*1 Mayıs 2021 Özel Sayısı’ndan alınmıştır.
1 Mayıs işçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma günü. 2021 1 Mayısı’nda bu bilindik saptamayı tekrarlamakla yetinmeyip “İşçi sınıfı neye, kime karşı mücadelede birleşmeli?”, “Bu mücadeleyi hangi talep üzerinden yükseltmeli?” sorularını da yanıtlamalı.
Erdoğan gitmeden işçiler ve ezilenler nefes alamaz. Tüm sorunlar Erdoğan sorununda düğümlenmiştir.
İşçinin karşısında Erdoğan var. “Ben olmasaydım grevlerle boğuşacaktınız!” diyerek o kasılıyor. Dün Soma’da madencilerin katledilmesini “işin fıtratı bu” diyerek o akladı, bugün Migros Depo işçisinin karşısına polisi o dikti. Patronlara vergi indirimi, kira ertelemesi yaparken Kod-29’la işçi kıyımlarına o yol verdi.
Kürdün karşısında Erdoğan var. Roboski’nin katillerine kimin sahip çıktığını biliyoruz. Sur’da, Nusaybin’de katliamları kimin planladığının farkındayız. Kürdistan’da kaybettiği belediyeleri kayyımlarla kontrol etmeye çalışan Erdoğan’dan başkası değil. Dün Rojava Devrimi’ni boğmak için IŞİD’i silahlandıranların bugün Kürtleri işgalle yıldırmaya çalıştıklarını görmek zor değil.
Kadınların LGBTİ+’ların karşısında Erdoğan var. Emperyalist kurumların onayından geçmiş, kadınlara göstermelik haklar sunan İstanbul Sözleşmesi’ne bile tahammülü yok. Aile ve manevi değerler diye tepinirken kendilerini ifade eden LGBTİ+ları sapkın, cezaevinde çıplak aramaya direnen kadınları iffetsiz olarak damgalama derdinde.
Kapıları çarpılarla işaretleyenlere kol kanat gerdiği, cemevlerini ibadethane olarak kabul etmeyi ısrarla reddettiği için Alevilerin, “Anayasal yetkilerimi kullanıyorum.” diyerek çanak yalayıcılarını rektör olarak atadığı, onbinlerce öğrenciyi hapiste tuttuğu için üniversite çalışanları ve öğrencilerinin karşısındadır. Fişlemelerle kararnamelerle hayatını kararttığı KHK’lıların, HES’lerle yaşam alanlarını yok ettiği yoksul köylülerin, madencilere talan ettirdiği Kaz Dağları’nın, müteahhitlerle yağmaladığı ormanların, zeytinliklerin karşısındadır Erdoğan.
Emekçiler Erdoğan’ın tercihleri yüzünden Korona’nın pençesinde kıvranıyor. Çünkü Erdoğan’ın tercihleri yüzünden hastalar aşısızlıktan, yataksızlıktan ölüyor. Çünkü emekçiler salgın sırasında hiçbir önlem olmadan çalışmaya mecbur. Çünkü AKP kongrelerini güle oynaya yaparken, emekçilerin 1 Mayıs dâhil olmak üzere her türlü siyasi eylem ve etkinliği salgın bahanesiyle yasaklanıyor.
Erdoğan gitmeden Türkiye’deki emekçiler nefes alamaz. En basit bir hakkın kazanılması için bile onun halk tarafından süpürülmesi şart. Tüm sorunlar Erdoğan sorununda düğümleniyor. Erdoğan’ın nasıl gönderileceğinden söz etmeyenler işsizlikten, yoksulluktan, taşeronlaştırmadan, ulusal baskıdan, Kürtlerin, kadınların, Alevilerin uğradığı baskılardan ancak soyut olarak bütün sorunları seçim sandığına havale edip, emekçilerle ezilenlerin bugünden kitlesel olarak mücadele etmelerinin önünü keserek bahsedebilir.
İşçilerin ve ezilenlerin birleşik mücadelesini örmek için Erdoğan’a karşı mücadeleyi büyütmekten başka yol yok. Emekçilerin ve ezilenlerin mücadelesi işin içine siyaset karıştıkça zayıflamıyor sanılanın aksine güçleniyor. Ücret için, sosyal ya da kültürel haklar, kısmi özgürlükler için mücadeleler zayıf kalırken, Erdoğan’a karşı cepheden yürütülen mücadeleler güçleniyor. Gezi Ayaklanması bunu göstermişti. Yetmiş dokuz ilde yürüyüşler düzenleyen milyonlarca emekçi kesilen ağaçlara sahip çıkmak için değil Erdoğan gitsin diye meydanlarda buluşmuştu. Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin barajı aşmasını sağlayan şu ya da bu toplumsal sorun hakkındaki görüşleri değil kısa bir cümleydi: “Seni başkan yaptırmayacağız.”
