Bir İstisna Olarak Ekim Devrimi
Rus Devrimi türünün tek örneği değildi, Paskalya Ayaklanması’ndan İspanya İç Savaşı’na uzanan devrim dalgasının bir parçasıydı. Devlet aygıtının felç olması, orduda isyanların çıkması, işçi kitlelerinin silahlanması bu devrim dalgasının ortak özelliği idi. 1930’lar dünya çapında göreli ve geçici bir sükunete denk düşse de, İkinci Paylaşım Savaşı’yla birlikte 1970’lerin ortasına dek süren yeni bir devrim dalgası patlak verdi. Çin, Arnavutluk, Yugoslavya, Küba ve Vietnam devrimleri de bu yeni dalganın bir parçasıydı.
Gelgelelim Ekim Devrimi tüm bu devrimler içinde bir istisna olarak kaldı. Macaristan, Almanya devrimleri, Bulgaristan’daki ayaklanma yenilgiye uğradı. Çin’deyse 1920’lerdeki devrimci rüzgarın önü sınıf işbirlikçiliği ile kesildi, sonrasında burjuva hükümetler tarafından ezildi, uzun bir iç savaş dönemine girildi. Başarılı olan devrimler de vardı. Ancak bunlar Ekim Devrimi’nin aksine işçi ve emekçi sovyetlerini egemen kılmadı. Tersine, komünizm yolunda bir merhale değil engel olarak kabul edilmesi gereken devletler ile son buldular.
Ekim’in istisnası çokları tarafından sosyolojik etmenlerle açıklanarak Rusya’nın özgünlüğü olarak kanıksandı. Yeni “devrim teorileri” peşinde koşanlar, her coğrafyanın kendi “yerli” ve “özgün” devrimini yapacağını savunanlar, görüşlerini hep bu sosyolojik açıklamaya dayandırdı. Halbuki, devrim sürecinin nesnel gelişimi bakımından, Ekim Devrimi’nin gelişiminin diğer devrimlerle taşıdığı ortak noktalar -halkın silahlanması, devletin krize girmesi, işçi ve emekçilerin iktidar organı olma potansiyeli taşıyan zeminlerde bir araya gelmesi vb. –, onlarla farklılıklarından daha fazla idi. Ekim Devrimi ile diğer devrimler birbirinden, bu devrimlere önderlik etmek isteyen devrimcilerin nasıl örgütlenmiş olduğuna ve bu örgütlenmenin sınıfla nasıl ilişki kurduğuna bakarak ayırt edilir. Diğer devrimlerden farklı olarak Ekim Devrimi’ne Bolşevik tipte bir parti önderlik etmiştir.
Maceracı Olan Ayaklanma Hazırlığı Değil Hükümetin Kendiliğinden Bir Başkaldırıyla Devrilmesi Beklentisidir
Lenin 1901 yılında kaleme aldığı “Nereden Başlamalı” broşüründe, devrimci bir partinin ancak sistemli bir hazırlıkla gerçekleşeceğini anlattıktan sonra sözlerini şu şekilde noktalıyordu:
Son olarak, doğabilecek bir yanlış anlamayı önlemek için birkaç söz daha edelim. Durmadan sistemli ve planlı hazırlıktan söz ettik; ama asla, istibdadın ancak düzenli bir kuşatmayla ya da örgütlü bir saldırıyla yıkılabileceğini söylemek istemiyoruz. Böyle bir görüş hem saçma hem de nazariyatçı bir görüş olur. Tam tersine, istibdadın, kendisini sürekli olarak tehdit eden kendiliğinden patlamaların ya da önceden görülemeyen siyasi karışıklıkların etkisi sonucu çökmesi son derece mümkündür ve böyle bir ihtimal tarihi olarak çok daha fazladır. Ama maceracı kumarlardan sakınmak niyetinde olan hiçbir siyasi parti, faaliyetlerini, böyle patlamaları ve karışıklıkları beklemeye dayandıramaz. Biz kendi yolumuzda ilerlemeli ve düzenli çalışmamızı sebatla sürdürmeliyiz. Beklenmedik olaylara ne kadar az bel bağlarsak, herhangi bir “tarihi dönemeç” karşısında hazırlıksız yakalanmamız da o kadar imkansızlaşır. (Nereden Başlamalı)
Görüldüğü üzere, Lenin devrimci bir partinin hükümeti silahlı bir ayaklanmayla devirme girişimini maceracılık olarak tanımlamıyor; asıl maceracılığın hükümetin böyle bir parti olmadan kendiliğinden bir ayaklanmayla devrilmesine bel bağlamak olduğunu savunuyordu.
