktır, bununla kalmamıştır Temmuz ayında bu sefer Çar’ın yerini alan hükümet karşısında yine silahlanmış kitle sokağa dökülür ve bir katliama uğrar. Ama bugün yıldönümünde olduğumuz 7 Kasım günü böyle değil. 7 Kasım’da olan biten Rusya’da önceden görünenden farklı bir şeydir. Doğrudan doğruya Bolşevik Merkez Komitesi’nin aldığı karar ve yaptığı plan doğrultusunda neredeyse tamamına yakını Bolşevik Parti’nin disiplini altında olan (resmi olarak Petrograd Sovyeti Askeri Devrimci Komitesine bağlı gözükse de), doğrudan Bolşeviklerin sevk ve idare ettikleri kızıl muhafız birliklerinin köprüleri tutması, postaneleri ele geçirmesi gibi belli başlı noktalara mevzilenmeleri ve nihayetinde hükümetin konakladığı Kışlık Sarayı kuşatarak hükümeti ele geçirmişlerdir.

Bunun Temmuz günleriyle, Şubat Devrimi’yle benzerliği yoktur. Sovyete bağlı askeri devrimci komiteyi duyunca Sovyetler karar verdi dememek gerekir. BU Troçki’nin önerisiydi. Biz planları yapalım ama bunu sovyete onaylatalım diyordu. Nasılsa çoğunluktayız, bu kararı çıkartıp ona göre yapalım eylemi diyordu. Zinovyev ve Kamenev ise şimdi sırası değil, iktidarı alırsak altından kalkamayız dolayısıyla bu eylemi bu aşamada yapmayalım diyorlardı. Ama gerçekleşen şey meşruiyetini Sovyetlerden alan bir eylem değildi Troçki’nin önerdiği gibi. VE bunun “Ne Yapmalı” ile çok yakından ilgisi var. Kendini kitleden olduğu gibi işçi sınıfının kitlesinden ayıran bir profesyonel devrimciler örgütüne ihtiyaç olduğunu öne çıkarır Ne Yapmalı, o anlamda bir modeldir. Lenin’in deneyimlerini evrensel olarak görmekten esas kastı da sovyete danışmadan, sorumluluğu kendi üzerine alarak kendi bağımsız eylemiyle burjuvazinin siyasai iktidarını alaşağı edip hükümeti tutuklayacak bir organizasyona önceden hazırlanmış bir partidir. Nereden Başlamalı’da da aynen böyle tarif etmiştir durumu.

Bunun tersi örneklerinin nasıl başarısız olduğu da tarihsel örneklerle kanıtlanmıştır. Almanya’daki 1923 deneyimi böyledir. Ayaklanma kararını işçi konseylerine onaylatmaya çalışmaları sonrası eylem iptal edilmiştir.

Eğer Rusya’daki, 7Kasım gibi bir devrimi istiyorsak, böyle bir devrimci partiye ihtiyaç vardır. Bugün Türkiye’de de dünyanın herhangi bir yerinde de böyle bir parti yoktur. O nedenle Rusya’da yüz küsür yıl önce gerçekleşen devrim gibi bir devrimin olmasının temel şartı bu öznel faktör eksikliğidir.

Çin’de, Kore’de Vietnam’da olanlar ise aynı biçimde anılmıyor komünistler tarafından. Hala esas olarak Rus Devrimi’ni model alma iddiasını da kendine Maoist sıfatını tercih edenler dahi Rus Devrimi’nin modelini kenara atamayacak durumdadırlar. Çin’deki modelin Rusya’dakine benzemediği bellidir çünkü orada iktidarı alan Çin Komünist Partisi ve Halk Ordusudur. Bunlar da elbette devrimdir ama sınıfsız topluma gidecek yolu açacak olanlar bu örnekler değildir.

Bugün kriz dediğimizde iktisadi kriz değil, ne iktidar partisi ve koalisyonu ne de karşısına çıkan ana muhalefetler koalisyonu bu ülkeyi yönetememektedirler. Yönetilenler de bu biçimde yönetilmek istememektedir. Bugün karşı karşıya olduğumuz kriz budur ve bu krizin çaresi Ne Yapmalı’da ortaya konan yolu takip etmektir.

