29 Eylül 2019’da İzmir’de Söz ve Eylem’le birlikte ‘Emperyalist savaş ve kriz’ konulu bir panel düzenledik. Yaklaşık 40 kişinin katıldığı bir panel işçi sınıfının ve ezilen halkların kurtuluşu mücadelesinde yitirdiklerimiz anısına gerçekleştirilen bir dakikalık saygı duruşu ile başladı. Panelde ilk olarak Köz adına katılan yoldaş söz aldı. Bir yıl önce kriz konusunun bugüne göre daha fazla gündemde tutuluyor olmasının, krizin burjuvazinin iktisatçılarının savladığı gibi ekonomik temelli olduğu yanlış varsayımından kaynaklandığını belirten yoldaş, ekonomik krizle birlikte sınıf mücadelesinin keskinleşeceği ve daha geniş kesimlerin iktidara karşı harekete geçerek kendiliğinden iktidar karşıtı bir mücadelenin ortaya çıkacağı beklentilerinin gerçekleşmediğini, gerçekleşemeyeceğini vurguladı. Bu konuda sürdürülen propagandanın, propagandanın gerçek sahipleri olan AKP’den hoşnutsuz burjuvaziye yaradığını ifade eden yoldaş, 31 Mart yerel seçimleri ve sonraki süreçte bu etkinin gözlemlenebildiğini ifade etti.
Yaşanmakta olan krizin Türkiye’ye özgü bir ekonomik kriz değil, tüm dünyayı etkilemekte olan bir siyasi bir kriz olduğunu vurgulayan yoldaş, bu durumun temelinde dünyadaki emperyalist güçler arasında yaşanan paylaşım kavgasının yattığını ifade etti. Bu bağlamda ABD emperyalizminin yaşamakta olduğu güç kaybının AKP’ye daha fazla manevra alanı dahi sağladığını dile getiren yoldaş, ekonomik kriz ile kendiliğinden birtakım devrimci gelişmeler beklemenin, alması gereken sorumluluktan kaçan Türkiye solunun genel durumuna ilişkin öznel durumun da bir göstergesi olduğunu söyledi.
Köz’ün arkasında duran komünistlerin 2009 yerel seçimlerinden bu yana AKP’nin güç kaybettiğini, 2013’ten bu yana ise Türkiye’de bir rejim krizinin sürmekte olduğunu belirttiklerini dile getiren yoldaş, bu krizin aslında 12 Eylül rejiminin krizi olduğunu belirtti. SSCB’nin çöküşü ile ABD’nin Türkiye’ye (Doğu Blokuna karşı bekçilik yerine)Avrupa Birliği’nde Truva atı ve Ortadoğu’da İsrail benzeri bir misyon yüklemek istediğini, bunun için de ordunun etkisizleştirilmesi yönünde adım attığını belirten konuşmacı, 12 Eylül darbesi ile Kürt hareketini ve devrimci hareketi ezmek isteyen rejimin bu hedefleri gerçekleştiremediği gibi, ordunun siyasi etkisinin azaltılması ile meydana gelen boşluğun da diğer düzen güçleri tarafından doldurulamadığını söyledi. Bu durumun rejim krizini derinleştirdiğini ifade eden yoldaş, bastırılamayan Kürt isyanının ve bitirilemeyen devrimci hareketin söz konusu krizi daha da derinleştiren unsurlar olduğunu ifade etti. Burjuvazinin değişik klikleri arasında süren mücadelenin de bu duruma eşlik ettiğini ifade eden yoldaş, tüm bu gelişmelerin yekpare bir devlet aygıtından söz etmeyi güçleştirdiğinin, artık TC’nin tutarlı ve öngörülebilir politikalar uygulayan bir devlet olmaktan çıktığının altını çizdi. Dolayısıyla ‘yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği’ni, aynı zamanda ‘yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği’nin de görülebildiğini, Cizre ve Nusaybin’de yaşananların, 2016’daki çatışmalı cunta girişiminin, Artvin’de/Cerattepe’de süren direnişlerin, Gezi başkaldırısının ve birçok başka örneğin bu duruma veri sağladığını ifade etti. Öte yandan, bunca baskıya ve sansüre rağmen 12 Eylül anayasasının dayattığı %10 barajının da defalarca yıkıldığını da not düştü. Tüm bunlara rağmen, ‘yönetilmek istemeyenlerin iktidarı bir halk seferberliği ile (kitlesel protesto ve eylemlerle) sarsması’ koşulunun henüz gerçekleşmediğini, bunda asıl sorumluluğun kitlelerde değil Türkiye’de bir devrimin olmayacağına/bir halk ayaklanmasının başarısız olacağına kani olan reformist solda olduğunu, aynı kesimlerin tamamen hatalı bir şekilde Erdoğan’ın parlamenter yolla gideceği propagandasına gönül verdiğini dile getirdi. Bugün Erdoğan’ın akıbeti ile 12 Eylül rejiminin akıbetinin ortaklaştığını ifade eden konuşmacı, parlamenter yollarla Erdoğan’ın gitmesinin tıpkı parlamenter yollarla 12 Eylül rejimine son vermenin mümkün olmaması gibi mümkün olmadığını söyledi. Bu durumun 2015’te seçimleri kazanamayan Erdoğan’ın burjuva seçim sonuçlarını kabul etmemesinden, 2019’da yerel seçimleri kaybeden Erdoğan’ın yine seçimleri burjuvazinin kanunlarına bile riayet etmeyerek seçimleri tekrarlatmasından ve birçok Kürt ilindeki kayyım atamalarının ve seçim hilelerinden de anlaşılabileceğini belirtti.