1917 Şubatı’na gelindiğinde Rusya’da Çar devrildi. Çar’ı deviren Bolşeviklerin yönlendirdiği bir ayaklanma değildi. Çarlık, bir paylaşım savaşının ortasında kimsenin ummadığı bir siyasi ayaklanmanın sonucunda çöktü. Ancak Şubat Devrimi’nde Bolşeviklerin bu ayaklanmayı öngörememeleri de, emekçilere önderlik edecek güce sahip olmamaları da kimseyi yanıltmamalı. Diğer devrimlerin içinde savrulan sosyalistlerin aksine Rus Devrimi’ndeki Bolşevikler hazırlıklılardı. Bugün yeni Ekimlere önderlik edecek devrimci partiyi inşa etme sorumluluğunu üstlenenlerin öncelikle bu hazırlığın ne olduğunu netleştirmeli.
Bolşevik Partisi, diğer sosyalist örgütlenmelerin aksine, bir proleter devriminin zafere ulaşması için gerekli olan iki özelliği birlikte bünyesinde barındırıyordu. Hakim sınıfın hükümetini kendi örgütledikleri bir ayaklanmayla devirme kararlılığına ve becerisine sahiplerdi. Ama aynı zamanda, iktidarı proletaryanın organlarına vermekle kalmamışlar, proletaryayı iktidarı elinde tutabilmesi için gerekli siyasi hazırlıkla donatmışlardı. Rus Devrimi’nin çağdaşı olan diğer devrimlerde bu iki unsurdan en az birisinin eksik olduğu görülür.
1918’de Almanya’daki grev dalgasında beş yüz bine yakın işçi yer alıyordu. İmparatorluk, yenilgisinin kesinleşmesine rağmen, donanmasına saldırı emri verince önce askerler ve onlara eşlik eden tersane işçileri ayaklandı. Sonrasında Kiel’den başlamak üzere, Hamburg, Bremen, Frankfurt ve daha birçok şehirde işçi asker konseyleri kuruldu. O günlerde Almanya’da sol siyasetin başını çeken SPD (Sosyal Demokrat Parti) ise aynı tarihlerde Alman Genelkurmayı’nın önerisiyle işçi hareketini yatıştırmak için kurulan koalisyon hükümetinde yer alıyordu.
Ancak SPD’nin muradının aksine 8 Kasım’da Münih İşçi, Asker ve Çiftçi Konseyi Bavyera Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilan etti. Hemen ertesi gün ise Spartakusbund ve USPD’nin (Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi) sol kanadını teşkil eden Devrimci İşyeri Temsilcileri genel grev çağrısında bulundular. Çağrı kitleler tarafından büyük bir katılımla cevaplanınca, SPD hükümetten çekilmek zorunda kaldı ve genel grev çağrısına boyun eğdi.
Koşullar bir devrim için olgunlaşıyorken, SPD ve USPD, işçi ve asker konseylerini etkisizleştirip parlamentoya tabii kılmaya çalışsa da kitleler üzerinde tam bir hakimiyet kuramamışlardı.
Almanya’daki devrimciler ise henüz USPD’den kopamamış, parti içerisinde durmadıkları takdirde kitleyle bağlarını kaybedecekleri kaygısıyla oportünistlerden ayrılamamışlardı. Alman Devrimi’nin gerçekleştiği, SPD’nin karşı-devrimci yönü ve USPD’nin merkezci rolünün daha da açığa çıktığı zamanlarda aynı partide kalmakta bir beis görmediler. Bunu ancak devrimden bir buçuk ay sonra, 29 Aralık 1918’de Almanya Komünist Partisi’ni kurarak gerçekleştirebildiler. Ancak bu yeni kurulan parti, Bolşeviklerin Ekim Devrimi’nde tertipleyebildikleri devrimci hükümet darbesini örgütleyebilecek nitelikte olmadığı gibi, kitleler üzerinde de benzer bir siyasi etkiye de sahip değildi.