 

 

Panelin 2. Oturumu dinleyicilerden gelen soru ve görüşlerle başladı. Soru ve görüşler şu şekildeydi:

 

– SMF temsilci ulusal kurtuluş mücadelelerinin artık sınırlı bir kitleyi ilgilendirdiğini söyledi ancak sadece Kaşmir sorununda Pakistan ve Hindistan gibi iki ülkeyi ilgilendiren ve birçok örneğin olduğu ve Kürdistan ve Filistin sorununun çokça bir nüfusu ilgilendirdiğini söylemek isterim. Ayrıca kitle partisiyle devrim yapılabilir mi? Orhan Dilber’e de sorum şu şekilde: Bir kitle partisiyle ya da kitleselleşmeyi amaçlayan muhtelif dar örgütlerin, kitlelerin nihai kurtuluş için kitlelerin egemenliklerinin önünde engel midir? Oportünizmle ilgili Ne Yapmalı’da programatik ve taktik açıdan mücadelenin köşe taşlarını içerir. Lenin’in bütün mücadelesi de oportünizmden ayrım çizgilerinin kalınlaştırılması mücadeledir. Bugün oportünizm ve revizyonist siyasetlere karşı nasıl bir mücadele verilmesi gerekir? Veya bu önemli bir şey mi, önemsiz bir şey mi?

-Komünistlerin Birliği’nden Komünist Enternasyonal’e birçok yapı bugüne kadar çıkagelmişken bugün neden bir dünya partisi yok. Veya SMF’nin  buna dair bir planı var mı? Dersim gibi örneklerde bazı kooperatif,  meclis gibi örgütlerin varlığından bahsediyoruz. Sovyet tipi oluşumlara bugün dahi başvururken neden sınıf mücadelesinin aygıtına dair başka arayışlara girişiyoruz?

-SMF’ye; Halkın Günlüğü’nün ekonomik  krize dair yazısında şu geçiyor: Var olan ekomik kriz koşullarının ezilenler için çekilmez hale geldiği koşullar devrimci durumu olgunlaştırmaktadır. Artık ezilenlerin seslerini çıkaracaklarını beklemek buna hazırlanmak gerekir. Sorum şudur: Dünyada tarihte ne zaman ekonomik kriz koşulların devrim koşullarını yaratmıştır?

Orhan Dilber ekonomik kriz ve siyasi kriz arası ayrımı çizmek gerektiğini ve ekonomik krizin derimin bir koşulu olmadığını söyledi. Birçok akımın ekonomik kriz üzerinden devrimci koşulun olgunlaşacağına dair genel kanılarının nedenini nereden arayacağız?

-Yüzyıl önceki gerçeklikle bugünün koşulların aynı olmadığını söyledi Erdal Ataş. Değişen koşulların tam olarak ne olduğunu biraz daha açabilir mi?

Sorular  sonrasında ilk sözü SMF temsilcisi Erdal Ataş aldı. Konuşmasında şunları dile getirdi: “Ulusal sorunla ilgili dediğim yüzyıl önce dünyanın çok büyük bir kısmını alakadar ederken şimdi bu ölçeğin daraldığına dairdi. Bugün de yakıcı bir sorun ancak dünyanın ana sorunudur diyemeyiz artık.  Parti, önderlik, önder bunlar zorunlu. Örgütlenme olmaksızın ilerleme olmaz. Ancak bu partilerden on binlercesi vardır. Bu partiler proletarya diktatörlüğünü kendileri yönettiler, esas sıkıntı burada. Çelikten disiplinli merkezi bir örgütlenme gerekli buna bizde inanıyoruz. Ancak bunun görevi nedir bu amaç mıdır araç mıdır? Paris komünü ile Bolşevik partinin nasıl birleşeceğini konuşmalıyız. Dünyanın yarısından fazlasını iktidarı alan komünistler iktidarı alınca kirlendiler. Biz kimin adına karar alıyorsak onlar bizi denetlemeli.

Lenin aslında Marx’ın fikrini revize etmiş başka bir partiye geçmiştir. Mao da partiye birtakım yenilikler getirdi. Bütün çizgisiyle Lenin, Marx’ın çizgisini ilerletmiş revize etmiştir. Oportünizm ise var olan koşulların sağına soluna düşmektir. Koşulların ilerisinde gerisinde kalmaktır. Kapitalizmin ilk aşamalarında Enternasyonalizm savunuldu. Stalin de savaş koşulları vs. diyerek kapattı. Şimdi birçok akım bununla uğraşıyor. Bizim için ilk 3 enternasyonal vardır. Sonrasında ne Mao ne başkası kurmamıştır. Çünkü sosyalizmin dünyaya yayılacağına dair bir güvenle hareket ettiler. Bu yüzden diplomatik ilişkiler güdüldü ve bu yanlıştı. Enternasyonal olmazsa kaybederiz. Dünyanın her köşesindeki mücadele bizim mücadelemizdir. Devrim bir sınıfın başka sınıfı devirmesidir. Bugün bütün dünyaya karşı doğru önderlik ve enternasyonalist örgütlenmelerle bayrak açmayanlar mücadeleyi yürütemez. Bu konuda Mao da Stalin de sınıfta kalmıştır.