Erdoğan güçlenmiyor zayıflıyor. “Kurumsallaşan faşizm”, “konsolide olan tek adam rejimi” vb. tespitler safsatadır. Erdoğan’ı güçlü, emekçileri çaresiz göstererek halkı burjuva siyasetçilerine mahkûm etmek isteyen burjuva sosyalistleri tarafından imal edilmişlerdir. Git gide zayıflayan ve güç kaybeden Erdoğan, kitlesel mücadelelerin önü sandık hayalleriyle kesilip emekçiler Amerikancı muhalefetin kuyruğuna sürüklendiği için ayakta duruyor.
Erdoğan daha iktidara geldiği ilk günden beri zayıf ve kırılgan bir pozisyondaydı. Askerler ve TÜSİADçılar, Amerikan ve Fransız emperyalizminin destekçileri arasındaki çatışmalar, bir türlü bitmeyen Kürt Baharı nedeniyle yıpranmış 12 Eylül Rejimi’nin çatlakları arasından çıkmıştı. Amerika ve uzantıları o dönem PKK’yi silahsızlandırması, Kürdistan sorununu Kürtlerin kültürel hakları sorununa indirgeyecek, işbirlikçi bir Kürt hareketi yaratması için AKP’ye destek vermişti. Erdoğan bunu başaramadı, Amerika da Erdoğan’dan desteğini çekti, Kürtleri düzene yedekleyecek CHP merkezli bir hareketi desteklemeye başladı. Bu gelişme Erdoğan’ı iyice kırılgan bir pozisyona soksa da asıl gerileten faktör ABD’nin Erdoğan’dan vazgeçmesi olmadı. Onun iktidarına son verecek olan da bu faktör olmayacak. Onlar Erdoğan’ın devrilmesini değil her türlü şantajlarına açık hale gelmesini tercih ediyorlar.
Erdoğan’ı Bin Umut Adayları’ndan HDP’ye uzanan mücadele geriletti. Erdoğan Kuzey Kürdistan’ın emekçilerinin en politik kesimlerini kendisine yedekleyemediği gibi, Kürtlerin mücadelesinin Türkiye’nin batısındaki mücadeleyi canlandırmasını, bu mücadelede harekete geçen kesimlerle buluşmasını da engelleyemedi. DTP’den HDP’ye varan süreçte bu partiler, yönetimlerinin hesaplarından bağımsız olarak, söz konusu emekçilerin örgütlendiği birer odak oldular. Başta AKP ve CHP olmak üzere burjuva partilerinden uzak durdukları oranda güç kazanıp Türkiye’de Erdoğan’ın karşısında muhalefet boşluğunu doldurmaya aday hâle geldiler. Erdoğan Anayasa’yı tek başına değiştiremez ve tek başına hükümet kuramaz duruma geldi.
HDP tabanının eylemli seferberliği Erdoğan’ın kâbusudur. Bütün afra tafrasına rağmen Erdoğan kendisine destek olacak bir sokak hareketi yaratamayan korkak bir burjuva politikacısı. Üstelik HDP’den çok HDP’nin de denetleyemediği tabanından, yani Türkiye proletaryasının en politik ve militan kesiminden korkuyor. 2010’da Taksim’in kapısını bu tabandan korktuğu için açtı, 2012’de zindanlardaki açlık grevlerine bu taban dalga dalga yayılan eylemlerle ses verdiği için İmralı’yla müzakere masasına oturdu, Gezi’de karşısında bu taban vardı, Kobanê’deki AKP kuşatmasını 6-7 Ekim eylemleriyle bu taban kaldırttı. 2015-16’da kendisine hendeklerle, barikatlarla direnen, kayyım rektör atanmasına başkaldıran da aynı zamanda HDP seçmeni olan bu tabandır.