SPD’nin 4 Ocak günü, devrim sonrasında Berlin polis şefi olan Eichhorn’u görevden almasıyla kitleler tekrardan ayaklandı. Yeni kurulmuş Alman Komünist Partisi liderliği ise bu süreçte ayaklanılmaması gerektiğini düşünüyordu. Taktik hamleler yapabilecek yeterli mücadele deneyimi de yoktu. Fakat tam da bu yetersizlikleri yüzünden kendisini bir ayaklanmanın içinde buldu. Nitekim ayaklanma kararı Alman Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından değil, Devrimci İşyeri Temsilcileri ve USPD temsilcileriyle yapılan ortak toplantının sonucundaki oylamayla alınmıştı. Ayaklanma SPD’nin imparatorluktan devşirdiği Freikorps’ların Berlin’e girmesiyle birlikte bastırıldı, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht ayaklanmanın yenilmesiyle birlikte katledildi. Kendi örgütsel yetersizlikleri nedeniyle, bu zamansız ayaklanmayı Bolşeviklerin Temmuz günlerinde yaptığı gibi geri çekmeyi başaramayan Almanya Komünist Partisi, parti çekirdeğini de koruyamadı. USPD’den geç kopuşun bedelini yalnız bu ayaklanmaya önderlik edememekle değil, aynı zamanda 6 Nisan’da kurulacak olan Bavyera Sovyet Cumhuriyeti deneyimine önderlik etme ve başarıya taşıma şansını da kaybederek ödedi.
Yenilgiye uğrayan devrimlere bir başka örnek ise Macaristan Sovyet Cumhuriyeti’dir. Tıpkı Çarlık Rusya’sı gibi bir uluslar hapishanesi olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yıkıldıktan sonra ortaya irili ufaklı ulus devletler çıktı. Parçalanmadan kısa bir süre sonra Macaristan Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Ömrü sadece dört ay süren Macaristan Sovyeti’nin yenilgisinin sebebi Komünist Enternasyonal’in İkinci Dünya Kongresi Manifestosu’nda şöyle açıklanmaktaydı: “Ne yazık ki Macaristan deneyimi, iktidarın ele geçirilmesi mücadelesinde olduğu kadar, iktidarın uygulanmasında da proletaryanın kararlı olması, ikircikli unsurları içinden atması ve bütün ihanet girişimlerini acımasız biçimde cezalandırması gerektiğini hatırlatan bir deneyim olarak tarihe geçmiştir.”
Almanya’da hazırlıksız bir devrimci ayaklanma gerçekleşirken, Macaristan’da iktidarı alabilecek ama kitleler üzerinde siyasi etkisi olmayan bir parti vardı. Komünistlerin bu zaafları Avrupa’da gerçekleşmeye gebe devrimlerin akamete uğramasına sebep oldu.
Elbette devrimci bir partinin her zaman ayaklanmaya hazır ve nazır olması beklenemez. Siyasi mücadelenin iniş ve çıkışları içinde devrimci bir partinin zayıfladığı dönemler de olacaktır. Nitekim Şubat Devrimi sırasında Bolşevikler de ayaklanmaya hazır değillerdi. İktidarı ellerinde tutacak bir kitle destekleri de yoktu. Ancak Bolşeviklerin bu yetersizliğinden yola çıkarak, 1917 Şubatı’nda devrimci bir partinin olmadığını söylemek akla ziyandır.
Devrimci partiden ne anlaşıldığı açıklığa kavuşturulmadığı takdirde, devrimci önderlik boşluğu her türlü olumsuz gelişmeyi ve yenilgiyi açıklayan bir mazeret olarak kullanılır. Halbuki Bolşeviklerin Şubat Devrimi sırasındaki etkisizilikleri, devrimci bir partinin eksikliğini değil, devrimci bir partinin varlığının her zaman iktidarı almak için yeterli olmadığını gösterir. Komünist bir partiyi parti yapan yenilmezlik ve hatasızlık değil, devrimci bir programa sahip olması, bu programla uyumlu ve işçi kitlelerinin önderliğini kazanmayı mümkün kılacak taktikler geliştirebilmesi ve bunları uygulayacak örgütsel kapasiteye ve kadro birikimine sahip olmasıdır. Tüm bunların yanı sıra, kendi yapısını ve işleyişini bozmadan hızlı bir şekilde büyüyecek örgütsel niteliğe, yani komite ve hücrelere, aynı zamanda da ilişki ağını örgütlendirebilecek örgütsel bir beceriye sahip olmasıdır. Esasen Bolşevikleri diğer parti ve örgütlenmelerden ayırt eden özellikler bunlardı.