ABD’nin yaşadığı güç kaybının Türkiye’deki Amerikancı burjuva muhalefetinin de güç kaybetmesine yol açtığını belirten yoldaş, sonuçta hem burjuva muhalefetinin, hem Erdoğan’ın güç kaybettiğini, diğer rejim krizine yol açan unsurlarla birlikte duruma bakıldığında bu duruma devrimci bir müdahale yapma koşullarını olgunlaştırmakta olduğunu dile getirdi.
Daha sonra panelin emperyalist savaş boyutuna değinen yoldaş, Suriye’de üzerinde anlaşmaya varılan emperyalist barışa karşı duran tek gücün Türkiye olduğunu, Erdoğan’ın Suriye’ye yaptığı müdahalelerin, Türkiye ‘de çıkışsız kalmasının bir sonucu olduğunu, Türkiye’deki çıkışsızlığını Suriye’deki adımlarla telafi etmeye çalışan, çaresiz bir burjuva siyasetçisi olduğunu gösterdiğini belirtti. Komünistlerin emperyalist bir savaşta nasıl tutum takınması gerektiğinin referanslarımızda vurgulandığının altını çizen yoldaş, 2015’ten beri Türkiye’de içsavaş olduğu tespitimizi yineleyerek mevcut duruma devrimci bir çözümün ancak bir komünist parti kurulması ile mümkün olacağını vurguladı.
Söz ve Eylem adına söz alan konuşmacı Marks’ın kapitalizmin krizine ilişkin görüşlerinin doğru olduğunu ifade etti. Küresel krizlerin bir sektörden başlayıp diğer sektörlere yayılabildiğini, 2008’de başlayan küresel krizin tarihsel önemde olduğunu, o günlerden bu yana yaşananların daha çok ekonomik kriz olduğunu söyledi. Değişen üretim teknolojilerinin, aşırı meta üretimine yol açtığını bunun yol açtığı birikim tüketilemedikçe (kitlesel üretim kitlesel tüketimle karşılanmadıkça) kapitalizmin kriz döngüsüne çözüm sağlanamadığını belirten konuşmacı, üretim araçlarının halkın eline verilmesi ile bu tarz krizlerde halkçı çözüm sağlanabileceğini dile getirdi.
Marks’ın Kapital’de belirttiği gibi meta analizi yapmaksızın ekonomik krizlerin sorumluluğunu hükümetlere veya tekil nedenlere bağlamanın yanlış olacağını belirten konuşmacı, burjuva iktisatçılarının krizleri sürekli günah keçileri üretmek yoluyla analiz ettiklerini savladı. Geçmişte sosyalizmin sonunu ilan eden burjuva siyasetçilerinin bugün yoğunlaşan küresel kriz dinamiklerinden ötürü hata yaptıklarını görmeye başladıklarını belirtti. Bugün Çin ve Amerikan sermayesinin birbirine geçmiş durumda olduğunu, bu nedenle yeni bir küresel savaş çıkması olasılığının düşük olduğunu savladı. Diğer yandan kapitalist krizleri aşmanın yollarından birinin kapitalistler için birbirleri ile savaşmaları olduğunu söyleyen konuşmacı, İngiltere, ABD ve Fransa’nın Çin ve Rusya’ya karşı giderek daha düşmanca ve savaşa yol açabilecek politikalarla karşı durmaya başladıklarına dikkat çekti. Bu anlamda NATO’nun da bir savaş aygıtı olarak kullanılacağını belirten konuşmacı bu gelişmelerin tekelcileşen kapitalizm için olağan olduğunu ifade etti. Konuşmacı ayrıca komünistlerin emperyalist savaşa ilişkin tutumlarının net olduğunu, komünistlerin emperyalist savaşları durdurmaya çalıştıklarını, buna içsavaş çıkartarak yanıt vermeyi görev edindiklerini söyledi. Dünyayı yöneten burjuva hükümetlerinin başındaki kişilerin akil olmadıklarını, bu durumun da savaş riskini artırdığını belirtti.