HDP’nin tabanı sadece Erdoğan’ı zayıflatmıyor aynı zamanda Amerikancı muhalefeti de felç ediyor. Amerikan’ın Erdoğan’dan kurtulma planının baş aktörü olarak CHP, Saadet Partisi’nden İYİP’e tüm burjuva partilerin birleştiği Erdoğan karşıtı bir koalisyon kurmak istiyor. Gelgelelim HDP’nin tabanının desteği olmadan bu koalisyonun yüzde elli artı biri bulamayacağı açık. Ancak iki nedenden ötürü Amerikancı muhalefet HDP’yi kendi bünyesine katmaya yönelik bir adım da atamıyor. Birincisi HDP’ye yaklaşırlarsa Erdoğan’ın “teröristlerle ortaklık yapıyorsunuz” diye CHP’ye yükleneceğini, bunun da burjuvazinin büyük koalisyonunu bozacağını biliyorlar. İkincisi şu ya da bu yakınlaşmanın HDP’nin üzerindeki tecridi hafifleteceğinin bunun da HDP tabanını daha da aktifleştireceğinin farkındalar. CHP’nin bugünkü etkisiz muhalefeti Kılıçdaroğlu’nun kişilik özelliğinden değil, Amerikancı muhalefetin HDP desteğine muhtaç olsa bile Erdoğan’a razı olmaya kıyasla HDP’ye doğru ufak bir adım dahi atmaktan daha fazla endişe duymasından kaynaklanıyor.
HDP Erdoğan’ı da kilitliyor. Gergerlioğlu’nun tekme tokat tutuklanmasına, HDP’ye açılan kapatma davasına, Kürdistan’ın kayyımlarla yönetilmesine, hapisteki tutuklu vekillere, belediye başkanlarına bakarak Erdoğan’ın HDP’ye karşı savaşını rahatça sürdürdüğünü sanmamalı. Erdoğan’ın HDP’ye saldırmaya ihtiyacı olduğu doğru. HDP’ye saldırarak Amerikancı muhalefet cephesinde çatlak yaratmak istiyor. Ama Erdoğan’ın da HDP tabanının desteğine ihtiyacı var. Oysa MHP’ye muhtaç oldukça HDP’ye saldırmak zorunda. HDP’ye saldırdıkça da MHP’ye siyasi olarak daha fazla teslim oluyor. MHP’ye teslim oldukça da hem devlet içinde kendisine rakip bir başka odak daha yaratmış oluyor, hem de kendi partisi üzerinde zaten zayıflayan hakimiyeti iyice aşınıyor. Tam da bu nedenle Erdoğan manevra kabiliyeti kazanmak için MHP’den kurtulmayı dilese de HDP’ye saldırdıkça böyle bir manevra imkânını yitiriyor. Bu da Erdoğan’ın HDP’ye karşı tereddütlü bir tutum içine girmesine yol açıyor. Anayasa Mahkemesi’nin Erdoğan’ın denetimindeki unsurlarının HDP’ye kapatma davasında karşı oy kullanması bu tereddüdün ifadesidir. Bahçeli’nin “O zaman Anayasa Mahkemesi’ni kapatalım” öfkesi de esas olarak mahkemeye değil, dayattığı güzergahta ilerlemeyen Erdoğan’a yöneliktir.
Krizdeki rejimin cambazının yalpalamaları HDP’yle sınırlı değil. Erdoğan ve MHP arasındaki bu gerilim, özellikle Erdoğan’ın demokratik anayasa “müjdesi”nden beri hemen hemen her siyasi gelişmede yaşanıyor. Boğaziçi protestolarına katılan öğrencilerin terör örgütü üyeliğinden gözaltına alınıp kimi zaman tutuklanıp sonra da birer ikişer serbest bırakılması, amirallerin bildirisine Süleyman Soylu ve MHP yıldırımlar yağdırırken Erdoğan’ın mülayim bir eleştiri getirmekle yetinmesi, hatta bildiride konu edilen sarıklı amiralin hatalı olduğunu kabul etmesi, Ayasofya Başimamı’nın istifa ettirilmesi hep bu tarz ikircikli saldırı politikasının sonuçlarıdır. Keza “FETÖ”yü günah keçisi haline getirip Ergenekon-Balyoz mağdurlarını yanına çekmeye gayret ederken şimdi emekli amirallere saldırarak bu ittifak umudunu büsbütün yitirip MHP’ye daha fazla mahkum hâle gelmiştir.