Bolşevikler Programatik Ayrım Çizgilerini Çekmişlerdi
Bolşevik Partisi, amaç ve ilkelerini sıkı ve net bir biçimde çizmiş programatik bir birikime sahipti. Görünüşte, 1902’de Plehanov’un yazdığı programa hem Bolşevikler hem de Menşevikler sahip çıkıyordu. Gelgelelim her iki akım da bu programın siyasi mücadele içinde ne anlama geldiği konusunda farklı görüşlere sahiptiler. Bu nedenle Bolşevikler Menşeviklere karşı 1903’ten itibaren, kapsamı 1905’ten sonra netleşmeye başlayan, programatik bir savaş verdiler. Siyasi ayrılıklarını hem Plehanov’un programına, hem de bu programı temel alarak Menşeviklere karşı yürüttükleri savaşa dayandırarak çizen Bolşevikler, iktidar hedefi, işçi köylü ittifakı, burjuva hükümetler karşısında tutum, anayurt savunması, ulusların kendi kaderini tayin hakkı, emperyalistler arası savaşlar karşısında tutum ve barış sorunu çerçevesinde kendilerini diğer akımlardan ayırdılar.
Birinci Paylaşım Savaşı’ndan itibaren, özellikle de Şubat Devrimi’nden Ekim Devrimi’ne uzanan süreçte, 7 Kasım’daki ayaklanmanın kararının alınması dahil olmak üzere, bütün kritik dönemeçlerde Lenin’in Bolşevik Partisi’ne müdahalelerde bulunduğu bir vakıadır. Ancak bu müdahalelerin Lenin’in amaçladığı doğrultuda sonuç alması Lenin’in önderlik vasıfları kadar, hatta ondan daha çok, Bolşevik Partisi’nin bileşenlerin programatik bir tedrisattan geçmiş olmalarıyla açıklanabilir. Bu tedrisat olmaksızın Lenin kendi partisine müdahale edemezdi, Bolşevik Partisi’nin diğer sosyalist partiler gibi devrimin rüzgarında savrulmasını engelleyemezdi. Bolşevikler, kendilerine çizdikleri siyasi hatta yürürken benimsedikleri taktikleri ve attıkları somut pratik adımları her daim bu program etrafında, parti disiplinini koruyarak demokratik merkeziyetçi bir işleyişle tartışıp belirlediler.
Bolşevik Partisi Taktik Esnekliğe Sahipti
Bolşevikler’in 1903’ten 1917’ye uzanan süreçte reformistlerin ve oportünistlerin maskesini düşürebilmeleri, onların gösterdikleri taktiksel esnekliğin ve tutarlı bir siyaseti her daim izleme kapasitelerinin bir sonucuydu. Söz konusu esneklik Bolşevikleri bir parti kılan olmazsa olmaz niteliklerden biriydi.
Bolşevikler, Sol Sosyalist devrimcilerin tarım programını benimseyerek köylüye toprak vaat ettiler, barış şiarını, iktidarın sovyetlere verilmesi koşuluna sıkıca bağlayarak, emperyalizme yedeklenen Menşeviklerin çaresizliğini ve iktidarı almanın zorunluluğunu sergileyecek şekilde yükselttiler, Kornilov tehlikesi karşısında Kerenski’nin peşine takılmayıp işçileri Kerenski’nin altını oyacak şekilde silahlandırmayı başardılar. Kurucu meclis taktik sloganı ise başka bir örnektir. Reformistler “Devrim için Kurucu Meclis” derken Bolşevikler’in ‘Kurucu Meclis için Devrim’ diyebilecek kabiliyeti gösterebilmeleri sadece onların süregelen mücadele deneyiminden değil aynı zamanda onların parti programının devrimci ilkelerini başarılı ve köşeli bir biçimde ortaya koymasından kaynaklanıyordu. Kısacası, tüm bu taktiklerin hepsinde ortaya çıkan temel nokta, işçi sınıfının acil sorunlarını iktidar mücadelesine bağlayabilmesi, bu sorunları iktidardan kaçmanın bahanesi olarak kullananların gerçek yüzünü sergileyecek hamleler yapmayı mümkün kılmasıydı.
Bu taktikleri uygulama kapasitesi allah vergisi özellikler olmadığı gibi, programatik metinleri okuyup öğrenerek de edinilemez. Ancak sınıf mücadelesinin pratiği içerisinde pişerek kazanılabilir. Zaten bu taktikleri uygulama becerisi de soyut bir beceri değildir, onları uygulayacak militanların donanımına ve bu militanları harekete geçirip yönetecek örgütlerin niteliğine bağlıdır. Böyle örgütlere ve militanlara sahip olmasalardı, Bolşevikler, Temmuz günlerinde geri çekilemezlerdi, birkaç ay içerisinde hücuma geçip silahlı bir ayaklanmayı da örgütleyemezlerdi.