Panelin ikinci kısmında soru-cevap bölümüne geçildi. Emperyalist savaşa karşı nasıl bir önderlik ve mücadele gerekeceğine ilişkin sorulan soruya Söz ve Eylem temsilcisi aydınların öncülük edeceği bir teorik savaşın bu bakımdan önemli olduğunu savladı. Bir başka soruya verdiği yanıtta ise kapitalizmin yasalarının politikacılarca belirlenmediğini, ama ekonomik sistemin altyapısının bu yasaları tayin ettiğini söyledi. Lenin’in eşitsiz gelişim yasasına ilişkin sorulan bir soruya yanıt olarak ise bu yasanın emperyalist savaşların nasıl ortaya çıktığını açıklayıcı olduğunu ifade ederek iktisadi krizlerin ve hegemonya mücadelelerin emperyalist savaşlara neden olduğunu belirtti. Küresel krizde tek payın ABD’de mi olduğu sorusunda yanıt olarak sürmekte olan global krizi sadece ABD’nin yaratmadığını ama ABD’nin güçsüz düşerken diğer emperyalistlerin güçlenmesinin buna neden olduğunu belirten Söz ve Eylem temsilcisi, ‘ekonomik krizler mi siyasi krizlere yoksa siyasi krizlere mi yol açıyor’ bu ikisi arasında diyalektik bir ilişki olmakla birlikte temel belirleyicinin ekonomik krizler olduğunu iddia ederek yanıtladı.
Daha sonra söz alan yoldaşımız ‘sol neden başarısız’ sorusuna yanıt verirken, solun çok başarısız olmadığını, 12 Eylül’ün başarısızlığının buna gösterge sayılabileceğini, egemenlerin ezilenleri bir türlü istedikleri gibi terbiye edemediklerini, ama devletin kurumlarıyla oluşturduğu ideolojik hegemonyayı kırmanın yolunun kendi ideolojik devrimci parti aygıtımızı yaratmaktan geçtiğini, bunun geçmişte Bolşeviklerce ortaya konmuş bir örneğinin de olduğunu, böyle bir partinin proleter bir devrimi de mümkün kılacağını belirtti. Böyle bir parti olmadan zaman zaman ortaya çıkan Türk Metal direnişi veya Gezi isyanı gibi girişimlerin başarıya ulaşmasının mümkün olmayacağını belirten yoldaş, bu ayaklanmaları başarıya ulaştırmanın ve hegemonyayı yıkmanın yolunun da komünist bir parti kurmaktan geçtiğini ifade etti.
Toplumdaki her bir sorunun aslında bir devrim sorunu olduğunu, çünkü bizlerin sorunumuzu çözebilmek için bir devlet kurmaya gereksinim olduğunu ifade eden yoldaş, devrimin ve devrimi yapacak devrimci bir partinin yakıcı bir ihtiyaç olduğunu belirtip bu durumun emperyalizmin zayıf halkası olan Türkiye ve Kürdistan için daha da geçerli olduğunun altını çizdi. Bugün ABD’nin yaşadığı gerilemenin karşısındaki emperyalist blokların güç kazanmasıyla ilişkili olduğunu, Çin’in en büyük emperyalist güç olabilmesinin bir emperyalist savaş olmadan mümkün olmayacağını vurguladı. Çağımızın ‘emperyalizm çağı’ olduğunu, ama aynı zamanda ve bu nedenle ‘proleter devrimler çağı’ ve ‘ulusal kurtuluş mücadelelerinin çağı’ olduğunu vurgulayıp bu konuda başarıya ulaşmamızın önündeki en büyük engelin sol içindeki oportünistler ve reformistler olduğunun altını çizdi.
Söz ve Eylem’le birlikte gerçekleştirdiğimiz bu etkinlik, yaşanan birtakım teknik aksaklıklara rağmen İzmir’de son dönemlerde artan etkinliğimizin göstergelerinden biriydi. Bundan sonra da benzer etkinliklerle devrimcilere ulaşıp etkimizi ve gücümüzü artırmaya devam edeceğiz.
Devrim İçin Devrimci Parti, Parti İçin Komünistlerin Birliği!
İzmir’den Komünistler