Erdoğan’ın Trump döneminde alıştığı dış politika cambazlıklarının da önü kesiliyor. Öte yandan Trump döneminde Erdoğan’ın alıştığı dış politikadaki cambazlıkların Biden’ın temsil ettiği ABD müesses nizamı karşısında yürümesi de pek mümkün görünmüyor. Hem Montrö anlaşmasından tek hoşnutsuz olan ABD bu tür yemlere itibar etmeyeceğini belli ediyor, hem de Suriye’de bu durumdan istifade eden Putin Karadeniz’de ABD destekli bir kurguyu sineye çekmeyeceğini sert bir tonla ifade ediyor. Üstelik hem ağır ağır da olsa ilerleyen Halkbank davasının gündemde kalması, hem de yaklaşan “Ermeni soykırımı”nın yıldönümü nedeniyle Erdoğan, Biden’ın seçimleri kazanmasından beri ondan beklediği telefonun çalmamasından haklı olarak ürkmeye başlıyor. Öteki hattaki Putin’in telefonu da meşgul çalmaya devam ediyor. Uygurlar konusunda kulağının üstüne yatmayı tercih ettiği hâlde Çin’den de zararına ticaret dışında bir ışık görünmüyor. Yani dış politika cephesinde de kısa vadede Erdoğan’ı ferahlatabilecek bir gelişme ufukta görünmüyor.
Erdoğan’ın hâlâ HDP’ye saldırabilmesi, onu savunması gerekenlerin sessizliğindendir. Böyle bir ortamda Erdoğan’ın Gergerlioğlu örneğinde olduğu gibi HDP’ye pervasızca saldırabilmesinin sebebi onu savunmakla yükümlü olanların Amerikancı Millet İttifakı’nı rahatsız etmemek adına göstermelik tepkilerle bezeli bir sessizliği tercih etmeleridir. HDPli kadınların ana bileşeni olduğu 8 Mart eylemlerinde HDP üzerindeki baskılar geçiştirilmiş, Newroz’da “HDP’yi kapattırmayacağız” vurgusu öne çıkarılmamış, bu durum genel geçer demokratik talepler içinde sulandırılmıştır. Böylece 1 Mayıs’a doğru soldaki hiçbir akımın gündeminde HDP’yi kitlesel eylemlerle savunma çağırısı yoktur. Çünkü bu cephedekiler de kendilerini Amerikancı muhalefetin yörüngesinden kopartacak bir dinamizmden yoksundur. Böyle bir dinamizmi geliştirecek bir 1 Mayıs perspektifi de onların ufuklarında bulunmamaktadır.
Emekçileri Erdoğan’a karşı birleşik mücadelede kenetleyecek şiar “HDP’yi kapattırmayacağız!” şiarıdır. Çünkü Erdoğan HDP’ye kararlı bir biçimde saldıramıyor, çünkü Amerikancı muhalefet HDP’ye sahip çıkamıyor, çünkü HDP’nin tabanı Türkiye proletaryasının en politik ve militan kesimi. Ayrıcalıklı Boğaziçi öğrencilerinin örgütsüz ve amatörce yürüttüğü mücadele Erdoğan’a soğuk terler döktürüyorsa, işçi sınıfının sadece en çok ezilen değil aynı zamanda en örgütlü kesimlerinden milyonlarca emekçiyi seferber edebilecek mücadelesinin saraydaki cambazın tahtını sallayacağı açıktır.
“HDP’yi kapattırmayacağız!” talebi turnusol kağıdıdır. “HDP’yi kapattırmayacağız” talebini genel geçer demokrasi temennileri içinde eritenlerin, 104 emekli amiralin ifade özgürlüğüne kitlelerin kendi sorunları doğrultusunda hükümete karşı seferber olmasından ve HDP’nin kendi taleplerini ifade etmek üzere harekete geçmesinden daha fazla sahip çıkanların, Demirtaş’ı terörist ve bölücü olarak görenleri rahatsız etmemek için bağırlarına taş basmayı tavsiye edenlerin gerçek niyetinin ne olduğunu teşhis etmeye, maskelerini düşürmeye yarar.
1 Mayıs’ta HDP’yi savunalım. Erdoğan’dan ancak Amerika’nın desteklediği burjuva partilerle kurtulabileceğimiz yalanına aldanmayalım. Erdoğan’a karşı mücadeleyi hemen şimdi yükseltmek yerine seçimleri beklemeyi dayatarak işçilere, Kürtlere, kadınlara siyasetsizlik, eylemsizlik telkin edenlerle yollarımızı ayıralım. Cumhur İttifakı’na karşı kitlesel ve eylemli mücadeleyi büyütelim.
HDP’yi Kapattırma! Vekiline Sahip Çık!
Yaşasın 1 Mayıs! Bijî Yek Gûlan!