Söz konusu deneyimleri sayesinde Bolşevikler, Şubat’tan Ekim’e doğru giderken oportünistlerin maskesini düşürecek taktikleri başarıyla uygulayarak kitleler üzerinde partinin siyasi etkisini hızla arttırabilmişlerdir. Lenin bu taktiksel beceriyi Nereden Başlamalı makalesinde şu ifadelerle tarif etmiştir “Bu örgüt bütün ülkeyi kucaklayacak kadar geniş; kesin ve ayrıntılı bir iş bölümünü geliştirecek kadar yaygın ve çok yönlü; her koşul altında, bütün ‘ani dönemeçlerde’ ve beklenmeyen olaylar karşısında, kendi çalışmasını aksatmadan sürdüren, sayıca üstün olan güçlerini bir noktaya topladığında, ona karşı açık savaştan kaçınabilecek, hem de düşmanın hantallığından yararlanıp, ona en ummadığı zamanda ve yerde hücum edebilecek esnekliği göstermelidir.” Buna paralel olarak parti, sahip olduğu örgütsel beceri sayesinde artan bu politik güç ile kitleleri idare etme kabiliyetini gösterebilmiş, nihayetinde başarılı bir hükümet darbesi ile burjuva hükümeti alaşağı ederek proleter devrimi gerçekleştirmekte muvaffak olmuştur.
Bolşevikler bu beceriyi ve esnekliği 1905-1907 sürecinde, sovyetler içerisinde geri çekilme döneminde, yardımlaşma sandıkları kurarak yahut Duma’daki taktikleriyle kazanmışlardır. Zaten Lenin de hem Sol Komünizm’de hem de Komünist Enternasyonal’in ikinci ve üçüncü kongrelerinde taktikler hakkında tartışırken, Avrupalı partilerin sınıfa önderlik edebilmek için böyle bir pratiğin içerisinde pişmeleri gerektiğini ısrarla hatırlatıyordu. Ancak taktikleri hayata geçirebilme becerisi sadece taktik esneklikle sınırlı değildir, aynı zamanda askeri boyutları da olan, konspiratif olan ve olmayan taktik adımları hayata geçirebilme kapasitesidir. O nedenle Bolşeviklerin mücadele deneyimlerinden söz ederken, buna sadece geri çekilme dönemindeki deneyimleri değil, Moskova barikatında dövüşürken veya partizan savaşında elde ettikleri deneyimleri de dahil etmek gerekir.
Hem Büyüyebilen Hem De Çevresini Örgütlendirebilen Bir Parti
Bugünkü sol akımların devrim-iktidar iddialarının büyüklüğüyle bu akımların kendi gerçeklikleri arasında çarpıcı bir fark olduğu sır değildir. Bu farkı açıklayabilmek, daha doğrusu kabul edilebilir kılmak için sık başvurulan tesellilerden birisi, zamanında Bolşevik Partisi’nin de küçük ve zayıf olduğudur. Bolşevikler’in Şubat Devrimi’nden sonra hızla güçlenmesi, bu serpilmenin koşulları anlaşılmadığı takdirde, doğru bir program ve taktik beceriye sahip olan bir akımın uygun devrimci bir durumda kesin olarak kitlelerle buluşacağı ve kitlelerin önderliğini kazanacağı yanılsamasına yol açar. Halbuki bu kestirme açıklama iki bakımdan hatalıdır. Şubat gibi bir devrimin kaçınılmaz sanılması ilk yanılgıdır. Daha önemli ikinci yanılgı ise devrimci programın ve taktiklerin kitlelerin önderliğini kazanabilmek ve silahlı bir ayaklanmayı örgütleyebilecek bir güce erişebilmek için yeterli olduğudur. Devrimci bir program ve devrimci taktikler; parti çevresindeki işçi ağını örgütlendirme ve harekete geçirme kapasitesine sahip komiteler kurabilecek, kendisine yönelen militanları kullanabilecek bir örgütsel niteliği şart koşar.
Bu tartışmada altı çizilmesi gereken husus, Bolşevikleri Şubat’tan Ekim’e taşıyan sürecin tamamında devrimci bir partinin mevcudiyetidir. Bugün devrimci partinin önemini kavrayamayanlarsa Şubat-Ekim arasına baktıkları zaman, herhangi bir siyasi öznenin, kendi niteliğinden bağımsız olarak doğru siyasi sözleri söylemek yahut başarılı taktikler uygulamak vasıtasıyla yeni bir Ekim Devrimi’ne önderlik edeceği yanılsamasının içindeler.