Sovyet tipi dışında bir model yok. 7 milyar insan var. Dünyanın olanakları kısıtlıdır. Sosyalizm, komünizmde de krizler açlıklar olabilir ancak bütün olanakları adaletli bir şekilde dağıtması, herkesin kendi kendini yönetmesi var. Sovyetleri bugünden itibaren kurmak lazım. Bir kooperatifte, mecliste hatta partide herkes karar alsın.

Devrimci durum var, hep vardı. Parti yok önderlik yok tamam ancak güncel siyasetle birleştirmeden derdimizi anlatamayız. Ekonomik krizle siyasal kriz bir bütündür. Emperyalizm yönetemiyor yönetemediği için zorbalığa başvuruyor.”

KöZ adına konuşan Orhan Dilber ise ikinci tur  konuşmasında şunları ifade etti:

“Herkes kendi ayrım çizgilerini çekerek birbirinden ayrılacaksa zaten bunların bir araya gelmesi imkânsız. Tersine bazı ortak referanslarla bu çizgi çizilebilir. Herkesin üzerinde hemfikir olduklarını esas referanslar olarak kabul edip buna sahip çıkıyoruz diyenlerle ne yapacağız. SMF temsilcisi Lenin Marx’ı revize etti dedi ancak Lenin Marx’a katkı yapmıştır. 21 koşul var elimizde. Biz neden bu kıstaslara göre davranmayalım? Böyle olmayanlar düşer buna uygun bir partiyi kalanlar bir araya gelerek komünist partiyi kurmanın sorumluluğu altına girer. Enternasyonal kuruldu kapısına kilit vuruldu. Kilidi vuranlardan başka oportünist aramaya gerek var mı? Enternasyonalin tasfiyesini bir kere mahkûm etmeli.  Herkes kendi ayrımını kendi mezhebine göre çizerse olmaz.

Kaypakkaya’nın önemli yanı Mustafa  Suphi programına sahip çıkmasıdır. Mesela bizim için Komünist Enternasyonal’in mirasıdır; sahip çıkılması gereken onların geldikleri kısma kadar gelip akıbetine yanlışlarına öyle bakarız.  Kitle partisiyle devrim olmadı şimdiye kadar. Ancak kitle hareketinin olmadığı bir devrim de olmaz. Gezide iki şehir dışında her yerde kitleler sokaktaydı. Eksik olan Erdoğan’ı kitlenin önüne getirecek bir parti. Bu partiyi önüne koyan kendini buna göre şekillendiren bir örgüt yoktur.

Kitle içinde çalışma Bolşevik partinin politik etkiyle bunları etkileyen ve kendini buradan ayıran Bolşeviklerin tarzıdır. Kalan tüm oportünist siyasetler kitle örgütlerini kendi örgütleri olarak kullanmaya çalışırlar. Partiyi dar tutacağız kalan tüm kitle örgütlerini de en geniş şekilde tutacağız. Mesele dar örgüt geniş örgüt değil kendini ayıran profesyonel devrimciler örgüttür. Kriz devrimin önünü açabilir ancak bunu kullanabilen bir parti olduğu müddetçe ama devrim için bu da şart değil. Lenin Dreyfus skandalı gibi bir kriz devrim için yeterlidir der. Kürdistan sorunu, gezi vs. zaten var olan bir krizi gösterir. Ne Yapmalı’dan neyin eksik olduğunu çıkarırız.  Bunlar yaşanmış dersler çıkarılmış biz bunları kendimize kılavuz ediniriz. Bugüne kadar erişilen en yüksek noktaya kadar gitmeden bu modeli yadsımak yeni şartlarda yeni icatlar yapmak gerekir diyenler revizyonistlerdir.  Daha yola çıkmadan dümen kırmak başka yola girmeyi ifade eder.”

İstanbul’dan Komünistler