Aşamacı Menşevizmin mirasçıları Şubat Devrimi sırasında bir partinin mevcut olmasından Şubat’ın Ekim’in ön koşulu olduğu sonucuna varırlar. Öyle ya madem ortada devrimci parti vardır, o halde tüm yaşananlar yaşanması gerekenlerdir. Halbuki Şubat Devrimi, Bolşevikler için ulaşılması gereken bir hedef veyahut bir uğrak noktası hiçbir zaman olmamıştı. Ekim Devrimi, başarılı bir Şubat Devrimi sayesinde değil Şubat Devrimi’nin başarısızlığına rağmen gerçekleşmişti. Zira Şubat’ın ardından iktidar Sovyetlere devredilmemiş, burjuvazi hükümetini kurmuş ve Bolşeviklere karşı saldırıya geçmişti. Bu gerçeklik göz önünde bulundurulursa, birçoklarının savunduğunun aksine, Bolşevikler açısından Şubat Devrimi Ekim Devrimi’ni mümkün kılan ve başarılı bir burjuva devrime işaret eden bir merhale değil, Bolşeviklerin güçsüzlükleri ve yetersizlikleri nedeniyle önderlik edemediği başarısız bir proleter devrimdir.
Bolşevikleri Şubat’ta başarısız, Ekim’de başarılı kılan, onlara Temmuz’da değil Ekim’de ayaklanma kararı aldıran, Ekim koşullarında devrimin zaferinin matematiksel bir kesinliğe sahip olması değildir. Böylesi bir kesinlik arayanlar daha çok bekleyeceklerdir. Ne Yapmalı’da Lenin’in işaret ettiği gibi “Her savaş kendi yenilgisinin soyut olasılığını taşır.” Dahası 7 Kasım günü hazırlıklarını tamamlamış olan Bolşevikler’in başarısız olma ihtimali hiç de az değildi. Nitekim, Kamanev ve Zinoviev de tam olarak bu ihtimal nedeniyle iktidarın alınmasına itiraz ediyorlar, Lenin’i ihtilalle kumar oynamakla suçluyorlardı.
Herhangi bir devrimin başarısızlığı da başlı başına siyasi yanlışlara veyahut sürecin yanlış yürütüldüğüne dayanmayabilir. Hâkim sınıf olarak burjuvazinin mahvının sağlanması hiçbir zaman kesin olarak öngörülemez. Şubat Devrimi’nden “zaten iktidarı alamazdı” dersini çıkaran bugünün Menşevikleri ile 1905 Devrimi’nin yenilgisinin ardından ‘Silaha sarılmamalıydık’ diyen Plehanov gibi oportünistler arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Bu ve bunun gibi yaklaşımların nihai sonucu her şeyden emin olmak kaygısıyla hiçbir şey yapamayan kötürüm bir durumdur. Devrimci parti elbette aniden patlak veren gelişmeleri devrimci bir müdahale ile hükümeti yıkacak bir eyleme dönüştürmeyi önüne koymalıdır. Fakat devrimci bir parti, yenilgi ihtimali var diye ayaklanmadan cayan değil zafer ihtimali belirdiğinde iktidarı almaya cüret eden bir partidir.
Türkiye’de programa dair yazılar kaleme alarak ve belli taktik tutumlar hakkında sloganlar atarak, günü geldiğinde kitlelerin önderliğini kazanacağını düşünenler bir yana dursun, KöZ’ün arkasında duran komünistler, programatik ayrım çizgilerini netleştirmiş, silahlı bir halk ayaklanmasıyla iktidarın ele geçirilmesi imkanı için her an tetikte duran, aynı zamanda değişen durumlara hızla ayak uyduracak esneklikte bir taktik çizgiyi benimseyebilen, emekçi ve ezilen kitlelerin arasında mevzilenmiş, politik mücadele içinde sınanmış ve aynı zamanda yığınların güvenini kazanmış bir partiyi yaratmak için mücadele ediyor. Ekim Devrimi’nin yolundan gitmeye kararlı, onu rehber edinmiş tüm komünistleri bu partinin kuruluş kongresini birlikte örgütlemeye davet ediyor.
Bolşevizm Kazanacak!
Yaşasın Komünistlerin Birliği!